#ödüllü filmler
komedi / drama / romantik
9 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

fragmanını görüp vurulduğum bir filmdi, tam benlik olduğunu hissetmiştim. doğruymuş. izlemek için tırım tırım mubi üyesi olan arkadaş arayıp sonunda izleyebildim. muhteşem bir film. baştan sona gerçekçiliği vurgulayan bence başyapıt olması gereken bir film. çok uzaklardan bir norveç filmi. joachim trier yönetmeliğinde, yönetmenin oslo üçlemesinin serisinin 3. filmiymiş. ben tek bunu izledim ama diğerlerinin de peşine düşeceğim. en iyi kadın oyuncu ve en iyi senaryo ödülleri mevcut, kesinlikle hakediyor. filmin ismi dünyanın en kötü insanından ziyade en cesur insanı olmalıymış bence. otuzuna gelmiş bir kadının kendini ve hayat amacını bulmasını, bu keşifler sırasında da hayatına giren iki ayrı erkeği ve arkada ailevi ilişkileriyle birlikte anlatımını izliyoruz. film 12 prolog ve epilog şeklinde bölümlere ayrılmış olarak anlatılıyor. bu da hikayeye odaklanmayı kolaylaştırmış. hissettiklerini söylemekten çekinmeyen, yaşamaktan korkmayan (kötü hissedeceğini bilse bile kaçınmayan), mutlu olduğu şeyin ya da kişinin peşine düşen, cesur bir kadının hikayesi. zeki ve çok yönlü bir karakter ekseninde film, yüzeysel bir şey arıyorsanız size hitap etmeyebilir. filmde her şey süpriz şekilde ilerliyor ve klişelerden olabildiğince kaçınmış. diyaloglar özgün ve sıradışı. bazı sahnelerde hayal gücünün sınırları zorlanmış bayıldım yaa. ayrıca arkada resmedilen oslo şehri, sen nesin yaa sanki cennetten bir parça gibi muhteşem görüntülere yer verilmiş. güzel ve sıradışı bir şey izlemek istiyorsanız kesinlikle şans verin bu filme.
son sözüm, bu kadın o iki erkeğe de birkaç beden büyüktü, o parıltıya sahip birinin bu iki erkeği neden seçtiğini ise anlamadım. bir tek freudyen teoriyle açıklanabilecek kadar sığ bir karakter değil çünkü.
devamını gör...
yönetmen koltuğunda joachim trier'in oturduğu 2021 yapımı film.

ağğ çok zordu arkadaşlar. kadın karakter ile fazlaca empati kurduğum ve özdeşleştiğim bir filmdi. kendime benzeyen bir şey görünce midem bulanıyor gerçekten. malum 30'a da merdiven dayadık.

hayatta bazı önemli şeyler olduğunu düşünüyorum, bu önemli şeylerden biri de bence uyumlanmak, sıradanlaşmak, kabullenmek ve kök salmak. çünkü toplum bunu yapıyor, insanlar bunu yapıyor. hatta bazıları doğuştan böyle oluyor. bense bu abla gibi 17 yaş hezeyanları ile sağa sola sürükleniyorum lol. en sonunda hayat enteresan bir noktaya geliyor. potansiyelinin %3'ünü kullandığın bir işte çalışmak gibi. enteresan bir düşünce duyma umuduyla ve her defasında hüsrana uğrayarak birilerine veya bir şeylere kapılmak gibi.

tam yerleşiyorum derken sevgi yetmiyor, yaşam yetmiyor ve hooop başka bir yere kaçıyorsun. pişman olacağını bilerek yapıyorsun, geçmişi özleyeceğini ve kafanın bir kenarında düşünüp duracağını bilerek yapıyorsun. ama yapmasan, işte büyük bir ego bu çünkü yapmasan bir parça eksileceksin. sonra başka şeyler seni eksiltmeye devam edecek ve küçücük kalacaksın. o konfor alanında, bir zamanlar sevmiş olduğun birinin kollarının altında. ağzımızı açınca hepimizin aşağıladığı ve nihayetinde hiç birimizin kaçamadığı bir yaşam bu. uyumlanamayanlar, durulamayanlar, alışamayanlar şanslı mı? harika insanlar mı? büyük işler mi yapıyorlar? hepsi tartışmalı ama geriye döndüğünde de kendine söylemek zorunda olduğun yalan ötekilerinki ile aynı: pişman değilim.
devamını gör...
orijinal adı verdens verste menneske olan, joachim trier tarafından yönetilen 2021 norveç yapımı 127 dk'lık bir dram filmi (vikipedi romantik komedi-drama demiş ama komedi çok çok az bence baya dram bu film, ağır dram hem de...).
oyuncular; renate reinsve (julie), anders danielsen lie (aksel), herbert nordrum (eivind)


digiturk'te film ararken afişi dikkatimi çekip imdb puanına baktığım ve 7.8 görünce nasıl yaa? diye merak ettiğim ve internette de biraz araştırma yapınca izlemem gerektiğini düşündüğüm, muhtemelen izleyen bir çok insanın bazı yerlerini kendisi ile bağdaştıracağı kafası karışık bir insanın (kadının) kendini bulmaya çalışırken yaşadıklarını bölümler halinde anlatan bir film.
evet bazı yerlerde bu benim dedim, bazı yerlerde ona kızdım çünkü bir çoğumuz onun kadar cesur değildik, değiliz. olmak istemediği yerde olmama cesaretini gösterdi, sonuçlarına katlanarak seçimlerini yaptı ama buna rağmen o da mutlu değildi genel olarak.
bazı yerlerde de bu kadar kararsız olması, maymun iştahlı gibi görünmesi sinirime dokundu. tıp okurken bırakıp fotoğrafçılık okumaya başladı sonra gitti kitapçıda çalışmaya başladı vs.

benim filmden çıkardığım sonuç şu;
sen nasıl birisi olursan ol, hayatındaki, çevrendeki insanlar zamanla seni etkiliyor. ailen-sevdiklerin, onları üzmemek için zaman zaman tam olarak kendin gibi davranamadığın insanlara dönüşüyor.
özellikle çiftler bir süre sonra o kadar bütünleşiyor ki belki de yaptığın şeyleri o istiyor diye mi yapıyorsun yoksa sen mi istiyorsun bilmiyorsun, bilmeden yapıyorsun.
belli bir zaman sonra bu içinde olduğumuz döngüden sıkılıyoruz ve onun hayatımızda olmasının mutsuzluğumuzun sebebi olduğunu düşünüp o insana içten içe sinir oluyor ama elimizde de somut bir sebep olmadığı için - çünkü dışarıdan bakınca belanı mı arıyorsun daha dedikleri hayatlar yaşanıyor kimsenin haberi olmadığı - daha da öfkeli ve tepkili oluyoruz. agresif oluyoruz. yani mutlu-mutsuz olmamızda çok etkili oluyor o insan. ya ışığınızı söndürüyor ya da ışığı ile sizi daha da aydınlatıyorlar. ki ikinci seçenek o kadar zor ki...

ve bazı doğuştan mutsuz insanlar var, onlar ne yaparsa yapsın mutlu olmuyor. olsalar da anlık oluyor. bir süre sonra başka bir mutluluk kaynağı bulup onu da tüketip başkasını bulma yolunda hayatlarını heba ediyorlar.
umarım değilizdir...*

herkes izlesin diyebileceğim bir film değil ama izleyince kendini sorgulayanlar olacağına eminim.
onlara şimdiden iyi seyirler dilerim.

son not: oyunculuklara bakıyorum da bizim oyuncularımız büyük büyük oynuyorlar ya hep; bu insanların ise çok sakin, sade ama duyguyu iyi vererek oynadıklarını görünce insan şaşırmıyor değil.
devamını gör...
filmden edebiyattan sanattan hele sanat filminden hiç anlamam ama zonlanıp ekrana bakmak benim için bir tutku olduğundan arada yaprak dökümü izlemekten sıkılırsam listemde bu tarz filmlere de yer verebiliyorum. trier öz abim olduğu için (yani azıcık tanıdığım sanat sepet film yönetmenlerinden biri) izledim bu filmi, ilk yarıda komaya girip eeeh yetti be diye kapatmıştım ama birkaç gün sonra çok canım sıkıldığı için devam etmiştim. bu iskandinav milletlerindeki sıkıntı da çok başka o ayrı konu ama asıl şaşkınlığa uğratan tabiki her zamanki gibi bu uzaklığa rağmen nasıl olup da içinde yakınımızda bi şeylere dokunur sahneler bulabiliyor oluşumuz. ben bi kediysem bu bahsettiğim mevzu usanmadan kovaladığım lazer ışığıdır buna şaşırmaktan asla bıkmayacağım.
tanım: trier'in oslo üçlemesinin üçüncü filmi. bunu izlemek yerine şahsen oslo 31 ağustos'u tekrar izleyip hay başlatma be kızım fotoğrafçılığına da yeteneğine de demektense cıvadan ağır buhranlara tekrar sürüklenip kafanıza sıkma isteğiyle baş başa kalabilir ve elimde avucumda harbiden de bi şey yok repliğine her izleyişte daha kuvvetli biçimde hak verebilirsiniz naçizane tavsiyem.
devamını gör...
ben bu filmde kadının sessiz kalışının aslında çok büyük çığlıklar olduğunu düşündüm hep. hep aşk, kariyer, yeteneklerini keşif gibi belirli konularda arayışta olması aslında yaşamasına bir şeyi devam ettirmesine engel oldu hep. sevdi bağlandı tutundu ama bir çılgınlık bir heyecan için başladığı her şeyi yok etti bu ilişkisinde de mesleğinde de böyle oldu. en sonunda yalnız kaldı. bazen emek vermek gerek seninle kalması için mutluluğun. ama o hep dışardaki mutlulukları denemek istedi kendisine uygun olmadığını bile bile.
devamını gör...
aaa çok güzel film. oscarı da sonuna kadar hakketti. hatta en yerinde oscar bu olabilir, o yıl için, çünkü en iyi özgün senaryoda almıştı yamulmuyorsam. gerçekten gayet özgün ve anlatımı bazı şeyleri içinize kanırtabiliyor. renata reinsve de her zamanki gibi çook tatlıydı bu filmde. yönetmen içinse ki aynı zamanda senaryoda da payı var, diyeceğim: yareppim, nedir bu trier'lerden çektiğimiz...
devamını gör...
ben bu filmin isminin neden dünyanın en kötü insanı olduğunu anlamadım. bence julie dünyanın en cesur insanı. tıp okuyor bir gün bakıyor ki aslında ilgi alanı başka bir şey. tak bırakıyor okulu psikoloji okuyor. biraz zaman geçiyor bakıyor ki fotoğrafçılığa ilgisi var. okulun tohumuna para mı verdim diyor bırakıyor okulu. şak şak çekiyor fotoğraflarını. filmde çok önemli bir nokta ise bizim için onların dertlerinin dert olmayışı. çoğu insan filmi izlerken ulan daha allahtan belanı mı istiyorsun diye sorabilir. ama öyle değil işte. istediğin an okulu bırakacak kadar maddi durumun iyi olsa da, bir kitapçıda çalışarak da gül gibi geçinip gitsen de, ailen her kararında arkanda dursa da bazı şeyler eksik kalıyor. bu film ağır bir varoluşsal arayış içerir. aman dikkat. hep bir şeylerin değişmesini bekleyen julie'nin, daha fazlasını isteyen ve elde etmek için gözünü budaktan sakınmayan bir kadının hikayesi. ayrıca oyunculuklar o kadar iyi ki film gibi değil. adeta yaşıyormuşsunuz gibi izliyorsunuz filmi. tiyatro gibi olmuş. mükemmel. bu sene izlediğim en iyi filmler arasındaydı. çok konuşulacak noktaları var ama yeter bu kadar. gidin izleyin.
devamını gör...
dünyanın en kötü insanı değil, dünyanın en kendini tanımayan insanı olarak adının değiştirilmesini talep ettiğim film.

2021 yılında çıkan ve çıktığı zamandan beri dillerden düşmeyen, hâlâ da sürekli film sayfalarının filmden görüntüler paylaştığı bir film. özellikle çocuğun kızın ağzına sigara üflediği kısım çok harika, ikonikmiş gibi her tarafta paylaşılıyor. garip..

filmde kendisinden yaşça büyük bir adamla bir partide tanışan tıp öğrencisinin hayatı konu alınmaktadır. 40 yaşında olan bu karikatürist artık bir aile kurmak isteyen, hayatını oturtmaya çalışan sakin bir abimizdir. çok da tatlı bir insandır.

fakat kızımız, onunla yaşadığı monoton hayattan sıkılır. uzun süreli olarak kimseye bağlanamaz. hiç kimseyi tanımadığı bir düğüne girer ve orada başka biriyle tanışır. fakat her ikisinin de sevgilileri olduğu ve onları aldatmak istemedikleri için öpüşmek, sevişmek hariç her türlü haltı yaparlar. iğrençtirler. saçmalarlar bayağı. ve "bu aldatmak sayılmaz" diyerek kendi vicdanlarını temize çıkarırlar.

birbirlerine isimlerini bile söylemeseler de her ikisi de birbirini unutmamıştır ve sonunda bir daha karşılaştıklarında kız artık eski karikatürist sevgilisi ile yapamayacağını, yeni maceralara yelken açması gerektiğini fark ederek onu terk eder.

adam terk edilmeyi haz edemez ama kız "duyması gerekenleri" söyler. babasıyla olan problemlerini, bağlanma sorunlarını, babasının yeni ailesi oluşunu bile kaldıramamasını onun yüzüne vurur. ama kızda pek etki yaratmış gibi değildir. kız sadece ne yaparsa yapsın içindeki yalnızlığı bitiremeyeceğini ve yalnızlığa mahkum olduğunu anlar.

yeni sevgilisinden de bir süre sonra ayrılır ve tamamen yalnızlığa verir kendini.
babası bile onu tanımak istememiş bir insanken kendi kendini tanımayı hiç düşünmemiş çünkü. kendini tanımıyor, ne istediğini bilmiyordur. bu yüzden bencil davranıyordur. kaçıyordur. kendinden kaçamasa da başkalarından kaçıyordur sürekli.
bu açıdan bakınca psikolojik tahlil açısından size güzel şeyler sunan bir filmdi.

filme kapılıp kıza gıcık olmak yerine aslında filmin bize baba sorunlarını ne denli güzel anlattığına odaklanırsak filmi sevebiliriz. bence yerinde tespitler ve güzel uygulama vardı. onun için beğendiğimi söyleyebilirim.

btw ıssız adam ile yarışır.
devamını gör...
bu filmin son yarım saatinde bana duygusal olarak verdiği ağırlık beni çok rahatsız etmeye başlamıştı. dolayısıyla filmi bitirmeye korktum, hep durdurup sosyal medyaya baktım orada burada gezinip açtım kapadım, açtım kapadım çünkü sonlara doğru çok ağır bir dram var şimdiden uyarayım!!

dolayısıyla bu kadar ağır duygular içerdiği için film çok kötüydü. fakat kalan tüm öğeler şiir gibi yazıldığı için de çok güzeldi. senaryo çok tatmin ediciydi, her bir karakterin karşısındaki için kurmaya çalıştığı empatinin gayet doğal ve akıcı bir halde oyuncular tarafından ifade edilişi çok... lezzetliydi ya. onun dışında karakterlerin "zehirli mantar"ı tükettiği sahnede uyuşturucunun verdiği etkiyi görsel olarak çok güzel ifade etmişlerdi o sahnenin görsel şölenine bayılmıştım. hikaye de gayet sürükleyiciydi.

bir de hep filmlerde "asıl adam" veya "asıl kadın" vardır ya, bu filmde öyle bir kavram yok. bildiğiniz gerçek hayat var. sevginin hep var olduğu ama aşkın veya hayranlığın söndüğü ilişkiler vardı yani. bir de ana karakterin sürekli yaşadığı kararsızlıklar, geçişler ve filmi izlerken karakterin aynı senin benim gibi geliştiğini görmek direkt empati kurmanı sağlıyor, kendileri oslo'da biz türkiye'de yaşıyor olsak bile :)

10 paragraf daha saçmalarım ben böyle çünkü üstüne konuşmak için sağ sola çırpındığım bir film oldu. çok sevdim ve bi o kadar da nefret ettim filmden bu yüzden mutlaka bir ara açıp izleyin.

duygusunu detachment'a benzettim.
filmin sunuluşunu da 500 days of summer'a benzettim
türk olduğum için de filmi izlerken bir noktadan sonra ya bu ıssız adam değil mi ya dedim.

bu filmleri izlediyseniz bu üçünün karışımı diyebilirim.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"dünyanın en kötü insanı" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim