kritik bir olayda sakin kalabilmek
hayatım boyunca sakin kalmaya çalıştım.ama çevrenizdeki özellikle de ailenizdeki kişiler anksiyete manyağı olunca işler değişiyor tabi. düşünsenize, fikir almak veya sakinlemek için ya da anlattığınız şeylere karşın sadece sırtınızın sıvazlanıp “amaaan bu da bir şey mi” tarzı tepkiler almak için konuştuğunuzda; karşınızdakiler panik atak geçirip her anlattığınız en küçük olayda bile bayılma noktasına geliyorlar. o yüzden ben fena sayılmam ama; alın bunları al al al al al.
devamını gör...
bu yazara yakın zamanda çok fazla beğeni yaptığınız için oyunuz kaydedilmedi
az önce meja hanımı artılarken karşılaştığım ve sözlüğün yeni güncellemesi olan bildirim.
kendisinin de dediği gibi; hem iyi oldu hem kötü. oylaya oylaya yere göğe sığdıramadığım yazarlara, şimdi biraz zaman geçtikten sonra oy atabiliyorum. çok üzgünüm sözlük. şu 3 olan sınırı 6 falan yapsanız olmaz mı? *
kendisinin de dediği gibi; hem iyi oldu hem kötü. oylaya oylaya yere göğe sığdıramadığım yazarlara, şimdi biraz zaman geçtikten sonra oy atabiliyorum. çok üzgünüm sözlük. şu 3 olan sınırı 6 falan yapsanız olmaz mı? *
devamını gör...
taksi açılışı 10 tl olmalı
"yetmez, arabaya girer girmez domalıp bir posta da verelim" diyerek destek olunması gereken teklif.
devamını gör...
kendime saygım yok davranışları
ısrar etmek. hayır ne üsteliyorsun istemiyor işte karşı taraf. bu kadar mı gurursuzsun 2 kere sor tamam ama 3.yü sorma artık.
devamını gör...
normal sözlük dertleşecek yazarlar veri tabanı
(bkz: burayı yıkarlar)*
tanim: yıllar yıllar önce internetin ücra bir köşesinde ilk abaza keşişin haykırmasıyla hayat bulmuş yapış yapış bir akımı anımsatan "veri tabanı". seneler geçti şu yanlıştan dönülmedi ya ben de ona yanarım.*
tanim: yıllar yıllar önce internetin ücra bir köşesinde ilk abaza keşişin haykırmasıyla hayat bulmuş yapış yapış bir akımı anımsatan "veri tabanı". seneler geçti şu yanlıştan dönülmedi ya ben de ona yanarım.*
devamını gör...
erkeğin ağlaması
duyguların dışa vurumu olması nedeniyle çoğunlukla normal olan bir durum.
ağlamak çok insani bir durum olmakla beraber ağlanılan şeyin ne olduğuna göre bazen itici olabilir. bir şehit haberi ya da ailesinden birinin kaybı nedeniyle ağlayan bir erkeği asla yadırgamam hatta çok saygı duyarım. ama sevgiliden ayrılırken ağlayıp yalvaran bir erkek kanımca hiç hoş değil. hiçbir kadının buna tahammül edeceğini sanmıyorum.bana gelince hassas bir insan olduğum için animasyon seyrederken bile ağlayabilirim yalnız bunu mümkün olduğunca saklar, kimseye belli etmem. başkalarının yanında ağlamak hiç hoşuma gitmez . aynı şeyi yapan bir erkek de gurur yaptığını bildiğim için bana daha sempatik gelir.
kısacası bu konuda çok sert olmamakla beraber her şeyin bir dozajı olduğunu düşünüyorum.
bu arada tabir-i caizse bir de ağlak erkekler var, her şeyden şikayet eder, nazlanır, hiç mutlu olmaz. işte lütfen onlar benden uzak olsun.
ağlamak çok insani bir durum olmakla beraber ağlanılan şeyin ne olduğuna göre bazen itici olabilir. bir şehit haberi ya da ailesinden birinin kaybı nedeniyle ağlayan bir erkeği asla yadırgamam hatta çok saygı duyarım. ama sevgiliden ayrılırken ağlayıp yalvaran bir erkek kanımca hiç hoş değil. hiçbir kadının buna tahammül edeceğini sanmıyorum.bana gelince hassas bir insan olduğum için animasyon seyrederken bile ağlayabilirim yalnız bunu mümkün olduğunca saklar, kimseye belli etmem. başkalarının yanında ağlamak hiç hoşuma gitmez . aynı şeyi yapan bir erkek de gurur yaptığını bildiğim için bana daha sempatik gelir.
kısacası bu konuda çok sert olmamakla beraber her şeyin bir dozajı olduğunu düşünüyorum.
bu arada tabir-i caizse bir de ağlak erkekler var, her şeyden şikayet eder, nazlanır, hiç mutlu olmaz. işte lütfen onlar benden uzak olsun.
devamını gör...
parasite
merak ettiğim ve izledikten sonra ne hissetmem gerektiğinden emin olamadığım bir film. tek bir cümle ile özetleyecek olursak sınıfsal farkların ortaya konduğu bir film deriz de içeriğini anlatmaya ne kadar yeterli olur bu tanım? ekonominin en alt tabakasında olan bir aile ve ekonominin en üst basamağında olan iki aile vardır. bu farkları yansıtmak için belki de merdivenler sıklıkla kullanılmıştır.
alt kesimi canlandıran aile üyeleri kurnazlıkları ile zengin ailenin çalışanı olur teker teker. hayatları rahat ve refah bir yol almaya başlamışken bu yolda olmayı isteyen başkaları da çıkar ortaya. ve filmin ikinci yarısı böylelikle hareketlenir.
bir yerde temel ihtiyaçlarını karşılamak için türlü rollere girenler diğer tarafta bulundukları konum içerisinde çevresinde olan biten hiçbir şeyin farkında olmayanlar. zengin fakir ayrımı yaşadıkları ev gibi çok keskin bir şekilde belli edilse de filmde beni en vuran nokta koku üzerine yaptığı gönderme oldu. fakirlik kokar mı insanların üzerinde?
ve de özgürlük... acaba haklarını sonuna kadar kullanabilmek midir özgürlük yoksa temel ihtiyaçlar karşılandığı sürece hayatta olmak mıdır? bir diğer soru da yaşamak nedir olur bu durumda? temel ihtiyaçların karşılanıyor olması yaşadığımızı mı gösterir?
doğal bir akış içerisindeydi film. oyunculuklar yine aynı doğallıkta. ev sahibi kadının oyunculuğu en beğendiğim oldu. pek çok ödülü ülkesine götürmüş bu filmi izleyip yorumlamak tercihiniz olsun. sonra karar verirsiniz?
aydınlık bir bahçede güneşin tadını çıkaranlardan mısınız yoksa karanlık bir bodrumda nefes almaya devam edenlerden misiniz?
alt kesimi canlandıran aile üyeleri kurnazlıkları ile zengin ailenin çalışanı olur teker teker. hayatları rahat ve refah bir yol almaya başlamışken bu yolda olmayı isteyen başkaları da çıkar ortaya. ve filmin ikinci yarısı böylelikle hareketlenir.
bir yerde temel ihtiyaçlarını karşılamak için türlü rollere girenler diğer tarafta bulundukları konum içerisinde çevresinde olan biten hiçbir şeyin farkında olmayanlar. zengin fakir ayrımı yaşadıkları ev gibi çok keskin bir şekilde belli edilse de filmde beni en vuran nokta koku üzerine yaptığı gönderme oldu. fakirlik kokar mı insanların üzerinde?
ve de özgürlük... acaba haklarını sonuna kadar kullanabilmek midir özgürlük yoksa temel ihtiyaçlar karşılandığı sürece hayatta olmak mıdır? bir diğer soru da yaşamak nedir olur bu durumda? temel ihtiyaçların karşılanıyor olması yaşadığımızı mı gösterir?
doğal bir akış içerisindeydi film. oyunculuklar yine aynı doğallıkta. ev sahibi kadının oyunculuğu en beğendiğim oldu. pek çok ödülü ülkesine götürmüş bu filmi izleyip yorumlamak tercihiniz olsun. sonra karar verirsiniz?
aydınlık bir bahçede güneşin tadını çıkaranlardan mısınız yoksa karanlık bir bodrumda nefes almaya devam edenlerden misiniz?
devamını gör...
sükut-u hayal
bir nev şarkısıdır.
"ah şu gönlüm hiç kimseyi böyle sevmedi
hiç kimseye böylesine yenilmedi
ne yapsam ne söylesem de değişmedi
ama al dedim vur demedim ki."
"ah şu gönlüm hiç kimseyi böyle sevmedi
hiç kimseye böylesine yenilmedi
ne yapsam ne söylesem de değişmedi
ama al dedim vur demedim ki."
devamını gör...
the fool
rus sineması’nın yükselişte olan yönetmenlerinden olan yuriy bykov'un karanlık filmi. film umursamazlık, o günün rusyasında olan kendini kurtarma, gelir adaletsizliği, rüşvet gibi konulara öyle bir parmak basıyor ki en aptal olanın anlayacağı bir şekilde. hikayemizin merkezinde sıradan babası ile tesisatçılık yapan dima yer almaktadır. dima iyilik sever dürüst namuslu bir adamdır fakat sosyal konular ve siyasetl ile de ilgilidir. aslında hayatı her hece kırılıp tamir ettiği evinin önünde olan bank gibidir. her gece sarhoş uyuşturucu etkisinde olan gençler kavga eder kırar, o da babası ile bıkmadan usanmadan tamir eder, hayalinde olan toplum gibi. filmin esas başlangıcı patlayan boruyu tamir etmek için gittiği fakir bir semtte olan binanın yıkılacak olduğunu farketmesi üzerine annesinin yardımıyla o gece doğumgününü şehrin ileri gelenleri aslında pisliğe batmış olanları ile kutlayan belediye başkanına aktarır ama eğlencede bulunanların umrunda değildir o binadakiler sadece kendi keseleri umurlarındadır ve bunun için herkesi harcayabilirler dimayı bile. bir süre sonra dima önemli bir karar ile başbaşa kalacaktır ya kendi canı ya binada olanların canı.
karanlık film sevenler için kaçırılamayacak bir yuriy bykov ustalığı.
karanlık film sevenler için kaçırılamayacak bir yuriy bykov ustalığı.
devamını gör...
değiştiğini hissetmek
her geçen gün yeni şeyler yaşamaya, görmeye ve tecrübe etmeye devam ediyoruz dostlar. okudugumuz kitaplar, başımızdan geçen olaylar, çevremizdeki insanlar hatta dinledigimiz şarkılar bile bize bir şeyler katmaya devam ediyor. bu durumda ise değişmek kaçınılmazdır önemli olan nasıl değiştiğindir.
devamını gör...
şarkı sözleriyle tanım girmek
günaydın günaydın insanlara günaydin
günaydın günaydın sevanlere günaydın
günaydın günaydın sevanlere günaydın
devamını gör...
ölmeden önce izlenmesi gereken filmler
dingin savaşçı.çok bilinen bir film değil ama beni çok etkilemişti.kıyıd köşede kalan güzel fazla bilinmeyen filmleri izlemeyi sevenler için ideal bir tercih olabilir.
devamını gör...
martin eden
başkarakterin adını taşıyan jack london romanı.
martin eden zengin bir ailenin oğlunu kavganın içinden çekip alır. martin’in oğullarına yardım ettiğini duyan morse ailesi martin’i akşam yemeğine davet eder. morse ailesinin kızı ruth’a ilk görüşte aşık olan martin’in hayatı tamamıyla değişir. ruth’tan ilk görüşte etkilenen martin ruth’a, morse ailesine ve onların aydın çevresine layık olmak için öğrenmesi, anlaması ve bilmesi gerektiğini düşünür ve otodidakt bir insan olmak için kollarını sıvar. saatlerce çalışır, uykusunu 4 saate kadar çeker, boş vakitlerinde kitaplardan kafasını kaldırmaz. bir yandan da kısa hikayeler yazmaya başlar. bunların hepsini ruth’a layık olmak için yapar. bir yerden sonra fark ederki ruth ve onun aydın çevresini çoktan aşmış, onların üstüne çıkmıştır. kargaşaya yukardan bakan insanların yaptığı gibi olayları daha net bir bakışla ele almaya başlar. girmek istediği aydın çevre hiçte beklediği gibi değildir. ikiyüzlü, riyakar, yalancılarla dolu bir çevredir bu. ama ruth’a olan aşkı nedeniyle bunların hepsini sineye çeker. yazdıklarına inanmayan, bunların martin’i kurtarmayacağına inanan ruth martin’i terk eder. ruth onu terk ettikten sonra martin yaşama, aydın çevreye olan inancını tümden yitirir. yazdıklarını yayınlatmak gibi bir isteği kalmayan martin’in yazılarını ele geçiren bir dostu vasıtasıyla yazdıkları yayınlanır ve martin bir anda amerika’nın bütün gazetelerinde kendisine yer bulur. ancak martin için bütün bunlar anlamsızdır. en baştan beridir buradaydım diyen martin her şeyi boşverir. aslında kızdığı yazılarını yayınlamayan gazeteler, dergiler değil ona inanmayan ruth’tur. bütün inancını yitiren martin açık denize kendini bırakır ve karanlığa gömülür.
tipik bir aşk romanı değildir martin eden. aşkın yanında aydın çevreye, topluma, inançlara, düzene dair birçok eleştiri barındırır içinde. otobiyografik özelliklerde taşıyan roman jack london’un diğer romanlarından bir kaç adım öndedir bana göre. doğru olduğuna inandığı değerler için kendi değerlerinden uzaklaşan insanın, içine girdiği çevrenin riyakar tavırları karşısında tiksintiyle karışık bunalımını bu denli açık seçik ve pürüzsüz anlatan çok az roman vardır.
zamanında tanıdığım, tanımaktan çokça memnun olduğum bir dostum sayesinde okuduğum bu roman, bana hayatım boyunca verilmiş en güzel armağanlardan biridir. şimdilerde o dostum nerededir bilmiyorum ama ben onun olmamı istediği yerin birazcık gerisindeyim. teşekkür ederim london, teşekkür ederim dostum.
martin eden zengin bir ailenin oğlunu kavganın içinden çekip alır. martin’in oğullarına yardım ettiğini duyan morse ailesi martin’i akşam yemeğine davet eder. morse ailesinin kızı ruth’a ilk görüşte aşık olan martin’in hayatı tamamıyla değişir. ruth’tan ilk görüşte etkilenen martin ruth’a, morse ailesine ve onların aydın çevresine layık olmak için öğrenmesi, anlaması ve bilmesi gerektiğini düşünür ve otodidakt bir insan olmak için kollarını sıvar. saatlerce çalışır, uykusunu 4 saate kadar çeker, boş vakitlerinde kitaplardan kafasını kaldırmaz. bir yandan da kısa hikayeler yazmaya başlar. bunların hepsini ruth’a layık olmak için yapar. bir yerden sonra fark ederki ruth ve onun aydın çevresini çoktan aşmış, onların üstüne çıkmıştır. kargaşaya yukardan bakan insanların yaptığı gibi olayları daha net bir bakışla ele almaya başlar. girmek istediği aydın çevre hiçte beklediği gibi değildir. ikiyüzlü, riyakar, yalancılarla dolu bir çevredir bu. ama ruth’a olan aşkı nedeniyle bunların hepsini sineye çeker. yazdıklarına inanmayan, bunların martin’i kurtarmayacağına inanan ruth martin’i terk eder. ruth onu terk ettikten sonra martin yaşama, aydın çevreye olan inancını tümden yitirir. yazdıklarını yayınlatmak gibi bir isteği kalmayan martin’in yazılarını ele geçiren bir dostu vasıtasıyla yazdıkları yayınlanır ve martin bir anda amerika’nın bütün gazetelerinde kendisine yer bulur. ancak martin için bütün bunlar anlamsızdır. en baştan beridir buradaydım diyen martin her şeyi boşverir. aslında kızdığı yazılarını yayınlamayan gazeteler, dergiler değil ona inanmayan ruth’tur. bütün inancını yitiren martin açık denize kendini bırakır ve karanlığa gömülür.
tipik bir aşk romanı değildir martin eden. aşkın yanında aydın çevreye, topluma, inançlara, düzene dair birçok eleştiri barındırır içinde. otobiyografik özelliklerde taşıyan roman jack london’un diğer romanlarından bir kaç adım öndedir bana göre. doğru olduğuna inandığı değerler için kendi değerlerinden uzaklaşan insanın, içine girdiği çevrenin riyakar tavırları karşısında tiksintiyle karışık bunalımını bu denli açık seçik ve pürüzsüz anlatan çok az roman vardır.
zamanında tanıdığım, tanımaktan çokça memnun olduğum bir dostum sayesinde okuduğum bu roman, bana hayatım boyunca verilmiş en güzel armağanlardan biridir. şimdilerde o dostum nerededir bilmiyorum ama ben onun olmamı istediği yerin birazcık gerisindeyim. teşekkür ederim london, teşekkür ederim dostum.
devamını gör...
fran lebowitz
2021 başında çıkan bir mini dizi ve konusu fran lebowitz. bu dobra kadın ile yapılan enfes bir söyleşi/sohbet (belki de belgesel). her bölüm yaklaşık 30 dakika ve 7 bölüm. kullanılan müzik ve görseller diziye çok hoş bir hava katıyor. bu mini dizi birkaç saatte, yavaş yavaş sindirilerek izlenmek isterse en fazla 1 haftada izlenebilir.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
devamını gör...
babam böyle pasta kesmeyi nerden öğrendi
'babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?' reklamının devamı niteliğinde olan söz. ayrı bir reklam konusu.
sorunun cevabına gelirsek; instagram olabilir.
en azından ben oradan bir kesim şekli öğrenmiştim. kalabalık kursumuza soğuk bir mübarek gece vesilesiyle pastalar geldi ve bunun düzgün şekilde paylaştırılması gerekiyordu. ve dumanlı ışıklar içinde hassas çıktı ortaya. dedi 'açılın! ben biliyorum.' sonra hareketleri yaptı ve günü kurtardı.*
-'iyi varsın hassas,böyle pasta kesmeyi nereden öğrendin?'
-sırlar söylenmez kujum, ihtiyacın olduğunda buradayım.*
alnının ortasına gelen lülüğü ile oynar ver sessizce oradan uzaklaşır.
aslında bu hikaye böyle gitmeyecekti ama neyse.*
epsilondelta 2.0 ukdesi
sorunun cevabına gelirsek; instagram olabilir.
en azından ben oradan bir kesim şekli öğrenmiştim. kalabalık kursumuza soğuk bir mübarek gece vesilesiyle pastalar geldi ve bunun düzgün şekilde paylaştırılması gerekiyordu. ve dumanlı ışıklar içinde hassas çıktı ortaya. dedi 'açılın! ben biliyorum.' sonra hareketleri yaptı ve günü kurtardı.*
-'iyi varsın hassas,böyle pasta kesmeyi nereden öğrendin?'
-sırlar söylenmez kujum, ihtiyacın olduğunda buradayım.*
alnının ortasına gelen lülüğü ile oynar ver sessizce oradan uzaklaşır.
aslında bu hikaye böyle gitmeyecekti ama neyse.*
epsilondelta 2.0 ukdesi
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
an itibari ile (bkz: ahmed arif) ile gönlümüzü hoş etmiş radyo yayını…
kayıt kiminse bol bol teşekkürler…
sonradan gelen edit: kayıt sevgili cenk'in arka bahçesi ‘ninmiş, bir kere daha teşekkür edeyim buradan…
kayıt kiminse bol bol teşekkürler…
sonradan gelen edit: kayıt sevgili cenk'in arka bahçesi ‘ninmiş, bir kere daha teşekkür edeyim buradan…
devamını gör...
meja'nın has troll olduğu gerçeği
büyük resim görüldüğüne ve misyonum tamamlandığına göre kendimi imhaya gidiyorum.
tanım: bir gerçek.
tanım: bir gerçek.
devamını gör...
17 oy ve 3 fav alan mutfaktaki sarı bez entrysi
size inat gidip artı oy ve fav attım.
tamam bu entry bile değil böyle oy alması tamamen anlamsız ama şurada atıp tutanların yazdıklarını da görüyoruz sanki kendiniz manas destanı yazıyorsunuz *.
tamam bu entry bile değil böyle oy alması tamamen anlamsız ama şurada atıp tutanların yazdıklarını da görüyoruz sanki kendiniz manas destanı yazıyorsunuz *.
devamını gör...
yeni nesil kızların yemek yapmaktan bihaber oluşu
başlığı açan yazar sesleniyorum madem sen çok rahatsızsın bu durumdan sen öğren, yaşat türk mutfak kültürünü.
devamını gör...
