bilinmeyen bir kadının mektubu
stefan zweig ile tanıştığım ilk kitap: bilinmeyen bir kadının mektubu (kitap).
kutsal olan aşkın insanın kısacık yaşamı içerisinde ne denli keskin ve paha biçilemez derecede acı verici olduğunu haykırır. kişinin kendine duyduğu saygı ve onuru aşkın yanında değersizdir belki. insan o kadar eğilir ki ayağa kalkamaz eğildiği kişi karşısında.
aşk için yaşamış, aşk için doğmuş bir kimseden bahsediyoruz. (kendi tarifiyle diyebilirim sanırım...) karşılıksız verilen, kutsallık atfedilebilen o pürüzsüz doğaya sahip -her şartta ve her zamanda varlığı korunacak olan- sevgisi insanın kabusunun da yegane kaynağıdır. ne denli mutsuzsan aşkın o kadar büyüktür belki. fakat kısacık insan yaşamı içerisinde süklüm püklüm gezinmek, gark olmak ne kadar doğrudur? muhtemelen insan -kısacık ömründe- bu soruyu illaki kendine sormuştur. şöyle der: "aşk için ölmeli mi? aşk için yaşanmalı mı? aşk nedir öyleyse! uğruna ölemeyeceksem, uğruna yaşayamayacaksam ve onun anısı uğruna sürünemeyeceksem niçin vardır o tarifsiz sevgi!"
bu düşünceler peşimi kovalamıştı bu kitabı okuduğum zaman. * en azından bunu anımsayabiliyorum. halen de bu düşüncelerden kurtulduğumu söylemek güç. bu kesin surette bir aşk problemidir gözümde.
insan bencil mi olmalı bizim tanınmış roman yazarı r. gibi? r. bencil miydi ki? şüphesiz epey de bencil olduğu söylenebilir. öbür taraftan herkes yaşamını bir şekilde "gerçekleştiriyor". bu da şu demek: kim nasıl mutluysa -bırakın- öyle yaşasın. seksen yaşındaki bir kadın çapkınlık yaparken mutluluk duyuyorsa, bırakın onu. o zaten mutlu. ya da en azından öyle sanıyor. ki gerçek olan önemli değildir biz insanlar için. önemli olan inanmaktır. gerçek aldatıcı, inanmak sahte olabilir. lakin inanç, gerçekten her zaman daha güçlüdür. bu bakımdan kitabımızın protagonisti her bakımdan kendince haklıydı. kendisine bir noktada yazık etmemişti. elbette kendisine inandığı aşk uğruna ruhsal ve bedensel acı çektirmesi pek de anlaşılır görünmüyor olabilir. yine de aşk bu. bütün büyüsü de bu kelimede yatıyor. halen anlayamadığımız bir konu. halen karanlıktayız belki.
kitabı beğenip beğenmememe gelirsek... pek sevdiğim söylenemez. romantizm bir noktada beni sıktı çünkü kitabın gerçekliğini zedeliyordu. rus romantizminde bunu hissetmezsiniz örneğin. fakat zweig bu gerçekçiliği tam anlamıyla sağlayamamış. yine de bir eser bu. elbette okunmasında fayda vardır ve okunmalıdır da. fakat abartılan bir kitaptır da. ülkemizde bir süredir esen zweig rüzgarından olsa gerek. *
ayrıca aşırı derecede söz tekrarı vardı ve bu beni bunalttı bazı zamanlar. sanki mektup yazarı şöyle diyordu: "çok kez söyleyeyim ki beni anlasın. anlama potansiyeline sahip birisi değil çünkü..."
diğer yandan bu tekrarlar kitabın da bir parçası. yani olmazsa olmaz da denebilir çünkü aşk duygusunu size veren bu cümlecikler, kelimecikler oluyor.
(mektup yazmayı ve okumayı seven ben, bu kitap ile mektuplara karşı biraz soğumuştur. bazı noktalarda kurguyu zedeleyici dramatikliğe rastladım ve gerçekçi olduğunu düşünemedim bir türlü. )
"çocuğum öldü, bizim çocuğumuz -şimdi dünyada, senden başka, sevebileceğim kimse kalmadı. fakat sen kimsin ki benim için? sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? "
"çocuğumuz dün öldü -sen onu asla tanımadın. hiçbir zaman, rastlantı sonucu gerçekleşen kısacık karşılaşmalarda bile bu çiçek gibi açan, küçücük canlı, şöyle bir gelip geçerken dahi olsa senin bakışların tarafından hiçbir zaman okşanmadı."
"sen, benim için- sana nasıl söyleyebilirim? bu konuda her girişim yetersiz kalır-, evet, çünkü sen benim için her şeydin, bütün hayatımdın."
kutsal olan aşkın insanın kısacık yaşamı içerisinde ne denli keskin ve paha biçilemez derecede acı verici olduğunu haykırır. kişinin kendine duyduğu saygı ve onuru aşkın yanında değersizdir belki. insan o kadar eğilir ki ayağa kalkamaz eğildiği kişi karşısında.
aşk için yaşamış, aşk için doğmuş bir kimseden bahsediyoruz. (kendi tarifiyle diyebilirim sanırım...) karşılıksız verilen, kutsallık atfedilebilen o pürüzsüz doğaya sahip -her şartta ve her zamanda varlığı korunacak olan- sevgisi insanın kabusunun da yegane kaynağıdır. ne denli mutsuzsan aşkın o kadar büyüktür belki. fakat kısacık insan yaşamı içerisinde süklüm püklüm gezinmek, gark olmak ne kadar doğrudur? muhtemelen insan -kısacık ömründe- bu soruyu illaki kendine sormuştur. şöyle der: "aşk için ölmeli mi? aşk için yaşanmalı mı? aşk nedir öyleyse! uğruna ölemeyeceksem, uğruna yaşayamayacaksam ve onun anısı uğruna sürünemeyeceksem niçin vardır o tarifsiz sevgi!"
bu düşünceler peşimi kovalamıştı bu kitabı okuduğum zaman. * en azından bunu anımsayabiliyorum. halen de bu düşüncelerden kurtulduğumu söylemek güç. bu kesin surette bir aşk problemidir gözümde.
insan bencil mi olmalı bizim tanınmış roman yazarı r. gibi? r. bencil miydi ki? şüphesiz epey de bencil olduğu söylenebilir. öbür taraftan herkes yaşamını bir şekilde "gerçekleştiriyor". bu da şu demek: kim nasıl mutluysa -bırakın- öyle yaşasın. seksen yaşındaki bir kadın çapkınlık yaparken mutluluk duyuyorsa, bırakın onu. o zaten mutlu. ya da en azından öyle sanıyor. ki gerçek olan önemli değildir biz insanlar için. önemli olan inanmaktır. gerçek aldatıcı, inanmak sahte olabilir. lakin inanç, gerçekten her zaman daha güçlüdür. bu bakımdan kitabımızın protagonisti her bakımdan kendince haklıydı. kendisine bir noktada yazık etmemişti. elbette kendisine inandığı aşk uğruna ruhsal ve bedensel acı çektirmesi pek de anlaşılır görünmüyor olabilir. yine de aşk bu. bütün büyüsü de bu kelimede yatıyor. halen anlayamadığımız bir konu. halen karanlıktayız belki.
kitabı beğenip beğenmememe gelirsek... pek sevdiğim söylenemez. romantizm bir noktada beni sıktı çünkü kitabın gerçekliğini zedeliyordu. rus romantizminde bunu hissetmezsiniz örneğin. fakat zweig bu gerçekçiliği tam anlamıyla sağlayamamış. yine de bir eser bu. elbette okunmasında fayda vardır ve okunmalıdır da. fakat abartılan bir kitaptır da. ülkemizde bir süredir esen zweig rüzgarından olsa gerek. *
ayrıca aşırı derecede söz tekrarı vardı ve bu beni bunalttı bazı zamanlar. sanki mektup yazarı şöyle diyordu: "çok kez söyleyeyim ki beni anlasın. anlama potansiyeline sahip birisi değil çünkü..."
diğer yandan bu tekrarlar kitabın da bir parçası. yani olmazsa olmaz da denebilir çünkü aşk duygusunu size veren bu cümlecikler, kelimecikler oluyor.
(mektup yazmayı ve okumayı seven ben, bu kitap ile mektuplara karşı biraz soğumuştur. bazı noktalarda kurguyu zedeleyici dramatikliğe rastladım ve gerçekçi olduğunu düşünemedim bir türlü. )
"çocuğum öldü, bizim çocuğumuz -şimdi dünyada, senden başka, sevebileceğim kimse kalmadı. fakat sen kimsin ki benim için? sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? "
"çocuğumuz dün öldü -sen onu asla tanımadın. hiçbir zaman, rastlantı sonucu gerçekleşen kısacık karşılaşmalarda bile bu çiçek gibi açan, küçücük canlı, şöyle bir gelip geçerken dahi olsa senin bakışların tarafından hiçbir zaman okşanmadı."
"sen, benim için- sana nasıl söyleyebilirim? bu konuda her girişim yetersiz kalır-, evet, çünkü sen benim için her şeydin, bütün hayatımdın."
devamını gör...
kadınlara laf atanlar derhal tevkif edilecek
hemen tutuklanip mahkemeleri de tutuklu devam edecekmiş. o zamanlar on kapıdan girip, arka kapıdan salıverilme yokmuş.
devamını gör...
düğün konvoyunda tuvaleti gelen adam
sözlüğe kayıt olurken alınacak mahlaslardan biri olabilecek olan başlıktır.
devamını gör...
kredi kartı ekstresi
ömür törpüsüdür.
devamını gör...
depersonalizasyon
geçen gün yaşadığım ve ardından panik atak geçirmeme sebep olan olay. bir anda kendi bedenim benim bedenim değilmiş; vücudum, kollarım benim değilmiş gibi hissettim. sanki başka bir dünyadanmışım da bu bedene hapsolmuşum gibi, bir ekrandan yaşanan olayları izliyormuşum gibi bir his. biliyorum anlatması çok zor. ama bir o kadar da korkutucu ve değişik bir his.
kendimi çıldıracak ya da delirecekmişim gibi hissettim. kalp krizi geçiriyorum sandık bi' an. sonucunda kendimi hastanede buldum. bir sakinleştirici iğne beni kendime getirdi.
aman diyim siz çok düşünmeyin.
kendimi çıldıracak ya da delirecekmişim gibi hissettim. kalp krizi geçiriyorum sandık bi' an. sonucunda kendimi hastanede buldum. bir sakinleştirici iğne beni kendime getirdi.
aman diyim siz çok düşünmeyin.
devamını gör...
sözlük için adalet
atanacak yargıçların sağlayacağı adalet de sorgulanacağı için pek sürdürülebilir olmayan sistemdir.
ayrıca, efenim alt tarafı bir sözlük. yazıp, eğlenip, bilgileniyoruz.
ayrıca, efenim alt tarafı bir sözlük. yazıp, eğlenip, bilgileniyoruz.
devamını gör...
normal sözlük logosundaki kafanın gittiği yer
kapak fotoğrafımda çöp kutusuna gittiğini görüyorum.
devamını gör...
wicked game
devamını gör...
yaz dizisi
tek parça firil firil elbise ya da şort giyen genç kızlar, sakallı ve seri köz isteyen bar çocukları erkekler ve yancıları. araya bir iki de garip anne baba hoooop 35 bölüm garanti. isimleri de yaz meyvelerinden seçilir.
devamını gör...
lahmacun yerken yanında ayran içen kız
ağzının tadını bilen kızdır. sıkıldım artık orijinallik barındırmayan trollerden.
buradan
buradan
devamını gör...
insanı tüketen şeyler
(bkz: türkiye'de yaşamak)
devamını gör...
yazarların hayalleri
ruhumun iyileşmesi sonrasında da mezun olup kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek. öyle fazla hayalim yok artık bu bataklıktan çıksam yeterli.
devamını gör...
enerjiyi düşüren şeyler
akp'li biri ile gündemi konuşmak. aman böyle bir hataya düşmeyin canım yazar kardeşlerim.
devamını gör...
gurbet
garip, gureba, gurup, gurbet hep garp'tan türemiştir.
garp kelime anlamı olarak batı anlamına gelmektedir.
-gurup: gün batımı.
-ğu-re-ba: ayrıldı,uzaklaştı.
-garip: yabancı.
-gureba: garipler.
gurbet: ayrı olma,yabancı kalma, uzak kalmak.
yurt bellediği yüreklerden sürgün, yeryüzünde mülteci ve garip. kendinin gurbetinde olana varmak da neymiş?
garp kelime anlamı olarak batı anlamına gelmektedir.
-gurup: gün batımı.
-ğu-re-ba: ayrıldı,uzaklaştı.
-garip: yabancı.
-gureba: garipler.
gurbet: ayrı olma,yabancı kalma, uzak kalmak.
yurt bellediği yüreklerden sürgün, yeryüzünde mülteci ve garip. kendinin gurbetinde olana varmak da neymiş?
devamını gör...
yolda yürürken durduk yere gülen insan
hep merak ederim ulan ne geldi ki acaba aklına diye? bir de niye bilmem ama bunları görünce bende gülmeye başlıyorum. o yüzden yolda giderken tutmayın kendinizi gülün belki denk gelir de karşılaşırsak durduk yere beni de güldürmüş olursunuz. sevaptır.
devamını gör...
haruki murakami
imkansızın şarkısı ile tanıştığım, bir ikisi hariç tüm külliyatını severek okuduğum usta yazar. metinlerinde erotik ve doğa üstü motifleri sıkça kullanır. doğa üstü motifler özellikle "yabankoyununun izinde " ve "1q84" de arşa çıkar. pek çok kitabı kallavi kalınlığından mütevellit göz korkutsa da içine girdiğinizde, çıkmak istemeyeceğiniz bir dünya sunar size. tavsiye edilir efendim.
devamını gör...
yazarların sevmediği şirketler
metro turizm.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
acaba diyorum:
az önce kaydoldum sözlüğe, burası kafa sözlük, bir de kafa dergisi var, e bir de kafa radyo.
şimdi, bunların arasındaki ilişki ne? bir ilişki varsa eğer radyoda da matrax var.
matrax varsa çooookk eskilerden zekirdek de var.
şimdilerde nerede o zekirdekçiler, o güzel insanlar.
acaba buradalar mı? burada eski zekirdek havaları eser mi?
düşünceler, düşünceler...
aylar sonra gelen edit: yazdıklarımla hiç alakası yok lan. bu kafa başka kafa.
az önce kaydoldum sözlüğe, burası kafa sözlük, bir de kafa dergisi var, e bir de kafa radyo.
şimdi, bunların arasındaki ilişki ne? bir ilişki varsa eğer radyoda da matrax var.
matrax varsa çooookk eskilerden zekirdek de var.
şimdilerde nerede o zekirdekçiler, o güzel insanlar.
acaba buradalar mı? burada eski zekirdek havaları eser mi?
düşünceler, düşünceler...
aylar sonra gelen edit: yazdıklarımla hiç alakası yok lan. bu kafa başka kafa.
devamını gör...
distopik
distopya, olmasını istemediğimiz gerçekleşmesinden korktuğumuz toplum veya oluşumdur. kelime anlamı olarak ütopyanın tam tersi olarak kabul edilir. distopya durumunu anlatan kitap veya filmler distopik olarak nitelendirilir.
devamını gör...
insanı mutlu eden filmler
shrek serisi. üstüne tanımam.
devamını gör...