medyen
medyen kelimesinin kökeni hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. hz. şuayb’ın ve gönderildiği kavmin arap, dolayısıyla bu kavmin adı olan medyen’in “ikamet etmek” anlamındaki müdûn veya “hükmetmek” mânasındaki dîn kökünden türemiş arapça bir kelime olduğu ileri sürüldüğü gibi arapça olmadığı da ifade edilmektedir.
kitâb-ı mukaddes’e göre medyen (ibrânîce’de midyan/midian, tevrat’ın yunanca tercümesinde madian/madiam) öncelikle bir şahıs adı olup hz. ibrâhim’in üçüncü eşi keturah’tan olan dördüncü oğlunun (tekvîn, 25/2; ı. târihler, 1/32), aynı zamanda bu kişinin soyundan gelen ve midyânîler (midyanim, madianites) denilen halkın ve onların yaşadığı bölgenin adıdır. tevrat’ta, hz. ibrâhim ve keturah’ın üçüncü çocuklarının adı olan medân’ın medyen’in farklı yazılmış şekli olup ikisinin aynı kişi olduğu da ileri sürülmüştür.
kur’an’da hz. şuayb ve mûsâ kıssaları dolayısıyla on yerde geçen medyen kelimesi, şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği (a‘râf, 85; hûd, 84; ankebût, 36) ve hz. mûsâ’nın mısır’dan çıktıktan sonra evlenip yıllarca aralarında kaldığı kavmin yaşadığı (tâhâ, 40; kasas, 22-28) bölgeyi ifade etmekte, bu kavimden de ashâb-ı medyen (tevbe, 70; hac, 44) ve ashâbü’l-eyke (hicr, 78; şuarâ, 176; sâd, 13; kaf, 14) diye bahsedilmektedir.
kur’ân-ı kerîm’de verilen bilgiye göre medyen halkına mensup olan ve bu halka peygamber olarak gönderilen hz. şuayb kavmini çok tanrıcılıktan uzaklaştırıp allah’a tapmaya çağırmış; ölçü ve tartıda, alışverişte haksızlık yapmak, ülkede bozgunculuk çıkarmak, tehditle insanları allah’ın yolundan alıkoymak gibi tutum ve davranışlara son vermelerini istemiştir (a‘râf, 85-86; hûd, 84-87). ancak kavminin önde gelenleri şuayb’ı yalancılıkla itham etmiş, isteklerine karşı çıkmış, ona inananları tehdit etmiş, kendisini ve ümmetini ülkeden sürme tehdidinde bulunmuştur. bunun üzerine şuayb onlara ilâhî azabın geleceğini bildirmiş, nitekim şiddetli deprem ve korkunç bir gürültü onları helâk etmiştir (a‘râf, 85-92; hûd, 84-95).
(öte yandan yukarıda da belirttiğimiz gibi kur’an’da hz. şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği bir eyke halkından da söz edilmektedir (eş-şuarâ 26/176-189). eyke kelimesinin “sedir ağacı, sık ve bol ağaçlıklı yer” anlamına geldiği, kelimenin leyke şeklinde de okunduğu, bu takdirde şehrin adı olduğu söylenebilir. nitekim ashâb-ı medyen (ehl-i medyen) ve ashâbü’l-eyke’nin kur’an’da anlatılan vasıfları birbirine uymaktadır; hz. şuayb’ın bu kavme tebliği de medyen halkına olan tebliğinin aynıdır (şuara, 177-183). ancak bazı müfessirler, kur’an’da şuayb’dan medyenliler’in kardeşi diye söz edilirken eykeliler hakkında böyle bir nitelemenin bulunmadığını dikkate alarak bunların iki ayrı kavim olduğunu ileri sürmüşlerdir (ibn kesîr, tefsîrü’l-kur-âni’l-azîm, ııı, 346). bize göre de kur’ân-ı kerîm’de medyen halkının deprem, sarsıntı veya gürültü ile, eyke halkının ise “gölge günü”nün azabı ile (gündüzü karartan korkunç kasırga) cezalandırıldığını belirtilmiş (a‘râf, 91; hûd, 94; şuarâ, 189; ankebût, 37) olması nedeniyle medyen ve eyke halkları farklı kavimlerdir. ancak hz. şuayb’in, her iki kavme de tebliğde bulunmuş bir peygamber olduğu hususu tartışmasızdır.)
medyen halkının ticaret işleri ile uğraştığı eski ahit’ten de (tevrat) anlaşılmaktadır: eski ahid’e göre medyen, mısır ve ken‘ân ile ticaret yollarını elinde tutan yerleşik ve göçebe kabilelerin hâkimiyetindeydi (sayılar, 31/10). (eski ahid, midyânîler’den ilk defa hz. yûsuf dolayısıyla bahsetmektedir. tüccar olan ve mısır’a mal satan midyânîler kuyuya atılan yûsuf’u oradan çıkarıp bir rivayete göre 20 gümüş karşılığında ismâilîler’e vermiş (tekvîn, 37/28), diğer bir rivayete göre ise bizzat kendileri mısır’a götürüp potifar’a satmışlardır (tekvîn, 37/36).
meydenliler, ticaret yollarının üzerinde olan bir bölgede yaşamakta ve ticaret aracılığı ile zengin olmuş bir kavimdi. ancak putlara tapmakla birlikte kendilerine verilen sayısız nimetler onları şımartmış/azgınlaştırmıştı. çeşitli hileler, alışverişte ölçü ve tartıya dikkat etmeme gibi yöntemlerle zulmün içine batmışlardı. halkın malını kötü gösterip düşük ücretlerle satın almak, onlar için övünç kaynağıydı. halkın içinde fesat çıkarıyorlardı. bir tarafta hakkını alamayan mazlumlar, diğer tarafta zenginlikleriyle şımarmış, küstahlaşmış ve yaptıklarını marifet gören zalimler kitlesi vardı:
“medyen’e kardeşleri şuayb’ı (gönderdik). dedi ki: "ey kavmim! allah’a kulluk edin; sizin o’ndan başka tanrınız yoktur. size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. artık ölçüyü tartıyı tam yapın, insanların mallarının değerini düşürmeyin, düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır. inananları tehdit edip allah yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek maksadıyla her yolun başında (pusu kurup) oturmayın. düşünün ki, siz az sayıdaydınız, sonra o sizi çoğalttı. bozguncuların sonunun nasıl olduğunu da düşünün! eğer içinizden bir grup bana gönderilene inanmış, bir grup da inanmamışsa, artık allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin! o, hükmedenlerin en iyisidir." (a’raf, 85-87).
aynı durum hud suresinde de zikredilir: şuayb (as) kavmine; “ey kavmim! allah’a kulluk edin. sizin o’ndan başka ilâhınız yoktur. ölçeği de, teraziyi de eksik tutmayın. ben sizi hayır (bolluk) içinde görüyorum. bununla beraber yine de sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum. ey kavmim! ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. halkın malının değerini düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak başkalarına zarar vermeyin. eğer mümin iseniz, allah’ın helâlinden size ihsan ettiği kâr sizin için daha hayırlıdır. bununla beraber ben sizin üzerinize gözcü değilim.” (hud, 84-86) diyordu. kavminin ileri gelenleri ise cevaben “dediler ki: ‘ey şuayb, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana dinin mi emrediyor? oysaki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” (hud, 87). şuayb dedi ki: ‘ey kavmim! şayet ben rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, o kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. ben sadece gücümün yettiği kadar sizi ıslah etmeye çalışıyorum. başarım da ancak allah’ın yardımı ile olacaktır. ben yalnızca o’na dayandım ve ancak o’na döneceğim.’” (hud, 88).
ancak toplumda baskı, zulüm ve menfaat çetesini kurmuş olan medyen’in “ileri gelenleri”, düzenlerinin bozulmasını istemiyorlardı. hz. şuayb, elinden geldiği kadar onları tek olan yaratıcıya inanmaya çağırıyorsa da toplumdaki zalimler, tebliğe uymak şöyle dursun onu ve ona inananları kendilerine benzetmeye çalışıyor, aksi takdirde beldelerinden çıkaracaklarını açıkça ilan ediyordu. ancak hz. şuayb, bütün bu tehditlere rağmen allah’a dayanmayı sürdürüyor ve nihayetinde kavmi ile kendisi ve ona inanalar arasında allah’ın adil hükmün verilmesini diliyordu:
“kavminden büyüklük taslayan önderler kesimi şöyle dediler: "ey şuayb! ya seni ve seninle beraber inananları kesinlikle şehrimizden çıkaracağız veya mutlaka dinimize döneceksiniz!" şuayb dedi ki: "istemesek de mi? doğrusu allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek allah hakkında yalan uydurmuş oluruz. rabbimiz allah dilemedikçe sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir! rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. biz sadece allah’a dayanırız. ey rabbimiz! kavmimizle bizim aramızda adaletli hükmünü ver. sen hüküm verenlerin en hayırlısısın." (a’raf, 88-89).
en sonunda hz. şuayb: “ey kavmim! sakın bana karşı muhalefetiniz sizi, nûh kavminin veya hûd kavminin yahut sâlih kavminin başlarına gelenlerin benzeri bir musibetin başınıza gelmesine sebep olacak günahlar işlemeye sürüklemesin! lût kavmi zaten sizden uzak değildir. rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra o’na tövbe edin. muhakkak ki rabbimin merhameti ve sevgisi boldur" (hud, 89-90) dedi. devamında medyenliler, "ey şuayb! söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, ayrıca aramızda seni zayıf görüyoruz! eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. bizim karşımızda sen güçlü biri değilsin" dediler. şuayb da, "ey kavmim! size göre benim kabilem allah’tan daha mı hatırlı ki o’nu arkanıza atıp unuttunuz. şüphesiz ki rabbim yaptıklarınızı kuşatmıştır. ey kavmim! elinizden geleni yapın! ben de yapacağım! kimin başına aşağılayıcı bir azap geleceğini ve (böylece) yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! bekleyin! ben de sizinle beraber beklemekteyim" (hud, 91-93) dedi.
hz. şuayb (as) bütün bunlara rağmen ısrarla hakkı anlatmaktan geri durmuyor fakat azgın ve sapkın olan ileri gelen zalimler hz. şuayb’i tehdit etmek bir yana yolları keserek halkın o’nun yanına gidip bir şey öğrenmesine engel olmaya da çalışıyor ve halka, “…‘eğer şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.’” (araf, 90) diyerek, öne sürdükleri tehditlerle insanları caydırma, gözlerini korkutmaya çalışıyorlardı. hz. şuayb (as) atalarının başına gelenleri, kavminin yaptıkları işlerin kötülüğünü bu gidişin sonun nereye varacağını anlatıyordu ama dinleyen yoktu. ahiretteki acıklı azabın hatırlatılması, medyen’in ileri gelenlerine bir şey ifade etmiyordu. sonunda onlara tanınan mühlet doldu ve vaat edilen helak günü gelip çattı:
“nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. böylece asıl hüsrana uğrayanlar, şuayb’ı yalanlayanlar oldu.” (a’raf, 91-92).
“ne zaman ki, emrimiz geldi, şuayb ve beraberindeki müminler, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtuldular. ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakaladı da oldukları yerde çöküp kaldılar. sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdi. dikkat edin, semud kavmi nasıl helâk olup gittiyse medyen de öyle yok olup gitti.” (hud, 94-95)
medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helake maruz kaldıktan sonra, şuayb (a.s)'ın üzüntüsü, kur'an'da şöyle bildirilir: “o da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "ey kavmim, muhakkak size rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?" (a’raf, 93).
işbu çalışma, lut kavmine (örtülü) gönderme yapılarak “lgbtli sapkınlar” ifadesinin kullanıldığı ve bolca yorumlandığı bir dönemde, medyen halkının neden helak olduğuna dair bir hatırlatma yapmak amacıyla derlenmiştir. bugün kime sorsanız detaylarını bilmeden üstelik bilmediğini de bilmeden ve bütün bu eksik bilgisine rağmen lut kavminin eşcinsellik nedeniyle helak edildiğine dair açıklama yapmakta beis görmez. üstelik bu güruh içinde yer alanların pek çoğu, lut kavminden bahis geçtiğinde ağızlarını doldura doldura “haa şu ib..ler!!!” de derler ancak lafı lut kavminden alıp, medyen kavmine getirirseniz ne bu kavmin adını, ne işledikleri günahları ne de neden helak olduklarını bilirler. bir başka deyişle medyen kavminin başta şirk ve adaletsizlik olmak üzere her türlü zulüm, ölçü ve tartıda hile, alışverişte (satın alırken) malın değerini düşürerek ve (satarken) fahiş fiyattan satarak haksızlık yapmak, zenginlikten şımarmış olmak, (toplumun ileri gelenlerinin sahip oldukları yönetsel güç sayesinde) mazlumları ezmek, ülkede bozgunculuk çıkarmak ve tehditle insanları allah’ın yolundan alıkoymak gibi nedenlerle helak olduklarından bihaberdirler. günümüz koşullarında pek çok paralellik taşıması nedeniyle medyen kavminin yaşamı ve hazin sonu daha da ibretliktir. toplumun ileri gelenlerinin kendi deyişleri ile “lgbtli sapkınları” dillerine pelesenk etmek yerine ve/veya aynı zamanda medyen halkını ve ibretlik sonunu da anmaları, bu doğrultuda kendilerine çeki düzen vermeleri, akabinde toplumu doğru yola sevk eden tedbirler almaları, ezcümle medyen halkına da en az lut kavmi kadar atıfta bulunmaları elzemdir. aksi takdirde hafazanallah insanların ve insanlığın sonunun medyen halkı gibi olması işten bile değildir, çünkü her şey bir anda o’nun “ol demesiyle olur” (bakara, 117) ve unutulmamalıdır ki “allah emrinde galiptir. fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (yusuf, 21).
kitâb-ı mukaddes’e göre medyen (ibrânîce’de midyan/midian, tevrat’ın yunanca tercümesinde madian/madiam) öncelikle bir şahıs adı olup hz. ibrâhim’in üçüncü eşi keturah’tan olan dördüncü oğlunun (tekvîn, 25/2; ı. târihler, 1/32), aynı zamanda bu kişinin soyundan gelen ve midyânîler (midyanim, madianites) denilen halkın ve onların yaşadığı bölgenin adıdır. tevrat’ta, hz. ibrâhim ve keturah’ın üçüncü çocuklarının adı olan medân’ın medyen’in farklı yazılmış şekli olup ikisinin aynı kişi olduğu da ileri sürülmüştür.
kur’an’da hz. şuayb ve mûsâ kıssaları dolayısıyla on yerde geçen medyen kelimesi, şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği (a‘râf, 85; hûd, 84; ankebût, 36) ve hz. mûsâ’nın mısır’dan çıktıktan sonra evlenip yıllarca aralarında kaldığı kavmin yaşadığı (tâhâ, 40; kasas, 22-28) bölgeyi ifade etmekte, bu kavimden de ashâb-ı medyen (tevbe, 70; hac, 44) ve ashâbü’l-eyke (hicr, 78; şuarâ, 176; sâd, 13; kaf, 14) diye bahsedilmektedir.
kur’ân-ı kerîm’de verilen bilgiye göre medyen halkına mensup olan ve bu halka peygamber olarak gönderilen hz. şuayb kavmini çok tanrıcılıktan uzaklaştırıp allah’a tapmaya çağırmış; ölçü ve tartıda, alışverişte haksızlık yapmak, ülkede bozgunculuk çıkarmak, tehditle insanları allah’ın yolundan alıkoymak gibi tutum ve davranışlara son vermelerini istemiştir (a‘râf, 85-86; hûd, 84-87). ancak kavminin önde gelenleri şuayb’ı yalancılıkla itham etmiş, isteklerine karşı çıkmış, ona inananları tehdit etmiş, kendisini ve ümmetini ülkeden sürme tehdidinde bulunmuştur. bunun üzerine şuayb onlara ilâhî azabın geleceğini bildirmiş, nitekim şiddetli deprem ve korkunç bir gürültü onları helâk etmiştir (a‘râf, 85-92; hûd, 84-95).
(öte yandan yukarıda da belirttiğimiz gibi kur’an’da hz. şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği bir eyke halkından da söz edilmektedir (eş-şuarâ 26/176-189). eyke kelimesinin “sedir ağacı, sık ve bol ağaçlıklı yer” anlamına geldiği, kelimenin leyke şeklinde de okunduğu, bu takdirde şehrin adı olduğu söylenebilir. nitekim ashâb-ı medyen (ehl-i medyen) ve ashâbü’l-eyke’nin kur’an’da anlatılan vasıfları birbirine uymaktadır; hz. şuayb’ın bu kavme tebliği de medyen halkına olan tebliğinin aynıdır (şuara, 177-183). ancak bazı müfessirler, kur’an’da şuayb’dan medyenliler’in kardeşi diye söz edilirken eykeliler hakkında böyle bir nitelemenin bulunmadığını dikkate alarak bunların iki ayrı kavim olduğunu ileri sürmüşlerdir (ibn kesîr, tefsîrü’l-kur-âni’l-azîm, ııı, 346). bize göre de kur’ân-ı kerîm’de medyen halkının deprem, sarsıntı veya gürültü ile, eyke halkının ise “gölge günü”nün azabı ile (gündüzü karartan korkunç kasırga) cezalandırıldığını belirtilmiş (a‘râf, 91; hûd, 94; şuarâ, 189; ankebût, 37) olması nedeniyle medyen ve eyke halkları farklı kavimlerdir. ancak hz. şuayb’in, her iki kavme de tebliğde bulunmuş bir peygamber olduğu hususu tartışmasızdır.)
medyen halkının ticaret işleri ile uğraştığı eski ahit’ten de (tevrat) anlaşılmaktadır: eski ahid’e göre medyen, mısır ve ken‘ân ile ticaret yollarını elinde tutan yerleşik ve göçebe kabilelerin hâkimiyetindeydi (sayılar, 31/10). (eski ahid, midyânîler’den ilk defa hz. yûsuf dolayısıyla bahsetmektedir. tüccar olan ve mısır’a mal satan midyânîler kuyuya atılan yûsuf’u oradan çıkarıp bir rivayete göre 20 gümüş karşılığında ismâilîler’e vermiş (tekvîn, 37/28), diğer bir rivayete göre ise bizzat kendileri mısır’a götürüp potifar’a satmışlardır (tekvîn, 37/36).
meydenliler, ticaret yollarının üzerinde olan bir bölgede yaşamakta ve ticaret aracılığı ile zengin olmuş bir kavimdi. ancak putlara tapmakla birlikte kendilerine verilen sayısız nimetler onları şımartmış/azgınlaştırmıştı. çeşitli hileler, alışverişte ölçü ve tartıya dikkat etmeme gibi yöntemlerle zulmün içine batmışlardı. halkın malını kötü gösterip düşük ücretlerle satın almak, onlar için övünç kaynağıydı. halkın içinde fesat çıkarıyorlardı. bir tarafta hakkını alamayan mazlumlar, diğer tarafta zenginlikleriyle şımarmış, küstahlaşmış ve yaptıklarını marifet gören zalimler kitlesi vardı:
“medyen’e kardeşleri şuayb’ı (gönderdik). dedi ki: "ey kavmim! allah’a kulluk edin; sizin o’ndan başka tanrınız yoktur. size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. artık ölçüyü tartıyı tam yapın, insanların mallarının değerini düşürmeyin, düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır. inananları tehdit edip allah yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek maksadıyla her yolun başında (pusu kurup) oturmayın. düşünün ki, siz az sayıdaydınız, sonra o sizi çoğalttı. bozguncuların sonunun nasıl olduğunu da düşünün! eğer içinizden bir grup bana gönderilene inanmış, bir grup da inanmamışsa, artık allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin! o, hükmedenlerin en iyisidir." (a’raf, 85-87).
aynı durum hud suresinde de zikredilir: şuayb (as) kavmine; “ey kavmim! allah’a kulluk edin. sizin o’ndan başka ilâhınız yoktur. ölçeği de, teraziyi de eksik tutmayın. ben sizi hayır (bolluk) içinde görüyorum. bununla beraber yine de sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum. ey kavmim! ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. halkın malının değerini düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak başkalarına zarar vermeyin. eğer mümin iseniz, allah’ın helâlinden size ihsan ettiği kâr sizin için daha hayırlıdır. bununla beraber ben sizin üzerinize gözcü değilim.” (hud, 84-86) diyordu. kavminin ileri gelenleri ise cevaben “dediler ki: ‘ey şuayb, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana dinin mi emrediyor? oysaki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” (hud, 87). şuayb dedi ki: ‘ey kavmim! şayet ben rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, o kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. ben sadece gücümün yettiği kadar sizi ıslah etmeye çalışıyorum. başarım da ancak allah’ın yardımı ile olacaktır. ben yalnızca o’na dayandım ve ancak o’na döneceğim.’” (hud, 88).
ancak toplumda baskı, zulüm ve menfaat çetesini kurmuş olan medyen’in “ileri gelenleri”, düzenlerinin bozulmasını istemiyorlardı. hz. şuayb, elinden geldiği kadar onları tek olan yaratıcıya inanmaya çağırıyorsa da toplumdaki zalimler, tebliğe uymak şöyle dursun onu ve ona inananları kendilerine benzetmeye çalışıyor, aksi takdirde beldelerinden çıkaracaklarını açıkça ilan ediyordu. ancak hz. şuayb, bütün bu tehditlere rağmen allah’a dayanmayı sürdürüyor ve nihayetinde kavmi ile kendisi ve ona inanalar arasında allah’ın adil hükmün verilmesini diliyordu:
“kavminden büyüklük taslayan önderler kesimi şöyle dediler: "ey şuayb! ya seni ve seninle beraber inananları kesinlikle şehrimizden çıkaracağız veya mutlaka dinimize döneceksiniz!" şuayb dedi ki: "istemesek de mi? doğrusu allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek allah hakkında yalan uydurmuş oluruz. rabbimiz allah dilemedikçe sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir! rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. biz sadece allah’a dayanırız. ey rabbimiz! kavmimizle bizim aramızda adaletli hükmünü ver. sen hüküm verenlerin en hayırlısısın." (a’raf, 88-89).
en sonunda hz. şuayb: “ey kavmim! sakın bana karşı muhalefetiniz sizi, nûh kavminin veya hûd kavminin yahut sâlih kavminin başlarına gelenlerin benzeri bir musibetin başınıza gelmesine sebep olacak günahlar işlemeye sürüklemesin! lût kavmi zaten sizden uzak değildir. rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra o’na tövbe edin. muhakkak ki rabbimin merhameti ve sevgisi boldur" (hud, 89-90) dedi. devamında medyenliler, "ey şuayb! söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, ayrıca aramızda seni zayıf görüyoruz! eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. bizim karşımızda sen güçlü biri değilsin" dediler. şuayb da, "ey kavmim! size göre benim kabilem allah’tan daha mı hatırlı ki o’nu arkanıza atıp unuttunuz. şüphesiz ki rabbim yaptıklarınızı kuşatmıştır. ey kavmim! elinizden geleni yapın! ben de yapacağım! kimin başına aşağılayıcı bir azap geleceğini ve (böylece) yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! bekleyin! ben de sizinle beraber beklemekteyim" (hud, 91-93) dedi.
hz. şuayb (as) bütün bunlara rağmen ısrarla hakkı anlatmaktan geri durmuyor fakat azgın ve sapkın olan ileri gelen zalimler hz. şuayb’i tehdit etmek bir yana yolları keserek halkın o’nun yanına gidip bir şey öğrenmesine engel olmaya da çalışıyor ve halka, “…‘eğer şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.’” (araf, 90) diyerek, öne sürdükleri tehditlerle insanları caydırma, gözlerini korkutmaya çalışıyorlardı. hz. şuayb (as) atalarının başına gelenleri, kavminin yaptıkları işlerin kötülüğünü bu gidişin sonun nereye varacağını anlatıyordu ama dinleyen yoktu. ahiretteki acıklı azabın hatırlatılması, medyen’in ileri gelenlerine bir şey ifade etmiyordu. sonunda onlara tanınan mühlet doldu ve vaat edilen helak günü gelip çattı:
“nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. böylece asıl hüsrana uğrayanlar, şuayb’ı yalanlayanlar oldu.” (a’raf, 91-92).
“ne zaman ki, emrimiz geldi, şuayb ve beraberindeki müminler, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtuldular. ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakaladı da oldukları yerde çöküp kaldılar. sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdi. dikkat edin, semud kavmi nasıl helâk olup gittiyse medyen de öyle yok olup gitti.” (hud, 94-95)
medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helake maruz kaldıktan sonra, şuayb (a.s)'ın üzüntüsü, kur'an'da şöyle bildirilir: “o da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "ey kavmim, muhakkak size rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?" (a’raf, 93).
işbu çalışma, lut kavmine (örtülü) gönderme yapılarak “lgbtli sapkınlar” ifadesinin kullanıldığı ve bolca yorumlandığı bir dönemde, medyen halkının neden helak olduğuna dair bir hatırlatma yapmak amacıyla derlenmiştir. bugün kime sorsanız detaylarını bilmeden üstelik bilmediğini de bilmeden ve bütün bu eksik bilgisine rağmen lut kavminin eşcinsellik nedeniyle helak edildiğine dair açıklama yapmakta beis görmez. üstelik bu güruh içinde yer alanların pek çoğu, lut kavminden bahis geçtiğinde ağızlarını doldura doldura “haa şu ib..ler!!!” de derler ancak lafı lut kavminden alıp, medyen kavmine getirirseniz ne bu kavmin adını, ne işledikleri günahları ne de neden helak olduklarını bilirler. bir başka deyişle medyen kavminin başta şirk ve adaletsizlik olmak üzere her türlü zulüm, ölçü ve tartıda hile, alışverişte (satın alırken) malın değerini düşürerek ve (satarken) fahiş fiyattan satarak haksızlık yapmak, zenginlikten şımarmış olmak, (toplumun ileri gelenlerinin sahip oldukları yönetsel güç sayesinde) mazlumları ezmek, ülkede bozgunculuk çıkarmak ve tehditle insanları allah’ın yolundan alıkoymak gibi nedenlerle helak olduklarından bihaberdirler. günümüz koşullarında pek çok paralellik taşıması nedeniyle medyen kavminin yaşamı ve hazin sonu daha da ibretliktir. toplumun ileri gelenlerinin kendi deyişleri ile “lgbtli sapkınları” dillerine pelesenk etmek yerine ve/veya aynı zamanda medyen halkını ve ibretlik sonunu da anmaları, bu doğrultuda kendilerine çeki düzen vermeleri, akabinde toplumu doğru yola sevk eden tedbirler almaları, ezcümle medyen halkına da en az lut kavmi kadar atıfta bulunmaları elzemdir. aksi takdirde hafazanallah insanların ve insanlığın sonunun medyen halkı gibi olması işten bile değildir, çünkü her şey bir anda o’nun “ol demesiyle olur” (bakara, 117) ve unutulmamalıdır ki “allah emrinde galiptir. fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (yusuf, 21).
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
mantığım ve duygularımla savaş halindeyim.
devamını gör...
beğenirsem kıçı kalkar tereddüdü
beğeni duygusu insanın içindeki saygı görme bir yere ait olma duygusundan kaynaklanır. hem karşı taraf için motive olur hem de sözlük açısından degerli bir bakış açısını korumak olur. çok görmeyelim üç beş atalım. *
devamını gör...
snopluk
özgüvenimizin yüksek olmasının başkalarından saygı görmemize bağlı olması birçok konuyu açıklığa kavuşturuyor: insanlar neden borç batağında yüzen arkadaşından uzaklaşır da mevkii ve kariyer sahibi insanların peşinden koşar? neden son model otomobil sahibine saygı duyarız da işine dolmuşla gelen çaycıya tepeden bakarız? bunların nedeni şimdi açıklayacağım olguda yatıyor: snopluk.
snop sözcüğü "sine nobiliate" (soylu olmayan) sözcüğünün kısaltılmasına dayanıyor. google'da arattığımızda "züppelik" gibi bir anlam çıksa da günümüzde yüksek statülü olmadığı halde onlar gibi davranmaya çalışan, yüksek konumda olmayan insanlardan rahatsızlık duyan kişiler için kullanılıyor. snoplar tarih boyunca aristokrasiye ilgi duymuş, güçlü kişi her kimse onun peşinde koşmuştur. bu kimi zaman din görevlileri, kimi zaman askerler, kimi zaman ressamlar, kimi zaman sporcular, kimi zaman şairler olmuştur.
bir snopla arkadaş olmak , onun aradığı kişi değilseniz, çoğu zaman sinir bozucudur. siz istediğiniz kadar en iyi resimleri çizin, en karmaşık yazılımlar sizin klavyenizden çıksın hatta kara deliklerle ilgili yaptığınız çalışma bilim yarışmalarında ödüllere layık görülsün, eğer yaptıklarınız toplum tarafından konuşulmuyor, yeteneklerinizi kabul görmek için kullanmıyorsanız kuru bir kayıtsızlıktan başka bir şey görmeyeceksinizdir.
gelin görün ki snopluktan snopluk doğmaktadır. kanser hücrelerinin vücutta yayılım hızına paralel bir hız ile üzerimize gelen snopluk bizi hortumun içine çekmektedir. günün birinde biz de bir snop olup çıkmışızdır. sürekli küçümsenmek, bizi küçümseyenlerin ilgisini çekme çabasına dönüşmektedir.
bütün bunlar göz önüne alındığında yine de hayatları gücü kaybetme korkusuyla geçen bu insanları küçük görmektense onları anlamaya çalışmak hatta biraz da onlar adına keder duymak yerinde olacaktır.
güç sahibi olmamanın yaptırımı fakirlikse, snopluğun yaptırımı sürekli kıvranıp durmamıza sebep olan bir aşağılık duygusu ve derinlere doğru kayan bakışlarımız olacaktır.
kaynaklar:
1- www.nedirnedemek.com
2. alain de botton- statü endişesi
snop sözcüğü "sine nobiliate" (soylu olmayan) sözcüğünün kısaltılmasına dayanıyor. google'da arattığımızda "züppelik" gibi bir anlam çıksa da günümüzde yüksek statülü olmadığı halde onlar gibi davranmaya çalışan, yüksek konumda olmayan insanlardan rahatsızlık duyan kişiler için kullanılıyor. snoplar tarih boyunca aristokrasiye ilgi duymuş, güçlü kişi her kimse onun peşinde koşmuştur. bu kimi zaman din görevlileri, kimi zaman askerler, kimi zaman ressamlar, kimi zaman sporcular, kimi zaman şairler olmuştur.
bir snopla arkadaş olmak , onun aradığı kişi değilseniz, çoğu zaman sinir bozucudur. siz istediğiniz kadar en iyi resimleri çizin, en karmaşık yazılımlar sizin klavyenizden çıksın hatta kara deliklerle ilgili yaptığınız çalışma bilim yarışmalarında ödüllere layık görülsün, eğer yaptıklarınız toplum tarafından konuşulmuyor, yeteneklerinizi kabul görmek için kullanmıyorsanız kuru bir kayıtsızlıktan başka bir şey görmeyeceksinizdir.
gelin görün ki snopluktan snopluk doğmaktadır. kanser hücrelerinin vücutta yayılım hızına paralel bir hız ile üzerimize gelen snopluk bizi hortumun içine çekmektedir. günün birinde biz de bir snop olup çıkmışızdır. sürekli küçümsenmek, bizi küçümseyenlerin ilgisini çekme çabasına dönüşmektedir.
bütün bunlar göz önüne alındığında yine de hayatları gücü kaybetme korkusuyla geçen bu insanları küçük görmektense onları anlamaya çalışmak hatta biraz da onlar adına keder duymak yerinde olacaktır.
güç sahibi olmamanın yaptırımı fakirlikse, snopluğun yaptırımı sürekli kıvranıp durmamıza sebep olan bir aşağılık duygusu ve derinlere doğru kayan bakışlarımız olacaktır.
kaynaklar:
1- www.nedirnedemek.com
2. alain de botton- statü endişesi
devamını gör...
rakının fiyatının yüzde 2000 artması
yahu daha dün yazdım bu başlığa yine yenisi hortlamış dediğim zamdır.(bkz: swh) mümin yönetimin beni de alkolü bırakma kararına zorladığı zamdır ayrıca. yaparsa ak parti yapar hülooğ!
devamını gör...
muhsin bey
uğur yücel'e göre çekildiği dönem türkiye'ye gelen seks ve porno filmleri furyası sırasında gösterime girdiği için beklenen gişeyi yapamamış.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının her zaman negatif olması
şöyle bi genel kapsamda bakalım:
kafa sözlük kullanıcıları nerede yaşıyor?
-türkiye.
peki türkiyenin son 20 yılı nasıl geçti?
-tabiri caizse b.k gibi.
hmm o zaman bu yazarlar çok stresli,gergin değil mi?
-elbette aliminyüm
bu onların entrylerine de işler o zaman?
-sen benle dalga mı geçiyon lan pesebenk! kapat kamerayı da mikrofonu da... başlarım sizin kürtajınıza ha!?
kafa sözlük kullanıcıları nerede yaşıyor?
-türkiye.
peki türkiyenin son 20 yılı nasıl geçti?
-tabiri caizse b.k gibi.
hmm o zaman bu yazarlar çok stresli,gergin değil mi?
-elbette aliminyüm
bu onların entrylerine de işler o zaman?
-sen benle dalga mı geçiyon lan pesebenk! kapat kamerayı da mikrofonu da... başlarım sizin kürtajınıza ha!?
devamını gör...
güzel kadın olmanın dezavantajları
bu başlık yerini (bkz: güzel insan olmanın dezavantajları) başlığına bırakmalıdır bence.
'güzelliğin on par' etmez, bu bendeki âşk olmasa.' demiş aşık veysel...
'güzel hayat isteyen güzel insan biriktirsin' demiş cemal süreya...
ne güzel demişler değil mi?
'güzelliğin on par' etmez, bu bendeki âşk olmasa.' demiş aşık veysel...
'güzel hayat isteyen güzel insan biriktirsin' demiş cemal süreya...
ne güzel demişler değil mi?
devamını gör...
ak parti ve mhp oylarıyla reddedildi
bu haftanin ak parti ve mhp oylarıyla reddedilen araştırma önergeleri
belediyeler eliyle insan kaçakçılığı buradan
0-6 yaş grubu çocuğu olan yoksul ailelere yardım yapılması buradan
eskilerden
çıplak arama
15 temmuz
uygur türklerinin sorunları
deprem araştırma önergeleri
maden kazaları
çiftlik bank
çocuk istismarı
terör saldırıları
şüpheli aselsan mühendisleri
man adaları
ısid faliyetleri
ışkence
sakarya'daki patlama
türkiye varlık fonu'nun işlemleri
borsa istanbul'un yüzde 10'unun katar'a devredilmesinin araştırılması
ve diğer bir çok araştırma önergesi akp oyları ile reddedildi .
belediyeler eliyle insan kaçakçılığı buradan
0-6 yaş grubu çocuğu olan yoksul ailelere yardım yapılması buradan
eskilerden
çıplak arama
15 temmuz
uygur türklerinin sorunları
deprem araştırma önergeleri
maden kazaları
çiftlik bank
çocuk istismarı
terör saldırıları
şüpheli aselsan mühendisleri
man adaları
ısid faliyetleri
ışkence
sakarya'daki patlama
türkiye varlık fonu'nun işlemleri
borsa istanbul'un yüzde 10'unun katar'a devredilmesinin araştırılması
ve diğer bir çok araştırma önergesi akp oyları ile reddedildi .
devamını gör...
safinaz
(bkz: cem karaca)'nın 1978 yılında yaptığı; türkiye'nin belki de dünyanın ilk senfonik-rock çalışmalarından birinin adı olan, 18 dakikalık harika şarkı, hatta müzikli bir roman. ayrıca; bir kadın ismidir.
şarkıdan bahsetmek gerekirse;
cem karaca bu şarkıda, şehirde zor şartlarda yaşayan çekirdek bir ailenin kızı safinaz'ın hikayesini anlatır. şarkıdaki kahramanlar;
safinaz
safinaz'ın babası kapıcı kasım
safinaz'ın annesi asiye ve
jön niyazi.
şarkı çeşitli bölümlerden oluşur. aynı bir roman gibi, dizi ya da sinema filmi gibi. fakat bu bölüm değişimlerinde sadece sözler değil; müzik, karakterler, mekanlar da değişir. kurgusu çok sağlam ve çok güzeldir bu şarkının. ve uyarayım epey uzun bir entry olacak, şarkıyı açıp okuyunuz. hazırsanız başlayalım.
şarkının ilk bölümünde genel olarak safinaz'ın baba ve annesinin yaşamını, iç dünyalarını görürüz. günlük rutinleri, çalıştıkları işler ve hayata bakışları. bu ailenin hayata bakışını en güzel özetleyen cümle şudur;
"yeni bir gün diye düşünmedi ki, değişik ne olacaktı ki?"
bu cümle sadece kapıcı kasım ve ailesinin hikayesini özetleyen bir cümle değil aslında. şarkının yazıldığı yıllarda da günümüzde de geçim sıkıntısı çeken, hayatı aynı monotonlukta yaşayan milyonların kafasından geçen, geçmese de onlara uyarlanabilen bir cümle. başımıza majör bir olay gelmedikçe (vefat, hastalık, deprem, savaş veya okul bitmesi, iş değiştirme, taşınma vs gibi) hep aynı şeyleri yaşamıyor muyuz hakikaten? okula/işe git gel. kendine üç dört saat vakit ayırdığını san, uyu hoop tekrar aynısı. çıkabilirsen senede bir-iki hafta tatile ya da memlekete git. bitti gitti. ülkemiz insanının %80-90'ı bu şekilde malesef. iş değiştirdin diyelim, başka bir patrona aynı şekilde para kazandır, sigorta için-izin için sürün dur. ya da tatile gücün yettiği kadarıyla belli lokasyonlara git, gel. dönünce de gittiğine lanet et. heeey gidi heey. neyse şarkıya dönelim. ikinci bölüm safinaz'ın büyüyüp okula gidişiyle devam eder. müzik ve ritm değişir. harika bir gitar ile başlarız ikinci bölüme. şarkı biraz kasvetlenir sanki. üflemeliler biraz daha geriden gelir.
ikinci bölümün ilk paragrafında zaman değişir. safinaz orta ikiye başlar ve sınıflarını geçer başarı ile. kasım'ı bu bölümde kızıyla gurur duyan, okuması için her şeyi yapan, kızının kendisi gibi olmaması için çabalayan bir karakterde olduğunu görürüz. ilk bölümde hayattan bıkkın yorgun kasım'a safinaz'ın başarısı, okulu hayat verir.
yeni günden umutsuz, "değişik ne olacaktı ki" diye soran kasım; "okusun tek, taş çekerim sırtımda" diye bağlanır hayata ve işine. fakat müziğin ritmi bir anda artar ve safinaz'ın ailesi dışında gelişen şartları öğreniriz.
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
et, süt, bez, tuz ve de yakacak
ve kitap ve kalem ve defter ve de açacak
artmayan tek şey aylığıydı kasım'ın
bu müziğin temposunun arttığı kısımlarda cem karaca'nın sosyal-ekonomik meselelere yönelik bakış ve yorumunu da görürüz. sadece geçim derdine değil, toplumsal sınıf farklarına da laf çakar karaca;
"safinaz'ın okuduğu kitaplar yazıyordu
bir doktorun işçiden şerefli olduğunu"
ardından müziğin temposu tekrardan düşer ve ikinci bölümün başındaki gitarı duyarız tekrardan. kasım bir kaç ay daha sıkar dişini fakat artık maaşı ve masrafları birbirini dengelemeyecek hale gelir. mecbur okuldan alır kızını, o da çalışmaya başlayacaktır.
"okul önlüklerini ağlayarak çıkardı
daha on dördünde fabrikaya başladı safinaz" sözleri ile ikinci bölüm biter ve üçüncü bölüme geçeriz. safinaz artık bir çocuk işçidir. genç kızdır.
müzik yeniden şekil değiştirir. mekan da değişmiştir. artık kapıcı dairesinin dışına, fabrikaya geçeriz. sokakları, toplumu tanımaya başlarız. müzikte bu değişime uygun bir şekilde başlar. ve bu bölümde safinaz'ın düşüncelerinin, karakterinin de değiştiğini görürüz. çünkü o genç bir kızdır ve dış etkenler, toplum onu değiştirecektir. harika bir karakter gelişimi vardır bu bölümde.
sözlere baktığımızda ise safinaz'ın da ilk bölümdeki babasına benzemeye başladığını görürüz. babası gibi erken kalkar, babası gibi aynı sokakları geçerek her gün aynı işin başına geçer. ama bir fark vardır. kasım sadece kendi ailesi ile ilgilenirken; safinaz artık dünyayı ve insanları tanımaya gözlemlemeye başlamıştır. kasım'ın ailesi dışındaki dünyası için herhangi bir söz yazmayan cem karaca üçüncü bölümde safinaz'ın dünyasını şöyle tasvir eder;
"kendi gibi insanlarla doldurup fabrikaları
kendi gibilerine satıyorlardı yaptıkları malları"
safinaz çalıştığı yerdeki insanları gözlemlemeye başlamıştır çünkü. beraber çalıştığı insanların kendisi gibi oluşunu keşfeder. malları sattıkları kişileri saf bir şekilde kendisi gibi sanır. ve şarkı cem karaca'nın dönemin çalışma şartlarına attığı taşlarla devam eder.
sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği de yok! fakat safinaz at gibi çalışır. çalışma saatleri epey yüksektir, bunun yanında emeğinin karşılığını alamamaktadır. sonrasında safinaz'ın edindiği hobileri öğreniriz. hafta sonları sinemaya gider safinaz, foto roman okumayı sever, kuponlar keser. kendine küçük bir dünya kurar ama gittiği fabrika da sinema da onun dünyasını genişletecek ve değiştirecektir. şöyle ki; cem karaca bu bölümde safinaz için şöyle muazzam bir tespit yapar. günümüzde de halen karşılaştığımız bir tespit.
"safinaz hafta sonları sinemaya gidiyor
bekliyor filmlerdeki o zengin bey çocuğunu" burada safinaz'ın hayatından sıkılmaya başladığını görürüz. sinemanın etkisi ile bambaşka hayatlar yaşandığını görür, onlara özenir. o zamana kadar ailesi, okulu ve kapıcı dairesinin dışındaki dünyada yaşanan hayatlardan bihaber olan safinaz; sinemanın gücü ile değişmeye başlar. bu değişime fabrikadaki arkadaşları da katkı sağlar. safinaz onların davranışlarını görür, onlara da özenir.
kendinden büyük kızlar kuaföre gidiyorlar
hafta sonları boyalar sürüyorlar yüzlerine
pazartesileri localardan localardan söz ediyorlar
safinaz hiç anlamadan bakıyor yüzlerine
bu bölümde kasım ve asiye ile ilgili de çok küçük bir kaç done alırız. kasım artık iyice bıkmış, kader diyip işi şans oyunlarına bırakmıştır. anası asiye ise yaşlanmakta ve yorulmaya devam etmektedir. safinaz ise bu eve erkenden gelmek istememeye başlar. aylığından para biriktirip o da pudra alır, güzel kıyafetler alır. ve bir hafta sonu eve geç gelir. üçüncü bölümümüz de bu şekilde biter. üçüncü bölümün sonunda; safinaz'ın kendine aldığı şeyleri aldığı şeyleri anlatırken çalan müziğin, konuya uygunluğuna ayrıca bir dikkat etmenizi rica ederim.
dördüncü bölümde mekan ve karakterler tamamen değişir. hani sezon finali yapar ya diziler, en heyecanlı yerinde. cem karaca da safinaz'ın neden geç geldiğini hemen anlatmaz. yepyeni bir karakter sokar yeni sezonun ilk bölümünde diziye. jön niyazi. dördüncü bölümün ilk kısmında niyazi'yi tanırız. lise sondan terk, emekli bir babanın oğlu, dostları tarafından jön olarak tanınan niyazi. müzik tamamen değişmiş daha arabesk bir hava almıştır. jön niyazi birinci tekil şahısta kendini anlatmaya devam eder. lisede çok çakmıştır matematikten ama şimdi matematikten bulur yolunu. burada eğitim sistemine yine ufaktan bir giydirme vardır.
levazımcı babası fabrika patronunun dostuymuş, fabrikada muhasebeci olarak işe sokmuştur niyaziyi. niyazi işe girişini anlatırken şöyle muazzam ve ince bir detay katar cem karaca şarkıya;
peder sağolsun levazımcıydı
çok dostları vardı o zamanlarda
eskiden yağ tüccarıymış şimdiki patron. patron'un eskiden yağ tüccarı olması burada muazzam bir detay. hatırlayın 70'li yıllarda yağ sıkıntısı yaşanmaktaydı ve yağ, un gibi temel gıda malzemeleri karaborsaya düşmüştü. niyazi'nin patronu; şarkının geçtiği zamanlarda bir fabrikatör. fakat eskiden tüccar. buradan anlıyoruz ki patron karaborsacılık yaparak haksız kazançla o fabrikayı açmıştır. niyazi, safinaz, kasım gibiler ise sürünerek, mutsuz ve umutsuz şekilde sürdürürler hayatını.
dördüncü bölümün ikinci kısmına ise; niyazi'nin "ne biçim dünya bu, dinine yandığım. aç bi ufak daha kafamızı bulalım" sözleri ile geçeriz. anlarız ki niyazi bir meyhanede demlenmektedir. dördüncü bölümün ikinci kısmında ise niyazi sarhoş bir şekilde çevredeki abileri ile konuşur. bu sırada müzikle beraber arkadan çok profesyonel ses efektleri, dış sesler duyarız. kadeh sesleri, rakı doldurma sesi, diğer abilerin sesleri, radyodadan gelen haber anonslarının sesleri vs. kendinizi o meyhanede niyazi ile içiyomuş gibi hissedersiniz.
bu bölümde çevresine anlattıklarından doğru da safinaz'ın o hafta sonu eve neden geç geldiğini öğreniriz. jön niyazi ile buluşmuştur. aşkı tatmıştır. fakat niyazi için bu bir aşk değildir. niyazi övünerek bahseder. bu bölümün sözlerini tam olarak eklemek istiyorum.
ha onu diyordum abiler heh
adım niyazi, jön niyazi de derler dostlar sağolsun
bir yavru düştü geçenlerde fabrikaya
ooo böyle fıstık gibi bir yavru ama adı biraz faul
aysel değil canan değil ya, safinaz
hoş hepsi naz olsa ne yazar bize he he
geçenlerde karşılaştık iş çıkışında
çaktım beykozu dedim hani haftasonu anlarsın ya heh heh heh
bir kötü pudra sürmüş çıktı da geldi heh heh heh heh heh heh
(bkz: böyle fıstık gibi bi yavru fakat adı biraz faul)
(bkz: hoş hepsi naz olsa ne yazar bize heh heheh)
(bkz: beykoz çakmak)
meyhanedeki sesler yavaş yavaş azalır ve dördüncü bölümün sonuna geliriz. tamamen niyazi'ye ayrılan bu bölümden sonra mekanımız tekrar kapıcı dairesi olur. dördüncü bölüm aslında şarkının, şarkıda anlatılan hikayenin zirve noktasıdır. buradan sonra olaylar çözülmeye, sona yaklaşmaya başlarız. hani filmlerde dedektif ipuçlarını toplar toplar ve sonunda bir yere, kişiye yada bambaşka bir yere ulaşır ya. sonrasında olaylar çözüle çözüle bir anda filmin sonunda buluruz kendimizi. aha aynen öyle.
dediğim gibi beşinci bölümde zaman da mekan da değişir. bir ramazan ayında teravih namazı sonrası asiye ve kasım'ın sohbeti ile başlar beşinci bölüm. asiye'nin şarkıya, hikayeye en çok etki ettiği bölümdür burası.
gelince kasım usul usul dokandı
bu kızda bir haller var dedi asiye
kasım irkildi, n'ola dedi, n'olabilir ki?
asiye sustu başını önüne eğdi
sonra da fısıldar gibi konuştu asiye
dün gece sayıklıyordu, 'yapma niyazi'
buradan anlıyoruz ki safinaz ve niyazi bir süre daha görüşmüştür. hafta sonu gezmek dışında başka aktivitelere de başlamışlardır. bu aktiviteler niyazi'nin zoruyla olmuş olacak ki, safinaz uykusunda yapma diye yalvarır niyazi'ye. asiye ise bunun üzerine kızı ile konuşmak yerine babasına intikal ettirir konuyu. babası ise döver safinaz'ı. babası da sormaz kızım noldu diye. suçlu safinazdır. niyazi kim, ne yapmak istedi, seni zorladı mı diye sormaz ikisi de. yargısız infaz ile karar verilmiştir. söz hakkı yoktur kadının. ve bu dayak olayının anlatıldığı yerdeki müzik bizi yine o kapıcı odasında hissettirmek için yazılmıştır sanki. beşinci bölüm karaca'nın yazdığı şu sözler ile biter.
"hiç ağlamadı safinaz, öylece baktı babasına
o akşam, o akşam çıktı gitti ve bir daha eve hiç dönmedi"
bu sözlerden sonra giren müzikte oldukça epiktir. sonrasında son bölüm, altıncı bölüm başlar.
baba evinden çıkıp gitmek kurtuluş mu, kurtuluş mu?
düşündün mü bu yolun sonu düzlük mü ya yokuş mu?
varacağın en son nokta doğru mu yanlış mı?
nereye safinaz?
niyazi'den hayır ummak ilaçsız bir kele benzer
fabrikadaki yövmiyen söylesene neye yeter
bak duruyor hususiler, el ediyor cici beyler
nereye safinaz?
bu kısımda sanki cem karaca safinaz'a sorular sorar. nereye? diye. ama aslında bunlar safinaz'ın kendi kendine sorduğu sorulardır. nereye gidebilir ki? bu yolun sonu nereye çıkar ki? niyazi ona yardım eder mi? fabrikadaki yövmiye ile napabilir? dışarda hususi araçları ile gezen, onu kullanmak isteyen/el eden bir sürü cici beyler vardır. safinaz'ın artık güveni kalmamıştır. kendi kendine sorar. nereye safinaz? napacaksın? ne bok yiyeceksin? ailene, niyaziye, yövmiyene, kendine güvenin kalmadı. nereye?
final bölümünün ikinci kısmında ise cem karaca seslenir safinaz'a. alternatifleri anlatır.
genelevde sermayesin, patron alır kazancını
dostun kumarda kaybeder senden çıkarır hıncını
yıllar geçer sen çökersin, dilenirsin aç avcunu nereye
nereye safinaz?
bazen şansın yaver gider biri çıkar evlenirsin
bazen açarsın gözünü bir genelev işletirsin
söylesenize safinazlar bütün bunlar kurtuluş mu? kurtuluş nerede?
nerede safinaz?
ve şu can yakan soru ile bu harika şarkı sona erer.
on binlerce safinaz
kurtuluş nerede?
sonu açık biter, öğrenemeyiz safinaz'ın sonunu. yazar-senarist bizim yorumumuza bırakır sonunu. zaten böyle filmler, kitaplar, diziler hep daha iyi değil midir? bizi düşünmeye, hayal etmeye iter. kızarız ilk başta ama sonra düşündükçe, o eserin büyüsü-etkileyiciliği artar bizim için. bu şarkı da aynı böyle benim için.
türk müzik tarihinin söz, müzik, kurgu açısından en güzel şarkılarından biridir bu. şarkı adı altında bir roman okur, dizi ya da film izleriz aslında. bu eser; hayatın ta kendisidir. ekonomik sıkıntı, geleceğe karşı umutsuzluk, insan ilişkilerindeki yozlaşma, sınıf farkı, fırsat eşitsizliği, yolsuzluk-karaborsacılık, eğitimdeki çarpıklaşma, genç kızların hayalini sadece zengin bey çocuklarına indirgeyen sinemaya/eğitime/topluma eleştiri, aile-çocuk ilişkileri, toplumdaki ahlak anlayışı vs o kadar çok noktaya parmak basar, o kadar çok düşündürür ki insanı. of bee. çok büyük adamsın cem karaca çoook.
şarkıdan bahsetmek gerekirse;
cem karaca bu şarkıda, şehirde zor şartlarda yaşayan çekirdek bir ailenin kızı safinaz'ın hikayesini anlatır. şarkıdaki kahramanlar;
safinaz
safinaz'ın babası kapıcı kasım
safinaz'ın annesi asiye ve
jön niyazi.
şarkı çeşitli bölümlerden oluşur. aynı bir roman gibi, dizi ya da sinema filmi gibi. fakat bu bölüm değişimlerinde sadece sözler değil; müzik, karakterler, mekanlar da değişir. kurgusu çok sağlam ve çok güzeldir bu şarkının. ve uyarayım epey uzun bir entry olacak, şarkıyı açıp okuyunuz. hazırsanız başlayalım.
şarkının ilk bölümünde genel olarak safinaz'ın baba ve annesinin yaşamını, iç dünyalarını görürüz. günlük rutinleri, çalıştıkları işler ve hayata bakışları. bu ailenin hayata bakışını en güzel özetleyen cümle şudur;
"yeni bir gün diye düşünmedi ki, değişik ne olacaktı ki?"
bu cümle sadece kapıcı kasım ve ailesinin hikayesini özetleyen bir cümle değil aslında. şarkının yazıldığı yıllarda da günümüzde de geçim sıkıntısı çeken, hayatı aynı monotonlukta yaşayan milyonların kafasından geçen, geçmese de onlara uyarlanabilen bir cümle. başımıza majör bir olay gelmedikçe (vefat, hastalık, deprem, savaş veya okul bitmesi, iş değiştirme, taşınma vs gibi) hep aynı şeyleri yaşamıyor muyuz hakikaten? okula/işe git gel. kendine üç dört saat vakit ayırdığını san, uyu hoop tekrar aynısı. çıkabilirsen senede bir-iki hafta tatile ya da memlekete git. bitti gitti. ülkemiz insanının %80-90'ı bu şekilde malesef. iş değiştirdin diyelim, başka bir patrona aynı şekilde para kazandır, sigorta için-izin için sürün dur. ya da tatile gücün yettiği kadarıyla belli lokasyonlara git, gel. dönünce de gittiğine lanet et. heeey gidi heey. neyse şarkıya dönelim. ikinci bölüm safinaz'ın büyüyüp okula gidişiyle devam eder. müzik ve ritm değişir. harika bir gitar ile başlarız ikinci bölüme. şarkı biraz kasvetlenir sanki. üflemeliler biraz daha geriden gelir.
ikinci bölümün ilk paragrafında zaman değişir. safinaz orta ikiye başlar ve sınıflarını geçer başarı ile. kasım'ı bu bölümde kızıyla gurur duyan, okuması için her şeyi yapan, kızının kendisi gibi olmaması için çabalayan bir karakterde olduğunu görürüz. ilk bölümde hayattan bıkkın yorgun kasım'a safinaz'ın başarısı, okulu hayat verir.
yeni günden umutsuz, "değişik ne olacaktı ki" diye soran kasım; "okusun tek, taş çekerim sırtımda" diye bağlanır hayata ve işine. fakat müziğin ritmi bir anda artar ve safinaz'ın ailesi dışında gelişen şartları öğreniriz.
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
her şeyin fiyatı artıyordu ancak
et, süt, bez, tuz ve de yakacak
ve kitap ve kalem ve defter ve de açacak
artmayan tek şey aylığıydı kasım'ın
bu müziğin temposunun arttığı kısımlarda cem karaca'nın sosyal-ekonomik meselelere yönelik bakış ve yorumunu da görürüz. sadece geçim derdine değil, toplumsal sınıf farklarına da laf çakar karaca;
"safinaz'ın okuduğu kitaplar yazıyordu
bir doktorun işçiden şerefli olduğunu"
ardından müziğin temposu tekrardan düşer ve ikinci bölümün başındaki gitarı duyarız tekrardan. kasım bir kaç ay daha sıkar dişini fakat artık maaşı ve masrafları birbirini dengelemeyecek hale gelir. mecbur okuldan alır kızını, o da çalışmaya başlayacaktır.
"okul önlüklerini ağlayarak çıkardı
daha on dördünde fabrikaya başladı safinaz" sözleri ile ikinci bölüm biter ve üçüncü bölüme geçeriz. safinaz artık bir çocuk işçidir. genç kızdır.
müzik yeniden şekil değiştirir. mekan da değişmiştir. artık kapıcı dairesinin dışına, fabrikaya geçeriz. sokakları, toplumu tanımaya başlarız. müzikte bu değişime uygun bir şekilde başlar. ve bu bölümde safinaz'ın düşüncelerinin, karakterinin de değiştiğini görürüz. çünkü o genç bir kızdır ve dış etkenler, toplum onu değiştirecektir. harika bir karakter gelişimi vardır bu bölümde.
sözlere baktığımızda ise safinaz'ın da ilk bölümdeki babasına benzemeye başladığını görürüz. babası gibi erken kalkar, babası gibi aynı sokakları geçerek her gün aynı işin başına geçer. ama bir fark vardır. kasım sadece kendi ailesi ile ilgilenirken; safinaz artık dünyayı ve insanları tanımaya gözlemlemeye başlamıştır. kasım'ın ailesi dışındaki dünyası için herhangi bir söz yazmayan cem karaca üçüncü bölümde safinaz'ın dünyasını şöyle tasvir eder;
"kendi gibi insanlarla doldurup fabrikaları
kendi gibilerine satıyorlardı yaptıkları malları"
safinaz çalıştığı yerdeki insanları gözlemlemeye başlamıştır çünkü. beraber çalıştığı insanların kendisi gibi oluşunu keşfeder. malları sattıkları kişileri saf bir şekilde kendisi gibi sanır. ve şarkı cem karaca'nın dönemin çalışma şartlarına attığı taşlarla devam eder.
sendika yok, sigorta yok, iş güvenliği de yok! fakat safinaz at gibi çalışır. çalışma saatleri epey yüksektir, bunun yanında emeğinin karşılığını alamamaktadır. sonrasında safinaz'ın edindiği hobileri öğreniriz. hafta sonları sinemaya gider safinaz, foto roman okumayı sever, kuponlar keser. kendine küçük bir dünya kurar ama gittiği fabrika da sinema da onun dünyasını genişletecek ve değiştirecektir. şöyle ki; cem karaca bu bölümde safinaz için şöyle muazzam bir tespit yapar. günümüzde de halen karşılaştığımız bir tespit.
"safinaz hafta sonları sinemaya gidiyor
bekliyor filmlerdeki o zengin bey çocuğunu" burada safinaz'ın hayatından sıkılmaya başladığını görürüz. sinemanın etkisi ile bambaşka hayatlar yaşandığını görür, onlara özenir. o zamana kadar ailesi, okulu ve kapıcı dairesinin dışındaki dünyada yaşanan hayatlardan bihaber olan safinaz; sinemanın gücü ile değişmeye başlar. bu değişime fabrikadaki arkadaşları da katkı sağlar. safinaz onların davranışlarını görür, onlara da özenir.
kendinden büyük kızlar kuaföre gidiyorlar
hafta sonları boyalar sürüyorlar yüzlerine
pazartesileri localardan localardan söz ediyorlar
safinaz hiç anlamadan bakıyor yüzlerine
bu bölümde kasım ve asiye ile ilgili de çok küçük bir kaç done alırız. kasım artık iyice bıkmış, kader diyip işi şans oyunlarına bırakmıştır. anası asiye ise yaşlanmakta ve yorulmaya devam etmektedir. safinaz ise bu eve erkenden gelmek istememeye başlar. aylığından para biriktirip o da pudra alır, güzel kıyafetler alır. ve bir hafta sonu eve geç gelir. üçüncü bölümümüz de bu şekilde biter. üçüncü bölümün sonunda; safinaz'ın kendine aldığı şeyleri aldığı şeyleri anlatırken çalan müziğin, konuya uygunluğuna ayrıca bir dikkat etmenizi rica ederim.
dördüncü bölümde mekan ve karakterler tamamen değişir. hani sezon finali yapar ya diziler, en heyecanlı yerinde. cem karaca da safinaz'ın neden geç geldiğini hemen anlatmaz. yepyeni bir karakter sokar yeni sezonun ilk bölümünde diziye. jön niyazi. dördüncü bölümün ilk kısmında niyazi'yi tanırız. lise sondan terk, emekli bir babanın oğlu, dostları tarafından jön olarak tanınan niyazi. müzik tamamen değişmiş daha arabesk bir hava almıştır. jön niyazi birinci tekil şahısta kendini anlatmaya devam eder. lisede çok çakmıştır matematikten ama şimdi matematikten bulur yolunu. burada eğitim sistemine yine ufaktan bir giydirme vardır.
levazımcı babası fabrika patronunun dostuymuş, fabrikada muhasebeci olarak işe sokmuştur niyaziyi. niyazi işe girişini anlatırken şöyle muazzam ve ince bir detay katar cem karaca şarkıya;
peder sağolsun levazımcıydı
çok dostları vardı o zamanlarda
eskiden yağ tüccarıymış şimdiki patron. patron'un eskiden yağ tüccarı olması burada muazzam bir detay. hatırlayın 70'li yıllarda yağ sıkıntısı yaşanmaktaydı ve yağ, un gibi temel gıda malzemeleri karaborsaya düşmüştü. niyazi'nin patronu; şarkının geçtiği zamanlarda bir fabrikatör. fakat eskiden tüccar. buradan anlıyoruz ki patron karaborsacılık yaparak haksız kazançla o fabrikayı açmıştır. niyazi, safinaz, kasım gibiler ise sürünerek, mutsuz ve umutsuz şekilde sürdürürler hayatını.
dördüncü bölümün ikinci kısmına ise; niyazi'nin "ne biçim dünya bu, dinine yandığım. aç bi ufak daha kafamızı bulalım" sözleri ile geçeriz. anlarız ki niyazi bir meyhanede demlenmektedir. dördüncü bölümün ikinci kısmında ise niyazi sarhoş bir şekilde çevredeki abileri ile konuşur. bu sırada müzikle beraber arkadan çok profesyonel ses efektleri, dış sesler duyarız. kadeh sesleri, rakı doldurma sesi, diğer abilerin sesleri, radyodadan gelen haber anonslarının sesleri vs. kendinizi o meyhanede niyazi ile içiyomuş gibi hissedersiniz.
bu bölümde çevresine anlattıklarından doğru da safinaz'ın o hafta sonu eve neden geç geldiğini öğreniriz. jön niyazi ile buluşmuştur. aşkı tatmıştır. fakat niyazi için bu bir aşk değildir. niyazi övünerek bahseder. bu bölümün sözlerini tam olarak eklemek istiyorum.
ha onu diyordum abiler heh
adım niyazi, jön niyazi de derler dostlar sağolsun
bir yavru düştü geçenlerde fabrikaya
ooo böyle fıstık gibi bir yavru ama adı biraz faul
aysel değil canan değil ya, safinaz
hoş hepsi naz olsa ne yazar bize he he
geçenlerde karşılaştık iş çıkışında
çaktım beykozu dedim hani haftasonu anlarsın ya heh heh heh
bir kötü pudra sürmüş çıktı da geldi heh heh heh heh heh heh
(bkz: böyle fıstık gibi bi yavru fakat adı biraz faul)
(bkz: hoş hepsi naz olsa ne yazar bize heh heheh)
(bkz: beykoz çakmak)
meyhanedeki sesler yavaş yavaş azalır ve dördüncü bölümün sonuna geliriz. tamamen niyazi'ye ayrılan bu bölümden sonra mekanımız tekrar kapıcı dairesi olur. dördüncü bölüm aslında şarkının, şarkıda anlatılan hikayenin zirve noktasıdır. buradan sonra olaylar çözülmeye, sona yaklaşmaya başlarız. hani filmlerde dedektif ipuçlarını toplar toplar ve sonunda bir yere, kişiye yada bambaşka bir yere ulaşır ya. sonrasında olaylar çözüle çözüle bir anda filmin sonunda buluruz kendimizi. aha aynen öyle.
dediğim gibi beşinci bölümde zaman da mekan da değişir. bir ramazan ayında teravih namazı sonrası asiye ve kasım'ın sohbeti ile başlar beşinci bölüm. asiye'nin şarkıya, hikayeye en çok etki ettiği bölümdür burası.
gelince kasım usul usul dokandı
bu kızda bir haller var dedi asiye
kasım irkildi, n'ola dedi, n'olabilir ki?
asiye sustu başını önüne eğdi
sonra da fısıldar gibi konuştu asiye
dün gece sayıklıyordu, 'yapma niyazi'
buradan anlıyoruz ki safinaz ve niyazi bir süre daha görüşmüştür. hafta sonu gezmek dışında başka aktivitelere de başlamışlardır. bu aktiviteler niyazi'nin zoruyla olmuş olacak ki, safinaz uykusunda yapma diye yalvarır niyazi'ye. asiye ise bunun üzerine kızı ile konuşmak yerine babasına intikal ettirir konuyu. babası ise döver safinaz'ı. babası da sormaz kızım noldu diye. suçlu safinazdır. niyazi kim, ne yapmak istedi, seni zorladı mı diye sormaz ikisi de. yargısız infaz ile karar verilmiştir. söz hakkı yoktur kadının. ve bu dayak olayının anlatıldığı yerdeki müzik bizi yine o kapıcı odasında hissettirmek için yazılmıştır sanki. beşinci bölüm karaca'nın yazdığı şu sözler ile biter.
"hiç ağlamadı safinaz, öylece baktı babasına
o akşam, o akşam çıktı gitti ve bir daha eve hiç dönmedi"
bu sözlerden sonra giren müzikte oldukça epiktir. sonrasında son bölüm, altıncı bölüm başlar.
baba evinden çıkıp gitmek kurtuluş mu, kurtuluş mu?
düşündün mü bu yolun sonu düzlük mü ya yokuş mu?
varacağın en son nokta doğru mu yanlış mı?
nereye safinaz?
niyazi'den hayır ummak ilaçsız bir kele benzer
fabrikadaki yövmiyen söylesene neye yeter
bak duruyor hususiler, el ediyor cici beyler
nereye safinaz?
bu kısımda sanki cem karaca safinaz'a sorular sorar. nereye? diye. ama aslında bunlar safinaz'ın kendi kendine sorduğu sorulardır. nereye gidebilir ki? bu yolun sonu nereye çıkar ki? niyazi ona yardım eder mi? fabrikadaki yövmiye ile napabilir? dışarda hususi araçları ile gezen, onu kullanmak isteyen/el eden bir sürü cici beyler vardır. safinaz'ın artık güveni kalmamıştır. kendi kendine sorar. nereye safinaz? napacaksın? ne bok yiyeceksin? ailene, niyaziye, yövmiyene, kendine güvenin kalmadı. nereye?
final bölümünün ikinci kısmında ise cem karaca seslenir safinaz'a. alternatifleri anlatır.
genelevde sermayesin, patron alır kazancını
dostun kumarda kaybeder senden çıkarır hıncını
yıllar geçer sen çökersin, dilenirsin aç avcunu nereye
nereye safinaz?
bazen şansın yaver gider biri çıkar evlenirsin
bazen açarsın gözünü bir genelev işletirsin
söylesenize safinazlar bütün bunlar kurtuluş mu? kurtuluş nerede?
nerede safinaz?
ve şu can yakan soru ile bu harika şarkı sona erer.
on binlerce safinaz
kurtuluş nerede?
sonu açık biter, öğrenemeyiz safinaz'ın sonunu. yazar-senarist bizim yorumumuza bırakır sonunu. zaten böyle filmler, kitaplar, diziler hep daha iyi değil midir? bizi düşünmeye, hayal etmeye iter. kızarız ilk başta ama sonra düşündükçe, o eserin büyüsü-etkileyiciliği artar bizim için. bu şarkı da aynı böyle benim için.
türk müzik tarihinin söz, müzik, kurgu açısından en güzel şarkılarından biridir bu. şarkı adı altında bir roman okur, dizi ya da film izleriz aslında. bu eser; hayatın ta kendisidir. ekonomik sıkıntı, geleceğe karşı umutsuzluk, insan ilişkilerindeki yozlaşma, sınıf farkı, fırsat eşitsizliği, yolsuzluk-karaborsacılık, eğitimdeki çarpıklaşma, genç kızların hayalini sadece zengin bey çocuklarına indirgeyen sinemaya/eğitime/topluma eleştiri, aile-çocuk ilişkileri, toplumdaki ahlak anlayışı vs o kadar çok noktaya parmak basar, o kadar çok düşündürür ki insanı. of bee. çok büyük adamsın cem karaca çoook.
devamını gör...
normal sözlük'te başlıkların yürümemesi
dün ekşi de bir başlık gördüm, ilgimi çekti tanımları merak edip baktım, başlık 2015 te açılmış ama yazarın giriş tanımından başka hiç bir şey yok.
burası fan-clup, çöpçatan veya chat platformu değil.
belki yazarın açılan başlık bilgisi ile alakalı bilgisi yoktur, belki ilgi duymıyordur, neticede kimse de her başlığın altına gelişi güzel olmayan fikrini beyan etmek istemez.
sabır ve zamana ihtiyaç var.
burası fan-clup, çöpçatan veya chat platformu değil.
belki yazarın açılan başlık bilgisi ile alakalı bilgisi yoktur, belki ilgi duymıyordur, neticede kimse de her başlığın altına gelişi güzel olmayan fikrini beyan etmek istemez.
sabır ve zamana ihtiyaç var.
devamını gör...
sphenopalatine ganglioneuralgia
“dondurma baş ağrısı” ve “beynin donması” olarak bilinen durum soğuk yiyecek ve içecekleri hızlı tükettiğimizde ortaya çıkar. çok hızlı başlayan (birkaç saniyede ortaya çıkar) ve çabuk geçen bir baş ağrısı türüdür.
çok soğuk bir denize girdiğimde bu şey başıma gelmişti. kısa bir süre resmen beynim felç olmuştu acıdan.
çok soğuk bir denize girdiğimde bu şey başıma gelmişti. kısa bir süre resmen beynim felç olmuştu acıdan.
devamını gör...
makale okuma alışkanlığı
özellikle yeni bir makale yazabilmek için gerekli olan alışkanlıktır. dergipark.com üzerinden birçok makaleye ulaşabilirsiniz. yabancı kaynaklar içinse jstor.com çok iyidir.
devamını gör...
yeni başlayanlar için normal sözlük
tanım girmek, bir başlık gördüğünüzde başlığı okuyup ne olduğunu bilmeden başlık hakkında soğuk espri yapmak değildir.
öncelikle daha önce o başlık hakkında yazılan diğer tanımlara göz gezdirip aynı şeyi veya aynı espriyi yazmamak gerek.
bir başlık açmadan önceden o başlığa benzer başlık açılmış mı diye iyice kontrol edin. yoksa bir kitap veya filmin hem orjinal adı hem türkçe adı ile iki üç başlık açılıyor.
bir haber hakkında başlık açacaksanız o haberin linkini muhakkak verin. yoksa ne hakkında konuşulduğunu bilemeyiz. sadece bir şey hakkında bir yorum okumuş oluruz havada kalır söyledikleriniz.
bir tanım veya başlık hakkında yanlış olduğundan emin olduğunuz bir bilgi görürseniz tanım sahibini nazikçe uyarın hemen düzeltiyorlar. ben sürekli yapıyorum. yani başınzdan savmayın muhakkak uyarın.
öncelikle daha önce o başlık hakkında yazılan diğer tanımlara göz gezdirip aynı şeyi veya aynı espriyi yazmamak gerek.
bir başlık açmadan önceden o başlığa benzer başlık açılmış mı diye iyice kontrol edin. yoksa bir kitap veya filmin hem orjinal adı hem türkçe adı ile iki üç başlık açılıyor.
bir haber hakkında başlık açacaksanız o haberin linkini muhakkak verin. yoksa ne hakkında konuşulduğunu bilemeyiz. sadece bir şey hakkında bir yorum okumuş oluruz havada kalır söyledikleriniz.
bir tanım veya başlık hakkında yanlış olduğundan emin olduğunuz bir bilgi görürseniz tanım sahibini nazikçe uyarın hemen düzeltiyorlar. ben sürekli yapıyorum. yani başınzdan savmayın muhakkak uyarın.
devamını gör...
hastası olunan sözler
''başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. çünkü başkasına verdiğin acının zehiri er ya da geç sana geri döner..''
*
*
devamını gör...
küçük iskender
tam unuttum derken.bir şey olur..
bir şarkı çalar.biri o'nun gibi güler.
biri parfümünü sıkıp o'nun gibi kokar.
insanın tüm unuttuğu boşa gider.*
bir şarkı çalar.biri o'nun gibi güler.
biri parfümünü sıkıp o'nun gibi kokar.
insanın tüm unuttuğu boşa gider.*
devamını gör...
ömer muhtar
libya'da 1858 yılında doğmuş, 1911 yılında italya'nın işgaline karşı 20 yıl mücadele etmiş bir kahramandır.
ilk başlarda osmanlı devleti'nin birçok subayından afrika'daki son toprağımızı kurtarmak için askeri yardımlarını almışlardır. ingiliz işgalinde bulunan mısır ve sudan'daki müslümanlardan lojistik yardımlar almıştır ama italyanların yoğun baskısı karşısında zorluklar yaşamışlardır. 1931'de 73 yaşındayken bir çatışma sırasında yakalanmış, mahkemeye çıkarılmış ve 16 eylül 1931'de asılarak idam edilmiştir.
mustafa akkad tarafından 1981 yılında çöl aslanı adıyla sinemanın gücünü gösteren bir filmi çekilmiştir. mesela cezayir'de müslümanların fransız'lara karşı direnişi 100 yıldan fazla sürmüş, milyon kişi şehid olmuşken, bir filmleri yapılmadığı için fazla bilinmez.
ilk başlarda osmanlı devleti'nin birçok subayından afrika'daki son toprağımızı kurtarmak için askeri yardımlarını almışlardır. ingiliz işgalinde bulunan mısır ve sudan'daki müslümanlardan lojistik yardımlar almıştır ama italyanların yoğun baskısı karşısında zorluklar yaşamışlardır. 1931'de 73 yaşındayken bir çatışma sırasında yakalanmış, mahkemeye çıkarılmış ve 16 eylül 1931'de asılarak idam edilmiştir.
mustafa akkad tarafından 1981 yılında çöl aslanı adıyla sinemanın gücünü gösteren bir filmi çekilmiştir. mesela cezayir'de müslümanların fransız'lara karşı direnişi 100 yıldan fazla sürmüş, milyon kişi şehid olmuşken, bir filmleri yapılmadığı için fazla bilinmez.
devamını gör...
sağlık çalışanlarının eşlerinin aşılanması
devamını gör...


