zengin baba
hayatı kolay modda oynamanızı sağlayan babadır.
dikkat ederseniz, "oynamak" fiilini kullandım, çünkü sadece babası zengin olan çocuklar hayatla oynar.
babanız zengin değilse, hayat sizinle oynar.
dikkat ederseniz, "oynamak" fiilini kullandım, çünkü sadece babası zengin olan çocuklar hayatla oynar.
babanız zengin değilse, hayat sizinle oynar.
devamını gör...
fikir hırsızlığı
sen düşünürsün imkanın yok diye üretime geçiremezsin. başkası ile bu fikri paylaşırsın ve o şahıs senden önce davranır. üstüne bir de kendi fikriymiş gibi arsızca övünür çevresine.
en tiksindiren insan davranışıdır. bir gram onur veya şeref emaresi olmayan karaktersiz insandır.
bir de bu insanların zıttı olarak sağduyulu insanlar vardır. onlar senin şahsına münhasır bir cümleni çok beğenirler. bazen paylaşmak isterler ve senin de adını belirterek yaparlar bunu. bu emeğe saygıdan ziyade fikir hırsızlığına düşmemek için yapılandır. kibarlığı ve ince düşüncesi ile hayatta her daim kazanmalarını istediğim karakterli insan türüdür.
en tiksindiren insan davranışıdır. bir gram onur veya şeref emaresi olmayan karaktersiz insandır.
bir de bu insanların zıttı olarak sağduyulu insanlar vardır. onlar senin şahsına münhasır bir cümleni çok beğenirler. bazen paylaşmak isterler ve senin de adını belirterek yaparlar bunu. bu emeğe saygıdan ziyade fikir hırsızlığına düşmemek için yapılandır. kibarlığı ve ince düşüncesi ile hayatta her daim kazanmalarını istediğim karakterli insan türüdür.
devamını gör...
sözlüğün 1.yılının gelip çatması
son bir yılımın en anlamlı taraflarından birisidir sözlük. hepinize teşekkürler efendim. kutlu olsun.
edit: güne özel 5 bin karmalık alışveriş yaptım.
edit: güne özel 5 bin karmalık alışveriş yaptım.
devamını gör...
sabah ereksiyonu
birçok erkeğin hayatı boyunca deneyimlediği, sabah uyanıldığında peniste meydana gelen sertleşme halidir. tamamen normal ve sağlıklı bir fizyolojinin tepkisi olan bu durum, erkeklerin gece boyunca birkaç defa yaşadığı bir dizi ereksiyonun sonuncusudur. sağlıklı erkekler ortalama olarak tam bir gece uykusu boyunca üç ila beş kez ereksiyon olabilirler ve her bir ereksiyon 25-35 dakika sürebilir.
devamını gör...
ironi
ifade edilmek istenilen konuyu tam tersi anlamında söyleyip etkiyi artırmaya denir.
devamını gör...
küfürbaz olan insanların kafasının çalışmaması
bir insan maksimum böyle küfür etmelidir ya, canım erol hocam.*
devamını gör...
tortilla de patatas
muhteşem ispanyol lezzeti, şımarık kahvaltılarımın gizli tarifi ispanyol patatesli omleti.
efendim öncelikle şu tarifi uyguluyorum. beni okumak istemezseniz videolu anlatım burada. okumak isterseniz hazırsanız başlıyoruz.
malzemeler (2 kişilik)
2 orta boy patates
4 yumurta
1 orta boy soğan
sıvı yağ
yapılışı
1. patatesleri yıkayın, soyun, sonra tekrar yıkayın. ortadan ikiye bölün (limon sıkacakmış gibi enine bölün boyuna değil). mümkün olan en ince şekilde yuvarlak yuvarlak doğrayın. 2-3 milimetre denir ideal ölçü için fakat elde cetvelle bunu ölçemeyeceğimize göre bir türk ölçü birimi veriyorum: "bıçağın sırtının kalınlığı kadar". yaptıkça alışacaksınız zaten. ruffles yapıyorsunuz gibi düşünün ama biraz daha kalın olsun.
2. soğanı küp küp veya halka halka doğrayıp kızgın yağda soteliyoruz. karamelize olana kadar soteleyin.
3. üzerine patatesleri atın. hepsini yağa gömmenize gerek yok, zaten ara sıra karıştıracaksınız. soğanlar patateslere yapışacaktır, bırakınız yapışsınlar. o soğanlar öyle bir lezzet verecek ki, of of of.
//videoyla benim aramdaki minik fark: ben soğanları öldürene kadar kavuruyorum, videoda hemen üzerine patates ekleyip kızartıyor. hangisini isterseniz o şekilde yapın.
4. patatesler kızarınca (tahta kaşıkla bölmeye çalışınca bölünecektir pişince) süzdürün, kağıt havlu üzerine alıp fazla yağını emdirin, oda sıcaklığına gelmesini bekleyin. asla videodaki gibi doğrudan yumurtanın üzerine kızgın patatesleri atmayın, yumurta pişer. pişireceğiz ama şu an değil.
5. patates soğuyunca üzerine 1 patates başına 2 yumurta kırın. yumurtayı çırpmayın, yumurtayı köpürtmeyin, sarısını patlatıp iyice patatesle karıştırın yeter. kabın ağzını alumüniyum folyo ile kapatıp buzdolabında 15-20 dk dinlendirin.
// dinlendirmeseniz de olur, ama buzdolabında dinlendirdikten sonra daha yoğun, daha viskoz bir kıvam alacak. o da pişirirken daha güzel sonuç veriyor.
6. kızgın bir tavaya çok az yağ döküp peçeteyle bulaştırın, yumurtalı patates karışımını tavaya boşaltın. iyice tavaya yayın, 1 dakika yüksek ateşte pişirip altını kısın 2 dakika daha pişirin. tavanın ağzına geniş düz bir tabak kapatıp ters çevirin, patatesin altını tavaya verin. aynı şekilde 1 dakika yüksek 2 dakika düşük ateşte pişirip altını kapatın.
şöyle görünmeli (sağdaki büyük yuvarlak şey) (alttakiler brokoli köftesi. salamlar da kedinin yemeği)
efendim öncelikle şu tarifi uyguluyorum. beni okumak istemezseniz videolu anlatım burada. okumak isterseniz hazırsanız başlıyoruz.
malzemeler (2 kişilik)
2 orta boy patates
4 yumurta
1 orta boy soğan
sıvı yağ
yapılışı
1. patatesleri yıkayın, soyun, sonra tekrar yıkayın. ortadan ikiye bölün (limon sıkacakmış gibi enine bölün boyuna değil). mümkün olan en ince şekilde yuvarlak yuvarlak doğrayın. 2-3 milimetre denir ideal ölçü için fakat elde cetvelle bunu ölçemeyeceğimize göre bir türk ölçü birimi veriyorum: "bıçağın sırtının kalınlığı kadar". yaptıkça alışacaksınız zaten. ruffles yapıyorsunuz gibi düşünün ama biraz daha kalın olsun.
2. soğanı küp küp veya halka halka doğrayıp kızgın yağda soteliyoruz. karamelize olana kadar soteleyin.
3. üzerine patatesleri atın. hepsini yağa gömmenize gerek yok, zaten ara sıra karıştıracaksınız. soğanlar patateslere yapışacaktır, bırakınız yapışsınlar. o soğanlar öyle bir lezzet verecek ki, of of of.
//videoyla benim aramdaki minik fark: ben soğanları öldürene kadar kavuruyorum, videoda hemen üzerine patates ekleyip kızartıyor. hangisini isterseniz o şekilde yapın.
4. patatesler kızarınca (tahta kaşıkla bölmeye çalışınca bölünecektir pişince) süzdürün, kağıt havlu üzerine alıp fazla yağını emdirin, oda sıcaklığına gelmesini bekleyin. asla videodaki gibi doğrudan yumurtanın üzerine kızgın patatesleri atmayın, yumurta pişer. pişireceğiz ama şu an değil.
5. patates soğuyunca üzerine 1 patates başına 2 yumurta kırın. yumurtayı çırpmayın, yumurtayı köpürtmeyin, sarısını patlatıp iyice patatesle karıştırın yeter. kabın ağzını alumüniyum folyo ile kapatıp buzdolabında 15-20 dk dinlendirin.
// dinlendirmeseniz de olur, ama buzdolabında dinlendirdikten sonra daha yoğun, daha viskoz bir kıvam alacak. o da pişirirken daha güzel sonuç veriyor.
6. kızgın bir tavaya çok az yağ döküp peçeteyle bulaştırın, yumurtalı patates karışımını tavaya boşaltın. iyice tavaya yayın, 1 dakika yüksek ateşte pişirip altını kısın 2 dakika daha pişirin. tavanın ağzına geniş düz bir tabak kapatıp ters çevirin, patatesin altını tavaya verin. aynı şekilde 1 dakika yüksek 2 dakika düşük ateşte pişirip altını kapatın.
şöyle görünmeli (sağdaki büyük yuvarlak şey) (alttakiler brokoli köftesi. salamlar da kedinin yemeği)
devamını gör...
normal sözlük 1. izmir zirvesi
üzüntümden harap oldum yeter açıklama artık be adam.
devamını gör...
doğum fotoğrafçılığı
insanlar artık güzel ya da en mutlu anlarını bir şekilde kayıt altına almak istiyorlar. sonuçta bu iş belirli talepler doğrultusunda doğuyor.
devamını gör...
prometheus
kahin tanrı.
pro-metheus önceden öğrenen anlamında olup math yani öğrenmekten gelir ki matematik de bu kökenden gelir. prometheus geleceği gördüğü için zeus ondan korkar çünkü akıl gücü kaba güçten üstündür.prometheusun ateşi(bilgiyi) insanlara vermesini bahane eden zeus onu zincire bağlamış bu nedenle de prometheus desmotes adıyla anılmıştır . zeus bir kartala prometheusun karaciğerini deşip yemesini emreder ve her gün yeniden büyüyen karaciğeri tekrar tekrar sökülür.
edit: olimpiyat meşalesinin de kökeni prometheusun ateşi zeustan çalıp insanlara vermesine dayanır.
pro-metheus önceden öğrenen anlamında olup math yani öğrenmekten gelir ki matematik de bu kökenden gelir. prometheus geleceği gördüğü için zeus ondan korkar çünkü akıl gücü kaba güçten üstündür.prometheusun ateşi(bilgiyi) insanlara vermesini bahane eden zeus onu zincire bağlamış bu nedenle de prometheus desmotes adıyla anılmıştır . zeus bir kartala prometheusun karaciğerini deşip yemesini emreder ve her gün yeniden büyüyen karaciğeri tekrar tekrar sökülür.
edit: olimpiyat meşalesinin de kökeni prometheusun ateşi zeustan çalıp insanlara vermesine dayanır.
devamını gör...
ağlarken aynaya bakmak
çok vahim ve üzücü bir durumdur.
ulan ne hale gelmişim diye içinden geçirir insan.
sagopa kajmer ağladığını kendin görmen ruhen yıkılış diyor aynen öyle işte.
ulan ne hale gelmişim diye içinden geçirir insan.
sagopa kajmer ağladığını kendin görmen ruhen yıkılış diyor aynen öyle işte.
devamını gör...
regl ağrısının abartılması
evinden aldırıyoruz biz yazarı izninizle.
devamını gör...
tanımımı yapar çıkarım
prensip sahibi yazar beyanı.
sözlüğe takım elbise giyip öyle giriyordur.
sözlüğe takım elbise giyip öyle giriyordur.
devamını gör...
kafa izdivaç
nasıl evlendiniz diye sorarlarsa "kafa'larımız uyuşuyordu" diyebilmek için açılan başlık.
devamını gör...
kişinin eski fotoğrafına bakıp kendini özlemesi
kendimi değil gittiğim yerleri özlüyorum daha çok. ben yine benim çünkü. hatta eskisinden daha çok şey görmüş, daha çok şey bilen benim. canım ben.*
devamını gör...
sözlüğün yeni haline alışamama sorunsalı
daha başlığı yazarken fenalık geçirdim. ben artık sözlükte gezinirken geldiğim ilk günden daha yabancı hissediyorum. takip ettiğim yazarlara bile bakamıyorum dünden beri...
n'olur eski haline dönsün. çok daralıyorum gündüz moduna aldım yine de daralıyorum.
offff!!!
bastığım her yerden bir şey fışkırıyor. bana ne kim aktif? ben tanım okumak istiyorum. *
n'olur eski haline dönsün. çok daralıyorum gündüz moduna aldım yine de daralıyorum.
offff!!!
bastığım her yerden bir şey fışkırıyor. bana ne kim aktif? ben tanım okumak istiyorum. *
devamını gör...
karınca ve ağustos böceği hikayesinin aslında yanlış anlatılması
ortada olan buz gibi bir gerçek.
bize küçüklüğümüzden beri sürekli olarak çalışmanın ve azmin önemini vurguluyorlar. çalışmak ve alın teri ile bir ürün ortaya koyabilmek oldukça kutsal bir iş bu hususta söyleyebileceğim bir sözüm yok. hele ki haksız kazanç ve muhtaç kişiler üzerinden nemalanan vicdansız insanları gördükçe bu emekçi kişilerin dünyayı güzelleştirdiğine inanıyorum.
lakin bu hikayede anlatılmak istenen hikaye daha doğrusu ana fikir çok başka. 'moral story' diye yıllarca anlatılan bu hikayeler aslında belli başlı konuları ıskalıyor. mesela karınca ve ağustos böceği fablı da bunlardan birisidir.
fablda işsiz güçsüz, boş gezenin boş kalfası olarak resmedilen ağustos böceğini görüyoruz. sürekli saz çalıp türkü söylüyor, kendine bir iş bulamamış ve ona buna laf atıyor. buraya kadar her şey normal.
öte yandan karınca arkadaşı görüyoruz. azimli, ileriye yatırım yapan, açıkgöz... ve daha sayabileceğimiz bilumum özellikleri var karıncanın. hatta kutsal kitaplarda bile emektar ve bilge bir canlı olduğu vurgulanır.
hikayede karınca sürekli ağustos böceğine kızıyor. devamlı "neden iş güç edinip kendine gıda zulası yapmıyorsun? bak kış gelecek zor durumda kalacaksın." diye tavsiyelerde bulunuyor. ağustos böceği ise "amaan karınca kardeş ben sizin gibi amelelik yapmak için dünyaya gelmedim." diyerek güya dalga geçiyor. hikayenin sonunda ise hepimizin bildiği üzere kış gelip çatıyor ve ağustos böceğe bir parça ekmek kırıntısına muhtaç hale gelip karınca kardeşin kapısını çalıyor. karınca adeta zafer kazanmış antonius gibi gevrek kahkahalar atarak "yaa ağustos böceği kardeş çok rahat konuşuyordun." diyor ve aklını kullansaydın nasihati vererek kapıdan def ediyor.
sevgili dostlar, yazarlar ve romalılar hikaye baştan aşağıya yanlış. yani en azından bir yere kadar doğru fakat genele bakarsak yanlış.
öncelikle ağustos böcekleri yıllarca yer altında koza halinde yaşayıp dünyada 4 hafta yaşarlar. kainat ona maksimum 4 hafta ömür biçmiştir. dolayısıyla ağustos böcekleri yaşamının en güzel yıllarını, bu 4 haftaya sığdırmak zorundadır. yalnızca 4 hafta...
çocukluğu, ilk gençliği, gençliği, orta yaşlığı, yaşlılığı ve ölümü...
yalnızca dört hafta...
düşünsenize dört hafta ömrünüz olduğunu? bu sadece bir mevsim demektir. ağustos böcekleri yalnızca yazın yaşarlar ve kışı görmeleri mümkün değildir. bu kısacık ömründe sevdikleriyle bir ömür geçirecek.
bir şeyler öğrenişi, bir tokat yiyişi, bir yeri öpüşü, sonra yerden kalkışı, bir şeyi başarışı, birine aşık oluşu, birini sevişi, dünyayı her koşulda tiye alışı ve yarınlar yokmuş gibi keyfini alarak yaşayışı bu 4 hafta içerisinde olup bitecektir.
peki siz bu kadar kısa bir ömürle, kışın gelmeyeceğini biliyor olsanız, modern bir köle gibi çalışır mıydınız?
öte yandan bahçelerimizde gördüğümüz sıradan karıncaların ömrü ise 15 yılı bulabiliyor. 15 yıl he? 15 koca kış demek bu. şimdi başlasan anca zulalarsın darıyı, buğdayı evine...
burada bize verilen mesaj bu olmamalıydı. tıpkı ne zaman doğduğumuzu anımsayamamamız gibi, öleceğimiz zamanı da bilemiyoruz. bu acziyete sahip olduğumuz için yarınlara çıkacağımız garantiymiş gibi dünya malına çok fazla tamah ediyoruz. gözümüzün önündeki güzellikleri kaçırıyoruz böyle hep. tabii ki demiyorum ki sürekli gezelim eğlenelim, sek sek sekelim, bade süzelim... her şeyi dolu dolu yaşayıp, bir yandan kendimizi geliştirmeli ve heybemize tecrübeler katmalıyız. bu ince dengeyi sağlamaktır önemli olan, hırs yapmak ya da gamsız olmak değil.
bize küçüklüğümüzden beri sürekli olarak çalışmanın ve azmin önemini vurguluyorlar. çalışmak ve alın teri ile bir ürün ortaya koyabilmek oldukça kutsal bir iş bu hususta söyleyebileceğim bir sözüm yok. hele ki haksız kazanç ve muhtaç kişiler üzerinden nemalanan vicdansız insanları gördükçe bu emekçi kişilerin dünyayı güzelleştirdiğine inanıyorum.
lakin bu hikayede anlatılmak istenen hikaye daha doğrusu ana fikir çok başka. 'moral story' diye yıllarca anlatılan bu hikayeler aslında belli başlı konuları ıskalıyor. mesela karınca ve ağustos böceği fablı da bunlardan birisidir.
fablda işsiz güçsüz, boş gezenin boş kalfası olarak resmedilen ağustos böceğini görüyoruz. sürekli saz çalıp türkü söylüyor, kendine bir iş bulamamış ve ona buna laf atıyor. buraya kadar her şey normal.
öte yandan karınca arkadaşı görüyoruz. azimli, ileriye yatırım yapan, açıkgöz... ve daha sayabileceğimiz bilumum özellikleri var karıncanın. hatta kutsal kitaplarda bile emektar ve bilge bir canlı olduğu vurgulanır.
hikayede karınca sürekli ağustos böceğine kızıyor. devamlı "neden iş güç edinip kendine gıda zulası yapmıyorsun? bak kış gelecek zor durumda kalacaksın." diye tavsiyelerde bulunuyor. ağustos böceği ise "amaan karınca kardeş ben sizin gibi amelelik yapmak için dünyaya gelmedim." diyerek güya dalga geçiyor. hikayenin sonunda ise hepimizin bildiği üzere kış gelip çatıyor ve ağustos böceğe bir parça ekmek kırıntısına muhtaç hale gelip karınca kardeşin kapısını çalıyor. karınca adeta zafer kazanmış antonius gibi gevrek kahkahalar atarak "yaa ağustos böceği kardeş çok rahat konuşuyordun." diyor ve aklını kullansaydın nasihati vererek kapıdan def ediyor.
sevgili dostlar, yazarlar ve romalılar hikaye baştan aşağıya yanlış. yani en azından bir yere kadar doğru fakat genele bakarsak yanlış.
öncelikle ağustos böcekleri yıllarca yer altında koza halinde yaşayıp dünyada 4 hafta yaşarlar. kainat ona maksimum 4 hafta ömür biçmiştir. dolayısıyla ağustos böcekleri yaşamının en güzel yıllarını, bu 4 haftaya sığdırmak zorundadır. yalnızca 4 hafta...
çocukluğu, ilk gençliği, gençliği, orta yaşlığı, yaşlılığı ve ölümü...
yalnızca dört hafta...
düşünsenize dört hafta ömrünüz olduğunu? bu sadece bir mevsim demektir. ağustos böcekleri yalnızca yazın yaşarlar ve kışı görmeleri mümkün değildir. bu kısacık ömründe sevdikleriyle bir ömür geçirecek.
bir şeyler öğrenişi, bir tokat yiyişi, bir yeri öpüşü, sonra yerden kalkışı, bir şeyi başarışı, birine aşık oluşu, birini sevişi, dünyayı her koşulda tiye alışı ve yarınlar yokmuş gibi keyfini alarak yaşayışı bu 4 hafta içerisinde olup bitecektir.
peki siz bu kadar kısa bir ömürle, kışın gelmeyeceğini biliyor olsanız, modern bir köle gibi çalışır mıydınız?
öte yandan bahçelerimizde gördüğümüz sıradan karıncaların ömrü ise 15 yılı bulabiliyor. 15 yıl he? 15 koca kış demek bu. şimdi başlasan anca zulalarsın darıyı, buğdayı evine...
burada bize verilen mesaj bu olmamalıydı. tıpkı ne zaman doğduğumuzu anımsayamamamız gibi, öleceğimiz zamanı da bilemiyoruz. bu acziyete sahip olduğumuz için yarınlara çıkacağımız garantiymiş gibi dünya malına çok fazla tamah ediyoruz. gözümüzün önündeki güzellikleri kaçırıyoruz böyle hep. tabii ki demiyorum ki sürekli gezelim eğlenelim, sek sek sekelim, bade süzelim... her şeyi dolu dolu yaşayıp, bir yandan kendimizi geliştirmeli ve heybemize tecrübeler katmalıyız. bu ince dengeyi sağlamaktır önemli olan, hırs yapmak ya da gamsız olmak değil.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
saat gecenin 3'ü. hava biraz serin ama çok üşütmüyor. hafif bir esinti sadece. karşıda uçsuz bucaksız bir deniz, denizin kenarında gecenin sessizliği ile konuşan bir kadın. altında eski bir eşofman, üzerinde ince, örme bir ceket.* aklında ise sorular. düşünüyor, "ne yapacağım?" diyor. ardından bir ses duyuyor yanından.
bir keresinde biz makes hanım’la
emirgan’da hiç çay içmedik
bir keresinde biz makes hanım’la
emirgan’da çay içmedik,
solunda oturan adam söylüyor bu şarkıyı. yüzünün yarısı görünüyor adamın. kirli sakallarını, karakteristik burnunu ve kalın kaşlarını seçebiliyor genç kadın. adam neden oturduğunu bilmiyor bu kadının yanına, "neden burada? neden bu şarkıyı söylüyor şu anda? ne yapıyor?", bilmiyor. kadın ise anlam veremeden susuyor öylece. bu nahif ve güzel sesi dinliyor sadece. devam ediyor adam.
kim sevmez, kim sevmez söyleyin kim?
makes hanım’ı kim sevmez?
kim sevmez, kim sevmez söyleyin kim?
yerimde olmayı kim istemez?
adam içindeki meraka yenilip yarıda kesiyor şarkıyı.
- ne işiniz var burada, bu saatte?
- sizin için bir önemi mi var?
- oldukça endişeli ve meraklı görünüyorsunuz, rahatsız etmek istememiştim. iyi akşamlar.
adam kalkıyor ve gidiyor kadının yanından, istemeye istemeye...
kadın düşünüyor, ne oldu len az önce?
ertesi gece, saat 4
kadın yine oturmuş denizle sohbet ediyor. sahil bomboş. ileride içen birkaç kişi dışında ortam sessiz. kadın onları duymuyor bile. ileriden bir adam geliyor, yanındaki banka oturuyor. kadın tanıyor bu adamı ama nereden? bilemiyor. önüne dönüyor kadın. düşüncelere dalıyor bir kez daha. sabah 6 suları, gün doğmaya başlıyor. "bir gece daha bitti. artık gitmeli " diye geçiriyor aklından. yanındaki uzun saplı çantasını almaya yeltendiği sırada yandaki bankta oturan adamı görüyor. adamın varlıģını dahi unutmuş kadın. ama adam hala orada. sonra hatırlıyor kadın. bu o adam, dün yanında şarkı söyleyen. kalkıyor banktan, hiç düşünmeden adamın yanına doğru ilerliyor. bunu fark eden adam büyük bir gülümseme ile karşılıyor kadını.
-merhaba.
-merhaba?
-siz dünkü beyefendi değil misiniz? şu şarkıyı söyleyen hani?
- ah, evet benim.
- ...
- dün düşünceli halinizi görünce merak etmiştim. bu gece de burada olacağınızı tahmin ettim. yanılmadım.
-size ne bundan?
- size karşı içimde bilemediğim bir merak var, merak ediyorum sizi.
-tamam da neden? tanışıyor muyuz daha önceden ?
- sanmıyorum.
-o zaman?
- bilmem...
hiçbir şey söylemeden adamın yanından ayrılıyor kadın. "ne tuhaf bir adam..." diye düşünüyor içinden.
gece saat 4 suları. adam sessiz adımlarla geliyor sahile. kadını arıyor gözleri. kadın yok etrafta.
"rahatsız ettim herhalde kadıncağazı. ah salak kafam, kapatsana çeneni." diye kızıyor kendisine. biçare oturuyor kadının her zamanki oturduğu banka. takıyor kulaklığını, başlıyor yakamozu izlemeye. adamın aklında kadın, peki ya kadın???
sabah gün doğmaya başlıyor. adam gidemiyor buradan. "ya gelirse o güzel kadın?" düşüncesi ile. bir yandan da korkuyor kadını rahatsız etmiş olmaktan. "neden? " diyor. "neden bu merakım? ". kendisi de cevap veremiyor buna.
ileriden biri geliyor, görüyor adam. yoksa o kadın mı? değil, olsa tanırdı çünkü. ama o gibi...
bir heyecan sarıyor adamı. ileriden, kendisine bol gelen örme ceketi ve elinde bez bir çanta ile ilerleyen o kadını artık net görüyor. kocaman bir gülümseme peydah oluyor adamın yüzünde. çaktırmadan önüne dönüyor, daha fazla rahatsız etmemek için kadını. kadın kendisine doğru ilerlemeye devam ediyor, görüyor fakat yanına oturmayacak biliyor. oysa ne güzel olurdu yanına otursa, diye düşünüyor.
- günaydın, diyor kadın.
-günaydın?
-rahatsız mı ediyorum?
-ah hayır, asla. oturur musunuz?
gülümseyerek oturuyor kadın.
- çay ister misiniz? emirgan'da değiliz ama olsun.
şaşırıyor adam.
-tabii isterim. teşekkürler.
kadın bez çantanın içinden kırmızı bir termos ve iki karton bardak çıkartıyor. adam şaşkın ve heyecanlı. başlıyorlar gün doğumunu izlerken çay içmeye. içleri sıcacık. çaydan mı? birlikte oldukları için mi? onlar da anlayamıyorlar...
tam 1 hafta boyunca bu iki kişi her gece buluşmaya başlıyorlar burada. birbirlerine şiirler okuyor, şarkılar söylüyor, hikayeler okuyorlar ve en önemlisi susuyorlar.
gecelerden birinde, her zamanki gibi güneş tepeye çıkıncaya kadar sohbet ediyorlar deniz eşliğinde.
- o zaman bu gece burada görüşmek üzere.
- peki saat 2 uygun mudur?
- anlaştık o zaman. saat 2'de burada.
adam kadının beklemediği bir şey yaparak sarılıyor kadına. kadın şaşkın bir şekilde sarıyor kollarını adama. iki şaşkın ve mutlu ruh, ayrılıyor o sabah bir kez daha.
gece kadın bekliyor adamı. saat 1.57. 3 dakika var. biliyor kadın, gecikmez bu adam. nereden biliyor bunu? onu da bilmiyor ama neredeyse emin gecikmeyeceğinden.
saat 3.39.
4.12
5.56
7.03
adam gelmedi, kadın ise bekledi sabaha kadar. "gelmeyecek demek ki" diyerek cebindeki sigaraya uzandı kadın. eline farklı bir şey değdi, hissetti. 4'e katlanmış bir kağıt parçası. okudu yavaşça bu birkaç kelimeyi. gözünden bir damla yaş aktı, denize karıştı. deniz sonsuza kadar o bir damla göz yaşını taşıdı. kadın ise affetmedi bu adamı.
bir keresinde biz makes hanım’la
emirgan’da hiç çay içmedik
bir keresinde biz makes hanım’la
emirgan’da çay içmedik,
solunda oturan adam söylüyor bu şarkıyı. yüzünün yarısı görünüyor adamın. kirli sakallarını, karakteristik burnunu ve kalın kaşlarını seçebiliyor genç kadın. adam neden oturduğunu bilmiyor bu kadının yanına, "neden burada? neden bu şarkıyı söylüyor şu anda? ne yapıyor?", bilmiyor. kadın ise anlam veremeden susuyor öylece. bu nahif ve güzel sesi dinliyor sadece. devam ediyor adam.
kim sevmez, kim sevmez söyleyin kim?
makes hanım’ı kim sevmez?
kim sevmez, kim sevmez söyleyin kim?
yerimde olmayı kim istemez?
adam içindeki meraka yenilip yarıda kesiyor şarkıyı.
- ne işiniz var burada, bu saatte?
- sizin için bir önemi mi var?
- oldukça endişeli ve meraklı görünüyorsunuz, rahatsız etmek istememiştim. iyi akşamlar.
adam kalkıyor ve gidiyor kadının yanından, istemeye istemeye...
kadın düşünüyor, ne oldu len az önce?
ertesi gece, saat 4
kadın yine oturmuş denizle sohbet ediyor. sahil bomboş. ileride içen birkaç kişi dışında ortam sessiz. kadın onları duymuyor bile. ileriden bir adam geliyor, yanındaki banka oturuyor. kadın tanıyor bu adamı ama nereden? bilemiyor. önüne dönüyor kadın. düşüncelere dalıyor bir kez daha. sabah 6 suları, gün doğmaya başlıyor. "bir gece daha bitti. artık gitmeli " diye geçiriyor aklından. yanındaki uzun saplı çantasını almaya yeltendiği sırada yandaki bankta oturan adamı görüyor. adamın varlıģını dahi unutmuş kadın. ama adam hala orada. sonra hatırlıyor kadın. bu o adam, dün yanında şarkı söyleyen. kalkıyor banktan, hiç düşünmeden adamın yanına doğru ilerliyor. bunu fark eden adam büyük bir gülümseme ile karşılıyor kadını.
-merhaba.
-merhaba?
-siz dünkü beyefendi değil misiniz? şu şarkıyı söyleyen hani?
- ah, evet benim.
- ...
- dün düşünceli halinizi görünce merak etmiştim. bu gece de burada olacağınızı tahmin ettim. yanılmadım.
-size ne bundan?
- size karşı içimde bilemediğim bir merak var, merak ediyorum sizi.
-tamam da neden? tanışıyor muyuz daha önceden ?
- sanmıyorum.
-o zaman?
- bilmem...
hiçbir şey söylemeden adamın yanından ayrılıyor kadın. "ne tuhaf bir adam..." diye düşünüyor içinden.
gece saat 4 suları. adam sessiz adımlarla geliyor sahile. kadını arıyor gözleri. kadın yok etrafta.
"rahatsız ettim herhalde kadıncağazı. ah salak kafam, kapatsana çeneni." diye kızıyor kendisine. biçare oturuyor kadının her zamanki oturduğu banka. takıyor kulaklığını, başlıyor yakamozu izlemeye. adamın aklında kadın, peki ya kadın???
sabah gün doğmaya başlıyor. adam gidemiyor buradan. "ya gelirse o güzel kadın?" düşüncesi ile. bir yandan da korkuyor kadını rahatsız etmiş olmaktan. "neden? " diyor. "neden bu merakım? ". kendisi de cevap veremiyor buna.
ileriden biri geliyor, görüyor adam. yoksa o kadın mı? değil, olsa tanırdı çünkü. ama o gibi...
bir heyecan sarıyor adamı. ileriden, kendisine bol gelen örme ceketi ve elinde bez bir çanta ile ilerleyen o kadını artık net görüyor. kocaman bir gülümseme peydah oluyor adamın yüzünde. çaktırmadan önüne dönüyor, daha fazla rahatsız etmemek için kadını. kadın kendisine doğru ilerlemeye devam ediyor, görüyor fakat yanına oturmayacak biliyor. oysa ne güzel olurdu yanına otursa, diye düşünüyor.
- günaydın, diyor kadın.
-günaydın?
-rahatsız mı ediyorum?
-ah hayır, asla. oturur musunuz?
gülümseyerek oturuyor kadın.
- çay ister misiniz? emirgan'da değiliz ama olsun.
şaşırıyor adam.
-tabii isterim. teşekkürler.
kadın bez çantanın içinden kırmızı bir termos ve iki karton bardak çıkartıyor. adam şaşkın ve heyecanlı. başlıyorlar gün doğumunu izlerken çay içmeye. içleri sıcacık. çaydan mı? birlikte oldukları için mi? onlar da anlayamıyorlar...
tam 1 hafta boyunca bu iki kişi her gece buluşmaya başlıyorlar burada. birbirlerine şiirler okuyor, şarkılar söylüyor, hikayeler okuyorlar ve en önemlisi susuyorlar.
gecelerden birinde, her zamanki gibi güneş tepeye çıkıncaya kadar sohbet ediyorlar deniz eşliğinde.
- o zaman bu gece burada görüşmek üzere.
- peki saat 2 uygun mudur?
- anlaştık o zaman. saat 2'de burada.
adam kadının beklemediği bir şey yaparak sarılıyor kadına. kadın şaşkın bir şekilde sarıyor kollarını adama. iki şaşkın ve mutlu ruh, ayrılıyor o sabah bir kez daha.
gece kadın bekliyor adamı. saat 1.57. 3 dakika var. biliyor kadın, gecikmez bu adam. nereden biliyor bunu? onu da bilmiyor ama neredeyse emin gecikmeyeceğinden.
saat 3.39.
4.12
5.56
7.03
adam gelmedi, kadın ise bekledi sabaha kadar. "gelmeyecek demek ki" diyerek cebindeki sigaraya uzandı kadın. eline farklı bir şey değdi, hissetti. 4'e katlanmış bir kağıt parçası. okudu yavaşça bu birkaç kelimeyi. gözünden bir damla yaş aktı, denize karıştı. deniz sonsuza kadar o bir damla göz yaşını taşıdı. kadın ise affetmedi bu adamı.

devamını gör...