hasan cihat örter
ankara'da tunus caddesi'nde gezinirken karşı kaldırımda başında beresi, uzun saçlı, sırtında gitar kılıfı taşıyan birini gördüm. bu adama çok benziyordu, belki de kendisiydi.
devamını gör...
kafa rock radyo yayını
devamını gör...
diyojen
platon’a göre "sokrates’in delirmiş hali" olan kinik filozof.
diyojen ayrıca iyi laf sokan bir filozoftur. günün birinde ancak tek kişinin geçebileceği kadar dar olan bir köprüden geçerken karşı yönden gelmekte olan asilzadenin biriyle ortada karşılaşır. birkaç saniye süren duraklama sonrasında asilzade "ben sefil insanlara yol vermem" der. bunun üzerine diyojen "ben veririm" der ve kenara çekilip yol verir..
diyojen ayrıca iyi laf sokan bir filozoftur. günün birinde ancak tek kişinin geçebileceği kadar dar olan bir köprüden geçerken karşı yönden gelmekte olan asilzadenin biriyle ortada karşılaşır. birkaç saniye süren duraklama sonrasında asilzade "ben sefil insanlara yol vermem" der. bunun üzerine diyojen "ben veririm" der ve kenara çekilip yol verir..
devamını gör...
hiperaljezi
ağrıya karşı duyarlılığın artması durumudur. hiperaljezide ağrı algılanmasında artış görülür.
primer veya sekonder olarak ayrılabilir. primer hiperaljezide, ağrı algılayan reseptörlerin hassasiyeti artmıştır. sekonder hiperaljezide ise omurilikte ağrı iletimi yapan nöronların aktivasyon eşiğinde düşme meydana gelmiştir.
primer veya sekonder olarak ayrılabilir. primer hiperaljezide, ağrı algılayan reseptörlerin hassasiyeti artmıştır. sekonder hiperaljezide ise omurilikte ağrı iletimi yapan nöronların aktivasyon eşiğinde düşme meydana gelmiştir.
devamını gör...
zülfü livaneli
ilk olarak serenad adlı kitabını okuduğum, sürükleyici ve gerçekci romanlar yazarken aynı zamanda toplumu ironik bir şekilde eleştiren yazar, politikacı, müzisyen ve yönetmen. herkesin mutlaka müziklerini dinlemesi ve kitaplarını okuması gerekiyor.
devamını gör...
öz güvensiz çocuklar yetiştirmek
türkiye 'ye has bir şey değildir belki de. zira, belki 'zengin' veya 'sosyetik' çevreden bahsederseniz böyledir ancak, orta halli, fakir ve kırsal kesim için bu kesinlikle geçerli değildir ülkemizde. zira, bugün özellikle yaz aylarında, çocuk çalışanlar görürsünüz etrafınızda, 11-12 yaşında çocuklar, konfeksiyonlarda, berberlerde, kasaplarda, marketlerde, araba tamircilerinde zibil gibidir. kimisi yaz ayını değerlendirsin diye gönderilir oralara, kimisi hakikaten para kazansın diye. bu çocukların mı sorumlulukları yoktur acaba?
peki kırsal kesim? 12-13 yaşından itibaren para kazanacağı bir işte çalışmaya mecburdur bu çocuklar. bu çocukların sorumluluklarını ebeveynleri mi yüklenmiştir acaba?
hadi onları geçtim, orta halli kesimin çocukları, daha 11-12 yaşında bir sınav, bir gelecek telaşına girmiyor mu bu ülkede? onlar sorumluluk almıyor mu? bunlar mı özgüvensiz yetişiyor, sen, ben, o, biz, siz, onlar??
çocukların özgüvensiz yetişmesi, ilgiden dolayı olmaz, ilgisizlikten, sevgisizlikten veya yokluktan olur. aile içinde mutluluk, sevgi yoksa, aile için çocuk sadece bir çocuksa, evlat değilse veya çocuğun anne veya babası yoksa, o çocuğun özgüvensiz bir birey olması daha yüksek bir olasılıktır..
peki kırsal kesim? 12-13 yaşından itibaren para kazanacağı bir işte çalışmaya mecburdur bu çocuklar. bu çocukların sorumluluklarını ebeveynleri mi yüklenmiştir acaba?
hadi onları geçtim, orta halli kesimin çocukları, daha 11-12 yaşında bir sınav, bir gelecek telaşına girmiyor mu bu ülkede? onlar sorumluluk almıyor mu? bunlar mı özgüvensiz yetişiyor, sen, ben, o, biz, siz, onlar??
çocukların özgüvensiz yetişmesi, ilgiden dolayı olmaz, ilgisizlikten, sevgisizlikten veya yokluktan olur. aile içinde mutluluk, sevgi yoksa, aile için çocuk sadece bir çocuksa, evlat değilse veya çocuğun anne veya babası yoksa, o çocuğun özgüvensiz bir birey olması daha yüksek bir olasılıktır..
devamını gör...
torku banada'nın zam yapmamak için bulduğu yöntem
ilk çıktığında hurma yağı vardı içinde, sonra sessiz sedasız o da palm yağına döndü, hala palm yağı zararlı diye nutella yemeyenlerin tercih ettiği bir ürün.
şaşırmadım.
edit: konu hakkında bilgi sahibi bir yazar arkadaşımızdan öğrendiklerime göre hurma yağı denilende zaten palm yağı olabilirmiş, bitki olarak aynı familyadan oldukları düşünüldüğünde aslında belkilere bile gerek kalmıyor, bu durumu biraz daha kötü yapıyor benim için çünkü açıklamada hurma yazdıklarında da benim gibi cahilleri kandırıyorlarmış, bizde bak palm değil okunmuş hurma yağı deyip abandık ürüne, vay arkadaş.
şaşırmadım.
edit: konu hakkında bilgi sahibi bir yazar arkadaşımızdan öğrendiklerime göre hurma yağı denilende zaten palm yağı olabilirmiş, bitki olarak aynı familyadan oldukları düşünüldüğünde aslında belkilere bile gerek kalmıyor, bu durumu biraz daha kötü yapıyor benim için çünkü açıklamada hurma yazdıklarında da benim gibi cahilleri kandırıyorlarmış, bizde bak palm değil okunmuş hurma yağı deyip abandık ürüne, vay arkadaş.
devamını gör...
bateri
lisedeki en büyük hobim youtube'dan sevdiğim şarkıların bateri cover'larini açıp milletin nasıl çaldığına bakıp bakıp imrenmekti. kalemle baget çevirmeyi öğrendim sonra. evet.
tanim:bir enstrüman.
başka tanim: içimde ukde kalan ve bir gün kesin öğreneceğim vurmalı enstrüman hedesi.
tanim:bir enstrüman.
başka tanim: içimde ukde kalan ve bir gün kesin öğreneceğim vurmalı enstrüman hedesi.
devamını gör...
doğum gününü yalnız geçirmek
kalan 364 gün de yalnız deĝilmişiz gibi. olsun. insan kendi kendiyle vakit geçirmeyi yalnızlık olarak algılamamalı. ınsanın en iyi arkadaşı kendisidir. bu da yeter.
devamını gör...
geceye bir 90'lar şarkısı bırak
rengin - aldatıldık
devamını gör...
ilginç etimolojik bağlantılar
şeker-sugar-zucker-saxar-sukker-sakar-sarkara
türkçe-ingilizce-almanca-rusça-arapça-farsça-sanskritçe
şimdi öncelikli olarak araplar, hintlilerden şekeri, farslar aracılığıyla alıyor. farslar sarkara'ya sakar diyor, araplar sakar'a sukker diyor, avrupaya italya üzerinden ticaretle zuccere diye gidiyor. almanlar zucker diyor, cermen dili olan ingilizler de sugar diyor. her yerde yaklaşık aynı isimle anılan bu madde, bağımlılık yapıyor, insan sağlığını olumsuz etkiliyor. tüketmeyelim, uzak duralım. evet. ama meyve yiyebilirsiniz şeker için.
ayrıca evet, mark zuckerberg'deki zucker bu zucker.
türkçe-ingilizce-almanca-rusça-arapça-farsça-sanskritçe
şimdi öncelikli olarak araplar, hintlilerden şekeri, farslar aracılığıyla alıyor. farslar sarkara'ya sakar diyor, araplar sakar'a sukker diyor, avrupaya italya üzerinden ticaretle zuccere diye gidiyor. almanlar zucker diyor, cermen dili olan ingilizler de sugar diyor. her yerde yaklaşık aynı isimle anılan bu madde, bağımlılık yapıyor, insan sağlığını olumsuz etkiliyor. tüketmeyelim, uzak duralım. evet. ama meyve yiyebilirsiniz şeker için.
ayrıca evet, mark zuckerberg'deki zucker bu zucker.
devamını gör...
ilk buluşmada su içen kadın
herkes düşünceli kızdır yazmış falan ama işin aslı kızın çok susaması veya kötü ihtimalle hemen kalkıp gitmek istemesidir. uzun zaman geçirerek içilen bir içecek değildir su. bir kahveyle ya da çayla saatlerce oturabilirsin bir kafede. ama su? çok oturmam ben zaten içeceğidir, net. düşünceli kız öyle olmaz. karşısındaki insanı küçük de düşürmez zaten su içerek. bunu ödeyemez bu çocuk, dur ben su içeyim diyorsa zaten yürüsün çıkışa doğru. karşısındaki ne içiyorsa onu içer düşünceli kız. ya da ilk buluşmada kendi parasını ödetmek istemez. bu kadar basit.
devamını gör...
sözlüğün en sevilen yazarı
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
incesaz - kalbimdeki deniz
eğer öksüz kalırsa bu ölümüne sevda
sussun rüzgâr, solsun güneş, bitsin bu rüyâ
....
dünya bölündü, ortasında ikimiz
sevdamı saklıyor kalbimdeki deniz
eğer öksüz kalırsa bu ölümüne sevda
sussun rüzgâr, solsun güneş, bitsin bu rüyâ
....
dünya bölündü, ortasında ikimiz
sevdamı saklıyor kalbimdeki deniz
devamını gör...
marmara denizi'nde çıkan deniz salyaları
uzun zamandır denizde bulunan ve artan, halk arasında deniz salyası olarak bilinen müsilajların yüzeye çıkmasıdır. müsilajlarların yoğunluğunu konuyla ilgili yapılan bir söyleşiden net bir şekilde anlayabilirsiniz:
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
"marmara denizi’nin tabanına ses dalgası yollayarak derinliği ölçtüğümüz cihazlarımız var. ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler marmara denizi’nin büyük bir bölümünde derinliği 25 metre gösteriyor. altınızdaki derinlik bin metre de olsa alet 25 metre gösteriyor! çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. ses dalgaları çarpıp geri dönüyor. tam derinliği ölçmenin imkânı yok. bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. o derinliklerde de müsilaj var. an itibarıyla interface dediğimiz ara yüzeyde büyük bir birikim gözlense de, marmara denizi’nin tüm su kolonunda müsilaj agregat mevcut."
söyleşi
1989’da ne oldu?
1960’larda haliç’in kirlenmesiyle deniz kirliliği olgusu hayatımıza girdi. ama o kirlilik bugün anladığımız türden bir deniz kirliliği değildi. denizde yüzen sebzelerin yarattığı kirlilik veya dağınık noktalardan yüzeye ulaşan çok daha az bir nüfusun atıkları, bugünkü kirlilikten çok farklı. haklı olarak o tarihlerde devlet ve yerel idare istanbul’un kanalizasyon ve yağmur suyunun bertarafı ile içme suyunun planlanması için yabancı mühendislik firmalarının içinde olduğu damoc (daniel-mann-jhonson/alvard-burdic/mendhall/havson motor-chechi and comp) konsorsiyumunun projesi üzerinde çalışmaya başladı. o günkü teknolojik şartlarda istanbul’un atık suyunun bertarafı için biyolojik arıtma sistemleri kurulması öngörülüyordu. kanalizasyon arıtma sistemleriyle ilgili projelendirme yapıldı. hatta damoc projesi istanbul’da atık suyun arıtılmasının deniz kenarındaki bölgelerde değil, karasal bölgelerde yapılmasını öneriyordu. proje 1971’de sunuldu. damoc projesi hayata geçseydi istanbul’un o günkü sorunu çağdaş bir şekilde çözülecekti. proje gerçekleştirilmedi, marmara’dan çok “sular aktı”.
neydi o “sular”?
istanbul bugünkü kadar büyük değildi, ama o zaman da “megakent” denirdi. yine yeni bir konsorsiyumla istanbul kanalizasyon projesi revizyonu adı altında camp-tekser isimli bir proje üretildi. damoc istanbul kanalizasyon ve su temini projesiydi, camp-tekser ise onun “revizyonu!”. ilk iş arıtmalar “ön arıtmaya” çevrildi. politik akıl ve onun şakşakçıları “pisliği kolektörlerde toplarız, derin deniz deşarjıyla marmara’nın alt akıntısına basarız ve karadeniz’e göndeririz” dediler. en iyi şartlarda alt akıntının sadece yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor. bilim insanlarının yüzde 90’ı ayağa kalktı. “bu olmaz” dendi. ama dinleyen olmadı. kamuoyunda büyük tartışmalar yaşandı. fakat idare bilimle inatlaşarak bu revizyonu uygulamaya soktu. bu, bedrettin dalan’ın “haliç gözlerimin rengi gibi olacak” dediği dönemdir.
marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. marmara denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?
teknik olarak bu nasıl uygulandı?
ilk önce kuzey ve güney haliç kolektörleri yapıldı. haliç’in bütün pisliği borularla (kuşaklama kolektörleri) toplanarak ahırkapı önünden derin deniz deşarjı yöntemiyle marmara’ya basıldı. denizin alt akıntısını taşıyıcı bir bant (konveyör) gibi düşündüler ve atık suların karadeniz’e gitmesini umdular. velev ki bütün atık su karadeniz’e ulaşsaydı, o zaman da karadeniz kirlenecekti. ne yazıktır ki, kısa sürede bu derin deniz deşarj yöntemi türkiye’deki tüm belediyelere örnek oldu. karadeniz, marmara ve ege’deki tüm kurum ve kuruluşlar bu kervana katıldı. geçen zaman zarfında derin deniz deşarjını aklamak için yönetmelikler çıkarıldı. “derin deniz deşarjı seyreltmeyle arıtma yapıyor” dendi. evet, seyrelme oluyor. bir bardak temiz suya bir damla kirli su eklesem kirlilik seyrelir. ama o su içilir mi? hiçbir arıtma yapmaksızın, nasıl olsa seyreliyor düşüncesiyle atıklar denizlere boca edilmeye başlandı. ne kadar seyrelirse seyrelsin, 32 senenin sonunda geldiğimiz nokta bu. ancak, derin deniz deşarjına taraftar olanlar zamanında alt akıntının kendi “keşifleri” olan odtü kanalı yoluyla “güldür güldür” karadeniz’e gittiğini söylüyorlardı. bunu ispatlamak için “marmara denizi’nin alt akıntısını boyadılar”. neden boyandı? marmara’nın dip akıntısının karadeniz’e gittiğini ispatlamak için boyadılar. alt akıntının ancak yüzde 10’u karadeniz’e ulaşıyor, o da uygun şartlar altında. şimdi de öyle, geçmişte de öyleydi. bunca şey yaşandıktan sonra, “marmara denizi zaten hastaydı” deniyor. değildi, bu hale 1989 sonrası getirildi, daha doğrusu taammüden öldürüldü.
bahsettiğiniz yıllar istanbul’a neoliberal müdahalelerin başladığı yıllar. marmara denizi’nin sağlığının neoliberal kentleşme politikalarıyla nasıl bir ilişkisi var?
1989 istanbul için tasarlanan neoliberal politikaların devreye sokulduğu döneme denk geliyor. o zamanlar camp-tekser projesine karşı çed raporunun muadili olan ingiltere konumlu jones and stokes associates tarafından hazırlanan çevre etki değerlendirme çalışmaları bugünkü durumu tarif ediyordu. “derin deniz deşarjı yaparsanız, türkiye’de balıkçılığa nokta koyarsınız. tür çeşitliliği azalır mevcut türlerin fert adetinde artış olur. oksijen dramatik şekilde düşer, canlılık yok olur” deniyordu. tam olarak belirtmek gerekirse, biyolojik rapor ve çevresel değerlendirme bölümünde, giriş kısmı sonunda, “biyolojik bakımdan, projeden etkilenebilecek deniz kaynakları, ege denizi’nden karadeniz’e kadar uzanmaktadır kısa vadede ölçülenebilir etkiler, proje sahası sınırları içinde kalabilir. ancak, uzun vadede, istanbul ve izmit’in yerleşme sahalarının, ege’den karadeniz’e kadar bütün saha içinde, su niteliğini ve biyolojik kaynakları etkilemesi beklenmektedir” vurgusu yapılıyor. ama bugün de pek çok projede gördüğümüz gibi bilimle inatlaşarak bu garabet sistem hayata geçirildi.
devamını gör...
güzel günlerin gelmesini uyuyarak bekleyen insan
şahsım.
zamanında fazla atraksiyon yapıp, güzel günlerin gelmesini beklerdim. hiçbir işe yaramadığını keşfettiğimden beri, bari kendimi fazla yormayım diyip, uyuyarak bekliyorum. gelecek birgün biliyorum.
zamanında fazla atraksiyon yapıp, güzel günlerin gelmesini beklerdim. hiçbir işe yaramadığını keşfettiğimden beri, bari kendimi fazla yormayım diyip, uyuyarak bekliyorum. gelecek birgün biliyorum.
devamını gör...
2 mayıs 2021 sedat peker açıklamaları
siz bu tiplerin , başkasının parasına, malına , mülküne konduğunda , o insanların çocuklarına acıdıklarini mı zan ediyorsunuz, kendileri insanların evlerine köpekleri ile baskınlar düzenledikleri de, o evlerde yaşayan çocukları çok düşündüklerini zan etmeyin.
bu asalak ektiğini biçiyor, şimdi taraftar bulma ve mağduru oynama durumunda.
inanmayın ve acımayın , çünkü bu tiplerin eline düştüğünuz de, size ve ailenize asla acımaz lar.
bu asalak ektiğini biçiyor, şimdi taraftar bulma ve mağduru oynama durumunda.
inanmayın ve acımayın , çünkü bu tiplerin eline düştüğünuz de, size ve ailenize asla acımaz lar.
devamını gör...
sözlükteki beğen butonunun kullanılmaması
beni beğenin, gaza getirin beni sabah akşam yazayım. arada favorileyin şaha kalkayım.
beni beğenenler! beni sizler var ettiniz. siz beğenmeseydiniz beni nice olurdu halim. beni beğenin karma puanım artsın rozet alayım, akşam mesaj atın gelirken iki ekmek alayım.
beni beğenenler! beni sizler var ettiniz. siz beğenmeseydiniz beni nice olurdu halim. beni beğenin karma puanım artsın rozet alayım, akşam mesaj atın gelirken iki ekmek alayım.
devamını gör...
yazarların en sevmediği ay
marttir. dengesiz ayin tekidir. ılk bahar desen degil, kis desen degil. ıki gunu ilimansa ucuncu gunu soguktur.gribal enfeksiyonlarin en cok goruldugu aylardan biridir. sinsidir sinsi...
devamını gör...
brian shaffer
2006 yılında bir barda kaybolan 27 yaşındaki adam. üstelik kamera kayıtlarında bardan çıktığına dair görüntülere erişelemeyince, olay popülerleşmiştir. yani koskoca adam tek bir mekanın içerisinde kayboluvermiştir. ve hâlâ bulunamamıştır. özellikle 1 nisan'da kaybolması epey düşündürücüdür. acaba büyük bir şaka mı yapıyor? abimiz ünlü üniversitelerden ohio state university'de tıp öğrencisi olan, 1.88 boyunda, yakışıklı bir adammış. fakat gel gör ki, daha öğrencilik hayatı bitmeden kaybolmuş. şimdi ortaya çıksa, 42 yaşında olacaktır. yani bu adamın kaybolmasından kim sorumluysa adamın hayatını çalmış.
31 mart 2006 gecesinde brian, arkadaşlarıyla dışarı çıkar. daha sonra onlardan ayrılır ve eve gittiğini sanırlar. fakat efendim, abimiz eve gitmemiş, gece 2de (1 nisan) güvenlik kamerasında gözükene göre, bir barın girişinde iki kadınla kısa bir süre konuşmuş. ve bundan sonra da, bardan ayrıldığına dair bir görüntü bulunmamakta. böyle olunca polisler, "allah allah" demişler. ve adamın tekrar bara girdiğini düşünmüşler. ama abimiz bir daha görülmemiş, haber alınamamış. ve bu dava epey ilgi çekmiş.
şimdi benim anlayamadığım şu arkadaşlar: 5milyon yıl önce yaşamış atalarımızın neye benzediğini, nasıl öldüklerini, kaç tane çocuklarının olduğunu (vs.) bile biliyoruz, yani bilim, teknoloji falan o kadar ilerlemiş, ama bir adamın nereye gittiğini bilemiyoruz. biraz dedektiflik müessesesi falan ilerlese iyi olur.
polisler, adamın bardan çıktığına dair bir delil bulamayınca iyice kafaları karışmış ve birkaç teori üretmişlerdir:
1. brian'a o gece eşlik eden bir arkadaşına yalan makinesine girmesi söylenmiş, falan arkadaşı reddetmiştir. evet oldukça şüpheli. yani polislerin teorilerinden biri bu. sanki biz bunun şüpheli olduğunu bilmiyormuşuz gibi. - hayır abi benim anlayamadığım nokta, bu adam yalan makinesine girmiyorsa, işin içinde bir fokluk var yani. zorlasanıza ulan adamı.
2. bu pek de kabul görmeyen bir teori: gülen yüz cinayetleri teorisi. bu teoriyi öne süren birtakım polislere göre, 1990ların sonlarından 2010lara kadar, orta batı amerika eyaletinde, denizlerde ölü bulunan bir dizi erkek, kaza sonucu boğulmamış, bir seri katil veya katiller tarafından öldürülmüş. işte brian da bu erkeklerden biri olabilir.
3. brian hayatta ve yeni bir kimlikle başka bir yerde yaşıyor olabilir.
31 mart 2006 gecesinde brian, arkadaşlarıyla dışarı çıkar. daha sonra onlardan ayrılır ve eve gittiğini sanırlar. fakat efendim, abimiz eve gitmemiş, gece 2de (1 nisan) güvenlik kamerasında gözükene göre, bir barın girişinde iki kadınla kısa bir süre konuşmuş. ve bundan sonra da, bardan ayrıldığına dair bir görüntü bulunmamakta. böyle olunca polisler, "allah allah" demişler. ve adamın tekrar bara girdiğini düşünmüşler. ama abimiz bir daha görülmemiş, haber alınamamış. ve bu dava epey ilgi çekmiş.
şimdi benim anlayamadığım şu arkadaşlar: 5milyon yıl önce yaşamış atalarımızın neye benzediğini, nasıl öldüklerini, kaç tane çocuklarının olduğunu (vs.) bile biliyoruz, yani bilim, teknoloji falan o kadar ilerlemiş, ama bir adamın nereye gittiğini bilemiyoruz. biraz dedektiflik müessesesi falan ilerlese iyi olur.
polisler, adamın bardan çıktığına dair bir delil bulamayınca iyice kafaları karışmış ve birkaç teori üretmişlerdir:
1. brian'a o gece eşlik eden bir arkadaşına yalan makinesine girmesi söylenmiş, falan arkadaşı reddetmiştir. evet oldukça şüpheli. yani polislerin teorilerinden biri bu. sanki biz bunun şüpheli olduğunu bilmiyormuşuz gibi. - hayır abi benim anlayamadığım nokta, bu adam yalan makinesine girmiyorsa, işin içinde bir fokluk var yani. zorlasanıza ulan adamı.
2. bu pek de kabul görmeyen bir teori: gülen yüz cinayetleri teorisi. bu teoriyi öne süren birtakım polislere göre, 1990ların sonlarından 2010lara kadar, orta batı amerika eyaletinde, denizlerde ölü bulunan bir dizi erkek, kaza sonucu boğulmamış, bir seri katil veya katiller tarafından öldürülmüş. işte brian da bu erkeklerden biri olabilir.
3. brian hayatta ve yeni bir kimlikle başka bir yerde yaşıyor olabilir.

devamını gör...