kadın yaratılışta yarım kalmış bir erkektir
aristo da yarım kalmış bir tosttur.
devamını gör...
iskoç aksanı
eğer ingilizce bildiğinizi düşünüyorsanız kendinizi sorgulamanıza sebep olabilecek aksandır. bizden örnek vermek gerekirse ege şivesi gibidir demek yanlış olmaz sanırım.* dinlemesi (anlamayınca cevap da verilemiyor doğal olarak) oldukça zevklidir. cümleleri soru sorar gibi bitirirler ve anlamsız bir biçimde uzatırlar.
hey: ahoy
who: whae
where: whaire
yes: aye
sesli komutla çalışan bir asansörde mahsur kalan iki iskoçyalı için;
urlalı'nın ukdesi.
hey: ahoy
who: whae
where: whaire
yes: aye
sesli komutla çalışan bir asansörde mahsur kalan iki iskoçyalı için;
urlalı'nın ukdesi.
devamını gör...
mind your language
1977 yılında ingiltere'de yayınlanmaya başlayan aşırı komik bir sitcom dizisi.
1977-1979 yıllarında yayınlanmış, 1985'te tekrar canlandırılmak istenmiş ama ilk seferki kadar ilgi görememiştir. dizi, ingiltere'ye yeni göç etmiş yetişkinler için açılmış bir akşam dil okulu sınıfında geçmektedir. karakterler çeşitli milletlerden oluşmaktadır. esprileri anlamak için iyi seviyede ingilizce bilmek gerekir. eğer ingilizceniz iyi seviyedeyse bol bol kahkaha atacağınıza garanti verebilirim. soğuk savaş döneminde çekildiği için o dönemdeki doğu-batı gerilimine ait espriler de mevcuttur ki karakterlerden biri çinlidir ve sürekli komünizm propogandası yapmaya çalışmaktadır.
yalnız dizide karakterlerin milliyetleri ile ilgili şakalar da bol bol kullanıldığından günümüzde politik doğruculuk sebebi ile bu tarz bir yapımın yapılması yada televizyonlarda gösterilmesi pek mümkün değildir. örneğin pakistanlı karakterin ten rengi ve pakistan-hindistan çekişmesi malzeme olarak kullanılmıştır. japonların sürekli fotoğraf çekmesi, italyan erkeklerinin çapkınlığı, fransız kadınlarının hafif meşrep olması da öne çıkarılan özelliklerdendir.
ayrıca komşumuz yunanistan'dan ingiltere'ye göç etmiş bir karakter de bulunuyor.
ama içiniz rahat olsun, türk karakter yok. şen kahkahalar dilerim.
1977-1979 yıllarında yayınlanmış, 1985'te tekrar canlandırılmak istenmiş ama ilk seferki kadar ilgi görememiştir. dizi, ingiltere'ye yeni göç etmiş yetişkinler için açılmış bir akşam dil okulu sınıfında geçmektedir. karakterler çeşitli milletlerden oluşmaktadır. esprileri anlamak için iyi seviyede ingilizce bilmek gerekir. eğer ingilizceniz iyi seviyedeyse bol bol kahkaha atacağınıza garanti verebilirim. soğuk savaş döneminde çekildiği için o dönemdeki doğu-batı gerilimine ait espriler de mevcuttur ki karakterlerden biri çinlidir ve sürekli komünizm propogandası yapmaya çalışmaktadır.
yalnız dizide karakterlerin milliyetleri ile ilgili şakalar da bol bol kullanıldığından günümüzde politik doğruculuk sebebi ile bu tarz bir yapımın yapılması yada televizyonlarda gösterilmesi pek mümkün değildir. örneğin pakistanlı karakterin ten rengi ve pakistan-hindistan çekişmesi malzeme olarak kullanılmıştır. japonların sürekli fotoğraf çekmesi, italyan erkeklerinin çapkınlığı, fransız kadınlarının hafif meşrep olması da öne çıkarılan özelliklerdendir.
ayrıca komşumuz yunanistan'dan ingiltere'ye göç etmiş bir karakter de bulunuyor.
ama içiniz rahat olsun, türk karakter yok. şen kahkahalar dilerim.
devamını gör...
kafa sözlük
hemen en sevdiğim bkz ile entryme giriş yapıyorum:
(bkz: vay anam vay neler dönmüş serhat ya)
cidden neler oluyor böyle yahu bir an için elf gözlerim halis mi görüyor, bu yazılanlar bu kaos gerçek olamaz diye kuşkuya düştüm. resmen şansa yaşıyoruz...
allahtan yalnızca kaliteli içerik paylaşan sevdiğim yazarlarla iletişim halindeyiz. kenardan kendilerince tanımlar girmeye devam ediyorlar zaten. takip sekmeme bakılırsa kuşlar, cıvıltılar sükunet var, akışa ya da gündeme geçince mahşer yeri. tc sınırları içerisine hapsedilmiş işviçre gibiler canlarım...
10milyonuncu kere yazılmış ama eklemeden edemeyeceğim; sözlük iletişimi sözlükte kalmalı fazlası zarar, yapman guzum.
(bkz: vay anam vay neler dönmüş serhat ya)
cidden neler oluyor böyle yahu bir an için elf gözlerim halis mi görüyor, bu yazılanlar bu kaos gerçek olamaz diye kuşkuya düştüm. resmen şansa yaşıyoruz...
allahtan yalnızca kaliteli içerik paylaşan sevdiğim yazarlarla iletişim halindeyiz. kenardan kendilerince tanımlar girmeye devam ediyorlar zaten. takip sekmeme bakılırsa kuşlar, cıvıltılar sükunet var, akışa ya da gündeme geçince mahşer yeri. tc sınırları içerisine hapsedilmiş işviçre gibiler canlarım...
10milyonuncu kere yazılmış ama eklemeden edemeyeceğim; sözlük iletişimi sözlükte kalmalı fazlası zarar, yapman guzum.
devamını gör...
az tanım girmesine rağmen karma puanı yüksek olan yazarlar veri tabanı
ben ortami biraz daha kizistirayim o zaman. bazi yazarlarin balon gibi sisirildigini dusunuyorum. tanimlamalarina bakiyorum; ironi yok, yazim tarzinda bir estetik yok, bakis acisinda bir farklilik yok ama resmen fenomen ilan edilmis. eksi sozlukten kalemi saglam bir iki arkadasim var, onlari buraya transfer etmeyi dusunuyorum (henuz ikna olmadilar) ortaligin tozunu dumanini artirma olasiliklari hayli yuksek yalniz.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının gördüğü en saçma rüya
dün gece cringe’lerden cringe’lere koştuğum rüyalardır. hatırladıkça bir gülme tutuyor beni. dedim olmayacak, en iyisi bir girdi yazayım da okuyanlar da benim yerime utansınlar azıcık. *
o zaman başlıyorum;
üniye gidiyorum, gitmişim ve gitmekteyim. her zamanki gibi en ön sol taraftaki sırada yerimi almışım. inek olduğumdan değil, gözüm görmüyor arka sıralardan. gelmiş ders arası çatmış. herkeslerde bir muhabbet bir goygoy. ben ise öyle garip garip tahtaya bakınıyorum. bu arada hemen sağımda iki sıra ötede bir hanım oturuyor ve içten içe vurulmuşum kendisine. gözlerimden kalp çıksa yeridir yani. gerçi hiç de belli etmiyorum ve soğuk soğuk takılıyorum. sıfır muhabbet, sıfır hareket. derken sınıfta bir şamatadır kopuyor ve bu hanım elindeki kitabı arkaya doğru fırlatıyor. arkadakinin kafasından “bonk” diye seken kitap benim önüme düşmesin mi…(fizik kuralları çöpte bu sırada)
beni bir heyecan basıyor, acele acele kitabın adına bakıyorum falan. kırmızılı kırmızılı.. en sevdiğim…
neyse efendim o an geliyor. önünde hiç yoktan bir adet kırmızı gül peydah oluyor. ben de romantik olacağım ya, hemen kimseciklere göstermeden gülden bir yaprak koparıyorum ve çevik bir hareket ile kırmızı kitabın arasına sıkıştırıyorum. akla bak, hanımefendi hemen farketmesin diye de kitap ayracının olduğu sayfanın çok çok ötesine koyuyorum. zeka fışkırıyor maşallah. çöpteki fizik hortluyor ve kendimi bir an için zeki bir birey olarak düşünüyorum. içimden diyorum ki “şimdi görmez, anca eve gidince fark eder, gülümserse ne mutlu, o bile bana yeter.”
ama kader ağlarını örmüş çoktan. bahse konu hanım alıyor kitabı ve başlıyor çevirmeye.. neden ki ey hanım, diyorum içimden. görüyor da gül yaprağını. şaşırıp soruyor; kim koydu ki bunu, diye. işte o anda arkada oturan be kitabın kafasından “bonk” diye sektiği yakın arkadaşım olaya giriyor ve sınıfın popüler çocuklarından birini işaret ederek; o koydu gülü, gördüm diyor… ben şok, ben bitik…
işbu popüler eleman da inkar etmiyor ve evet diyor. “ne eveti popüler çocuk ne eveti?!” diyorum içinden. olay burada bitse iyi. hanımefendi de gülmesin mi popi çocuğa. benim içimde ısıya duyarlı bir füze geziniyor ve kalbimde infilak ediyor sanki. velakin dışımdan çok neşeliyim, gülüyorum ve hatta şakalar yapıyorum konu ile alakalı. istemeden de olsa bir yuva kurmuş gibi de mağrurum aynı zamanda.
içime en çok oturan şey ise kitabın adını hatırlayamamak oluyor.
sen kim, romantik olup kitap aralarına gül koymak kim ey bubble. bak yine cringe oldum. *
o zaman başlıyorum;
üniye gidiyorum, gitmişim ve gitmekteyim. her zamanki gibi en ön sol taraftaki sırada yerimi almışım. inek olduğumdan değil, gözüm görmüyor arka sıralardan. gelmiş ders arası çatmış. herkeslerde bir muhabbet bir goygoy. ben ise öyle garip garip tahtaya bakınıyorum. bu arada hemen sağımda iki sıra ötede bir hanım oturuyor ve içten içe vurulmuşum kendisine. gözlerimden kalp çıksa yeridir yani. gerçi hiç de belli etmiyorum ve soğuk soğuk takılıyorum. sıfır muhabbet, sıfır hareket. derken sınıfta bir şamatadır kopuyor ve bu hanım elindeki kitabı arkaya doğru fırlatıyor. arkadakinin kafasından “bonk” diye seken kitap benim önüme düşmesin mi…(fizik kuralları çöpte bu sırada)
beni bir heyecan basıyor, acele acele kitabın adına bakıyorum falan. kırmızılı kırmızılı.. en sevdiğim…
neyse efendim o an geliyor. önünde hiç yoktan bir adet kırmızı gül peydah oluyor. ben de romantik olacağım ya, hemen kimseciklere göstermeden gülden bir yaprak koparıyorum ve çevik bir hareket ile kırmızı kitabın arasına sıkıştırıyorum. akla bak, hanımefendi hemen farketmesin diye de kitap ayracının olduğu sayfanın çok çok ötesine koyuyorum. zeka fışkırıyor maşallah. çöpteki fizik hortluyor ve kendimi bir an için zeki bir birey olarak düşünüyorum. içimden diyorum ki “şimdi görmez, anca eve gidince fark eder, gülümserse ne mutlu, o bile bana yeter.”
ama kader ağlarını örmüş çoktan. bahse konu hanım alıyor kitabı ve başlıyor çevirmeye.. neden ki ey hanım, diyorum içimden. görüyor da gül yaprağını. şaşırıp soruyor; kim koydu ki bunu, diye. işte o anda arkada oturan be kitabın kafasından “bonk” diye sektiği yakın arkadaşım olaya giriyor ve sınıfın popüler çocuklarından birini işaret ederek; o koydu gülü, gördüm diyor… ben şok, ben bitik…
işbu popüler eleman da inkar etmiyor ve evet diyor. “ne eveti popüler çocuk ne eveti?!” diyorum içinden. olay burada bitse iyi. hanımefendi de gülmesin mi popi çocuğa. benim içimde ısıya duyarlı bir füze geziniyor ve kalbimde infilak ediyor sanki. velakin dışımdan çok neşeliyim, gülüyorum ve hatta şakalar yapıyorum konu ile alakalı. istemeden de olsa bir yuva kurmuş gibi de mağrurum aynı zamanda.
içime en çok oturan şey ise kitabın adını hatırlayamamak oluyor.
sen kim, romantik olup kitap aralarına gül koymak kim ey bubble. bak yine cringe oldum. *
devamını gör...
eşin erkek jinekoloğa gitmesine izin vermek
genelde izin vermeyenler sapık zihniyetine sahip kişilerdir ve kız çocuklarını okutmayıp, "garıma gadın dohtor bahsın, yohsa bahmasın" diyen cahillerdir. hiç bir mesleğin cinsiyeti yoktur, mesleklere cinsiyet yükleyenlerin de yukarıdaki örnekten bir farkı yoktur.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının ilk aşkları için yaptıkları
önceden bir zaman, onu biraz daha görüp, onunla konuşabilmek için bir okul çıkışı kendisiyle beraber 1 saat yol gidip evin yolunu şaşırmamdır. ondan 3 durak önce inmem gerekiyordu aslında. bana neden inmediğimi sorunca ise: "benim de orada işim vardı" dedim ve onunla aynı durakta ininceye kadar eşlik etmeye devam ettim.
o eve gitmeden önce biraz kordon boyunca yürüyüp biraz daha konuştuk. birbirimize "sonra görüşürüz" demeden önce, en son birazcık da deniz kenarına oturup biraz daha konuşmaya karar verdik. aradan 15 dk civarı bir süre geçtikten sonra bana ne anlattı biliyor musunuz? "sevgilisiyle olan kavgalarını". orada, sevdiğimin yanında onun üç yıllık sevgilisi olduğunu öğrendim. akşam olana değin onu teselli ettim, dertlerini dinledim. umarım onu birazcık da olsa içini ferahlatabilmiş, bir nebze mutlu olarak eve dönmesine yaramışımdır diyorum şimdi...
veda ettikten sonra evin yolunu tuttum. tam ben giderken bir bulut üzerime doğru ağlamaya başladı, doğa ana bile bana üzüldü sanıyorum.
o eve gitmeden önce biraz kordon boyunca yürüyüp biraz daha konuştuk. birbirimize "sonra görüşürüz" demeden önce, en son birazcık da deniz kenarına oturup biraz daha konuşmaya karar verdik. aradan 15 dk civarı bir süre geçtikten sonra bana ne anlattı biliyor musunuz? "sevgilisiyle olan kavgalarını". orada, sevdiğimin yanında onun üç yıllık sevgilisi olduğunu öğrendim. akşam olana değin onu teselli ettim, dertlerini dinledim. umarım onu birazcık da olsa içini ferahlatabilmiş, bir nebze mutlu olarak eve dönmesine yaramışımdır diyorum şimdi...
veda ettikten sonra evin yolunu tuttum. tam ben giderken bir bulut üzerime doğru ağlamaya başladı, doğa ana bile bana üzüldü sanıyorum.
devamını gör...
mutlak butlan
hukukun aradığı şartları taşımasına rağmen, kanunun emredici hükümlerine aykırı bir durumu ortaya çıkarması durumudur.
örnek verecek olursak; çemişgezek belediyespor'un başına akli dengesi yerinde olmayan bir başkan getiriliyor. bu başkan önüne geleni transfer ediyor. mukavele imzalıyor ve mutlak butlan burada devreye giriyor, akıl yoksa mukavele de yok diyerekten işlemi geçersiz kılıyor.
örnek verecek olursak; çemişgezek belediyespor'un başına akli dengesi yerinde olmayan bir başkan getiriliyor. bu başkan önüne geleni transfer ediyor. mukavele imzalıyor ve mutlak butlan burada devreye giriyor, akıl yoksa mukavele de yok diyerekten işlemi geçersiz kılıyor.
devamını gör...
yazarların şu an dinledikleri şarkı
devamını gör...
insanı deli eden sesler
korna sesi. böyle daaat sesini duyunca beyin hücrelerim can çekişiyor.
devamını gör...
dedesinin mezar taşını okuyamayan tek toplum
dedem de benim ilkokul defterimi okuyamıyordu. ödeştik.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
devamını gör...
normal sözlük'ün reklam almaya başlaması
gösterilen reklamlar her sitede olduğu gibi google adsense tarafından otomatik gösteriliyor. yani çıkan reklam tamamen sizin tarama geçmişinize konumunuza vb. parametlere göre google tarafından belirleniyor. biz herhangi bir marka ile anlaşmadık.
devamını gör...
la llorona
latin amerika geleneğinin en korkunç ve gizemli figürlerinden biri olarak bilinen la llorona, bölgedeki birçok ülkede temsil edilen ve hatta dünyanın diğer bölgelerindeki ülkelerde bile izi sürülebilen bir karakterdir. la llorona, bir talihsizlik yaşamış ve cevaplar aramak, düzeni ve huzuru bozmak için yaşayanların dünyasına geri dönen bir kadındır.
efsanenin kökeni: üzüntü ve acı
bir ülkenin veya bölgenin kültürünün parçası olan tüm efsaneler, insanların mantıklı bir açıklama bulamadıkları soruları hayal gücüne dökme yollarıdır.
la llorona, ölülerin dünyasından dönen ve çocuklarını yaşarken öldürdüğüne inanılan (bazı geleneklerde çocuklarını öldürmediği ancak karanlık koşullarda onları kaybettiği belirtilir), ve onları kendisiyle götürmek için arayan bir kadın figürüdür. bu karakter yaşayanların dünyasında varlığını çocuklarını kaybettiği için çektiği acının hıçkırıkları ve acı dolu şarkılarla gösterir. bu efsanenin kökeni muhtemelen geceleri duyulan doğa seslerine ve bu sesleri açıklamak için anlatılan hikayelere dayanmaktadır.
la llorona'nın öyküsü, ülkeden ülkeye ayrıntılı olarak farklılık göstermektedir. aslında, bu hikayeye sahip her latin amerika ülkesi, hikayeyi ana karakterin adını değiştirerek anlatır. ancak bu hüzünlü ve çaresiz kadın figürünün gece nehir, bataklık, akarsu veya lagün gibi boşluklarda bulunması gibi tüm hikayelerde merkezi ve tekrarlanan unsurlar da bulunmaktadır.
birçok analist ve uzman, bu efsanenin latin amerika halkları tarafından aborjin geleneklerinden aldığını iddia ediyor. bu geleneklerde la llorona adında bir tanrıçanın varlığının kişinin kendi çocuklarının ölümü anlama geleceğine inanılırdı ve bu yüzden kendisinden kaçınmak için farklı yollara başvurulurdu.
kaynak
devamını gör...
konuşurken tüküren tip
bulunduğumuz pandemi dönemind pek de mümkün olmayan durum. malum herkes maske takıyor. konuşurken tükürük sıçratsa da partekülleri fazla uzağa gidemez sanırım.
devamını gör...
neşeli hayat
yılmaz erdoğan’ın yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı türk filmidir.
bu zamana kadar oynadığı filmlerinde benim en başarılı bulduğum yılmaz erdoğan performansıdır. rıza şenyurt karakterini o kadar iyi canlandırmış ki yılmaz erdoğan filme müthiş bir gerçekçilik katmış bu performans.

büşra pekin ve ersin korkut’un katkısı da azımsanacak kadar değil elbette ancak filmi tek başına yılmaz erdoğan taşımış sanki. filmin aynı zamanda senaristi de olan yılmaz erdoğan biraz kendine kıyak yapmış bu filmde.
neşeli hayat aslında bir saadet zincirinin adı. benim yalnız ve güzel ülkemin kalabalık ve o kadar da güzel olmayan insanlarının çoğu emek vermeden para kazanmak derdinde olduğu için mütemadiyen para kaptırmakta bu zincirlere. son zamanlarda da nur topu gibi bir tosuncuk silkeledi kısa yoldan zengin olma hayalleri kuran uyanıkları.
işte böyle bir saadet zincirinin tuzağına düşen, ekonomik krizden darbe yemiş ve üstüne bir de ailevi sorunlarla boğuşan rıza şenyurt bir yılbaşı dönemini noel baba olarak geçirmek zorunda kalır ve kesinlikle izlenmeye değer bir film çıkar ortaya.

güzel bir yılbaşı masalıdır neşeli hayat ve çocukların inandığı masallar esasında gerçektir.
bu zamana kadar oynadığı filmlerinde benim en başarılı bulduğum yılmaz erdoğan performansıdır. rıza şenyurt karakterini o kadar iyi canlandırmış ki yılmaz erdoğan filme müthiş bir gerçekçilik katmış bu performans.

büşra pekin ve ersin korkut’un katkısı da azımsanacak kadar değil elbette ancak filmi tek başına yılmaz erdoğan taşımış sanki. filmin aynı zamanda senaristi de olan yılmaz erdoğan biraz kendine kıyak yapmış bu filmde.
neşeli hayat aslında bir saadet zincirinin adı. benim yalnız ve güzel ülkemin kalabalık ve o kadar da güzel olmayan insanlarının çoğu emek vermeden para kazanmak derdinde olduğu için mütemadiyen para kaptırmakta bu zincirlere. son zamanlarda da nur topu gibi bir tosuncuk silkeledi kısa yoldan zengin olma hayalleri kuran uyanıkları.
işte böyle bir saadet zincirinin tuzağına düşen, ekonomik krizden darbe yemiş ve üstüne bir de ailevi sorunlarla boğuşan rıza şenyurt bir yılbaşı dönemini noel baba olarak geçirmek zorunda kalır ve kesinlikle izlenmeye değer bir film çıkar ortaya.

güzel bir yılbaşı masalıdır neşeli hayat ve çocukların inandığı masallar esasında gerçektir.
devamını gör...
kendini sevmek
altı yaşından beri kilo alıyorum her yıl. öncelikle en yakınlarım daha sonrasında çevrem, akranlarım ve toplumun geri kalanı tarafından sürekli dışlandım, alay edildim, kendilerinin bile uygulamadığı öğütleri dinlemek zorunda kaldım, diyetisyen kapılarında sürünen küçücük bir çocukken bana yasak edilen besinlerin akranlarımın önüne nasıl dizildiğini seyrettim.
iriydim, yaşıtlarıma göre o zamanlar uzundum. vücudum büyük görünüyor diye yaşıma uygun muamele göremedim. dokuz yaşındaysam on dört yaşında gibi davrandılar, on dört isem yirmi gibi davrandılar. eğitimli eğitimsiz, kötü niyetli iyi niyetli fark etmeksizin yıllarca insanların böyle davranışlarına maruz kaldım.
çocuk gibi hissedemedim. ergen oldum ergen gibi hissedemedim. liseye geçtiğim ilk yıl saçımı topuz yaptım hiç açmadım. sevmediğim, uğraşmak istemediğim ya da sadece sıcaktan dolayı açmadım zannediyordum bu yaşıma kadar ama öyle değilmiş. o yıl kapatmışım kendimi dünyaya. ınsanların dünyaya kendilerini kapatmaları için illa on saat yataktan çıkmamalarına, yemek yememelerine veya bileklerini kesmelerine lüzum yokmuş. bir saç bile ne kadar şey anlatabiliyormuş.
kiloluyum diye kendimi teyze gibi hissettim yıllarca.
kendimi beğenmezdim, beğenmediğim için sevmezdim de. kendime özen göstermezdim. hep eksik ve yetersiz bulurdum kendimi.
gel zaman git zaman hayatıma sosyal medya girdi.
hoşuma giden, paylaşımlarını iyileştirici bulduğum sayfaları ya da kişileri takibe aldım. uzun yazılarını, hoş videolarını izledim. alttaki yorumları okurdum hep yalnız olmadığımı görmek için. kimisi benim gibi kilosundan bahsederdi kimi zayıflığından kimi kısa boyundan kimi burnundan kimi bilmem neresinden...
meğer ne kadar çok insan kendinden memnun değilmiş. benim "ooff çok güzel yaa." dediğim insan bile burnu eğri diye şikayet edebiliyormuş.
bir sayfayı takip edip iki göndersini okuyunca birden aydınlanmadım tabii. zaman geçti üzerinden, belki bir yıl belki bir buçuk. başka sayfalar başka insanlar tanıdım. tanıdıkça penceremi git gide araladım.
ışıksız odam gün geçtikçe araladığım pencerem sayesinde güneş ışığıyla doldu. zaten çok efkarlı çok melankolik bir yapım da fazla olmayınca neşem daha da arttı. neşem arttıkça enerjim de arttı. kendimi her şeyimle kabullenmeyi ve sevmeyi öğrendim. dün kendim hakkında farkına vardığım şeyleri sıraladım hatta. güzel bir tanım oldu.
o çekingen, kendimi bir türlü sevemeyen, kabullenemeyen yanımı git gide susturuyorum.
aynaya baktığım zaman istediğim kadar kilolu veya zayıf olayım kendimi iyi hissediyorum. çok güzelim.
saçlarım kısa da olsa uzun da olsa bana çok yakışıyor. hafif dalgalı ve bazı yerleri lüle. saçlarım bile hayat dolu ayol. * yüzüm orantılı. bedenim de orantılı aslında. napıyım şimdi yağlıysa. bu halini de seviyorum artık. giydiğim kıyafetleri artık daha çok yakıştırıyorum.
hala bazen kendimi kötü yönde eleştiren iç sesim konuşuyor sinsi sinsi. hala bana kötü kötü şeyler fısıldıyor. bir kaç dakika duruluyorum sonra eski ritmime geri dönüyorum. "sıkıldım senden sus artık hadi işim var benim byyyyy." der gibi kaldığım yerden devam ettiğimi görmek mutlu hissettiriyor. kendimle gurur duyuyorum.
bu sürecin sonunda bedenim hakkında yerli yersiz yorumlar yapan, alay eden, kendimi kötü hissetmem için adeta çabalayan insanlara bu ruh halimle ve bu yaşımda tekrar baktım,inceledim. iç huzurlarının olmadığını fark ettim. ne kendilerini seviyorlar ne de başka bir canlıyı. her noktada bir kusur arama derdindeler. bu çok yorucu bir hayat olsa gerek diye düşünüyorum artık onlar için.
küçücüktüm herkes gibi kim ne derse ona inanırdım. hala çok büyük sayılmam ama dokuz yaşında da değilim. boş yere senelerce kendimi kapatıp kendimden nefret edecek hale gelmişim. hayat bir kabullenmeden ibaretmiş.
yeri gelince savaşılan, mücadele edilen yeri gelince de şefkatli kollara sarılmak istenen.
kilo benim için sağlık problemi. bunun için çabalıyorum. çabalarken kendime küfretmeyi değil düştüğüm yerde kendime elimi uzatmayı deniyorum.
kimsenin iltifatına, gaz vermesine, öğüt vermesine ihtiyaç duymuyorum artık. birilerinin standartlarına uymadan yaşamak öyle güzel ki.
bu yaz kolsuz giysiler giydim mesela. kollarım kalın diye utanırdım. ınsanlar bana bakacak diye tedirgin olurdum. baksa ne olacak sanki domates falan mı atacaklar yüzüme? korkulara hapis olmak böyle bir şey işte. giydim, gezdim. çok yakıştı doğrusu. ha bakanlar olmadı değil. noldu baktılar da? ne eksildi benden? özgürce yanlarından geçip gittim onlar da otuz saniye sonra unuttular beni.
kendimi sevmeyi öğrenemeseydim ışıksız odamın bir köşesinde hala birinin beni kurtarmasını bekliyor olurdum.
iriydim, yaşıtlarıma göre o zamanlar uzundum. vücudum büyük görünüyor diye yaşıma uygun muamele göremedim. dokuz yaşındaysam on dört yaşında gibi davrandılar, on dört isem yirmi gibi davrandılar. eğitimli eğitimsiz, kötü niyetli iyi niyetli fark etmeksizin yıllarca insanların böyle davranışlarına maruz kaldım.
çocuk gibi hissedemedim. ergen oldum ergen gibi hissedemedim. liseye geçtiğim ilk yıl saçımı topuz yaptım hiç açmadım. sevmediğim, uğraşmak istemediğim ya da sadece sıcaktan dolayı açmadım zannediyordum bu yaşıma kadar ama öyle değilmiş. o yıl kapatmışım kendimi dünyaya. ınsanların dünyaya kendilerini kapatmaları için illa on saat yataktan çıkmamalarına, yemek yememelerine veya bileklerini kesmelerine lüzum yokmuş. bir saç bile ne kadar şey anlatabiliyormuş.
kiloluyum diye kendimi teyze gibi hissettim yıllarca.
kendimi beğenmezdim, beğenmediğim için sevmezdim de. kendime özen göstermezdim. hep eksik ve yetersiz bulurdum kendimi.
gel zaman git zaman hayatıma sosyal medya girdi.
hoşuma giden, paylaşımlarını iyileştirici bulduğum sayfaları ya da kişileri takibe aldım. uzun yazılarını, hoş videolarını izledim. alttaki yorumları okurdum hep yalnız olmadığımı görmek için. kimisi benim gibi kilosundan bahsederdi kimi zayıflığından kimi kısa boyundan kimi burnundan kimi bilmem neresinden...
meğer ne kadar çok insan kendinden memnun değilmiş. benim "ooff çok güzel yaa." dediğim insan bile burnu eğri diye şikayet edebiliyormuş.
bir sayfayı takip edip iki göndersini okuyunca birden aydınlanmadım tabii. zaman geçti üzerinden, belki bir yıl belki bir buçuk. başka sayfalar başka insanlar tanıdım. tanıdıkça penceremi git gide araladım.
ışıksız odam gün geçtikçe araladığım pencerem sayesinde güneş ışığıyla doldu. zaten çok efkarlı çok melankolik bir yapım da fazla olmayınca neşem daha da arttı. neşem arttıkça enerjim de arttı. kendimi her şeyimle kabullenmeyi ve sevmeyi öğrendim. dün kendim hakkında farkına vardığım şeyleri sıraladım hatta. güzel bir tanım oldu.
o çekingen, kendimi bir türlü sevemeyen, kabullenemeyen yanımı git gide susturuyorum.
aynaya baktığım zaman istediğim kadar kilolu veya zayıf olayım kendimi iyi hissediyorum. çok güzelim.
saçlarım kısa da olsa uzun da olsa bana çok yakışıyor. hafif dalgalı ve bazı yerleri lüle. saçlarım bile hayat dolu ayol. * yüzüm orantılı. bedenim de orantılı aslında. napıyım şimdi yağlıysa. bu halini de seviyorum artık. giydiğim kıyafetleri artık daha çok yakıştırıyorum.
hala bazen kendimi kötü yönde eleştiren iç sesim konuşuyor sinsi sinsi. hala bana kötü kötü şeyler fısıldıyor. bir kaç dakika duruluyorum sonra eski ritmime geri dönüyorum. "sıkıldım senden sus artık hadi işim var benim byyyyy." der gibi kaldığım yerden devam ettiğimi görmek mutlu hissettiriyor. kendimle gurur duyuyorum.
bu sürecin sonunda bedenim hakkında yerli yersiz yorumlar yapan, alay eden, kendimi kötü hissetmem için adeta çabalayan insanlara bu ruh halimle ve bu yaşımda tekrar baktım,inceledim. iç huzurlarının olmadığını fark ettim. ne kendilerini seviyorlar ne de başka bir canlıyı. her noktada bir kusur arama derdindeler. bu çok yorucu bir hayat olsa gerek diye düşünüyorum artık onlar için.
küçücüktüm herkes gibi kim ne derse ona inanırdım. hala çok büyük sayılmam ama dokuz yaşında da değilim. boş yere senelerce kendimi kapatıp kendimden nefret edecek hale gelmişim. hayat bir kabullenmeden ibaretmiş.
yeri gelince savaşılan, mücadele edilen yeri gelince de şefkatli kollara sarılmak istenen.
kilo benim için sağlık problemi. bunun için çabalıyorum. çabalarken kendime küfretmeyi değil düştüğüm yerde kendime elimi uzatmayı deniyorum.
kimsenin iltifatına, gaz vermesine, öğüt vermesine ihtiyaç duymuyorum artık. birilerinin standartlarına uymadan yaşamak öyle güzel ki.
bu yaz kolsuz giysiler giydim mesela. kollarım kalın diye utanırdım. ınsanlar bana bakacak diye tedirgin olurdum. baksa ne olacak sanki domates falan mı atacaklar yüzüme? korkulara hapis olmak böyle bir şey işte. giydim, gezdim. çok yakıştı doğrusu. ha bakanlar olmadı değil. noldu baktılar da? ne eksildi benden? özgürce yanlarından geçip gittim onlar da otuz saniye sonra unuttular beni.
kendimi sevmeyi öğrenemeseydim ışıksız odamın bir köşesinde hala birinin beni kurtarmasını bekliyor olurdum.
devamını gör...
saat takmayan erkek
yazları fazla geldiği için takmazdım.telefona alışınca aramıyorum.aylardır kenarda duruyor saatler.
devamını gör...
normal sözlük sağlıklı yaşam kulübü
selaaamm milllettttt!!!
su içmeyi sürekli unutuyor musunuz?? o zaman kulübümüze katılıp sürekli yaptığımız hatırlatmalarla beraber su içiminizi arttırabilirsiniz.
ya da spor yapmak istiyorsunuz ama üşeniyor musunuz?? egzersiz kısmında kendinize bir spor arkadaşı bulup beraber çalışabilirsinizzz.
ya da birbirinden güzel, sağlıklı yeni tarifler mi arıyorsunuz?? o zaman kulübümüzün tarif kısmına da göz atabilirsiniz. isterseniz siz de bize güzel tarifler verebilirsiniz.
ya da cilt bakımı ile ilgili tavsiye almak istiyorsanız ve daha birçok şey içinnn kulübümüze bekleriz.
bunun için bana yani artıkparlamayanyıldız'a, amaterasu'ya ve modlara ulaşabilirsiniz.
aynı zamanda bu linke tıklayıp gidebilirsiniz
su içmeyi sürekli unutuyor musunuz?? o zaman kulübümüze katılıp sürekli yaptığımız hatırlatmalarla beraber su içiminizi arttırabilirsiniz.
ya da spor yapmak istiyorsunuz ama üşeniyor musunuz?? egzersiz kısmında kendinize bir spor arkadaşı bulup beraber çalışabilirsinizzz.
ya da birbirinden güzel, sağlıklı yeni tarifler mi arıyorsunuz?? o zaman kulübümüzün tarif kısmına da göz atabilirsiniz. isterseniz siz de bize güzel tarifler verebilirsiniz.
ya da cilt bakımı ile ilgili tavsiye almak istiyorsanız ve daha birçok şey içinnn kulübümüze bekleriz.
bunun için bana yani artıkparlamayanyıldız'a, amaterasu'ya ve modlara ulaşabilirsiniz.
aynı zamanda bu linke tıklayıp gidebilirsiniz
devamını gör...