101.
102.
ilişkinin bitisi.
hayatıma giren adamlardan hep aynısını duyuyorum:
-dort dortluk bir sevgilisin. beni cok mutlu ediyorsun. ama senden ayrılmaya mecbur bıraktılar.
uleyn kim ne yapıyor adamlara hala bilmiyorum:(
bir gun umarım gitmeyecek bir babayigit cıkar. hep bunu umuyorum.
hayatıma giren adamlardan hep aynısını duyuyorum:
-dort dortluk bir sevgilisin. beni cok mutlu ediyorsun. ama senden ayrılmaya mecbur bıraktılar.
uleyn kim ne yapıyor adamlara hala bilmiyorum:(
bir gun umarım gitmeyecek bir babayigit cıkar. hep bunu umuyorum.
devamını gör...
103.
''ayrılık, örselenmiş duyguların kurtarıcısıdır'' demiştim dün bir yazar arkadaşla konuşurken, oha ne güzel bir laf senin mi dedi. evet benim dedim tebrik etti. tabi ki her ayrılık için geçerli bir söylem değil. örselenmiş bir ruha en yakışan şey ayrılıktır. fazla yıpratmadan, hırpalamadan kurtulmak. dağıtmadan, parçalamadan...
devamını gör...
104.
devamını gör...
105.
bana cok cok agır gelen.
su hayatta en zor atlattıgım sey ayrılıklar.
uzak olur umarım uzunca sure.
su hayatta en zor atlattıgım sey ayrılıklar.
uzak olur umarım uzunca sure.
devamını gör...
106.
doğan canku ile 50 yıl albümünde manga tarafından söylenmiş şarkı.
ferman akgül diyorum çok güzel söylüyor ne söylerlerse söylesin.
ferman akgül diyorum çok güzel söylüyor ne söylerlerse söylesin.
devamını gör...
107.
başlangıcı her ne kadar korkunç olsa da, geçiyormuş arkadaşlar.o yüzden çevrenizde size merak etme zamanla unutacaksın diyenler olursa hiç kızmayın gerçekten de zamanla geçiyor. ha bu arada, olur da dönmeye kalkarlarsa aklınızda sizi nasıl bıraktıkları kalsın.
devamını gör...
108.
gece ya, daha kolay sanki şimdi anlatmak.
ona da söyledim, gerçek ayrılık öyle kavgayla, gidip gelmelerle, ergenler gibi engellemelerle olmuyor, olmaz çünkü ortada hâlâ çift taraflı bir aşk var, iyi de o zaman neden ayrılık demeyin, anlatırsak içiniz çürür yemin ederim.
ne diyordum, yani ayrılık gerçek anlamı ile nerde nasıl başlar biliyor musunuz?
susma ile, iki taraf da susmaya başladığında ikisinin de umutları bitiyor / bitmiş demektir.
kolu kolunuza değse bile konuşacak bir şey, bir istek kalmamışsa, susmalar binbir bahanenin ardına saklanmaya başlamışsa gözünüz aydın, ayrılık kapıda demektir.
ve hiçbir şey de yapamazsınız o saatten sonra, o yüzden hâlâ ortada kavga, gemi yakma, bağırma çağırma varken, bu üstü kapalı umutlar iki tarafta da canlı iken yapın ne yapacaksınız.
yoksa o eşik bir kez geçildi mi...
öyle işte?
ona da söyledim, gerçek ayrılık öyle kavgayla, gidip gelmelerle, ergenler gibi engellemelerle olmuyor, olmaz çünkü ortada hâlâ çift taraflı bir aşk var, iyi de o zaman neden ayrılık demeyin, anlatırsak içiniz çürür yemin ederim.
ne diyordum, yani ayrılık gerçek anlamı ile nerde nasıl başlar biliyor musunuz?
susma ile, iki taraf da susmaya başladığında ikisinin de umutları bitiyor / bitmiş demektir.
kolu kolunuza değse bile konuşacak bir şey, bir istek kalmamışsa, susmalar binbir bahanenin ardına saklanmaya başlamışsa gözünüz aydın, ayrılık kapıda demektir.
ve hiçbir şey de yapamazsınız o saatten sonra, o yüzden hâlâ ortada kavga, gemi yakma, bağırma çağırma varken, bu üstü kapalı umutlar iki tarafta da canlı iken yapın ne yapacaksınız.
yoksa o eşik bir kez geçildi mi...
öyle işte?
devamını gör...
109.
önce yatağın sol yanındaki izi kaybolacak.
sonra yastığının üzerindeki uzun ve simsiyah saç telleri birer birer yok olacak, yastık artık o ve yorgun ama mutlu bir gece gibi kokmayacak.
gün aydın olmayacak bir müddet, günaydınlar kesilecek, başka günaydınlar olacak belki ama asla o aynı tadı vermeyecek.
kalkıp camdan bakacaksın, dışarısı aynı gibi olacak ama artık farklı olacak. bir kişi eksik gibi olacak sokaklar, semt, şehir, ülke, koca dünya.
kimse bilmeyecek ama sen bileceksin.
mutfak bomboş olacak, onun içtiği, giderken almayı unuttuğu kahve kupalarını alt dolaplara koyacaksın görmemek için. masa aynı yerde olacak, sandalyeler aynı yerde olacak ama mutfak da bir daha eskisi gibi olmayacak..
onun oturduğu sandalyenin o alışık olduğun sesi bir daha çıkmayacak.
yemek yapmak zul gelecek, yemek yemek saçmalık.
iş en iyi sığınma aracın olacak, herkesten daha fazla iş yapacaksın, aklındaki onu görmemek için. telefonunu devamlı kontrol edip ondan bir şey gelmiş diye ekrana bakmayacaksın, gelmeyecek.
şarkılar zehirli gibi olacak, size ait olan bazılarına takılıp ölmemek için bir müddet hiçbir şarkı dinlemeyeceksin, sonra yavaş yavaş başlayacaksın onsuz şarkılarla ayağa kalkmaya ama çok zor olacak.
hayaller tümden yok olacak, en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsi bir müddet kafandan silinip gidecek, o ev, yuva dediğiniz o ortak hayallerinizdeki ev hiç olmamış gibi olacak, düşünmeyeceksin, kaçamayacaksın.
bir müddet tüm çiçekler ölecek, ölmeden olmaz diyeceksin yaşama bencilliğine sarılıp. lale bir daha açmayacak, sümbüllerin soğanları çürüyecek beynin arka tarafında, frezyalar ne zaman geleceği belli olmayan bir bahara kadar kokmayacak.
renkler önemini kaybedecek, "tapıyorum çünkü o" dediğin siyah rengi gri olacak yavaş yavaş, senin mavin ise beyaza dayanacak, sizin renginiz lacivert ise hiç varolmamış gibi yok olup gidecek.
ne yazık ki beynin aynı kalacak ama yanına kalbini de alıp durup durup onu çıkaracak her bir köşede, karşı koyamayacaksın, sadece sessizce geçip gitmesini bekleyeceksin. ya da, ya da içeceksin, dünyanın en erken içme vakitleri yüklenecek hayatına, daha erken olamaz mı tanrım diye yalvaracaksın, daha çok içmek, onu hatıralarda boğmak için hiç durmadan içeceksin.
sızana kadar içeceksin.
sonra uyanacaksın ve yatağın sol yanındaki izi biraz daha solmuş olacak.
ama sen hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaksın.*
telos.
sonra yastığının üzerindeki uzun ve simsiyah saç telleri birer birer yok olacak, yastık artık o ve yorgun ama mutlu bir gece gibi kokmayacak.
gün aydın olmayacak bir müddet, günaydınlar kesilecek, başka günaydınlar olacak belki ama asla o aynı tadı vermeyecek.
kalkıp camdan bakacaksın, dışarısı aynı gibi olacak ama artık farklı olacak. bir kişi eksik gibi olacak sokaklar, semt, şehir, ülke, koca dünya.
kimse bilmeyecek ama sen bileceksin.
mutfak bomboş olacak, onun içtiği, giderken almayı unuttuğu kahve kupalarını alt dolaplara koyacaksın görmemek için. masa aynı yerde olacak, sandalyeler aynı yerde olacak ama mutfak da bir daha eskisi gibi olmayacak..
onun oturduğu sandalyenin o alışık olduğun sesi bir daha çıkmayacak.
yemek yapmak zul gelecek, yemek yemek saçmalık.
iş en iyi sığınma aracın olacak, herkesten daha fazla iş yapacaksın, aklındaki onu görmemek için. telefonunu devamlı kontrol edip ondan bir şey gelmiş diye ekrana bakmayacaksın, gelmeyecek.
şarkılar zehirli gibi olacak, size ait olan bazılarına takılıp ölmemek için bir müddet hiçbir şarkı dinlemeyeceksin, sonra yavaş yavaş başlayacaksın onsuz şarkılarla ayağa kalkmaya ama çok zor olacak.
hayaller tümden yok olacak, en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsi bir müddet kafandan silinip gidecek, o ev, yuva dediğiniz o ortak hayallerinizdeki ev hiç olmamış gibi olacak, düşünmeyeceksin, kaçamayacaksın.
bir müddet tüm çiçekler ölecek, ölmeden olmaz diyeceksin yaşama bencilliğine sarılıp. lale bir daha açmayacak, sümbüllerin soğanları çürüyecek beynin arka tarafında, frezyalar ne zaman geleceği belli olmayan bir bahara kadar kokmayacak.
renkler önemini kaybedecek, "tapıyorum çünkü o" dediğin siyah rengi gri olacak yavaş yavaş, senin mavin ise beyaza dayanacak, sizin renginiz lacivert ise hiç varolmamış gibi yok olup gidecek.
ne yazık ki beynin aynı kalacak ama yanına kalbini de alıp durup durup onu çıkaracak her bir köşede, karşı koyamayacaksın, sadece sessizce geçip gitmesini bekleyeceksin. ya da, ya da içeceksin, dünyanın en erken içme vakitleri yüklenecek hayatına, daha erken olamaz mı tanrım diye yalvaracaksın, daha çok içmek, onu hatıralarda boğmak için hiç durmadan içeceksin.
sızana kadar içeceksin.
sonra uyanacaksın ve yatağın sol yanındaki izi biraz daha solmuş olacak.
ama sen hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaksın.*
telos.
devamını gör...
110.
vücutta yarattığı kimyasal tepkiler, uyuşturucu madde yoksunluğuna benzer etkiler bırakıyor. hatta literatürde adı bile var: (bkz: kırık kalp sendromu). hikaru sato diye bir japon doktor tanımlamış. *
ama burada mesele kalbin fiziken ağrıması değil. asıl dava, insanın yalnız kalmaktan korkması. ayrılık, sevme ve savunmasız olma yeteneğimizin bedelini, post-modern bir kabileden dışlanmış gibi ödetiyor. bu boş dünyada yalnız hissediyor insan. sinir sistemi kortizolle yıkanıyor, anksiyete atakları, yeme ve uyku düzeninde değişiklikler, mide sorunları ve yorgunluk gibi fiziksel hislerden illallah ediliyor, beden alarm moduna geçiyor. izolasyon, terk edilme, reddedilme baş gösteriyor...ve bu sertlikte bir çok kelimenin bilinçaltında çınlaması ile inliyor beyin ramazan davulu gibi.
binlerce yıl önceden bugüne gelen, "yalnız kalırsan ölürsün" kodları var içimizde. zaten her haltı yapan, o hain genom dizilimleri, o nankör dna şifreleri...
paket halinde geliyor bunlar. ayrılık yaşandığında aslında sadece birini değil, ona ait tüm alışkanlıkları, ezberlenmiş saatleri, bildiğimiz bir kokunun hatırasını da kaybediyoruz. yani hayatımızdaki "normal"imiz gidiyor ve yeni bir normal yaratmak için yerlerde sürünüyoruz. benim ara ara yazdığım saçma bir yaşanmışlığım var bu hususta. kadınlar yan dönüp yattıkları zaman, gece yatakta tek bacağımızı onların poposuna dolamak dünyanın en zevkli olaylarından birisidir *. yengeler yan döndüğü vakit, sabit bir göt boyları olur. örneğin 30cm. insan sevdiğine zamanla o kadar alışıyor ki, gece arkadan gelip bacaklarını pergel gibi açıp canım yengemin poposunun üzerinden tek bacağını geçireceğinde, o 30cm'lik yenge götü boyu hafızaya alınmış oluyor. biyolojik bir refleks olarak, bacaklarımız zamanla 30.5 cm açılacak şekilde programlanıp, üstten yağ gibi dolanıyor. yeni birisi demek, 35cm göt demek anlamına geliyor bazen. (bkz: göt boyları da sevdaya dahildir). bu durumda insan eskinin gittiğini, artık yeni birisi olduğunu, gece usulca arkadan dolanmaya çalıştığında diziyle yengenin götüne çarpınca anlıyor. beyin o an size "artık bitti o" diyor. motor refleksler artık yeni sevdiceğe göre ayarlanıyor. vücutlar kendilerini yeni aşklara programlar zamanla beyler/bayanlar. olur bunlar. *
aşamaları var bu işin:
önce inkar ediyor kafa: "ya geri gelirse?"
sonra öfkeler gürlüyor: onun var yaaa, ebesini siticem ebesini.
sonra benlikle pazarlık başlıyor: "yazsam mı acaba?"
ardından çöküş ve yavaş yavaş gelen kabullenmeye geçiyoruz.
nihayetinde ise, yeni bir enişteye merhaba diyor insan. kanlı canlı, yanakları al al bir enişte. üstelik, küçük enişte de değil, normal bir enişte. *. mesela o enişte hiç bilmiyor kapısını çaldığı kalbin daha geçen hafta bir yangından çıkıp, bir fırtınadan çıkıp zor bela kendisine bir süre mühür vurduğunu. ya da biliyor da söylemiyor... ayrılık acısı yaşamayan, ayrılık acısı yaşayanı anlamaz pek. ek olarak, sinsi piçleri de dahil edelim bu gruba...onlar da anlasa da anlamamazdan geliyor. *
yani ayrılık dediğimiz meret bir son değil, bir yenilenme ritüeli. yeniden doğumun şaman ayini hep bu ayrılıklar *
ama sorun şu ki, herkesin ritüeli farklı işliyor, sorun da burada oluyor zaten.
kimi yoga matına sarılıyor, huzur duruşu yapan yenge oluyor. kimi rakı şişesine atıyor kendini, kimi psikoterapi koltuğunda doktora zırlıyor, lustral'ını içip boş boş geziyor. kimi de hala telefon ekranına bakıp son görülme saatini ezberliyor, sözlükte ne yaptığına bakıp bakıp, şu an benim için tarifi zor olan, acı ile karışık bir mutluluğa erişiyor.
bir ayrılık olduğunda, insan aslında birini değil, o kişiyle birlikte kendini kaybediyor. ve sonra o kendini bulmaya çalışıyor, başka yüzlerde, başka kahkahalarda, başka sözlük esprilerinde, başka umutlarda, başka adamlarda-kadınlarda...ya da bazen sadece sessizlikte.
ama burada mesele kalbin fiziken ağrıması değil. asıl dava, insanın yalnız kalmaktan korkması. ayrılık, sevme ve savunmasız olma yeteneğimizin bedelini, post-modern bir kabileden dışlanmış gibi ödetiyor. bu boş dünyada yalnız hissediyor insan. sinir sistemi kortizolle yıkanıyor, anksiyete atakları, yeme ve uyku düzeninde değişiklikler, mide sorunları ve yorgunluk gibi fiziksel hislerden illallah ediliyor, beden alarm moduna geçiyor. izolasyon, terk edilme, reddedilme baş gösteriyor...ve bu sertlikte bir çok kelimenin bilinçaltında çınlaması ile inliyor beyin ramazan davulu gibi.
binlerce yıl önceden bugüne gelen, "yalnız kalırsan ölürsün" kodları var içimizde. zaten her haltı yapan, o hain genom dizilimleri, o nankör dna şifreleri...
paket halinde geliyor bunlar. ayrılık yaşandığında aslında sadece birini değil, ona ait tüm alışkanlıkları, ezberlenmiş saatleri, bildiğimiz bir kokunun hatırasını da kaybediyoruz. yani hayatımızdaki "normal"imiz gidiyor ve yeni bir normal yaratmak için yerlerde sürünüyoruz. benim ara ara yazdığım saçma bir yaşanmışlığım var bu hususta. kadınlar yan dönüp yattıkları zaman, gece yatakta tek bacağımızı onların poposuna dolamak dünyanın en zevkli olaylarından birisidir *. yengeler yan döndüğü vakit, sabit bir göt boyları olur. örneğin 30cm. insan sevdiğine zamanla o kadar alışıyor ki, gece arkadan gelip bacaklarını pergel gibi açıp canım yengemin poposunun üzerinden tek bacağını geçireceğinde, o 30cm'lik yenge götü boyu hafızaya alınmış oluyor. biyolojik bir refleks olarak, bacaklarımız zamanla 30.5 cm açılacak şekilde programlanıp, üstten yağ gibi dolanıyor. yeni birisi demek, 35cm göt demek anlamına geliyor bazen. (bkz: göt boyları da sevdaya dahildir). bu durumda insan eskinin gittiğini, artık yeni birisi olduğunu, gece usulca arkadan dolanmaya çalıştığında diziyle yengenin götüne çarpınca anlıyor. beyin o an size "artık bitti o" diyor. motor refleksler artık yeni sevdiceğe göre ayarlanıyor. vücutlar kendilerini yeni aşklara programlar zamanla beyler/bayanlar. olur bunlar. *
aşamaları var bu işin:
önce inkar ediyor kafa: "ya geri gelirse?"
sonra öfkeler gürlüyor: onun var yaaa, ebesini siticem ebesini.
sonra benlikle pazarlık başlıyor: "yazsam mı acaba?"
ardından çöküş ve yavaş yavaş gelen kabullenmeye geçiyoruz.
nihayetinde ise, yeni bir enişteye merhaba diyor insan. kanlı canlı, yanakları al al bir enişte. üstelik, küçük enişte de değil, normal bir enişte. *. mesela o enişte hiç bilmiyor kapısını çaldığı kalbin daha geçen hafta bir yangından çıkıp, bir fırtınadan çıkıp zor bela kendisine bir süre mühür vurduğunu. ya da biliyor da söylemiyor... ayrılık acısı yaşamayan, ayrılık acısı yaşayanı anlamaz pek. ek olarak, sinsi piçleri de dahil edelim bu gruba...onlar da anlasa da anlamamazdan geliyor. *
yani ayrılık dediğimiz meret bir son değil, bir yenilenme ritüeli. yeniden doğumun şaman ayini hep bu ayrılıklar *
ama sorun şu ki, herkesin ritüeli farklı işliyor, sorun da burada oluyor zaten.
kimi yoga matına sarılıyor, huzur duruşu yapan yenge oluyor. kimi rakı şişesine atıyor kendini, kimi psikoterapi koltuğunda doktora zırlıyor, lustral'ını içip boş boş geziyor. kimi de hala telefon ekranına bakıp son görülme saatini ezberliyor, sözlükte ne yaptığına bakıp bakıp, şu an benim için tarifi zor olan, acı ile karışık bir mutluluğa erişiyor.
bir ayrılık olduğunda, insan aslında birini değil, o kişiyle birlikte kendini kaybediyor. ve sonra o kendini bulmaya çalışıyor, başka yüzlerde, başka kahkahalarda, başka sözlük esprilerinde, başka umutlarda, başka adamlarda-kadınlarda...ya da bazen sadece sessizlikte.
devamını gör...
111.
temiz olmalı.
yani bittikten sonra orada burada konuşmak, karşı tarafı kötülemek, bunaltmak, kurcalamak vs olmamalı.
bitti mi? tamam, herkes iyi dilekler eşliğinde kendi yoluna. tabi bunu yapabilecek saygı kaldıysa
yani bittikten sonra orada burada konuşmak, karşı tarafı kötülemek, bunaltmak, kurcalamak vs olmamalı.
bitti mi? tamam, herkes iyi dilekler eşliğinde kendi yoluna. tabi bunu yapabilecek saygı kaldıysa
devamını gör...
112.
iç acıtan bir düş sokağı sakinleri parçası. sözleri murat çelik'e aittir.
devamını gör...
113.
bazı yaşanmışlıkların ağırlığına hiç yakışmıyor ayrılık.
devamını gör...
114.
yaşayan en büyük kadın sanatçılardan selda bağcan'ın en sevdiğim şarkılarındandır. bu şarkıyı bu kadından daha iyi söyleyen biri kıyamete kadar çıkmayacak. kalp.
devamını gör...
115.
düş sokağı sakinleri’nin mükemmel şarkısı. demin spotify akıllı miximde denk geldi. çok eskiden sık dinlerdim, biraz modumu düşürdü şu an lakin olsun.
devamını gör...
116.
ölüm ile ayrılığı tartmışlar,
50 dirhem fazla gelmiş ayrılık.
50 dirhem fazla gelmiş ayrılık.
devamını gör...
117.
hüzünlü bir türkü.
devamını gör...
118.
hüzünlü bir azeri türküsü.
devamını gör...
119.
dilediğini sev, muhakkak ki ondan ayrılacaksın..."
al işte. allah demiş, ben ne yapayım?
al işte. allah demiş, ben ne yapayım?
devamını gör...
120.
ayrılık aslında öyle sanıldığı kadar romantik bir şey değildir. hani filmlerde yağmur yağar, adam sigarasını yakar, kadın camdan dışarı bakar falan ya… gerçekte o yağmurun altına çıksan nezle olursun yatak döşek yatarsın , sigara da zaten sönüverir. yani, ayrılık öyle cool bir sahne değil, bildiğin ekşimiş yoğurt gibi bir şeydir. ilk başta belki hala yenir ya dersin, ama kaşığı daldırınca bir koku gelir, o an hayatla ilişkin kesilir.
özlemek de işte bu bozuk süt kısmı.
ayrıldıktan sonra birden aklına gelir : acaba o da beni düşünüyor mudur
hayır kardeşim, düşünmüyordur. çünkü o şu an büyük ihtimalle yeni sevgilisi ile bir cafede latte’sini içiyor, yeni saç rengini denerken sen hala mental olarak yoğurdu karıştırıyorsun.
özlem, insan beyninin kendine yaptığı kötü bir şakadır. bir bakmışsın biz ne güzel gülüyorduk diye eski mesajları okurken yakalamışsın kendini. halbuki o gülüşlerin yarısı hahaha yada random harfler ile gülüş sandığın aslında sinirden gelen reflekslerdi.
ama işte o süt bozuldu, sen hala onu ısıtıp kahveye katmaya çalışıyorsun.
ayrılıktan sonra özlemek, kokusundan bile kaçman gereken bir şeyi burnuna dayayıp belki bu sefer güzel kokar demek gibidir.
yani kısaca;
ayrılık ekşimiş bir yoğurt, özlemek ise bozuk süttür.
ikisi de mideyi değil sadece, doğrudan ruhu bozar.
o yüzden tavsiye:
ayrıldıysan çöpe at gitsin.
kavanozu yıka, yeni süt al, taze yoğurt mayala.
ama sakın o eski yoğurttan maya alma… çünkü geçmiş kokusu, geleceğini fermente eder.
özlemek de işte bu bozuk süt kısmı.
ayrıldıktan sonra birden aklına gelir : acaba o da beni düşünüyor mudur
hayır kardeşim, düşünmüyordur. çünkü o şu an büyük ihtimalle yeni sevgilisi ile bir cafede latte’sini içiyor, yeni saç rengini denerken sen hala mental olarak yoğurdu karıştırıyorsun.
özlem, insan beyninin kendine yaptığı kötü bir şakadır. bir bakmışsın biz ne güzel gülüyorduk diye eski mesajları okurken yakalamışsın kendini. halbuki o gülüşlerin yarısı hahaha yada random harfler ile gülüş sandığın aslında sinirden gelen reflekslerdi.
ama işte o süt bozuldu, sen hala onu ısıtıp kahveye katmaya çalışıyorsun.
ayrılıktan sonra özlemek, kokusundan bile kaçman gereken bir şeyi burnuna dayayıp belki bu sefer güzel kokar demek gibidir.
yani kısaca;
ayrılık ekşimiş bir yoğurt, özlemek ise bozuk süttür.
ikisi de mideyi değil sadece, doğrudan ruhu bozar.
o yüzden tavsiye:
ayrıldıysan çöpe at gitsin.
kavanozu yıka, yeni süt al, taze yoğurt mayala.
ama sakın o eski yoğurttan maya alma… çünkü geçmiş kokusu, geleceğini fermente eder.
devamını gör...
