sizler de bilirsiniz ki hikaye demek eski zamanlar da yaşamış insanlar için her şeydi. kültürlerini bu hikayeler aracılığıyla yaydılar. o hikayelerin on binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelmesini sağlayan sevgili atalarımızın ruhları önünde saygıyla eğilerek şükranlarımı sunuyorum onlara.

bu hikayede tanrılara yer olmayacak. tamamen tanrıçalardan kurulu bir hikayedir bu. çünkü, tanrılar şanslarını kaybettiler. maalesef bunca yıl dünyamızı çok kötü yönettiler. şimdi sıra tanrıçalarımızda.

ben daha çok küçük bir çocuktum. etrafımda bir düzensizlik hakimdi. her şey gibi ben de düzensizdim. belirli bir şeklim şemalim yoktu. bunu sizlere nasıl anlatsam, bir kargaşa hali vardı. her şey birbirine karışmıştı. toz bulutları çoktu. oradan oraya sürüklenip duruyorduk. insanın başı olmadan başının döndüğünü düşünün işte öyle bir şeyler. ah tabiî ki bütün bunları hayal meyal hatırlıyorum.
bir gün bir şeylerin değişiyor olduğunu fark ettim. sanki başımın dönmesi geçiyor, toz bulutları dağılmaya başlıyor, beni deli eden bu kargaşa azalıyor gibi gelmeye başlamıştı. bir süre sonra bir ses duydum. o ses nerden geliyordu. ses neydi? ve bu sesi nasıl oluyor da duyuyordum? hatta nasıl oluyor da anlıyordum. bir mucize gerçekleşiyordu.
ah bu sesi hala ruhumun iliklerinde hissediyorum. konuşan toprak anamızdı. (bkz: gaia)bütün tanrıçaların soylarının dayandığı ilk tanrıçamız. ilk duyduğum sesti bu. o konuşurken şekiller belirip, toz bulutları ortadan kalkmaya başlıyordu. ellerimi görüyordum. görmek neydi. el neydi? bir şeyler görüyordum ama o zamanlar tanımlayamıyordum gördüklerimi. o güzelim ses konuşuyordu. ilginç bir şekilde söylediklerini anlıyordum. yaşamaktan, düzenden bahsediyordu. birlikte yaşamaktan. ama bunun için bazı kurallarımız olacak diyordu. ve bazı tanrıçalar göndereceğim size, yaşamayı öğretmesi için diye söylüyordu. aradan çok uzun zaman geçti ancak bunları hatırlayabiliyorum. gaia, onu anlamak çok zordu. hatta tam olarak anlayabilmek imkansızdı. ah bu aciz aklımla nasıl anlayabilirdim ki. o nasıl oluşmuştu? onun varlığı nereden gelmekteydi? bunları çok düşündüm uzun yıllar. onu anlayabilmek ancak o gibi olmak ile mümkündü. onun varlığı, tüm her şeyi başlatmaktı. her şey onun varlığından doğmuştu. evet bunu gözlerimle görmüştüm. her şeyi bilendi o. o demek her şeydi.

bizlere gönderdiği ilk tanrıçamız (bkz: demeter) di. bereket ve tarım tanrıçamız. yaşamak için bize gerekli olan besini o sağlayacaktı. ah ne kadar bilgili ve yardımseverdi. elini değdiği her şey çoğalıyordu. onun sayesinde karnımız doyuyordu. bizi sarıp sarmalıyor ve büyütüyordu.

toprak anamızın bizlere gönderdiği ikinci tanrıçamız (bkz: themis) olacaktı. kanunların örf ve adaletin tanrıçası. bizlere hep birlikte nasıl yaşayacağımızı anlattı. ne kadar güzel anlatıyordu tek tek. her şeyin kuralını öğretti bize. adaleti ve bazı durumlarda nasıl davranacağımızı anlattı.

sonra gaia bizlere, (bkz: hygieia) yı gönderdi. sağlık tanrıçamız olacaktı kendisi. hastalandığımızda bizi tedavi eden oydu. ah nasıl da herkes ile bir bir ilgilenirdi, hayran kalmamak mümkün değildi. zarafeti dilere destandı.

gaia bizler için her şeyi düşünüyordu mutlu bir yaşam sürmemizi istiyordu. ve birbirimizle daha uyumlu ve kardeşçe yaşamamız için bizlere (bkz: harmonia)yı gönderdi. bu nasıl bir saflık ve temizlikti. nasıl bir iyilikti. bizlere yardımlaşmayı iyiliği anlattı, tek tek gösterdi neler yapmamız gerektiği. onun sayesinde aramızda hiç kavga dövüş yaşanmadı.

her şeyi başlatan; sonrasında, bize (bkz: athena) yı gönderdi. zeka , sanat tanrıçası idi kendisi. ah çok sevdim sanatı. hayrandım ona. nasıl güzel şarkılar, müzikler öğretiyordu bize. resim nasıl yapılır onu da gösterdi bize. hep beraber tiyatro oyunları düzenledik. çok keyiflendirdi bizi.

sonra, toprak anamız bize zor zamanlarımızı kolayca atlatmamız için (bkz: elpis) i gönderdi. kendisi umut tanrıçamızdı. umudun nasıl önemli bir kavram olduğunu öğretti bize. güler yüzünü, zarafetini, kibarlığını bir an olsun kaybetmiyordu. ona hayran olmamak elde değildi.

her şeyi bilen son olarak bize (bkz: afrodit) i gönderdi. kendisi güzellik ve aşk tanrıçamız olacaktı. gaia bizim hayatımıza renk ve hareket getirmek istiyordu. heyecan nedir bilmezken bize heyecanı öğretti. ah çok güzel hissiyatları deneyimlememizi sağladı.

uzun yıllar gaia ve diğer tanrıçalarımız sayesinde çok mutlu hayat sürdük. ta ki, tanrılar denilen şeylerin ortaya çıkmaya başlamasına kadar. ah dostlar ondan sonrasını anlatmayayım. tanrılar ile birlikte başka değişik tanrıçalar da türedi. siz bundan sonrasını çok iyi biliyorsunuz. sevgiyle.
devamını gör...

kulaklıklar, telefonlar şarj edilsin;
her ihtimale karşı powerbank'ler hazır edilsin,
3 haftadır yorgun düşen rakı şişeleri raflara kalksın,
votkalar, schweppes'ler, sodalar, dolaplarda soğutulsun,
biracılar için patatesler, sosisler, cipsler hazır bulundurulsun,
''ay kız ben oynayamam, utanırım'' cılar bilhassa hazır olsun,
akşam komşulardan gürültü şikayetleri için peşinen özürler dilensin...
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir steve cutts kısa animasyon filmidir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
daha önce where are they now ve the turning point kısa filmleri için tanım yazdığım kısa film yönetmeni steve cutts’ın seveni de sevmeyeni de çok. ben ilk kısıma dahil oluyorum. ben bu yönetmenin dünyayı görüş şeklini de onu anlatma biçimini de beğeniyorum. ayrıca iyi animasyonlarına eklediği iyi müzikler de beni filmlerin içine alıyor.

şehirler insanlara dolu olduğu için tehlikeli yerlerdir. elbette eğer kapitalizmin korunaklı kucağında kendinize bir yer edinip dış dünya ile bağlarınızı koparmadıysanız.

hele ki geceleri! şehir nocturnal animals için bir savaş alanına dönüşür ve güneş utancından saklandığı andan itibaren ya avsınızdır ya da avcı. bunun ortası yoktur. insanların iki farklı yüzü vardır aslında şehirde ve gece takındıkları yüzü görmek bile istemezsiniz.

eğer bir av haline geldiyseniz gece bu mide bulandırıcı maskeli balodan kurtulup tertemiz bir şehre ulaşmak için bir tek yol vardır. bu yol herkes için kaçınılmaz olsa da tercih edilecek bir yol değildir asla.

steve cutts’ın karamsar ama içinde bir acaba umudu barındıran filmlerinden bir tanesi daha. bence bir beş dakika ayırıp izlemeye değer.

the walk home
devamını gör...

görmezden gelmektir, hiç var olmamış gibi hissettirmektir.
devamını gör...

biz aynı dili konuşuyoruz biz bile anlamıyoruz. elin almanı nasıl anlasın?
devamını gör...

dolaylı ya da direkt olarak gelecekle ilgilenen diğer bütün bilim dallarının aksine, geçmişle ilgilenen tek bilim. bir de kendisine bağlı olarak gelişen bilim dalları var tabi, onları saymıyorum, çünkü onların da yazgısı ister istemez tarih etrafında şekilleniyor.

bir uğraşının bir yandan alabildiğine eğlenceli, diğer yandan da olanca sıkıcı olabileceğini öğretmiştir bana. öğrenirken değil de daha çok öğrendiklerinin üzerine kafa yorarken eğlencelidir mesela.

malumunuz, pek sevilmez tarih. işte bunlar hep yanlış anlatılagelmiş olmasından. yıllarca beceriksiz tarihçiler ya da tarih öğretmenleri saçmasapan ezber istemleriyle insanların kafasını allak bullak ettiler. halbuki bu uğraşı nitelikli kılabilen şey, bilimsel değerlendirmenin aktif şekilde kullanılabilmesidir. demek istediğim şu; örneğin, istanbul'un fethi'nin 29 mayıs 1453 tarihinde gerçekleştiğini bilmek zerre işinize yaramaz. önemli olan fetihle birlikte avrupa'ya kaçan bilim insanlarının ve onların ardıllarının avrupa'da gerçekleştirdiği bilimsel devrimi düşünebilmek, aradaki bağı kurabilmek, anlamdırabilmektir. bunun sonucunda da osmanlı'nın aslında o meşhur fetihle birlikte bir nevi kendi ayağına sıktığını anladığınızda aydınlanırsınız. ama bizim memlekette işler öyle yürümez. kimse işin eğlenceli tarafıyla ilgili beyin fırtınası yapmanızı istemez sizden. 29 mayıs 1453'ü ezberleyeceksiniz, sanki google'da yapacağınız beş saniye bile sürmeyecek bir aramayla öğrenemeyecekmişsiniz gibi.

tarih sıkıcı değil esasında. sıkıcı insanlar uğraşıyor sadece, o kadar. gerçi nihayet son zamanlarda bir iki eğlenceli insan çıkıp popüler olabildi de genel kanı biraz biraz değişiyor sanki. değişsin de.

falan filan. her neyse. son derece kişisel bir sitem olarak kalsın bu da. sürçülisan ettiysek affola.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

edit: nikimize yakisan bir foto koyalim.
devamını gör...

üretirken. boyalarla haşır neşir olmuşken, hayal dünyanda kurduğun ne varsa kağıda dökebilmek, bir başına.
devamını gör...

başvuru tarihleri 4 şubat- 3 mart olan ösym'nin sınavıdır. ben de mezun olarak gireceğim nasipse.
devamını gör...

sevgili sailoreee sayesinde haberdar olduğum yazının tamamını görme ve okuma fırsatım oldu.iyi de oldu.
bir anlık bile olsa terör sevici,destekleyici,vatan haini vb kelimelerin dışında tutup herhangi birinin yazdığı bir iç döküş olarak okudum yazıyı.(çünkü benimle tamamen zıt ideolojilere sahip bir insan)
bergen filmini de izlemedim ama herkes kadar hayat hikayesini biliyorum ve ancak bu kadar güzel bir yazı ile bahsedilebilirdi filmden diyorum.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
"okumayı bıraktığın gün sonbahardır.
ertesi gün cehâletin kışı başlar."
devamını gör...

aşık olmayı özlemek mi ? buna ne söylenebilir pek de bilemiyorum ama şöyle tarif etmek mümkün olabilir.

bazen biri için heyecanlanmak, o kişiyi düşünmeden an geçirememek, asla ve katiyen yapamam dediğin şeyleri yapmak ne güzel birşeydir diye düşünüyorum şu sıralar. ve aşkı özlemek mi bilemem ama eskiden olan kalp çarpıntılarını, midede kelebeklerin uçuşuyor olması hissini, eline koluna heyecandan hakim olamamayı, görünce gözlerin içinin gülmesini ve ışıl ışıl parıldamasını özlüyorum. keşke biri için kalbim yeniden bu şekilde atsa, aynı heyecanları yeniden yaşasam diyorum kendime.

sonra bir anda gerçek hayata dönüyorum. geçmiş üzüntüler aklıma geliyor. hayal kırıklıkları, yaşanmış acılar, kırgınlıklar, gözyaşları, aldatılmışlıklar içimi, beynimi kemirmeye başlıyor. amaaaann boşver, ne gerek var aşka falan deyip konuyu kendi içimde sindiriyor, kapatıyorum.

kimseyi o aptal gülümsemeden, kalp çarpıntısından, gözlerin ışıldamasından, midede uçuşan kelebeklerden korkup, insanlardan kaçacak kadar kırmayın. herşey geçer, biter. sizi unutur aklına bile gelmezsiniz ama yaptıklarınız yüzünden tekrar aşık olmaktan korkacak bir insan bırakmayın arkanızda. kimsenin ah'ına sebep olmayın...
devamını gör...

dilimde şarkıların gündüz gece
deli gibi aşığız fenerbahçe
bu dünyayı yakarız senin için
şampiyonluk gelince
devamını gör...

yan yana geldiklerinde anlamsız görünebilecek gibi olsalar da üçünü bir arada yaşadığımızda ankaradan zonguldak’a gidişimiz esnasında iki arkadaşım ile birlikte bize muazzam bir anı bırakan olaylardır.

bir gece maltepe’de bürodan bozma evde arkadaşım sezgin ile otururken aklımıza konya’ya gitme fikri geldi. hava sıcaktı ama ankara çok daha sıcaktı. bu anlamsız fikir üzerinde uzun uzun tartıştıktan sonra ortak bir kararla zonguldak’a gitmeye karar verdik ama bu esnada saat çoktan 19.30 civarına gelmişti. hemen hazırlandık ve evden çıktık.

dünyadan haberimiz olacak kadar ayık kaldığımız anlarda zaten ben kitap okuduğum, sezgin’de saçma sapan iddialara girmekle meşgul olduğu için ertesi gün yerel seçimler olacağından habersizdik. hemen diğer arkadaşımız sercan’ı aradık ve zonguldak’a gittiğimizi söyledik. beşiktaş’ın kupa maçını izlemek üzere kızılay’da olan sercan hemen geleceğini söyledi. bu kimseye tuhaf gelmedi. ne bizim zonguldak’a gidiyor oluşumuz ne de onun hemen bunu nedenini bile sormadan kabul edişi.

sercan da geldiğinde hemen otostop çekmeye başladık. otostopu tercih etmemizin birkaç nedeni vardı. ilk neden arabamızın olmamasıydı, ikinci neden paramızın olmamasıydı, üçüncü neden ise bu kadar anlamsız bir seyahati daha anlamsız kılma gerekliliği idi.

kızılcahamam’a varana kadar bindiğimiz araçtaki angara bebesi bizi sivil polis olduğuna inandırmak için elinden geleni yaptı. telefonuyla çıkardığı telsiz sesini yemiş gibi yaparak tuhaf sorular sorduk ve kendisi de yeşil kod adlı olduğu için bu soruları geçiştirdi. kızılcahamam’da arabadan inince bir yol üstü lokantada bir çorba ve bolca ekmek istedik çünkü paramız bir çorbaya yetiyordu sadece. lokantacı abi parayı aldı ve bize üç çorba, bir salata ve bir atı doyuracak kadar ekmek verdi.

kızılcahamam’a kadar gelmiş olmak bize bir güç verdi sonuçta bu kadar yolu sadece beş saatte gelmiştik. bir saatlik yolu beş saatte gelince bir özgüven geldi bize ve yol kenarında otostop çekerken bir yandan da patlak bir topla oynamaya başladık. o esnada yanımızda bir araç durdu. camları filmli, arkasında üç hilal olan bir doğan. içindeki bebelerden biri ne yaptığımızı sordu. biz de söyledik. saatten haberimiz olup olmadığını sordu. saate bakıp bir dedik. “nah bir” dedi. “saat iki oğlum, ileri alındı saatler” dedi. sonra orda dolaşmamamız gerektiğini söyledi ve gitti.

biz de yürüdük. hem saatler ileri alınmıştı, hem ertesi gün yerel seçimler vardı ve hem de bizim zonguldak’ta ne bir tanıdığımız vardı ne de daha önce zonguldak’a gitmişliğimiz. yol boyu birkaç araca daha binip zonguldak’a vardık. girer girmez bir amcaya denizin ne tarafta olduğunu sorduk. bu arada saat sabah on olmuştu. amca bize sövmedi aslında ya da içinde küfretti. denizi bulduk. camdan bir kafeye gittik bizi içeri almadılar. etkin pişmanlık yasasından yararlanmış gibiydik çünkü.

sercan’ın babasının kredi kartının ek kartını kullanarak birer çay içtik. sercan bir şiir kitabı aldı. ben tabanlarımın topladığı su ile bir kilo falan ağırlaştım. sezgin zonguldak’ta yaşayan sınıf arkadaşlarımızdan biriyle buluştu. meğer o arkadaşımız sezginin bize söylemediği kız arkadaşı imiş. o, denize karşı romantik romantik sevgilisi ile otururken biz de sercan’la bu aşkın ızdırabını ne yapacağımızı düşündük. benim bir fikrim vardı aslında.

sonra trene bindik ve ankara’ya döndük. garda birbirimizden ayrıldıktan sonra ben yenimahalle’deki evime, sezgin maltepedeki evine, sercan da kız arkadaşının yanına gitti. bir hafta kadar konuşmadık. ben o bir hafta boyunca otostop çektiğim bir araçta önüme konan sandığa i.melih gökçek için oy kullandığımı ve bu işlemin sürekli geriye alınarak tekrarlandığını gördüm rüyamda.
devamını gör...

trier'in golden heart triolojisinin ilk filmi, ayrıca dogma 95 hareketi sonrası da çektiği ilk filmdir. 1996.

emily watson'ın (bess) tanrıyla olan konuşmaları/hesaplaşmaları efsanedir. chapter geçiş müzikleri de harikadır.

bir dogville ya da epidemic ya da melancholia değildir. ağlamatmalı zırtlatmalı gözle bakıldığında bi dancer in the dark da değildir.


kilise, dolayısıyla toplumun kadına bakış açısı yansıtılırken çok göze sokuluyor verilmek istenen negatiflik. sal abi, alttan versen keşke böyle şeyleri avrupa üçlemesindeki filmlerin gibi. mesela köydeki kilisenin çana bile ihtiyacı olmamasından köylülerin aşırı derecede dindar oldukları anlaşılıyor. bunun gibi bir mevzu din (kilise) - kadın conflictini daha çarpıcı yansıtabilirdi. sen yapardın reis, niye yapmadın??

genel olarak ağlak bi film olduğu addedilmiş. bu kadar mı primitifsiniz diye soruyorum ben de. film lan. ayrıca bu aşka ağlanır mı, mide bulandırıcı ve hastalıklı anasını satıyım..

bess - hz isa benzerliği şu yönden sorunlu sanki, tamam bess ablamız da dindar, takva sahibi gibi gibi falan ama sonrasında o yoldan çıktığı çok net, her ne kadar kendisi bunu eşine iyilik yapar gibi düşünsene de öyle olmadığı açık, mallıktan başka bi şey değil.. galiba bi yerde de pişmanım tarzında bi cümle kuruyordu. isa babamız böyle değildi.

ayrıca bess'i bu kadar manyak yapan şeylerden biri de psikopatça dindar olmasıdır.
devamını gör...

beraber gideceği insanların bütçesini düşünmeden bencilce karar almaya çalışan insanlar.
sürekli söylenen insanlar.*
gitmeyi teklif ettiğiniz her yere gitmeye üşenmesi.
tahammül edilmez yahu böyle insanlara. devam ettirebilirsiniz.
devamını gör...

masum, sevimli, güzeldi. taa ki onun da başka bir kızın montunun yanına astığını fark edene kadar.
devamını gör...

aslında itiraf değil ama kizamadigim için kimseye buraya yazıyorum.

hayat neden bu kadar acımasız be sözlük? neden hep garibe oluyor olan.

iş yerinde genç bir calisan var. pırıl pırıl bir cocuk. işe girdi üzerine dünyanın işini yigip güldüler, ses çıkarmadı. anadolu'dan bizim oralardan gelme şivesini tavrını giyimini eleştirdiler güldü geçti. samimi olduk,ben sigara içerken sohbete yanıma gelirdi. kardeşi varmış iki kez kanseri yenmiş 20 yaşında. gene şükür dedi.

şimdi bir haftadır yoktu. sordum nerede bu çocuk. kardeşini yoğun bakıma almışlar o yüzden memlekete gitti dediler. kanser tekrar nuksetmis. tedavi olmak istememiş çocuk. tedaviye karar verdiğinin ertesi gün yoğun bakıma girmiş.

bu çocuk ilk maaşıyla kredi çekip köy yerinden hastaneye ulaşım zor oluyor kardeşim rahat yüzü görsün diye araba almıştı eski model. daha arabaya binip deniz kıyısına gidemediler. belki hiç gidemeyecekler.

yani ben ne diyeyim sözlük.
devamını gör...

efsanevi bir oyunun sinemaya uyarlanması. 1995 ve 1997 yıllarında çekilmiş bulunan iki adet filmi daha mevcuttur ama vasatı geçmemiştir. yeni film ise oldukça merak uyandırıcı ve beklentileri karşılıyacak gibi duruyor . çocukken ataride oynadığımız ve nice oyunu çıkmış bir efsaneyi sinemada görmek oldukça mutlu ediyor.

merak edenler için mortal kombat evrenini anlatan bir kaynak bir bırakıyorum buradan okuyabilirsiniz
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim