zor günlerden geçenlerin en iyi bildiği şey
freni tutmayan bir araba ile hiç bilmediğin bir yolda ve karanlıkla ilerlemek gibi sanırım bazen; kaybolmuş gibi, çaresiz gibi hissediyorsun.
yardım çağırmak için durman imkansız, telefonunun da şarjı bitmiş üstelik. yapayalnızsın. sonradan anlatsan abartıyorsun diyecekler kesin sana.
sonra alışıyorsun karanlığa da frenin tutmamasına da. yavaş yavaş paniğin geçiyor, direksiyonu daha sıkı kavrıyor, yola daha dikkatli bakıyorsun. kolların-boynun ağrıyor belki ama dayanabildiğin kadar dayanıyorsun.
sonra artık bir karar vermen gerekiyor ve bodoslama giriyorsun önüne gelen yere.
sonra eğer tam kapsamlı yaptırdıysan kasko karşılıyor her şeyi...
- hep geçer diyorlar ya olric..
sence geçer mi ?
- geçer elbet efendim;
bazısı teğet geçer,
bazısı deler geçer,
bazısı deşer geçer,
bazısı parçalar geçer.
ama mutlaka geçer ..
oğuz atay
yardım çağırmak için durman imkansız, telefonunun da şarjı bitmiş üstelik. yapayalnızsın. sonradan anlatsan abartıyorsun diyecekler kesin sana.
sonra alışıyorsun karanlığa da frenin tutmamasına da. yavaş yavaş paniğin geçiyor, direksiyonu daha sıkı kavrıyor, yola daha dikkatli bakıyorsun. kolların-boynun ağrıyor belki ama dayanabildiğin kadar dayanıyorsun.
sonra artık bir karar vermen gerekiyor ve bodoslama giriyorsun önüne gelen yere.
sonra eğer tam kapsamlı yaptırdıysan kasko karşılıyor her şeyi...
- hep geçer diyorlar ya olric..
sence geçer mi ?
- geçer elbet efendim;
bazısı teğet geçer,
bazısı deler geçer,
bazısı deşer geçer,
bazısı parçalar geçer.
ama mutlaka geçer ..
oğuz atay
devamını gör...
seri şekilde artı oylayan yazar
daddy 50 tane oy atmadan rahat edemiyor,el bolluğuyla kimse eline su dökemez çalışıyor adam.işini büyük bir ciddiyette yapıyor.
devamını gör...
suriyeli gençlerin türkiye'deki hayat pahalılığına isyanı
genç kardeşlerimiz ilk geldiklerinde türkiye'de her şeyin güzel olduğu, fiyatların uygun olduğunu belirttikten sonra, artık hayat iyice zorlaştı, yok efendim 10 tl verdiğim sigaraya 20 tl veriyorum minvalindeki isyanları. bu kardeşlerimiz bir an önce almanyaya geçmek istiyorlarmış. bu ülkede yaşam standartları iyice düşmüş vesaire.
link
link
devamını gör...
güne bir siyasetçi yalanı bırak
tek servetim şu yüzüktür.
tanım: siyasetçi yalanlarını paylaştığımız başlık.
tanım: siyasetçi yalanlarını paylaştığımız başlık.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
ya çocuk kalmalı insan,
ya da çocuk olmalı hep içinde!
başka türlü yürünmüyor omuzlardaki yüklerle,
ve deniz yıldızları;
minicik avuçlarında denize kavuşturmaya çalıştıkları,
o güzel deniz yıldızları,
onlar da her zaman çıkmıyor o çocukların yollarına...
ya da çocuk olmalı hep içinde!
başka türlü yürünmüyor omuzlardaki yüklerle,
ve deniz yıldızları;
minicik avuçlarında denize kavuşturmaya çalıştıkları,
o güzel deniz yıldızları,
onlar da her zaman çıkmıyor o çocukların yollarına...
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
zamanın evi
bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. burada herkes birbirini kovalıyor. benim önümde kimse yok. koşuyorum…
soğuk adeta vücuduma yapışmıştı. yarı donmuş parmaklarımla evimin kapısını açmaya çalışırken, bir yandan da en kısa zamanda eve girip sırtımı en yakın kalorifer peteğine dayamanın hayalini kuruyordum. bir iki denemeden sonra kapıyı açmayı başardım. içeriye girmemle evimin sıcaklığının beni olanca içtenliği ile kucaklaması bir oldu. donmaktan kurtulmuştum. felsefi sorgulamalara girecek durumda olmasam da düşünmeden edemedim. zamane insanın kahramanlıkları ne kadar yüzeysel, tehlikesiz ve bencilceydi.
donmaktan kurtulmak bana bir an için büyük bir başarı gibi gelmişti ama aslında ortada böyle kahramanlığa dair bir savaşım yoktu, bir insanın bedeni bundan katbekat soğuklara dayanabilirdi, kaldı ki evin kapısındaydım ve 5 dakika önce dolmuştan inmiştim. yani en ufak bir tehlike yoktu, dahası; tersi bir durum söz konusu olsaydı bile buna kahramanlık diyemezdik çünkü kurtaran ve kurtarılan aynı kişi olacaktı. bu durumda söylenecek pek bir şey yoktu. paltomu sırtımdan sıyırıp oturma odama doğru yürümeye başladım. gözlerim her zamanki gibi evin alışılmış köşelerinde dolaştı içgüdüsel bir şekilde. ama sanki bir ara, çok kısa bir zaman diliminde gözlerimin ev içindeki yolculuğu kesintiye uğradı. bir şey eksikti. evde olması gereken, her zaman orda olan eşyalardan biri kayıptı. önce ısınıp, bir çay suyu koyup, sonra da bu konuyu çözmeye karar verdim. evimdeki eksikliği giderecektim. ve bugün ikinci kez kendimin kahramanı olacaktım. zamane insanı işte!
çay suyu ocağın üzerinde kendi kendine kaynarken, ben de hem koltuk hem de yatak olarak kullandığım ziyadesiyle fonksiyonel kanepenin üzerine oturdum ve insiyaki bir hareketle bir sigara yaktım. duman içime dolduğunda zihnim canlanmaya başlamış, bedenimdeki soğuk kaynaklı uyuşukluk yerine nikotin kaynaklı bir rahatlamaya bırakmıştı bile. televizyonu açmadım, bir kitap alıp okumaya karar verdim ama kendimi hayal dünyasına kaptıramayacak kadar yorgun ve isteksiz hissediyordum. televizyonu açmaya ve haberleri seyretmeye niyetlendim. haber saatinin gelip gelmediğini anlamak için saatime baktığımda saatimin kolumda olmadığını gördüm. duvara baktım, orda olması gereken duvar saatim de sırra kadem basmıştı. içeri girdiğim anda hissettiğim eksiklik buydu. evdeki saatlerin tümü, yelkovanlarını, akreplerini, üzerlerindeki sayıları, dakikaları, saniyeleri de almış ve gitmişlerdi.
o anda aklıma gelen saatler ortadan kaybolduğunda, her şeylerini alıp evi terk ettiklerinde, ev içinde süregitmesi gereken zamanın devam edip etmeyeceği oldu. mutfağa gittim ve kaynayan suyun bir fotoğraf karesi gibi donmuş olduğunu gördüm, sigaramın ucundaki duman asılı kalmıştı öylece. hiçbir şey hareket etmiyordu, yalnız ben, bu devinimsizliğe mahkûm edilmiş evde dilediğim gibi davranmakta özgür bırakılmış gibiydim. ama zamansız bırakılmış olmak nasıl bir özgürlük olabilirdi? kendimi, yıllarca bir kafesin içinde yaşamış ve bir anda kafesin olmadığını fark etmiş zavallı, çaresiz bir muhabbet kuşu gibi hissediyordum. yıllarca zaman ve mekân duvarları arasına kısılmış yaşayan bir insanın bu duvarlardan birinden yoksun bırakılması nasıl bir eksiklik yaratabilirdi? tahmin edemiyor, etmek bile istemiyordum. zamandan azade yaşamak ona daha fazla bağlanmaktan başka ne olabilirdi ki?
bu yoksunluk dolu özgürlük yanılsamasından kurtulmanın tek yolu vardı. saatlerimi bulmak. saatlerimi bulmak ve kendi kendine kulluk eden bir tanrı olmaktan kurtulmak. yoksa… yoksa kaybolup gitmem, mekâna sarılmış bir siluet olamam an meselesi idi.
fikir yürütmelerim beynime nefes alma fırsatı verdiğinde, bir yerlerden gelen tik takları duydum. sese doğru yürümeye başladım. nabız atışlarım saat seslerine uymuş, adımlarım ağırdan alıyordu. sesler, çıkış kapısına doğru yaklaştıkça hızlanıyor ve kuvvetleniyordu. ama çıkış kapısı yerinde değildi. yerinde ise dalgalanan, şeffaf, dumansı görüntüler vardı. cesaretimi toplayıp ayaklarımda, kapımın olması gereken yerde beni bekleyen hiçliğe doğru yürüdüm. içeriye adımımı attığımda yoğun bir tik tak sesi ve kesif bir yaşlılık kokusu karşıladı beni. yaşlılık kokusu; biraz küf, biraz limon kolonyası, ilaç, naftalin ve bolca toprak… ve sağır edici bir ses… zamanın kokusu ve sesi. insanların korkularının temel nedeni ölümün ayak seslerinin en yankılı, en gür duyulduğu yer burası olmalıydı. burası; zamanın evi…
kafamı ritmik hareketlerle sağa sola çevirip gözlerimin bu olağan dışı duruma alışmasına yardımcı olmaya çalıştım. burası tam bir saat cennetiydi ya da cehennemi ya da mezarlığı ya da hepsi birden. rolexlerin kendini beğenmişlikle etrafa saçılmalarına bozulan ve ellerinde köstekleriyle ortalıkta dolaşan serkisofflar en çok ses çıkaranlardı. swatchlarsa daha canlıydılar ve bir arada dolaşmaktan zevk alıyorlardı. casiolar savaştan yeni dönmüş kahraman edasıyla bir köşede ve saf düzeninde ağırbaşlılıkla, disiplin içinde bekleşiyorlardı. başka başka saatler de vardı ama ben isimlerini bilmiyordum. kimisi zengin kimisi orta halli… hepsi bir şeylerle meşgul…
benim saatlerim ise iki kardeş gibi sırtlarını birbirlerine dayamışlar, uyukluyorlardı. tik takları birbirine karışmış, akrepleri ve yelkovanları birbirlerine sarılmıştı. zamanın göstergesi olan nesnelerin derin bir uyku halinde olması kadar ilginç olan şey çıkardığım seslerden rahatsız olup uyandıklarında ve hafifçe esnedikten sonra bana dostça gülümsemeleriydi. duvar saatim yerinden doğruldu vücudunu da esnettikten sonra bana doğru yaklaşıp; “hoş geldin” dedi. halimi hatırımı sordu. bu hoş geldin seremonisinin bir an önce bitmesini istiyordum. merak ettiğim şeyler vardı ve artık beklemeye sabrım yoktu. kol saatim kendini zamansızlığın kollarında ama yine de zamanı içinde taşıyarak yeni bir uykuya daldı. rüya görüp görmediğini sormak istedimse de bu gözüme o kadar da önemli görünmedi.
duvar saatime sormam gerekenleri sordum. neler oluyor? zaman neden durdu? burada ne işiniz var? ya benim? beni oldukça rahatsız eden ve kendimi küçük bir çocuk gibi hissetmeme neden olan bir ağırbaşlılık ve bilgelikle beni takvim yaprağından yapılmış bir koltuğa oturttu. ve bir bir anlatmaya başladı.
zaman, artık dünyayı ve insanlığı terk etmeye karar vermişti. devrik bir kral olarak evine çekilmiş, maiyetini etrafına toplamış ve dünyayla hoş beşi kesmişti. “ alacak verecek kalmadı” demişti tüm saatlere. onlar da krallarına bazen baş kaldırsalar da çoğu zaman sadık oldukları için toplanıp bu eve, kendi evlerine yerleşmişlerdi. nedense bu durumu garipsememiştim. bana çok doğal geliyordu anlatılanlar.
zamanın durmaya karar vermesinin nedenine gelince. insanlar zamanı bir yarış aracı olarak kullanmaya başlamışlardı. her şeyi hızla yapıp saatlerinin içinde zamanlar biriktiriyorlardı. belli bir miktara ulaşınca da üzerlerindeki tozu silker gibi silkip atıyorlardı zamanı. kronometreler icat etmişlerdi hızlarını onaylatabilmek için. hızına yetişememeye başlamıştı zaman, insanlığın açlığının ve açgözlülüğünün. kum saatleri zaten tarih olmuştu çoktan, zamanı yavaşlattığı düşünüldüğü için sadece süs olarak kullanılıyorlardı ama kimse zamanın hızının sabit olduğunu hesaba katmıyordu.kimse zamanın biriktirilebilecek, sonra da boşa harcanabilecek bir şey olmadığının farkında değildi. ayrıca zamanın yarıdmcılarını, evin bir köşesinde güzel ve nostaljik bir görüntü aracı olarak kullanmanın zamana hakaret olacağını düşünemiyorlardı. zamanın da bir sabrının ve bir kırılma noktasının olduğu hesaba katılmalıydı. fark edemediler, düşünemediler ve hesaba katamadılar... kendileriyle o kadar meşgulüler ki zaman''a yaptıkları nankörlüğü anlayamadılar. bunun bir karşılığı olmalıydı. o kadar eli açık bir kral değildi artık zaman.insanların yararına sunduğu bütün nimetleri geri almaya bunun için de durmaya karar vermişti zaman ve ona engel olabilecek hiçbir güç yoktu, kendini her şeyin üzerinde sana insanlık birden enkaz altında kalmıştı böylelikle ve bu bir intikamdı.
bu kadar hızlı bir anlatımdan sonra saat biraz soluklanmak için sözlerine ara verdi. pillerinin zayıflamaya başladığını ve ancak son soruma yanıt verebilecek kadar süresi kaldığını söyledi. sonra arkadaşıyla dinlenmeye çekilecekti.
benim burada olma nedenimi ise kısaca anlattı. saatlerim onlara iyi davrandığımı, onları anlamak için uğraştığımı zamana anlatmışlardı ve benim gibi birkaç kişi daha zaman evine kabul edilmişti. onlar da tıpkı benim gibi kendi hikâyelerini dinliyorlardı bir yerlerde.
bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. siz, ihanet ettiğiniz zamanın intikamına maruz kalan insanlara zaman evinin içinden sesleniyorum. ihanetiniz bitene kadar, ara sıra güneşe baktığınızda saatlerle dans eden beni görebileceksiniz gökyüzünde. ve ben, devinimsizliğe mahkûm fani bedenlerinizle hayatın orta yerinde dururken siz, insanlar; sizi bağışlaması için zaman, saatleri kurmaya devam edeceğim durmadan. ben kendi kahramanlığıma ulaştım, şimdi sıra sizde.
bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. burada herkes birbirini kovalıyor. benim önümde kimse yok. koşuyorum…
soğuk adeta vücuduma yapışmıştı. yarı donmuş parmaklarımla evimin kapısını açmaya çalışırken, bir yandan da en kısa zamanda eve girip sırtımı en yakın kalorifer peteğine dayamanın hayalini kuruyordum. bir iki denemeden sonra kapıyı açmayı başardım. içeriye girmemle evimin sıcaklığının beni olanca içtenliği ile kucaklaması bir oldu. donmaktan kurtulmuştum. felsefi sorgulamalara girecek durumda olmasam da düşünmeden edemedim. zamane insanın kahramanlıkları ne kadar yüzeysel, tehlikesiz ve bencilceydi.
donmaktan kurtulmak bana bir an için büyük bir başarı gibi gelmişti ama aslında ortada böyle kahramanlığa dair bir savaşım yoktu, bir insanın bedeni bundan katbekat soğuklara dayanabilirdi, kaldı ki evin kapısındaydım ve 5 dakika önce dolmuştan inmiştim. yani en ufak bir tehlike yoktu, dahası; tersi bir durum söz konusu olsaydı bile buna kahramanlık diyemezdik çünkü kurtaran ve kurtarılan aynı kişi olacaktı. bu durumda söylenecek pek bir şey yoktu. paltomu sırtımdan sıyırıp oturma odama doğru yürümeye başladım. gözlerim her zamanki gibi evin alışılmış köşelerinde dolaştı içgüdüsel bir şekilde. ama sanki bir ara, çok kısa bir zaman diliminde gözlerimin ev içindeki yolculuğu kesintiye uğradı. bir şey eksikti. evde olması gereken, her zaman orda olan eşyalardan biri kayıptı. önce ısınıp, bir çay suyu koyup, sonra da bu konuyu çözmeye karar verdim. evimdeki eksikliği giderecektim. ve bugün ikinci kez kendimin kahramanı olacaktım. zamane insanı işte!
çay suyu ocağın üzerinde kendi kendine kaynarken, ben de hem koltuk hem de yatak olarak kullandığım ziyadesiyle fonksiyonel kanepenin üzerine oturdum ve insiyaki bir hareketle bir sigara yaktım. duman içime dolduğunda zihnim canlanmaya başlamış, bedenimdeki soğuk kaynaklı uyuşukluk yerine nikotin kaynaklı bir rahatlamaya bırakmıştı bile. televizyonu açmadım, bir kitap alıp okumaya karar verdim ama kendimi hayal dünyasına kaptıramayacak kadar yorgun ve isteksiz hissediyordum. televizyonu açmaya ve haberleri seyretmeye niyetlendim. haber saatinin gelip gelmediğini anlamak için saatime baktığımda saatimin kolumda olmadığını gördüm. duvara baktım, orda olması gereken duvar saatim de sırra kadem basmıştı. içeri girdiğim anda hissettiğim eksiklik buydu. evdeki saatlerin tümü, yelkovanlarını, akreplerini, üzerlerindeki sayıları, dakikaları, saniyeleri de almış ve gitmişlerdi.
o anda aklıma gelen saatler ortadan kaybolduğunda, her şeylerini alıp evi terk ettiklerinde, ev içinde süregitmesi gereken zamanın devam edip etmeyeceği oldu. mutfağa gittim ve kaynayan suyun bir fotoğraf karesi gibi donmuş olduğunu gördüm, sigaramın ucundaki duman asılı kalmıştı öylece. hiçbir şey hareket etmiyordu, yalnız ben, bu devinimsizliğe mahkûm edilmiş evde dilediğim gibi davranmakta özgür bırakılmış gibiydim. ama zamansız bırakılmış olmak nasıl bir özgürlük olabilirdi? kendimi, yıllarca bir kafesin içinde yaşamış ve bir anda kafesin olmadığını fark etmiş zavallı, çaresiz bir muhabbet kuşu gibi hissediyordum. yıllarca zaman ve mekân duvarları arasına kısılmış yaşayan bir insanın bu duvarlardan birinden yoksun bırakılması nasıl bir eksiklik yaratabilirdi? tahmin edemiyor, etmek bile istemiyordum. zamandan azade yaşamak ona daha fazla bağlanmaktan başka ne olabilirdi ki?
bu yoksunluk dolu özgürlük yanılsamasından kurtulmanın tek yolu vardı. saatlerimi bulmak. saatlerimi bulmak ve kendi kendine kulluk eden bir tanrı olmaktan kurtulmak. yoksa… yoksa kaybolup gitmem, mekâna sarılmış bir siluet olamam an meselesi idi.
fikir yürütmelerim beynime nefes alma fırsatı verdiğinde, bir yerlerden gelen tik takları duydum. sese doğru yürümeye başladım. nabız atışlarım saat seslerine uymuş, adımlarım ağırdan alıyordu. sesler, çıkış kapısına doğru yaklaştıkça hızlanıyor ve kuvvetleniyordu. ama çıkış kapısı yerinde değildi. yerinde ise dalgalanan, şeffaf, dumansı görüntüler vardı. cesaretimi toplayıp ayaklarımda, kapımın olması gereken yerde beni bekleyen hiçliğe doğru yürüdüm. içeriye adımımı attığımda yoğun bir tik tak sesi ve kesif bir yaşlılık kokusu karşıladı beni. yaşlılık kokusu; biraz küf, biraz limon kolonyası, ilaç, naftalin ve bolca toprak… ve sağır edici bir ses… zamanın kokusu ve sesi. insanların korkularının temel nedeni ölümün ayak seslerinin en yankılı, en gür duyulduğu yer burası olmalıydı. burası; zamanın evi…
kafamı ritmik hareketlerle sağa sola çevirip gözlerimin bu olağan dışı duruma alışmasına yardımcı olmaya çalıştım. burası tam bir saat cennetiydi ya da cehennemi ya da mezarlığı ya da hepsi birden. rolexlerin kendini beğenmişlikle etrafa saçılmalarına bozulan ve ellerinde köstekleriyle ortalıkta dolaşan serkisofflar en çok ses çıkaranlardı. swatchlarsa daha canlıydılar ve bir arada dolaşmaktan zevk alıyorlardı. casiolar savaştan yeni dönmüş kahraman edasıyla bir köşede ve saf düzeninde ağırbaşlılıkla, disiplin içinde bekleşiyorlardı. başka başka saatler de vardı ama ben isimlerini bilmiyordum. kimisi zengin kimisi orta halli… hepsi bir şeylerle meşgul…
benim saatlerim ise iki kardeş gibi sırtlarını birbirlerine dayamışlar, uyukluyorlardı. tik takları birbirine karışmış, akrepleri ve yelkovanları birbirlerine sarılmıştı. zamanın göstergesi olan nesnelerin derin bir uyku halinde olması kadar ilginç olan şey çıkardığım seslerden rahatsız olup uyandıklarında ve hafifçe esnedikten sonra bana dostça gülümsemeleriydi. duvar saatim yerinden doğruldu vücudunu da esnettikten sonra bana doğru yaklaşıp; “hoş geldin” dedi. halimi hatırımı sordu. bu hoş geldin seremonisinin bir an önce bitmesini istiyordum. merak ettiğim şeyler vardı ve artık beklemeye sabrım yoktu. kol saatim kendini zamansızlığın kollarında ama yine de zamanı içinde taşıyarak yeni bir uykuya daldı. rüya görüp görmediğini sormak istedimse de bu gözüme o kadar da önemli görünmedi.
duvar saatime sormam gerekenleri sordum. neler oluyor? zaman neden durdu? burada ne işiniz var? ya benim? beni oldukça rahatsız eden ve kendimi küçük bir çocuk gibi hissetmeme neden olan bir ağırbaşlılık ve bilgelikle beni takvim yaprağından yapılmış bir koltuğa oturttu. ve bir bir anlatmaya başladı.
zaman, artık dünyayı ve insanlığı terk etmeye karar vermişti. devrik bir kral olarak evine çekilmiş, maiyetini etrafına toplamış ve dünyayla hoş beşi kesmişti. “ alacak verecek kalmadı” demişti tüm saatlere. onlar da krallarına bazen baş kaldırsalar da çoğu zaman sadık oldukları için toplanıp bu eve, kendi evlerine yerleşmişlerdi. nedense bu durumu garipsememiştim. bana çok doğal geliyordu anlatılanlar.
zamanın durmaya karar vermesinin nedenine gelince. insanlar zamanı bir yarış aracı olarak kullanmaya başlamışlardı. her şeyi hızla yapıp saatlerinin içinde zamanlar biriktiriyorlardı. belli bir miktara ulaşınca da üzerlerindeki tozu silker gibi silkip atıyorlardı zamanı. kronometreler icat etmişlerdi hızlarını onaylatabilmek için. hızına yetişememeye başlamıştı zaman, insanlığın açlığının ve açgözlülüğünün. kum saatleri zaten tarih olmuştu çoktan, zamanı yavaşlattığı düşünüldüğü için sadece süs olarak kullanılıyorlardı ama kimse zamanın hızının sabit olduğunu hesaba katmıyordu.kimse zamanın biriktirilebilecek, sonra da boşa harcanabilecek bir şey olmadığının farkında değildi. ayrıca zamanın yarıdmcılarını, evin bir köşesinde güzel ve nostaljik bir görüntü aracı olarak kullanmanın zamana hakaret olacağını düşünemiyorlardı. zamanın da bir sabrının ve bir kırılma noktasının olduğu hesaba katılmalıydı. fark edemediler, düşünemediler ve hesaba katamadılar... kendileriyle o kadar meşgulüler ki zaman''a yaptıkları nankörlüğü anlayamadılar. bunun bir karşılığı olmalıydı. o kadar eli açık bir kral değildi artık zaman.insanların yararına sunduğu bütün nimetleri geri almaya bunun için de durmaya karar vermişti zaman ve ona engel olabilecek hiçbir güç yoktu, kendini her şeyin üzerinde sana insanlık birden enkaz altında kalmıştı böylelikle ve bu bir intikamdı.
bu kadar hızlı bir anlatımdan sonra saat biraz soluklanmak için sözlerine ara verdi. pillerinin zayıflamaya başladığını ve ancak son soruma yanıt verebilecek kadar süresi kaldığını söyledi. sonra arkadaşıyla dinlenmeye çekilecekti.
benim burada olma nedenimi ise kısaca anlattı. saatlerim onlara iyi davrandığımı, onları anlamak için uğraştığımı zamana anlatmışlardı ve benim gibi birkaç kişi daha zaman evine kabul edilmişti. onlar da tıpkı benim gibi kendi hikâyelerini dinliyorlardı bir yerlerde.
bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. siz, ihanet ettiğiniz zamanın intikamına maruz kalan insanlara zaman evinin içinden sesleniyorum. ihanetiniz bitene kadar, ara sıra güneşe baktığınızda saatlerle dans eden beni görebileceksiniz gökyüzünde. ve ben, devinimsizliğe mahkûm fani bedenlerinizle hayatın orta yerinde dururken siz, insanlar; sizi bağışlaması için zaman, saatleri kurmaya devam edeceğim durmadan. ben kendi kahramanlığıma ulaştım, şimdi sıra sizde.
devamını gör...
kuran mucizeleri
bu konu hakkında youtube çöplüğünde görüp görebileceğiniz en kapsamlı ve düşündürücü türk videosu :
devamını gör...
histrionik kişilik bozukluğu
başlıktaki tüm tanımları okudum. herkes her şeyi yazmış bana bir şey bırakmamışlar. neyse ben de birkaç şey ekleyeyim bari.
bu kişilik özelliğine sahip insanların belirgin özelliği vardır.
devamlı ilgi odağı olmak isterler. ilgi odağı olmadıkları zaman çok rahatsız olurlar bu durumdan.
ilgiyi üzerlerine çekmek için dış görünüşlerini kullanırlar. yapmacıktırlar, gösterişi severler ve duygularını abartırlar. kendilerine saygısı olmadığı için başkalarının onayını beklerler sürekli. başkalarının onayına çok önem veren, duyguları hızla değişen, çabuk sıkılan bu kişilerin hayal kırıklığına da hiç tahammülü yoktur.
sürekli herkesin kendisini övmesini, güzel/yakışıklı bulmasını, beğenip onaylamasını istedikleri için her şeyi abartılı yaparlar bu yüzden de doğal görünmezler. dışarıdan rol yapan oyuncular gibi görünürler.
format gereği tanım: daima ilgiyi üzerine çekmek isteyen, onay bekleyen kişilerde ortaya çıkan bir tür kişilik bozukluğudur.
bu kişilik özelliğine sahip insanların belirgin özelliği vardır.
devamlı ilgi odağı olmak isterler. ilgi odağı olmadıkları zaman çok rahatsız olurlar bu durumdan.
ilgiyi üzerlerine çekmek için dış görünüşlerini kullanırlar. yapmacıktırlar, gösterişi severler ve duygularını abartırlar. kendilerine saygısı olmadığı için başkalarının onayını beklerler sürekli. başkalarının onayına çok önem veren, duyguları hızla değişen, çabuk sıkılan bu kişilerin hayal kırıklığına da hiç tahammülü yoktur.
sürekli herkesin kendisini övmesini, güzel/yakışıklı bulmasını, beğenip onaylamasını istedikleri için her şeyi abartılı yaparlar bu yüzden de doğal görünmezler. dışarıdan rol yapan oyuncular gibi görünürler.
format gereği tanım: daima ilgiyi üzerine çekmek isteyen, onay bekleyen kişilerde ortaya çıkan bir tür kişilik bozukluğudur.
devamını gör...
ekşi sözlük'ün son yıllardaki en büyük yazar alımını yapması
tam 3 yıl boyunca bekledim. dile kolay 3 yıl...
saçma sapan cinsel, siyasi, bilmem ne başlıklardan gına gelmişti. kafa sözlük ilaç gibi geldi valla. isterlerse herkesi yazar yapsınlar oraya geri döneceğimi sanmıyorum.
ey kafa sözlük sen nelere kadirmişsin meğer!
saçma sapan cinsel, siyasi, bilmem ne başlıklardan gına gelmişti. kafa sözlük ilaç gibi geldi valla. isterlerse herkesi yazar yapsınlar oraya geri döneceğimi sanmıyorum.
ey kafa sözlük sen nelere kadirmişsin meğer!
devamını gör...
32 yıla kadar hapis cezası isteminden ev hapsine
acaba bu kızcağız kararı veren hâkim in kızı olsaydı yine aynı kararı verir miydi ?
insandan hakim savcı bile olsa biraz vicdan olacak her şey kitapta yazan değildir, bu katil zaten suç makinası. beddua edeceğim neyse allah'a havale ediyorum , bütün adaletsiz leri.
insandan hakim savcı bile olsa biraz vicdan olacak her şey kitapta yazan değildir, bu katil zaten suç makinası. beddua edeceğim neyse allah'a havale ediyorum , bütün adaletsiz leri.
devamını gör...
hiç kimseyim
oldukça melankolik bir pinhani şarkısı. antidotu 'dön bak dünyaya'dır bana göre.
"yağmur her yağdığında bakardım yola
evim bu geçidin altında bakardım insanlara
geçip gider içimden rengarenk arabalar
ama hiç kimse dönüp bakmaz beni yok sayar
bi gün ölür gidersem kaza kurşunuyla
beni vuran her kimse çıkar birkaç gün sonra
oysa ben hiç kimseyim hiç olmadım
bir hastahanede kadavrayım hiç ölmedim
bir dünya varsa ben orda yoksam ben nerdeyim
ben de çok sevdim benim de var kalbim
vurun beni, soyun beni, kesin beni, çözün beni
gerçekten
yağmur her yağdığında bakardım yola
evim bu geçidin altında bakardım insanlara"
"yağmur her yağdığında bakardım yola
evim bu geçidin altında bakardım insanlara
geçip gider içimden rengarenk arabalar
ama hiç kimse dönüp bakmaz beni yok sayar
bi gün ölür gidersem kaza kurşunuyla
beni vuran her kimse çıkar birkaç gün sonra
oysa ben hiç kimseyim hiç olmadım
bir hastahanede kadavrayım hiç ölmedim
bir dünya varsa ben orda yoksam ben nerdeyim
ben de çok sevdim benim de var kalbim
vurun beni, soyun beni, kesin beni, çözün beni
gerçekten
yağmur her yağdığında bakardım yola
evim bu geçidin altında bakardım insanlara"
devamını gör...
sevgisiz büyümüş insan
çok zor bir hayat yaşamaya aday bir insandır. sevgiden korkar, kaçar, hep bir çekingenlik oluşur.
sevmeye de korkar, sevilmeye de. ama suçlu kendisi değildir.
çocukluk travmaları maalesef ömür boyu yakasındadır.
sevmeye de korkar, sevilmeye de. ama suçlu kendisi değildir.
çocukluk travmaları maalesef ömür boyu yakasındadır.
devamını gör...
kafa sözlük
beğeni ve fovori butonundan ziyade okundu butonuna ihtiyacı olan sözlüktür.
daha önce de söyledik bunu.
kabul ediyorum çok işe yarıyor bu durum sözlüğün çarkı çok iyi dönüyor, maşallah allah nazardan saklasın.
ama bu beğeni olayı milleti şaşkına çevirdi.
önemli olan tanımın kendisi bu noktada yazar değil.
söz konusu yazarın tanımıdır oylanmayı hak eden.
karma puana etkisi olmayan bir okundu butonu gelsin bakalım hangi yazar ne kadar okunuyor görelim.
upuzun tanım yazan yazarlarımız var, ben ne yapayım yazarın kendisini. sağlıklı huzurlu mutlu bir ömür geçirsin o ayrı ama ben tanımı için okuyorum.
geçenlerde bir yazar bana mesaj attı. sen nasıl benim tanımımı beğenirsin diyor bana. eleştirdiğim bir yazardı ve beğenim onu şaşırtmıştı.
sözlüğümüzde tanımlar hak ettiği değeri henüz bulmuş değil kanaatimce ve bir okundu butonu olsa işe yarayabilir.
daha önce de söyledik bunu.
kabul ediyorum çok işe yarıyor bu durum sözlüğün çarkı çok iyi dönüyor, maşallah allah nazardan saklasın.
ama bu beğeni olayı milleti şaşkına çevirdi.
önemli olan tanımın kendisi bu noktada yazar değil.
söz konusu yazarın tanımıdır oylanmayı hak eden.
karma puana etkisi olmayan bir okundu butonu gelsin bakalım hangi yazar ne kadar okunuyor görelim.
upuzun tanım yazan yazarlarımız var, ben ne yapayım yazarın kendisini. sağlıklı huzurlu mutlu bir ömür geçirsin o ayrı ama ben tanımı için okuyorum.
geçenlerde bir yazar bana mesaj attı. sen nasıl benim tanımımı beğenirsin diyor bana. eleştirdiğim bir yazardı ve beğenim onu şaşırtmıştı.
sözlüğümüzde tanımlar hak ettiği değeri henüz bulmuş değil kanaatimce ve bir okundu butonu olsa işe yarayabilir.
devamını gör...
arapların ilgisini çekmek için video yayınlayan işletmeler
sapancada bunlardan bolca bulabilirsiniz arapların parasına köle olmuş her bir işletme. öküz gibi bakıyorlar gelen kadınlara. iğrenç bir durum ama dur diyen yok aksine gayet memnun otel ve restaurantlar.
devamını gör...
nick değiştirmek neden bedava sorunsalı
(bkz: karpuz kabuğu)*
devamını gör...
bilgi kategorisi
akista bilgi içerikli tanım aramaya son, güzel özellik. şimdi bilgi içerikli tanım yazma vakti. bir tanım yazmak 30 saatimi alıyor ama olsun.
devamını gör...
zihinsel yorgunluk belirtileri
bir şey okurken anlamayıp, tekrar tekrar okumak durumunda kalmak.
birisi bir şey anlatırken, olaya adapte olamamak.
unutkanlık.
çabuk sinirlenmek.
sürekli uyku hali.
birisi bir şey anlatırken, olaya adapte olamamak.
unutkanlık.
çabuk sinirlenmek.
sürekli uyku hali.
devamını gör...
şehvet
yedi ölümcül günahtan bir tanesi. kişisel cinsel ihtiyaçlara yönelik isteklerin tamamına şehvet denir. şehvet bir duygudan çok cinsel isteklerin genellemesine verilen bir addır. başa çıkmak bir erdemlik gerektirir
devamını gör...
türkiye’de kahvehane cami kütüphane ve okul sayıları
bir okul açan bir hapishane kapatır diyor victor hugo ne güzel söylüyor.maalesef biz daha mahallesindeki okul ne ise oraya gitmek zorunda kalan nesiller büyütüyoruz. imkanı olan taşları deliyor o ayrı ama durumu olmayana okumak survivor bu bir gerçek.her gün uzun uzun yol katedeceksin gençliğini çalacaklar zekisen bile süründürücekler.. okul çok mühimken halen cami yapılsın derdindeyiz. kimse kimseyi kandırmasın camiler artık oyunuz x partiye diyenlerle doldu taştı. lütfen elinizdeki din kozunu yavaşça yere bırakın azıcık vicdan varsa o yüreklerde..
devamını gör...
