1.
deneyim ve bilginin toplandığı yer olan hafızanın reaksiyonudur.
deneyim ve bilgi yapıları gereği sınırlı olduklarından düşünce de doğal olarak eksik ve kusurludur. zihin düşünce vasıtasıyla bebeklikten itibaren hafızada biriken bilgi ve deneyimi kullanarak bir "ben" kişisi oluşturur, ve bu "ben" dediğimiz kişi aynı sebepten her zaman kusurlu, eksik ve sınırlı olmak zorundadır. hafıza kaybedildiğinde ben dediğimiz kişi ortadan kalkar.
beynimiz durmaksızın, uyurken bile düşünce üretir, üretilen eksik, kusurlu ve çoğu zaman yanlış bilgilerle kendimize bir dünya kurarız ve kurduğumuz kusurlu dünyamızı ve "ben" kişisini korkularımız, hırslarımız ve bencilliğimizle savunuruz. ne de olsa bizim gibi düşünmeyen her zaman yanlış düşünüyordur. düşüncenin sebep olduğu bu savaşta küçük ölçekte ağız dalaşı yaparken büyük ölçekte yüzbinlerimiz ölür. bu nedenle en doğrusunu bilerek her zaman en yanlışını yaparız.
işte insanlığın kendi nesillerine miras olarak aktardığı şey budur. eksik, sığ ve kusurlu düşünce ve bizler başkalarının düşünceleriyle düşünür, başkalarının düşüncelerini miras alır, onları benimser "ben" kişisinin bir parçası yaparız. milliyet, din, ırk, meslek, rütbe makam vs. şeklinde şartlandırmaların içine kendimizi hapsederiz. tepkilerimiz, tutumlarımız bu şartlanmalarla her zaman robotiktir, ısrarlı bir şekilde tekrarlıdır, çünkü zihnin görevi de ona öğretilen düşünceyi sürekli tekrar etmektir. bu sebepten hareketlerimiz şartlanmalarımızın oluşturduğu belirli bir algoritma dahilinde devinir, önceden hesaplanabilir ve analiz edilebilirlerdir, haliyle bu noktada özgür iradeden söz edilemez. daha da vahimi her daim kusurlu olmaya mahkum "ben" kişisini henüz biz sevemiyorken tutup başkaları sevsin isteriz. bu nedenle hiç bir zaman ötekini sevmeyiz, ötekinde var olan "ben" 'i severiz.
öyleyse tanımı şu sorularla kapatalım. içimizde düşüncenin olmadığı özgür bir alan var mıdır? içimizde bir yerlerde hiç bir korkunun, hiç bir bölünmenin, hiç bir şartlanmanın olmadığı tertemiz bir alan mevcut olabilir mi? rüzgarın sesinin, ağaçların ululuğunun, kedilerin güzelliklerinin, denizden yansıyan sımsıcak gün ışığının içimize aktığı yer neresidir? görkemli dağlarla karşılaşınca içimizde harekete geçen şey nedir? biz mehtabı izlerken, gece yüksek bir tepeden şehrin ışıklarını seyrederken içimizde ne uyanır? yağmur damlaları cama vururken içimizde nereyi serinletir? ve orayı keşfedip, o el değmemiş tertemiz alanın içine dalmak, o gizli bahçenin penceresinden dışarıya, düşüncenin kafamızın içinde sergilediği şeytani oyunları gülümseyerek izlerken o cennet köşede sonsuza dek var olmak gerçekten mümkün olabilir mi?
deneyim ve bilgi yapıları gereği sınırlı olduklarından düşünce de doğal olarak eksik ve kusurludur. zihin düşünce vasıtasıyla bebeklikten itibaren hafızada biriken bilgi ve deneyimi kullanarak bir "ben" kişisi oluşturur, ve bu "ben" dediğimiz kişi aynı sebepten her zaman kusurlu, eksik ve sınırlı olmak zorundadır. hafıza kaybedildiğinde ben dediğimiz kişi ortadan kalkar.
beynimiz durmaksızın, uyurken bile düşünce üretir, üretilen eksik, kusurlu ve çoğu zaman yanlış bilgilerle kendimize bir dünya kurarız ve kurduğumuz kusurlu dünyamızı ve "ben" kişisini korkularımız, hırslarımız ve bencilliğimizle savunuruz. ne de olsa bizim gibi düşünmeyen her zaman yanlış düşünüyordur. düşüncenin sebep olduğu bu savaşta küçük ölçekte ağız dalaşı yaparken büyük ölçekte yüzbinlerimiz ölür. bu nedenle en doğrusunu bilerek her zaman en yanlışını yaparız.
işte insanlığın kendi nesillerine miras olarak aktardığı şey budur. eksik, sığ ve kusurlu düşünce ve bizler başkalarının düşünceleriyle düşünür, başkalarının düşüncelerini miras alır, onları benimser "ben" kişisinin bir parçası yaparız. milliyet, din, ırk, meslek, rütbe makam vs. şeklinde şartlandırmaların içine kendimizi hapsederiz. tepkilerimiz, tutumlarımız bu şartlanmalarla her zaman robotiktir, ısrarlı bir şekilde tekrarlıdır, çünkü zihnin görevi de ona öğretilen düşünceyi sürekli tekrar etmektir. bu sebepten hareketlerimiz şartlanmalarımızın oluşturduğu belirli bir algoritma dahilinde devinir, önceden hesaplanabilir ve analiz edilebilirlerdir, haliyle bu noktada özgür iradeden söz edilemez. daha da vahimi her daim kusurlu olmaya mahkum "ben" kişisini henüz biz sevemiyorken tutup başkaları sevsin isteriz. bu nedenle hiç bir zaman ötekini sevmeyiz, ötekinde var olan "ben" 'i severiz.
öyleyse tanımı şu sorularla kapatalım. içimizde düşüncenin olmadığı özgür bir alan var mıdır? içimizde bir yerlerde hiç bir korkunun, hiç bir bölünmenin, hiç bir şartlanmanın olmadığı tertemiz bir alan mevcut olabilir mi? rüzgarın sesinin, ağaçların ululuğunun, kedilerin güzelliklerinin, denizden yansıyan sımsıcak gün ışığının içimize aktığı yer neresidir? görkemli dağlarla karşılaşınca içimizde harekete geçen şey nedir? biz mehtabı izlerken, gece yüksek bir tepeden şehrin ışıklarını seyrederken içimizde ne uyanır? yağmur damlaları cama vururken içimizde nereyi serinletir? ve orayı keşfedip, o el değmemiş tertemiz alanın içine dalmak, o gizli bahçenin penceresinden dışarıya, düşüncenin kafamızın içinde sergilediği şeytani oyunları gülümseyerek izlerken o cennet köşede sonsuza dek var olmak gerçekten mümkün olabilir mi?
devamını gör...
2.
insan beyninin mastürbasyon organı.
devamını gör...
3.
bir yahya kemal beyatlı şiiridir. yazılmış en hüzünlü şiir ilan etsek abartmamış oluruz diye düşünüyorum.
ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
insanlar anlaşıldı. cihânın da sırrı yok,
kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
en tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!
"yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
bakiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
hulyası kalmayınca hayâtın ne zevki var?
bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar!
ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
insanlar anlaşıldı. cihânın da sırrı yok,
kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
en tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!
"yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
bakiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
hulyası kalmayınca hayâtın ne zevki var?
bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar!
ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
devamını gör...
4.
mutlu olabildiğimiz tek yer.
devamını gör...
5.
hayatı iyisi, kötüsü, sevinci, hüznü ile görebilmektir. insanlar yaşayacakları durumları önceden sezgileriyle bildiyse bilin ki düşünmek gerekmiştir. kişi düşuncesini evreye koymuştur.
devamını gör...
6.
mihail yuryeviç lermontov'un 1839 yılında otechestvennye zapiski adlı sankt peterburg bazlı edebi dergide yayımlanmış olan şiiri.
kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!
geleceği ya boş ya karanlık görünüyor.
böyleyken, bilincin ve kuşkunun yükü altında
eylemsizlik içinde kocuyor.
zenginiz biz, ta beşikten beri
babalarımızın yanlışlıkları ve akılsızlıklarıyla!
yaşam üzüyor bizi; dümdüz amaçsız bir yol gibi,
bir şölen gibi yabancı bir bayramda.
utanç verici bir umursamazlığımız var iyiye ve kötüye,
solup gidiyoruz kavgaya girmeden daha;
yüz kızartıcı korkaklarız tehlikeyi görünce
ve iğrenç tutsaklarız iktidar karşısında.
cılız bir yemiş gibiyiz, erkenden olgunlaşan,
okşamayan gözleri ve beğenileri,
o öksüz yabancı gibi, çiçekler arasında asılı duran,
ve düşüp giden, onların açma mevsimi.
kuruttuk aklımızı yararsız bilimlerle,
en içten umutlarımızı ve o soylu sesi
gizledik kıskançlıkla en yakınlarımızdan bile
içimizde alaya alınmış tutkuların güvensizliği.
henüz varıyorken tadına mutluluğun,
genç güçlerimizi koruyamadık;
duygunluk korkusuyla her sevinçli duygunun
özünü sonsuzca çıkardık.
şiirsel imgeler, sanat yapıtları
tatlı bir çoşku vermiyor bize;
göğsümüzdeki yarasız gömüyü ve son duygu kırıntısını
koruyoruz açgözlülükle.
sevgimiz de raslantısal iğrentimiz de,
kurban vermiyoruz ne kine ne aşka,
kanımızın kaynadığı an bile
gizemli bir soğukluk egemen onda.
sevmiyoruz atalarımızın görkemli eğlencelerini,
uçarılıklarını, ölçülü ve çocukça;
alaylı bir bakışla süzüp gerileri
koşuyoruz, mutsuz ve silik tabuta.
sevimsiz ve unutulmaya yazgılı bir kalabalık halinde
geçeceğiz gürültüsüz ve izsiz, dünyadan.
çağlara ne bir verimli düşünce, ne de
deha ürünü bir yapıt bırakmadan.
çocuklarımız horgörüyle anacaklar bizi,
aşağsayarak anacaklar, bir yargıç ve yurttaş sertliğiyle.
aldatılmış bir çocuğun acı alayı gibi
savruk ve batkın babası üstüne!
kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!
geleceği ya boş ya karanlık görünüyor.
böyleyken, bilincin ve kuşkunun yükü altında
eylemsizlik içinde kocuyor.
zenginiz biz, ta beşikten beri
babalarımızın yanlışlıkları ve akılsızlıklarıyla!
yaşam üzüyor bizi; dümdüz amaçsız bir yol gibi,
bir şölen gibi yabancı bir bayramda.
utanç verici bir umursamazlığımız var iyiye ve kötüye,
solup gidiyoruz kavgaya girmeden daha;
yüz kızartıcı korkaklarız tehlikeyi görünce
ve iğrenç tutsaklarız iktidar karşısında.
cılız bir yemiş gibiyiz, erkenden olgunlaşan,
okşamayan gözleri ve beğenileri,
o öksüz yabancı gibi, çiçekler arasında asılı duran,
ve düşüp giden, onların açma mevsimi.
kuruttuk aklımızı yararsız bilimlerle,
en içten umutlarımızı ve o soylu sesi
gizledik kıskançlıkla en yakınlarımızdan bile
içimizde alaya alınmış tutkuların güvensizliği.
henüz varıyorken tadına mutluluğun,
genç güçlerimizi koruyamadık;
duygunluk korkusuyla her sevinçli duygunun
özünü sonsuzca çıkardık.
şiirsel imgeler, sanat yapıtları
tatlı bir çoşku vermiyor bize;
göğsümüzdeki yarasız gömüyü ve son duygu kırıntısını
koruyoruz açgözlülükle.
sevgimiz de raslantısal iğrentimiz de,
kurban vermiyoruz ne kine ne aşka,
kanımızın kaynadığı an bile
gizemli bir soğukluk egemen onda.
sevmiyoruz atalarımızın görkemli eğlencelerini,
uçarılıklarını, ölçülü ve çocukça;
alaylı bir bakışla süzüp gerileri
koşuyoruz, mutsuz ve silik tabuta.
sevimsiz ve unutulmaya yazgılı bir kalabalık halinde
geçeceğiz gürültüsüz ve izsiz, dünyadan.
çağlara ne bir verimli düşünce, ne de
deha ürünü bir yapıt bırakmadan.
çocuklarımız horgörüyle anacaklar bizi,
aşağsayarak anacaklar, bir yargıç ve yurttaş sertliğiyle.
aldatılmış bir çocuğun acı alayı gibi
savruk ve batkın babası üstüne!
devamını gör...
7.
tam olarak nerede okuduğumu anımsayamadım ama şöyle yazıyordu; "düşünce insanın ölümsüz olan tek organıdır."
devamını gör...
8.
düşünceleri üst üste dizer göğe ulaşmaya çalışırsın bir çocuk gelir ve alttan bütün eserini ateşe verir. düşünce güvenilmez ve aldatıcı bir şeydir.
devamını gör...
9.
bu ülkede marjinalse suç sayılır.
devamını gör...
10.
insanın omurgasıdır.
devamını gör...
11.
döngülere girebilen.
devamını gör...
12.
hep düşünüyorum. ve o kadar çok düşünüyorum ki bazen bunu yaparken hayatı bir kenara bırakıyorum. düşünebilmek için tek başıma kalmayı arzuluyorum. elimde beni gün geçtikçe daha şişko ve çirkin yapan biram, balkonda oturup öylece evimin önünden geçen otobana bakıyorum. geçen arabaların içindeki kadınları düşünüyorum mesela. ne hissediyorlar nasıl bir hayat yaşıyorlar, kendilerini değerli hissediyorlar mı?
eğer düşünemeseydik ve her şeyi içgüdülerle yaşasaydık daha mı mutlu olurduk.
bu irade dedikleri şey lanet mi?
eğer düşünemeseydik ve her şeyi içgüdülerle yaşasaydık daha mı mutlu olurduk.
bu irade dedikleri şey lanet mi?
devamını gör...
13.
beynimizdeki iç ses.
ben bu kelimenin manasına hayatım boyunca sözlükte hiç bakmadım ve birisine düşünce nedir diye sorduğumu da hiç hatırlamıyorum. ama az çok ne olduğunu biliyorum. muhtemelen bir çoğunuzda benim gibisinizdir. çok ilginç değil mi herkes ne olduğunu biliyor ama kimse kimseden öğrenmedi kendi kendine öğrenmiş gibi. acaba ünlü düşünür sokratesin bilgi doğuştan gelir lafı cidden doğru mu?
ben bu kelimenin manasına hayatım boyunca sözlükte hiç bakmadım ve birisine düşünce nedir diye sorduğumu da hiç hatırlamıyorum. ama az çok ne olduğunu biliyorum. muhtemelen bir çoğunuzda benim gibisinizdir. çok ilginç değil mi herkes ne olduğunu biliyor ama kimse kimseden öğrenmedi kendi kendine öğrenmiş gibi. acaba ünlü düşünür sokratesin bilgi doğuştan gelir lafı cidden doğru mu?
devamını gör...
14.
bir barakayı saray, bir sarayı baraka yapma gücüne sahiptir. koşullarınız önemli değil, o koşullarda nasıl düşündüğünüz hayatınızı şekillendirir.
devamını gör...
15.
devamını gör...
16.
bazıları çok mutlu olabilir,siz düşünce.
onlarınki de öyle bir düşünce.
onlarınki de öyle bir düşünce.
devamını gör...
17.
düşe düşmek. ağır kuyruk darbeleri ile bulanmak. ilhamı, korkusu, kaygısı, merakı, sancısıyla; besler, pişirir. taşarsa ne mutlu. kaynağını bulup demlemesini bilmeli. düşünerek demlenmeli. sonrası istediğin kadar mümkün. düşün, düşündür.
devamını gör...
18.
düşünceler ruhunuzun sizinle olan sohbetidir
devamını gör...
19.
bireyin öznel bilincini içeren zihinsel aktivite ve uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik olarak tanımlanır.
düşüncelerimize duygular da yön verir, bizden önce yaşamış olanların bıraktığı eserlerden faydalanmak zorunda kalırız, tam anlamıyla özgün olmak fiziksel olarak da zihinsel olarak da mümkün değildir.
düşünceler kelimeler sayesinde meydana gelir ise bir işitme engellinin düşüncesi neyin etrafında şekillenir, tartışılır.
düşüncelerimize duygular da yön verir, bizden önce yaşamış olanların bıraktığı eserlerden faydalanmak zorunda kalırız, tam anlamıyla özgün olmak fiziksel olarak da zihinsel olarak da mümkün değildir.
düşünceler kelimeler sayesinde meydana gelir ise bir işitme engellinin düşüncesi neyin etrafında şekillenir, tartışılır.
devamını gör...
20.
kancalı seslerdir
devamını gör...