o ne güzel şarkı, o ne güzel klip, o ne güzel ambiyans.
devamını gör...

metal gear solid hatrına kredisi bende asla bitmeyen - bitemeyen hidea kojima'nın attığı ikinci kazık. ilkini zaten the phantom pain'de atmıştı yine de o zamanlar bir takım aksaklıklardı aman oyun tamamlanamamıştı derken oynayıp kenara bıraktık ama senin şarap çanağına tüküreyim be kojima, bu nedir? herkesin uyduruk bir plot twist yüzünden övdüğü o vasat senaryo bile değil derdim. oyunu oynayamıyoruz ki!? zor olduğu için değil kojima abimiz oynatmadığı için. tam kendimi kaptırmışım çat diye araya sinematik giriyor ve 300 yıl sürüyor her biri. bir oyunun nasıl %80'i sadece izlemek üzerine olur? başlarım senin cutscene sevdana ama kojima. hayır belli ki kojima abimiz film çekmek istemiş ama derdini 2 saatlik bir filmde anlatabileceğini düşünmediğinden oyun diye yutturmaya çalışıyor bize. tamam kimsenin savaş sekansları bol bir oyun oynama beklentisi yoktu, oyun bildiğimiz kargo simülasyonu zaten ama 'ya biz aslında çok felsefi bir mesaj veriyoruz' adı altında oynanış süresi bu kadar uzun bir oyunda dandik bir senaryoyu uzattıkça uzatırsan ve bunu en fazla bir küvet derinliğinde olsa bile 'derin' bir senaryo diye yutturmaya çalışırsan adama gülerler. hayır sen ki oyun dünyasının en kaliteli ve yenilikçi senaryolarının altında mutlaka imzası olan bir adamsın ve sony eline muhteşem bir özgürlük alanı veriyor... gerçekten bu mudur yani sonuç?

şimdi burada ama görsellik diye ağlayacak arkadaşlar olacaktır, pencereden aşağı atarım hocam sizi. horizon zero dawn oyna abi hatta adamlara o da yetmedi şimdi canavar gibi bir oyunla -horizon forbidden west- devam ediyorlar yola. aynı oyun motoru* zaten. oyunun grafikleri kötü değil aksine şiir gibi ama kurtarmaya yetmiyor. hatta aslında ana hikaye de kötü değil gayet ortalama bir hikaye ama mesele oyunun kendi hikayesini çok ciddiye alıp çok derin sanıyor olması. 90. dakikada gelen gol gibi güzel bir son ile oyunu nihayete erdirmek 100 saat mısırlı köle gibi oradan oraya aptal aptal yan görevler yaptırmanın rahatsızlığını gidermiyor. diğer oyuncularla yapılar sayesinde etkileşimde olabilmek güzel bir düşünceydi ama işlevselliği oyun içinde çok düşük tutulmuştu. gerçekten ekstra bir gereklilik ve fayda sağlamış olsa oyunu en kötü bir segment üste çıkarırdı. yine de sam abimizin bana çok benzeyen antisosyalliği oyuna biraz ısınmamı sağladı yalan yok ama parasına değen bir oyun mu? asla değil. gidip bir film izleyin sinemada çok daha verimli olur. ha zaten 400 tl gibi bir fiyat ile piyasaya girip şimdilerde 90 civarlarında dolaşmasından belli zaten oyunun beklentileri çok karşılamadığı. ühü ama siz oynanıştaki derinliği anlayamamışsınız diye ağlayan arkadaşlar olacaktır, takılmayınız. biz de zaten vur kır parçala mantığı ile oynamadık oyunu ama teknik hatalar, senaryodaki mantık hataları, oynanış yetersizliği gibi pek çok faktör oyunun kendi ipini çekmesine gayet yeter. ha gerçi kojima yeni bir oyun duyurduğu an sazan gibi atlar mıyım yine? kesinlikle atlarım. bu adamın bendeki kredisi metal gear serisini harcadığında bitmediyse daha da bitmez zaten.
devamını gör...

tek kelimeyle iyi, iki kelimeyle iyi değil.
devamını gör...

4 tanecik kaldı 3 basamaklı olmaya. beğenen, takip eden herkese kucak dolusu sevgiler...
devamını gör...

(bkz: yok)
devamını gör...

insanı hayatta en çok yaşlandıran olaylardan biridir. bazısına göre at o mesajı ne kaybedersin dedirtir bazısına ise atma pişman olacaksın dedirtir insanı çıkmaza sokar.
devamını gör...

nobody:
kanal sahibi kişinin adı: bla bla bla
devamını gör...

"coğrafya kaderdir."
bazılarının bu cümleyi kurup hayatları için mücadele etmeyi bırakmasını ve her şeyi kadere yüklemesini cahilce buluyorum.
devamını gör...

ne sensör ne ben söyleyeyim esprisine maruz kalan bir teknolojik sistemdir.

musluklarda ve lambalarda kullanılması su ve elektrik tasarrufu açısından önemlidir.
devamını gör...

aslında gayet bonkör sayılabilecek bir puanlama algoritması var. az önce baktım celal ile ceren gibi çöp bir filme 2.9 puan çıkmış, şaşırdım doğrusu.
devamını gör...

ihtiyacım olan...
devamını gör...

hayvanlar üzerinde deney yapmayan (cruelty free) markalardan bazıları:
note
pastel
wetnwild
cake beauty
elf cosmetics
essence
hask
live clean
makeup revolution
nip+fab
nyx cosmetics
pixi beauty
the ordinary
catrice
eyüp sabri tuncer
ınecto naturals
kiko
otacı
siveno
splat
the balm
unibaby
devamını gör...

o gece hiç uyuyamadım. maçı kafamda oynuyor, türlü türlü skorlar eşliğinde kaldığım otel odasında bir ileri bir geri volta atıyordum. içtiğim daha doğrusu yediğim sigaranın haddi hesabı yoktu. brezilya'yı yenebilir miydik? mevcut şartlarda böyle bir ihtimal olasılık dahilinde değildi. futbol tanrıları ile konuşmak, onları bu konuda ikna etmek lazımdı. benim ise böyle bir işe ayıracak vaktim yoktu. beynim köstebek yuvasına dönmüş, açılan fikir dehlizleri içerisinde yolumu bulmaya çalışıyordum. labirent maymununa dönmüştüm. son sigarımı telaşla söndürdüm ve banyoya doğru yol aldım. buz gibi suyun altına girerek beynimi kemiren düşüncelerden kurtulmak niyetindeyim. duştan sonra biraz daha rahatladım. sakince elbiselerimin bulunduğu dolaba doğru ilerledim. bir anda kendimi boy aynasının önünde buluvermiştim. fötr şapkamı takmış, takım elbisemi giymiş, kravatımı bile doğru bağlamıştım. hay bin kunduz! bu bir işaret olabilir miydi? keşke diye geçirdim içimden. saate baktım ama maçın başlama saatine daha çok vardı. kendimi dışarı attım. rio de janeiro sokaklarında sabahın ilk saatleriyle birlikte şuursuzca gezmeye başladım. brezilyalılar her yere takımlarının fotoğraflarını asmıştı. şehirde sinir bozucu bir şampiyonluk havası vardı. benim gibi uruguay'a gönül vermiş insanlar için şehir, dante'nin ilahi komedyası gibi bir hale bürünmüştü. cesaretimi toplayıp bir tane gazete aldım. manşete bakmamla birlikte yine haleti ruhiyem kendisini londra köprüsünden aşağı doğru bıraktı. manşette ''kazan yada berabere kal!'' yazıyordu. işimiz gerçekten zordu. hitler manyağının ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda dünya futbol şampiyonlarından mahrum kalmıştık, futbola olan özlemimiz iyice artmıştı. ve biz bu heyecanı iliklerimize kadar yaşıyorduk. işin daha kötüsü bizimkilerin maçı mutlaka kazanması gerekiyordu ki bu durum nabzımızın atış hızını bir kaç kat arttırıyordu.

gençler bilmezler. o dönemlerde dünya kupası sistematiği farklı işliyordu. bu maç hasbelkader final maçı olmuştu. zira hem brezilya hem de bizim çocuklar puan olarak şanslarını son maça taşımış, bu yüzden maç bir anda dünya kupası finali haline dönüşmüştü. adamlar sırf bu şampiyona için ''maracana stadyumu''nu inşa etmişlerdi. stat mabet gibi bir şeydi. 200 bin kişiyi ağırlayabilecek bir kapasitesi vardı. stadın önüne geldiğimde farklı duygular içerisindeydim. gözlerimi stadın heybetinden ve büyüklüğünden alamıyordum. adamlar işimizi, kafada bitirmiş gibiydiler. eski roma kolezyumlarından birinin önündeymişim gibi gerginliğim iyice artmıştı. sanki bir yakınım hakkında damnatio ad bestias * cezası verilmiş ve ben infazı bekliyordum. bizi resmen aslanların önüne atmışlardı ve bu mücadeleden sağ salim çıkmamız imkansıza yakındı.

brezilyalı taraftarların tezahüratları ve samba dansları eşliğinde stada girdim. bakın tek tek saydım abartmıyorum; statta tamı tamına 199.854 kişi vardı. bunların toplasanız 100/150 tanesini bahtsız bedeviler olarak adlandırabileceğiniz şanlı uruguay'ımıza gönül vermiş insanlardı. perişan bir haldeydik. tezahüratlar, bağırışlar, samba ritimleri arasında bir sigara daha yaktım. elbette rengimi belli etmiyordum. bu kalabalık arasında kim vurduya gitmek niyetinde değildim. hakemin başlama düdüğüyle birlikte brezilya üzerimize kabus gibi çöktü. sağdan soldan yükleniyorlar, bizimkiler sürekli müdafaa yapmak zorunda kalıyorlardı. sarı/yeşil iblisler bizi kendi yarı alanımızdan çıkarmıyordu. ademir denen futbol cambazı bizimkilerle kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu. allah'tan maspoli günündeydi ve ilk 10 dakika içinde 3 tane yüzde yüzlük gol pozisyonunu engelledi de, alnımdan süzülen terleri ipek mendilim ile silme fırsatını buldum. sonrasında bir mucize oldu ve bizimkiler şut attı. o an, işte öyle bir bağırmak geldi ki içimden anlatamam. schiaffino'nun bu şutu, spartaküs'ün roma imparatorluğuna baş kaldırması ile eş değerdi benim için. ancak ender gelişen osasuna atakları bile bu kadar çabuk küllenmemiştir. hevesimiz kursağımızda kaldı. brezilya başladı yine samba yapmaya. al gülüm ver gülüm. taakk bir şut, yine maspoli devrede. maç ademir ile maspoli arasında geçmeye başlamıştı ve bu benim için hiç de iyiye işaret değildi. sigara yakıp söndürmekten bazı pozisyonları kaçırıyor, bu arada etrafımdakilere de renk vermemeye çalışıyordum. kuvvetle muhtemel brezilya gol atamadıkça stresten sigara yaktığımı düşünüyorlardı. oysa benim içimde ne fırtınalar kopuyordu. kimse durumun farkında değildi. bu haleti ruhiye içerisinde ilk yarıyı 0-0 bitirmenin verdiği rahatlama ile olduğum yerde çöktüm kaldım. bu şekilde bu maç nasıl bitecekti? ömür törpüsünün törpülenmiş hali gibi öyle boş gözlerle sahaya bakıyordum.

sonra biz yine diken üzerinde 66. dakikaya kadar geldik. sigaralardan ve nabız yükselmelerinden bahsetmeye bile gerek yok. işte o dakika, dünya bambaşka bir hale büründü. kaptanımız varela topu aldığı gibi sağ kanatta ghiggia'ya verdi. ghiggia nasıl oldu, nasıl yaptı anlamadığımız bir şekilde ceza alanına dalıverdi. onun topu schiaffino'nun önüne yuvarlamasıyla birlikte bizim aslan parçası topa öyle bir vurdu ki, dar açıdan o topun ağlarla buluşmasıyla birlikte dünya benim için o anda durdu. bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. etrafımdaki brezilya'lılar şaşkına dönmüşler, kimi ellerini başının üzerine götürmüş, kimi ağlamaklı, kimi düşünceli gözlerle etrafındakileri süzüyor. işte o anda yaktım gerçek keyif sigaramı. zira olmayacak duaya amin demek üzereydik. tabi sonrasında brezilya yine freni boşalmış kamyon gibi üzerimize gelmeye başladı. ama bizim çocukların maçı kazanacaklarına dair inancı artmıştı. maspoli atlas'ın dünya'yı sırtında taşıdığı gibi takımı sırtında taşıyor ve brezilya'ya gol şansı vermiyordu. dakikalar 79'u gösterdiğinde, futbol tanrıları ikinci mucizelerini yer yüzüne gönderdiler. ghiggia yine bir fırsatını bulup ceza alanına girip cılız bir şut çıkardı, brezilya kalecisi barbosa fahiş bir hata ile resmen topu içeri aldı. işte o an dünyanın mucizevi bir yer olduğuna inanıveriyorsunuz. içim kıpır kıpır, havai fişekler eşliğinde tüm organlarım raks ediyor. lakin etrafımdaki yıkılmış, bitmiş ve tükenmiş brezilya taraftarını gördükçe kendimi tutmayı başarıyorum. maçın sonraki bölümleri çok stresli geçmedi. bir gol yedik ama o da bize nazar boncuğu oldu. o gün takriben 198.800 kişi gözyaşlarına hakim olamadı. kaptanımız valera, jules rimet kupasını havaya kaldırdığında cennet bizim için yeryüzüne inmiş gibiydi. her ne kadar göz yaşlarına boğulmuş olsa da bizim cennetimiz tertemiz ve pir-ü paktı.

o maçtan sonra brezilya kalecisi barbosa resmen istenmeyen adam ve vatan haini ilan edildi. yıllar sonra kendisi ile bir barda karşılaştık. yaşadıklarını ilk ağızdan dinleme fırsatı bulmuş oldum ama bu başka bir başlığın konusu. *

işte bizim aslan parçaları; sizler için ne söylesek az çocuklar!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu hüzünlü ve boş bakışlar ise barbosa'nın bakışları. buna yorum dahi yapmak istemiyorum. o günlerden bana kalan tek keyifsiz an bu adamcağızın çektikleridir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sözlükte beni şahsen tanıyan insanlar haricinde gerçek yüzümü gören ilk ve tek yazar. şimdilik. yayına da başladık, yakında çıkar kokusu. ama bu bir başarı yani. her sene anmasını yapacağım. tarihe not düşülsün diye de nickaltı giriyorum. yoksa "çok güzel tanımları olan eğlenceli bir yazar, ben okurken çok eğleniyorum" falan yazmasını biz de biliyoruz yani, oohoo...

dm'lerin ss'lerini aldım hıyarcım. dikkat et. gözüm üzerinde. "istediğimi alırım." hadi bakalım.

yenge; selam!
devamını gör...

kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
(bkz: nazım hikmet)
devamını gör...

ne demek sevmemek? duymayayım bi daha şöyle şeyler üzülüyorum.
devamını gör...

'doğamızı koruyalım. hayvanları koruyalım. bu dünya hepimizin. başka evimiz yok.' ne güzel yazmışsın böyle takdir ettim.duyarlı içli bir yazarımız hemen takip.
devamını gör...

bir kesim var 'naber ya' desen cevap olarak çoklu evrenler teorisinden bahsediyor. ya tamam onu da konuşalım da baba hiç mi bulgur yemedin diyesi geliyor insanın. ara sıra boşun da olması iyidir dediğim başlık.
devamını gör...

devamını gör...

yazarların gününü özetleyen kelimeler, cümleler, müzikler olabilir. tabii ki, bir fotoğraf da bir günü özetleyebilir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim