zeki müren o kadar büyük bir isim ki işte öleli 20 seneyi geçti lakin işi bitmiş şimdiye kadar sanatı ile gündem olamamış bir looser'ı bile tekrar gündem yapabiliyor. işte bu yüzden sanat güneşi işte bu yüzden paşa! türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük sesi.
devamını gör...

sonuna kadar üstüne gidilmesi gereken olay. her platformda da konusulmasi gerekiyor.

intihar eden polisler ise tamamen farkli bir konu. mobbinge ugrayip intihar eden polislerle bu konunun ne alakasi var?
devamını gör...

sahibinden satılık sözlük. kurucusu olduğum sözlüğü 128 milyar dolara satıyorum. bilen bilir! tertemiz cillop gibidir. içinde hiç küfür, hakaret edilmemiş. libidosu yüksek, yazarları efendi, sadece 3 beş 10 yazar hesabı uçurulmuş olup, sorunsuz olarak yeni sahibine verilecektir.

sadece bu kadar mı? sözlüğü alana yanında bir adet bakımı hiç bitmeyen bir radyo (anten kırık kesin), bir adet dergi, bir adet haber ajansı da eşantiyon olarak verilecektir. lütfen ciddi alıcılar özelden dürtsün.

tanım: yönetimin 23 nisan jestini fırsata çeviren yazar beyanıdır.
devamını gör...

1968 yapımı ülkü erakalın'ın yönettiği başrollerinde türkan şoray ve engin çağlar'ın oynadığı aşırı matrak bir türk filmidir. filmde kimler yoktur ki çarliston sabahat karakteri ile güzin özipek döktürür resmen. hala sami hazinses'in oynadığı avukat karakterine ne demeli filmin konusuna gelecek olursak ;
kendisine kalan mirası alabilmesi için biriyle evlenmek zorunda olan çapkın uçarı murat avukatının bulduğu idam mahkumu olan çengi naciye evlenmeye karar verir. idam mahkumu olan naciye muratı görür görmez bu evliliğe razı olur. hapishanede nikah kıyarlar. ancak idam günü naciye’nin masum olduğu ispatlanır ve beraat eder ve mahalleye döner sonra mahalleliyi alıp cümbür cemaat kocasının evine baskına giderler. sonrasında murat sevmeden evlendiği naciye’den kurtulmanın yollarını arar. ona kötü davranıp onu evden kovar. arkadaşlarının yardımı ile naciye başka bir kimlikle muratı kendisine aşık edecek ve intikamını alacaktır.

filmde efsane replikler vardır mesela naciye muratı ilk gördüğünde ettiği laf: artist kartpostalı gibi çocuksun seni rüyasında gören kadının abdesti bozulur be.
murat naciye geldiğinde kendisini odaya kilitler naciye kapıda bağırırken hizmetçiyi oynayan suna pekuysal'a kendisi gibi bağırmasını söyler bu sahnede bir efsanedir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

okumadan veriliyorsa bence olmasa da olur.
devamını gör...

kanser, hem genetik hem epigenetik bir hastalıktır. yani, kanserleşmede görülen genom değişiklikleri, dna'daki mutasyonlarla sınırlı değildir; epigenetik değişiklikler de bu süreçte rol oynamaktadır.

kanserde basitçe, 3 tane ana gen tipinden bahsedebiliriz :
1-onkogenler (kanserleşmeye neden olan genler),
2-proto-onkogenler (normalde sorunsuz yaratmayan fakat çeşitli mutasyonlar sonucu onkogenlere dönüşebilen genler)
3-tümör baskılayıcı genler (kontrolsüz büyümeyi baskılayan genler)

genetik olarak, dna'da mutasyon birikmesi sonucunda kanserleşme oluşur. bu mutasyonlar genetik olarak aileden gelebilir ya da dış etmenlerle (sigara, uv, vs) sonradan edinilebilir. örneğin, bir tümör baskılayıcı gende oluşan mutasyon, bu genin işlevini (yani kontrolsüz büyümeyi) bozabilir ve kanserleşmenin yolunu açabilir. bunun sonucu olarak hücrenin kontrolsüz büyümesi, değişmesi, ve sonrasında yayılması görülür. dolayısıyla, kanserlerde sıklıkla hücre döngüsünü, bunun regülasyonunu ve dna tamir mekanizmalarını etkileyen genlerde mutasyonların saptanması şaşırtıcı değildir. fakat genetik, tek başına, kanserleşme mekanizmalarının aydınlatılmasında yetersiz kalmaktadır. burada devreye epigenetik girer.

epigenetik, gen ifadesini düzenleyen ancak (genetikten farklı olarak) dna dizisini etkilemeyen olaylar (metilasyon, histon modifikasyonları, vs) ile ilgilenir. bu epigenetik değişimler, dna dizisindeki nükleotitlerin dizisini değiştirmez, fakat genlerin ifade miktarlarını belirler. örneğin, epigenetik değişimlerle onkogenlerin aktivasyonu (aşırı üretimi) ve tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonunu yitirmesi ya da işlevinin azalması sonucunda da, dna dizisi değişmeden, kanserleşmenin yolu açılabilmektedir.
devamını gör...

heian dönemi, klasik japon tarihinin son kısmıdır ve ms 794 - 1185 yıllarını kapsar. nara döneminin devamıdır. japon tarihinde şiir ve edebiyatın önemli olduğu bir dönemdir. ayrıca bu dönemde samuray sınıfı da yükselişe geçmiş ve sonucunda japonya'da feodal düzenin başlamasının yolu açılmıştır.
devamını gör...

see see see şeklinde gülmesiyle hatırlanır usta ferhan şensoy.
devamını gör...

pankreas karın boşluğunun gerisinde yerleşik olduğu için çeşitli iltihap veya kanser gibi durumlarda semptom vermesi daha geç olur. pankreas başı kanserleri oniki parmak bağırsağı ile ilişkili olduğu için biraz daha erken bulgu verebilir ama kuyruk kısmındakiler için genellikle geç teşhis olmaktadır.
ortaya çıkan bulgular şöyledir; sarılık, camcı macunu dışkılama (beyaz dışkı) , çay rengi idrar ile önceleri karında belli bir noktada olmayan fakat sonradan sırta ve omuzlara yayılan ağrıdır.
devamını gör...

boşuna linçlenen burçtur. her şeyi abartmayı seviyoruz.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
mersinliler'i, sokak sanatı görmek için ülke dışına ya da istanbul'a gitmekten kurtaran kadın.

nazife bilgin hazar, iki çocuğunu büyüttükten sonra kırk sekiz yaşında iken mersin güzel sanatlar fakültesi'ni okudu.

bitirme ödevinde köpek barınağının duvarlarını boyadı ve elli iki yaşında üniversiteden mezun oldu. şu an elli sekiz yaşında ve mersin’in toroslar ilçesi’nde yaşıyor.

çocuk cezaevi, kadın sığınma evleri, spor kompleksini duvarlarını boyadıktan sonra, toroslar belediye'si için sosyal sorumluluk kapsamında ki güzelleştirme projesinde, dar gelirli insanların yaşadığı, boyaları dökülmüş eski binaların duvarlarına ünlü tablolarının reprodüksiyonlarını yaptı.
sekiz ayda yirmi bir binanın yüzeyine, can verdi.

osman hamdi bey, johannes vermeer, frida kahlo, diego rivera, vincent van gogh, neşet günal, leonardo da vinci, pablo picasso gibi sanatçıları mersinliler'e tanıttı.

tüm gün güneş altında çalışmaktan elli yaşındaki gözleri şişmiş bir şekilde evine gitti buna rağmen insanların sanatına olan ilgisi sayesinde zevkle çalıştı.

bazı mahallelilerin, dolmuşta iken frida kahlo'da inecek var demesi gibi geri bildirimler alması sayesinde yüzünden gülüşü eksik olmadı. sürekli motive oldu.

nazife bilgin hazar ,
insanın her yaşta verimli olabileceğini, 50'li yaşların fırsat yaşları olduğunu gösteren yurdum kadını.

çoğu insanın, artık bizden geçmiş dediği yaşta sanatçı olunabileceğini, sanatın yaşı olmadığını, kendini gerçekleştirmenin yaşı olmadığını mersin'den tüm dünyaya haykıran kadın.

şu sıralar anadolu ajansı onun için bir program hazırlıyor.
her şehre onun gibi bir sanatçı lazım.
çünkü o şahane bir kadın.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

didem madak - ah'lar ağacı
kesinlikle tavsiye ederim.
devamını gör...

her seçim bir kaybediştir durumu yaratan rica.

yok şimdi, yazacaksın acayip hoşlanıyorum, mıncırırım diye birini. diğer hoşlanacağın kısmetler kapanacak. olay riskli çok hafif ama heyecan dorukta. herkes kendi adını arayacak entrylerde.

diyelim hoşlandım yazdın iki shot tekila çakıp. kız mesaj atar,

"lütfen mesajını siler misin, erkek arkadaşım var böyle konulara karışmak istemiyorum."

al işte. püre gibi kalırsın. üstelik, o mesajı okuyan senden hoşlanan kişiyi de kırarsın. artık o da sana gelmez.

çok karışık işler. organize işler.
devamını gör...

canın sağolsun kartalım .bu seviyede avrupa ile mücadele etmek çok zor artık. en azından ezilmedik , taş gibi top oynadık.
devamını gör...

gözlerimi ilk kez açtığım ancak bana öyle geliyor ki, son kez kapatamayacağım şehirdir. şair der ya “hiç şikayet etmezler, doğdukları yerde ölenler.”

doğduk ama doyamamış olacağız ki, göçtük. göçmen kuşlar gibi. uzun bir süre ankara ile arama bir “es” girmişti. ancak bu dönemi kayıp olarak görmem. benim için kişiliğimin oluşmasında, dünyayı tanımamda büyük bir kazançtır.

döndüm. ankara ne de büyümüştü! ancak sonradan fark ettim ki, şehir büyüdükçe, insanları küçülmüş. ve artık öyle bir noktaya gelindi ki, nefes alınamaz oldu. ben bu duyguyu iyi bilirim. ama bu sefer farklıydı. sanki ankara beni değil, ben onu boğuyor gibiyim. iki elimle yapışmışım boğazına hiç bırakmıyorum. sanki bana yapılanların intikamını alırcasına. oysa yoktu şehrin bir suçu. talihsizlik, siz fizan’da bile olsanız gelir bulur.

ve sonunda anladım ki, ben gidersem ankara yeniden nefes almaya başlar.
uzun düşünceler, planlar, karar alma, gerekli görüşmeleri yapma... umarım uzun sürmez. çoğu bitti azı kaldı. ve size kısa bir süre sonra yazılarımı, martı sesleriyle açık bir denize bakarken yazarım.
devamını gör...

vallahi ben 5 kg doğmuşum ve o toraman halim çocukluk, ergenlik, gençlik, ileri gençlik dönemleri boyunca devam etti. evlenmeden önce biraz zayıfladım (aşk), evlendim en fazla 120 kg oldum. sonra ilerleyen yıllar da tansiyon hastalığı baş gösterince, tamamen yeme alışkanlığını değiştirerek biraz spor yaparak 35 kg verdim. yaklaşık iki senedir sabit tutmaya çalıştığım kilom 85 kg . boyum:183
yemeği içmeği seven insanlar için kilo vermenin ne kadar zor olduğunu iyi bilirim.
devamını gör...

özellikle son zamanlarda çok sık gelen histir. bir kişiyi aramak bile gelmiyor içimden, sanki ne anlatsam karşımdakini sıkıyormuşum gibi hissediyorum. kendimden sıkılıyor olduğum için olabilir.
devamını gör...

ivan alexsandroviç gonçarov'un kaleme aldığı oblomov adlı eserde geçen mektuptur. oblomov bu mektubu biricik aşkı olga'ya yazmıştır. oblomov mektupta içinden geçenleri olga'ya cesurca anlatmıştır. ancak bu mektup bir aşkın değil bir vazgeçişin başlangıcıdır. işte o mektup:

bu kadar sık görüşürken benim yerime mektubumun gelmesi seni her halde şaşırtacak, fakat sonuna kadar okuyunca göreceksin ki başka türlü yapamazdım.
bu mektubu çok daha önce yazmış olmalıydım; o zaman ikimiz de sonradan duyacağımız birçok vicdan azaplarından kurtulmuş olurduk.
ama gene de geç kalmış değilim, birbirimizi o kadar çabuk, o kadar umulmadık bir şekilde sevdik ki ansızın hastalanmış gibi olduk.
bu yüzden kendime daha erken gelemedim.
daha ileri gitmeyeceğim artık, olduğum yerde duracağım; bunu yapmak benim elimde. ama gene de sürükleniyorum… şimdi ise öyle bir savaş içindeyim ki senin yardımına muhtacım.
ne kadar derine sürüklendiğimi ancak bu gece anladım; içine düştüğüm uçurumun derinliğini gördüm ve durmaya karar verdim…
oyun bitti artık; aşk benim için bir hastalık oldu; kendimde bir tutkunluğun başladığını hissettim; sen daha düşünceli, daha ciddi oldun; bütün boş zamanlarını bana verdin; sinirlerin gerginleşti, huzurun kayboldu. şimdi korkuyorum ve anlıyorum ki bu gidişi durdurmak, kendimizi toparlamak için harekete geçmek benim görevim.
evet, seni sevdiğimi söyledim. sen de beni sevdiğini söyledin. ancak aradaki ahenksizliği fark edemedin mi? etmedin değil mi? o halde sonra edeceksin; ben uçuruma düştüğüm zaman. bak benim halime, düşün benim kim olduğumu.
beni sevmen mümkün mü? beni seviyor musun? dün ‘seviyorum, seviyorum, seviyorum’ dedin; bende kesin olarak söylüyorum: hayır, hayır, hayır.
beni sevmiyorsun, ama şunu hemen belirteyim ki yalan da söylemiyorsun.
beni aldatmıyorsun. hayır denecek yerde evet diyecek insan değilsin.
benim sana anlatmak istediğim, duyduğun şeyin gerçek aşk değil, sadece bir aşk umudu olmasıdır…
ben baştan sana bunu açıkça söylemeliydim sen yanlış bir yoldasın; karşındaki adam, rüyalarında gördüğün adam değil. göreceksin, bir gün o kişi karşına çıkacak; bana kızacaksın; ben de bunun azabını duyacağım. daha keskin bir zekâm, daha iyi bir kalbim olsaydı, daha samimi olsaydım sana bunları daha önce söylerdim…
şimdi başka türlü düşünüyorum. kendi kendime şunu soruyorum:
ona iyice bağlandığım zaman, yanımda olması benim için bir zevk değil bir zorunluluk olduğu zaman, aşk yüreğime iyice yerleştiği zaman ne olacak?
bu acıya dayanabilecek miyim? işin sonu kötüye varacak. daha şimdiden bunu düşünmek beni ürpertiyor.
başka birisi olsa şunu da eklerdi ‘bu satırları gözyaşları içinde yazıyorum?’
ama ben sana yalan söylemiyorum, acımın bir gösteriş olmasını istemiyorum, çünkü dertleri, pişmanlıkları artırmak neye yarar? bu çeşit yalanlarda sevgiyi daha fazla kökleştirmek umudu saklıdır. bense bu duyguyu sende ve bende kökünden kazımak istiyorum.
zaten gözyaşları ya boş hayallere ya da bir kadını baştan çıkartmak isteyenlere yaraşır. ben sana bunları uzun bir yolculuğa çıkan iyi bir dostla vedalaşır gibi söylüyorum: iki üç hafta daha beklesem çok geç olurdu.
aşk bir ruh kangreni; o kadar çabuk ilerliyor ki. daha şimdiden ne haldeyim. zamanı saatleri, dakikalarla değil, güneşin doğup batmasıyla değil, seninle ölçüyorum: onu gördüm, göremedim, göreceğim, göremeyeceğim, gelecek, gelmeyecek…
hayatımızın bu kısa dönemi belleğimde her zaman temiz ve ışıklı bir hatıra olarak kalacak ve beni tekrar eski ruh uyuşukluğuna düşürmekten koruyacak.
bu hatıra sana da hiçbir zaman zarar vermeyecek ve gelecekte gerçek aşkı bulmana yardım edecek…
umarım hayat dilediğin gibi olur.
geceler bitti…
yolculuklar da…
yeni yerler yeni sabahlar da bitti…
hoşçakal meleğim…
devamını gör...

konuşmanın sonunda "güvenliği çağırmadan derhal terk et burayı!" diyerek kovulan adamdır.
devamını gör...

başıma geldi, uyudun mu diye mesajlar, gece uyumadan önce saatlerce görüntülü aramalar, en sevdiğim restorantta yer ayirmalar, sinema teklifleri. en sonunda "lan oğlum biz erkegiz, kendine gel" dememle son bulan süreç.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim