zaman tüneli
cemal süreya dizeleri
devamını gör...
siyaset programlarının babalar olmasa alacağı reyting
benim nazarımda ciddi merak konusu. az çok bilirsiniz, bu siyaset ve tartışma programlarını evde en çok babalar izler. anneler gün içinde evlilik ve yemek programlarını izlerken akşam gelip çatınca dizi izlemeye koyulurlar. erkek çocuklar maç izleyip coşkunluğuna coşkunluk katarken kız çocuklar muhtemelen çizgi film türü şeyler izliyordur. içlerinde bana en ilginç geleni kesinlikle siyaset programları. abi hararetli hararetli tartışmalar, akıl yürütmeye dayalı beyin fırtınaları, çok bilinmeyenli siyaset denklemleri, sol ve sağ arasında vardiyalı gidip gelen ne idüğü belirsiz partiler, yeni yeni karakterler... sürekli (haklı olarak) şikâyet edilen konular ve bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen ülke sorunları... insanın izlerken yirminci dakikadan sonra içi bayılır da kapatır kanalı, açar şöyle almanya ligi orta sıra takımlarının maçını izler. ya da ne bileyim, kanal d'deki taksi temalı gece filmlerini izler de ortamdaki komediye güler.
ben olsam böyle yapardım yani, 7/24 siyaset izlemek olur şey değil hocam. varılan bir yer yok bir kere. yürüyüş bandında delicesine koşuyormuşsun gibi düşün. koştuktan sonra izmir'den afyon'a gidebiliyor musun? gidemiyorsun. sadece kilo verip yorulup pestil oluyorsun. işte siyaset konuşmak da aynı. kelli felli adamlar aynı ortamda bulunup kafa patlatır da patlatır, patlatır da patlatır. sen de bunu koltuğunda bazen çay, bazen de bira-fıstık eşliğinde sabahtan geceye kadar izlersin. bir defa sade vatandaşsın sen. olayların içine dahil değilsin. haricisin sen. onlarca, yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca hariciden biri... e ne izliyorsun be adam, değiyor mu kendini harap ettiğine? ya bir insanın gece herkes yattıktan sonra onca şey arasında merak ettiği şey kemal kılıçdaroğlu'nun israil-filistin savaşında ne tutum takınacağı olabilir mi? ben olsam derim ki ''bana ne lan gecesinin ikisinde? ne yaparlarsa yapsınlar.'' ne bileyim film izlerim, maç tekrarı izlerim, telefona dalarım. hiçbir şey yoksa uyurum ama siyaset programlarına bakmak aklımın ucundan geçmez. garip...
bu programların şu anki reytingleriyle babalar izlemezken alacağı reyting arasındaki farkı çok merak ediyorum. ben baba olmanın genetiğine direkt kodlanmış bir siyaset programı izleme güdüsü olduğundan şüpheleniyorum. yoksa şöyle boylu boyunca düşününce bir insanın hür iradesiyle (bkz: teke tek), (bkz: gündem özel) gibi programları ve (bkz: can ataklı), (bkz: irfan değirmenci), (bkz: nevşin mengü) gibi kişileri izlemesi pek mümkün görünmüyor. ancak karakterine kodlanacak ki izleyebilesin.
buradan bütün babalara ve kendini baba hissedenlere sesleniyorum. etmeyin kendinize bu eziyeti, yapmayın :) sizi dinleyecek olsalardı çoktan yapmışlardı bunu. kendinize daha eğlenceli, daha keyifli etkinlikler bulun ve o yolda ilerleyin. göreceksiniz ki siyaset çukurundan yukarı tırmandıkça kendinizi bulacaksınız. bırakın reytingleri düşsün, bırakın yok olsunlar! olan size olmasın sevgili babalar, olan size olmasın. tespiti de bitirdiğimize göre bize müsaade, ortalık kalsın sade :)
ben olsam böyle yapardım yani, 7/24 siyaset izlemek olur şey değil hocam. varılan bir yer yok bir kere. yürüyüş bandında delicesine koşuyormuşsun gibi düşün. koştuktan sonra izmir'den afyon'a gidebiliyor musun? gidemiyorsun. sadece kilo verip yorulup pestil oluyorsun. işte siyaset konuşmak da aynı. kelli felli adamlar aynı ortamda bulunup kafa patlatır da patlatır, patlatır da patlatır. sen de bunu koltuğunda bazen çay, bazen de bira-fıstık eşliğinde sabahtan geceye kadar izlersin. bir defa sade vatandaşsın sen. olayların içine dahil değilsin. haricisin sen. onlarca, yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca hariciden biri... e ne izliyorsun be adam, değiyor mu kendini harap ettiğine? ya bir insanın gece herkes yattıktan sonra onca şey arasında merak ettiği şey kemal kılıçdaroğlu'nun israil-filistin savaşında ne tutum takınacağı olabilir mi? ben olsam derim ki ''bana ne lan gecesinin ikisinde? ne yaparlarsa yapsınlar.'' ne bileyim film izlerim, maç tekrarı izlerim, telefona dalarım. hiçbir şey yoksa uyurum ama siyaset programlarına bakmak aklımın ucundan geçmez. garip...
bu programların şu anki reytingleriyle babalar izlemezken alacağı reyting arasındaki farkı çok merak ediyorum. ben baba olmanın genetiğine direkt kodlanmış bir siyaset programı izleme güdüsü olduğundan şüpheleniyorum. yoksa şöyle boylu boyunca düşününce bir insanın hür iradesiyle (bkz: teke tek), (bkz: gündem özel) gibi programları ve (bkz: can ataklı), (bkz: irfan değirmenci), (bkz: nevşin mengü) gibi kişileri izlemesi pek mümkün görünmüyor. ancak karakterine kodlanacak ki izleyebilesin.
buradan bütün babalara ve kendini baba hissedenlere sesleniyorum. etmeyin kendinize bu eziyeti, yapmayın :) sizi dinleyecek olsalardı çoktan yapmışlardı bunu. kendinize daha eğlenceli, daha keyifli etkinlikler bulun ve o yolda ilerleyin. göreceksiniz ki siyaset çukurundan yukarı tırmandıkça kendinizi bulacaksınız. bırakın reytingleri düşsün, bırakın yok olsunlar! olan size olmasın sevgili babalar, olan size olmasın. tespiti de bitirdiğimize göre bize müsaade, ortalık kalsın sade :)
devamını gör...
çekçe
çekçe, hint avrupa dil ailesinin slav dillerinin batı koluna ait olup çekyanın resmi dilidir. çekçe, çekler katolik oldukları için latin alfabesiyle yazılır. çek alfabesi'nde sesli ve sessiz harfler dâhil olmak üzere toplam 42 harf bulunmaktadır.
devamını gör...
aksiliklerin hep üst üste gelmesi
bunu bana sorabilirsiniz.
kısa bir zaman içinde yaklaşık 10.000 usd borç, ciddi bir hastalık, ev sahibi ile problem derken kendimi kesecek duruma geldim bir zamanlar.
geçiyor ama yoruyor.
kısa bir zaman içinde yaklaşık 10.000 usd borç, ciddi bir hastalık, ev sahibi ile problem derken kendimi kesecek duruma geldim bir zamanlar.
geçiyor ama yoruyor.
devamını gör...
orhan veli kanık
farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından.
yada bir yağmur, sel oldum sokağında.
sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim. belki de bir rüyaydım senin için.
uyandın ve ben bittim...!
orhan veli kanık
anısına saygıyla....
#2778442 bilgilendirme için teşekkürler
yada bir yağmur, sel oldum sokağında.
sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim. belki de bir rüyaydım senin için.
uyandın ve ben bittim...!
orhan veli kanık
anısına saygıyla....
#2778442 bilgilendirme için teşekkürler
devamını gör...
einstein
acaba hiç marka takıntısı oldu mu.
devamını gör...
sinemada insan öldürmenin olağanlaştırılması
aslında dünya tarihinde güç merkezli gerçekleşen savaşlar , soykırımlar , insanın yıkıcı gücünün kaynağı olarak sinemadan daha önce toplumları etkilemiş ve etkilemeye devam ediyor , öldürme eylemini sıradanlaştırıyor . sadece öldürme eylemi değil esasen , kötülüğün sıradanlığını görüyoruz tarih boyunca.
ben bu konuda da arno gruen'e atıfta bulunacağım ; teröre karşı isimli kitabının bir bölümünde broadmoor hapishanesinde tutuklu bir katilin , bir başkasını "ele geçirme " eylemini anlatırken kullandığı şu cümleye dikkat çeker : bir can aldım çünkü buna ihtiyacım vardı.
burada söz konusu olan otorite ve birey arasındaki ilişki. hatta en temelde itaat etme. arno gruenin analizini daha net anlatabilmek ve anlayabilmek için şöyle bir algoritma ile gidebiliriz :
arno diyor ki insanın gelişiminde iki seçenek vardır : sevgi ve güç.
ilk doğduğumuzda özerk bir yapıyız. özerklik kendi duygu ve gereksinimlerimizle tam anlamıyla uyum içinde olduğumuz denge durumu.
eğer sevgi dolu bir ortamda büyürsek sevinç , acı , ıstırap , keder gibi hayatı kucaklayabilmemizi sağlayan gerçek duyguları , kendi insanlığımızı, kendimizin ve ya bir başkasının acısını hissetme yeteneğimizi kaybetmeyiz, daha da önemlisi reddetmeyiz.
oysa güç ile gelişiyorsak (burada güç eşittir otorite dediğimiz ,insanın yıkıcılığını besleyen sevgisiz ailenin , okulun ve toplumun bizim zihnimize sıkıştırdığı kısıtlayıcı , bozucu ve bencil özellikleri yansıtır. )gereksinimlerimiz görmezden gelindiğinde , içimizde bir bölünme yaşarız. çünkü güç ; yukarıda bahsettiğim insan olmanın hissettirdiği canlılığı , acıyı ve çaresizliği gerçek zayıflık olarak reddeder ve bu çaresizliği inkar eder.buradan gelişen bir özerklik insanın kendine ve başkalarına sürekli güçlü ve üstün olduğunu kanıtlama zorunluluğudur , sürekli savaşım gerektirir çünkü insana ait duygulara ve bunlardan doğan gereksinime açılan kapıyı sürekli baskı ve reddedişle kapalı tutmak zorundadır. buna katlanmanın , yani hayatta kalmanın tek yolu otoriteye itaat etmektir. arno diyor ki işte bu durum insanın kendisine yabancılaşması ile sonuçlanır . artık içimizde bir yabancı vardır.
insanın yıkıcı gücü onu ezecek kadar güçlü hale geldiyse yani reddettiğini bile ret edecek durumdaysa kendini yeniden canlı hissetmesinin tek yolu güç kullanmak ve bir can almaktır. faşizmin çıkış noktası bu diye düşünüyorum. .çünkü önemsiz bir kendiliği ancak bir " büyüklük " kurtarabilir. kendi önemsiz varlığının ancak kendinden daha "büyük" bir yapının içinde önem kazandığını düşünmek.
terörizminde çıkış noktası bu. sevgisizlikle ihanete uğrayan insan , sahte tanrıları yıkıldığında çaresizliğini kabul etmek yerine büyüklüğe itaat eder , yıkıcı gücüne yönelir ve öldürme eylemi haklılık kazanır. büyüklük arama dürtüsünün ardında çaresizlikle başa çıkma yetisinin yetersizliği vardır. bu yetersizlik utanma duygusunu köreltir. halbuki utanma duygusu olan insanlar ne doğayı ne de yaşamı küçümser. insan doğasının anahtarı -arno' gruen'inde işaret ettiği gibi - suçluluk duygusunda değil insanın insanlık adına yaşama zarar vermesinden duyulan utançta gizlidir.
sinema insanın zaten var olan yıkıcı gücünü besleyen tali bir yol.
gelecek nesiller içinde bulunduğumuz zaman diliminde olduğu gibi otoriteye teslim olmuş aileler tarafından sevgiden yoksun halde yetiştirildiği sürece insan olmamız , insan kalmamız çok zor . öldürme eylemi bu şekilde devam edersek hep haklılık kazanacak gibi...
ben bu konuda da arno gruen'e atıfta bulunacağım ; teröre karşı isimli kitabının bir bölümünde broadmoor hapishanesinde tutuklu bir katilin , bir başkasını "ele geçirme " eylemini anlatırken kullandığı şu cümleye dikkat çeker : bir can aldım çünkü buna ihtiyacım vardı.
burada söz konusu olan otorite ve birey arasındaki ilişki. hatta en temelde itaat etme. arno gruenin analizini daha net anlatabilmek ve anlayabilmek için şöyle bir algoritma ile gidebiliriz :
arno diyor ki insanın gelişiminde iki seçenek vardır : sevgi ve güç.
ilk doğduğumuzda özerk bir yapıyız. özerklik kendi duygu ve gereksinimlerimizle tam anlamıyla uyum içinde olduğumuz denge durumu.
eğer sevgi dolu bir ortamda büyürsek sevinç , acı , ıstırap , keder gibi hayatı kucaklayabilmemizi sağlayan gerçek duyguları , kendi insanlığımızı, kendimizin ve ya bir başkasının acısını hissetme yeteneğimizi kaybetmeyiz, daha da önemlisi reddetmeyiz.
oysa güç ile gelişiyorsak (burada güç eşittir otorite dediğimiz ,insanın yıkıcılığını besleyen sevgisiz ailenin , okulun ve toplumun bizim zihnimize sıkıştırdığı kısıtlayıcı , bozucu ve bencil özellikleri yansıtır. )gereksinimlerimiz görmezden gelindiğinde , içimizde bir bölünme yaşarız. çünkü güç ; yukarıda bahsettiğim insan olmanın hissettirdiği canlılığı , acıyı ve çaresizliği gerçek zayıflık olarak reddeder ve bu çaresizliği inkar eder.buradan gelişen bir özerklik insanın kendine ve başkalarına sürekli güçlü ve üstün olduğunu kanıtlama zorunluluğudur , sürekli savaşım gerektirir çünkü insana ait duygulara ve bunlardan doğan gereksinime açılan kapıyı sürekli baskı ve reddedişle kapalı tutmak zorundadır. buna katlanmanın , yani hayatta kalmanın tek yolu otoriteye itaat etmektir. arno diyor ki işte bu durum insanın kendisine yabancılaşması ile sonuçlanır . artık içimizde bir yabancı vardır.
insanın yıkıcı gücü onu ezecek kadar güçlü hale geldiyse yani reddettiğini bile ret edecek durumdaysa kendini yeniden canlı hissetmesinin tek yolu güç kullanmak ve bir can almaktır. faşizmin çıkış noktası bu diye düşünüyorum. .çünkü önemsiz bir kendiliği ancak bir " büyüklük " kurtarabilir. kendi önemsiz varlığının ancak kendinden daha "büyük" bir yapının içinde önem kazandığını düşünmek.
terörizminde çıkış noktası bu. sevgisizlikle ihanete uğrayan insan , sahte tanrıları yıkıldığında çaresizliğini kabul etmek yerine büyüklüğe itaat eder , yıkıcı gücüne yönelir ve öldürme eylemi haklılık kazanır. büyüklük arama dürtüsünün ardında çaresizlikle başa çıkma yetisinin yetersizliği vardır. bu yetersizlik utanma duygusunu köreltir. halbuki utanma duygusu olan insanlar ne doğayı ne de yaşamı küçümser. insan doğasının anahtarı -arno' gruen'inde işaret ettiği gibi - suçluluk duygusunda değil insanın insanlık adına yaşama zarar vermesinden duyulan utançta gizlidir.
sinema insanın zaten var olan yıkıcı gücünü besleyen tali bir yol.
gelecek nesiller içinde bulunduğumuz zaman diliminde olduğu gibi otoriteye teslim olmuş aileler tarafından sevgiden yoksun halde yetiştirildiği sürece insan olmamız , insan kalmamız çok zor . öldürme eylemi bu şekilde devam edersek hep haklılık kazanacak gibi...
devamını gör...
mandıra filozofu
filmden ne anladığına bağlı olarak değişen bir film. hayata dair güzel şeyleri anlatan bir film kimine boş kimine dolu gelebilir. ama bomboş olduğunu düşünmüyorum. boş film çok ama bu film o listede bile değil bana göre. ya da ben de bomboş biriyim onu da ben söyleyemem.
devamını gör...
zenginlik belirten küçük detaylar
market alışverişinde fiyatlara bakmadan rastgele istenileni almak.
devamını gör...
hussitler savaşı
hussitler savaşı, orta çağda 1419-1434 yılları arasındaki 15 yıl boyunca jan hussun reformcu çek hussitleri ile gelenekçi papanın roma katolik kilisesi arasında yapılmış tarihi bir savaştır. bu savaşın en temel nedeni; avrupa halkları üzerindeki haksız otoritesini kaybetmek istemeyen din tüccarı sahtekar papaların, reformist hussitler'in dürüstçe incili latinceden kendi anadillerine çevirmelerine karşı çıkmalarıydı. hussitler savaşı'nı hussitler kazandı, katolik haçlılar kaybetti. hussitler savaşı'nın önemi, tüfek gibi barutla çalışan ateşli silahların ilk kez avrupada kullanılmaya başlanması ve ağır silahlarla donanmış şövalyelerinden oluşan büyük haçlı ordularının hussitler karşısında aldıkları çok sayıda yenilgi sonucu piyade devriminin yapılmasıdır.
devamını gör...
zenginlik belirten küçük detaylar
ekstre'nin ne zaman geldiğini, ne kadar geldiğini bilmemek. harcarken düşünmemek. kredi kartının limitinin olmaması.
tüm ödemelerin otomatik ödemede olması.
bence bu tam da zenginlik belirtisi.
tüm ödemelerin otomatik ödemede olması.
bence bu tam da zenginlik belirtisi.
devamını gör...
mandıra filozofu
bonnnboşş ve de tıntıntın bir film. 45+ beyaz yaka bireylere hitap edebilir ancak biz gençlik için geçer bir yanı yok.
devamını gör...
mandıra filozofu
otobüs yolculuklarinin vazgeçilmez filmi.
devamını gör...
einstein
çocukluk fotoğraflarını görmüştüm. doğduğunda kafa şekli ve büyüklüğünü ailesi sıkıntı olarak görmüş. neyse ki doktorlar anormal bir durumun olmadığını söylemiş.
çocukken gittiği okul, okuldan çok askeriye gibiymiş. matematik ve fizik dışında başka derslere ilgisi yok ama genel anlamda başarılıymış. o dönemin lisesi mi üniversitesi mi tam hatırlamıyorum ama (kaliteli ve adını duyuran bir yermiş) o yere gitmek için sınava giriyor. başarılı olduğu alanlarla oradakilerin ilgisini çekiyor. sonra onu diğer alanlarda da kendini geliştirmesi için başka okula yolluyorlar. orada ilgi alanları biraz artıyor ve sevmeye başlıyor. çünkü eğitimdeki askeri disiplin, zorunluluk ve baskı olayı kalkıp kendini normale bırakıyor.
orada kendini geliştirdikten sonra akademik alanda ilerleyemiyor çünkü fizik ve matematik çalışmalarını başka derslerde de sürdürüp bazı profesörleri sinir ediyor. ve bu rahatlığı yüzünden de ona bileniyorlar. bu yüzden ilk memur olarak görev yapıyor. bu sürecin ona etkisi olumlu oluyor. çalışmalarına devam ediyor, ispatlamaya çalışıyor vs.
önceki yasalarda eksikliği buluyor ve fizikte birkaç alanın başlangıcını yapıyor (elektromanyetik, fotoelektrik gibi).
yaşarken üne kavuşuyor. davetten davete gidiyor.
evlilik hayatı çalkantılı. sanırım 2-3 çocuğu vardı. ve boşandıktan sonra kuzeniyle evleniyor tabi bu aşk değil mantık evliliği olarak ele alınmış.
hastalanıyor ve ona rağmen çalışmalarını bırakmıyor. ölmeye yakın yine kağıt kalem isteyip o çok istediği formülü bulmak için hesaplamalara vs. giriyor ama başaramıyor.
yaptığı çalışmaları o dönemde 1-2 kişi dışında kimse anlamlandıramıyor. felsefik alanda da başarılı. bunu ondan birkaç yaş büyük biri fark ediyor. kant'ın bir eserini veriyor ve o okuyup anlayabilince üst sınıftaki onun tam normal biri olmadığını anlıyordu.
1800'lü yıllarda yapabildikleri, düşündükleri, başardıkları fantastik geliyor. çünkü sıradışı gerçekten. dünyayla yetinmeyip evreni açıklamaya çalışmak?
isminin kelime anlamı deha demekmiş...
çocukken gittiği okul, okuldan çok askeriye gibiymiş. matematik ve fizik dışında başka derslere ilgisi yok ama genel anlamda başarılıymış. o dönemin lisesi mi üniversitesi mi tam hatırlamıyorum ama (kaliteli ve adını duyuran bir yermiş) o yere gitmek için sınava giriyor. başarılı olduğu alanlarla oradakilerin ilgisini çekiyor. sonra onu diğer alanlarda da kendini geliştirmesi için başka okula yolluyorlar. orada ilgi alanları biraz artıyor ve sevmeye başlıyor. çünkü eğitimdeki askeri disiplin, zorunluluk ve baskı olayı kalkıp kendini normale bırakıyor.
orada kendini geliştirdikten sonra akademik alanda ilerleyemiyor çünkü fizik ve matematik çalışmalarını başka derslerde de sürdürüp bazı profesörleri sinir ediyor. ve bu rahatlığı yüzünden de ona bileniyorlar. bu yüzden ilk memur olarak görev yapıyor. bu sürecin ona etkisi olumlu oluyor. çalışmalarına devam ediyor, ispatlamaya çalışıyor vs.
önceki yasalarda eksikliği buluyor ve fizikte birkaç alanın başlangıcını yapıyor (elektromanyetik, fotoelektrik gibi).
yaşarken üne kavuşuyor. davetten davete gidiyor.
evlilik hayatı çalkantılı. sanırım 2-3 çocuğu vardı. ve boşandıktan sonra kuzeniyle evleniyor tabi bu aşk değil mantık evliliği olarak ele alınmış.
hastalanıyor ve ona rağmen çalışmalarını bırakmıyor. ölmeye yakın yine kağıt kalem isteyip o çok istediği formülü bulmak için hesaplamalara vs. giriyor ama başaramıyor.
yaptığı çalışmaları o dönemde 1-2 kişi dışında kimse anlamlandıramıyor. felsefik alanda da başarılı. bunu ondan birkaç yaş büyük biri fark ediyor. kant'ın bir eserini veriyor ve o okuyup anlayabilince üst sınıftaki onun tam normal biri olmadığını anlıyordu.
1800'lü yıllarda yapabildikleri, düşündükleri, başardıkları fantastik geliyor. çünkü sıradışı gerçekten. dünyayla yetinmeyip evreni açıklamaya çalışmak?
isminin kelime anlamı deha demekmiş...
devamını gör...
cemal süreya dizeleri
buluşsaydık ne olurdu ? dedim
oturur çay içerdik, küçük bardaksa 1, büyükse 2 şeker atardım sende çayını alırdın içeceksen içerdin içmeyeceksen önünde dururdu, hatta sıkıldığında çay kaşığıyla bile oynayabilirdin dedi.
bi ara sarılırdım” desin istedim
sonra boşver dedim kendime
herkes sevdiği adamla karşılıklı çay içemiyor bu ülkede, boşver.
oturur çay içerdik, küçük bardaksa 1, büyükse 2 şeker atardım sende çayını alırdın içeceksen içerdin içmeyeceksen önünde dururdu, hatta sıkıldığında çay kaşığıyla bile oynayabilirdin dedi.
bi ara sarılırdım” desin istedim
sonra boşver dedim kendime
herkes sevdiği adamla karşılıklı çay içemiyor bu ülkede, boşver.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
ne hayale sığarsın ne de köklü ezbere
ne tabloya sığarsın ne de büyük postere
sen hep gülümse çocuk eski pozumuz gibi
sarılıp da boynuma diş göstere göstere
sen hep gülümse çocuk kulak asma kimseye
yüreğim yüreğin de yeni başlar besteye
kirpiğimden tırnağa ritim tuttu her yanım
kıskanırsa notalar yine küsme kimseye
ne tabloya sığarsın ne de büyük postere
sen hep gülümse çocuk eski pozumuz gibi
sarılıp da boynuma diş göstere göstere
sen hep gülümse çocuk kulak asma kimseye
yüreğim yüreğin de yeni başlar besteye
kirpiğimden tırnağa ritim tuttu her yanım
kıskanırsa notalar yine küsme kimseye
devamını gör...
susmak
bazen bilgi ve/veya delil yetersizliğinden kaynaklanır. eğitimli ve anlayış kapasitesi yüksek insanlarda sıklıkla görülen bir durumdur.
çözüm müdür?
hayır tabi!
çözümler olgulardan değil, olayların olanaklarından kaynaklanırlar. *
çözüm müdür?
hayır tabi!
çözümler olgulardan değil, olayların olanaklarından kaynaklanırlar. *
devamını gör...
hussitler
hussitler; adını ünlü reformist çek ilahiyatçı(teolog, tanrıbilimci) jan husstan alan, orta çağda gelenekselci yobaz roma katolik kilisesine karşı kurulmuş yenilikçi ve ilerlemeci bir hristiyan grubudur hatta hussitler'le alakalı 1419-1434 yılları arasında yenilikçi hussitler ile gelenekçi katolikler arasında yapılmış hussitler savaşı vardır. hussitler; reformcu ve milliyetçi bir grup olup çek ön(proto)-protestanlar'dır çünkü ilgili hareketin kurucu lideri jan huss, papaya isyan ederek incili latince orijinalinden çekçeye çevirmiştir. hussitler'in reformcu ve milliyetçi fikirleri; hristiyan reform hareketinin temelini atmış, martin luther ve john calvin gibi diğer reformistleri derinden etkilemiştir.
devamını gör...
normal sözlük'teki en iyi nick
devamını gör...
sözlük yazarlarının fotoğrafları
sarı saçlı ve mavi gözlü kadın yazarların da fotoğraflarını görmeyi can-ı gönülden dileriz.
ama yine de başlıkta ciddi düzelme var bir ara kadıköy askerlik şubesi gibiydi.
en azından hatun kişi görüyoruz.
ama yine de başlıkta ciddi düzelme var bir ara kadıköy askerlik şubesi gibiydi.
en azından hatun kişi görüyoruz.
devamını gör...