1.
"senin kalbinden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
uzatma dünya sürgünümü benim
güneşi bahardan koparıp
aşkın bu en onulmazından koparıp
bir tuz bulutu gibi
savuran yüreğime
ah uzatma dünya sürgünümü benim
nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
ayaklarımdan belli
lambalar eğri
aynalar akrep meleği
zaman çarpılmış atın son hayali
ev miras değil mirasın hayaleti
ey gönlümün doğurduğu
büyüttüğü emzirdiği
kuş tüyünden
ve kuş sütünden
geceler ve gündüzlerde
insanlığa anıt gibi yükselttiği
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
bütün şiirlerde söylediğim sensin
şuna dedimse sen leyla dedimse sensin
seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkıs'ın
boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
ey gönüllerin en yumuşağı en derini
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
çatı katlarında bodrum katlarında
gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
hep kanlıca'da emirgan'da
kandilli'nin kurşuni şafaklarında
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
ey çağdaş kudüs (meryem)
ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha)
ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında
köle gibi satıldım pazarlar pazarında
güneşin sarardığını gördüm konstantin duvarında
senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
verilmemiş hesapların korkusuyla
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
yoktan da vardan da ötede bir var vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
sevgili
en sevgili
ey sevgili"
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
uzatma dünya sürgünümü benim
güneşi bahardan koparıp
aşkın bu en onulmazından koparıp
bir tuz bulutu gibi
savuran yüreğime
ah uzatma dünya sürgünümü benim
nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
ayaklarımdan belli
lambalar eğri
aynalar akrep meleği
zaman çarpılmış atın son hayali
ev miras değil mirasın hayaleti
ey gönlümün doğurduğu
büyüttüğü emzirdiği
kuş tüyünden
ve kuş sütünden
geceler ve gündüzlerde
insanlığa anıt gibi yükselttiği
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
bütün şiirlerde söylediğim sensin
şuna dedimse sen leyla dedimse sensin
seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkıs'ın
boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
ey gönüllerin en yumuşağı en derini
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
çatı katlarında bodrum katlarında
gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
hep kanlıca'da emirgan'da
kandilli'nin kurşuni şafaklarında
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
ey çağdaş kudüs (meryem)
ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha)
ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında
köle gibi satıldım pazarlar pazarında
güneşin sarardığını gördüm konstantin duvarında
senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
verilmemiş hesapların korkusuyla
sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim
ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
yoktan da vardan da ötede bir var vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
sevgili
en sevgili
ey sevgili"
devamını gör...
2.
ıı. yeni topluluğunda mistik anlayışa sahip tek şairdir.
devamını gör...
3.
yüce diriliş partisi'nin kurucusu.
devamını gör...
4.
mona rosa şiirinin sahibidir. baş harflerinden muazzez akkaya ismi çıkar. büyük bir aşkla ona bu şiiri yazmıştır.
devamını gör...
5.
6.
cemal süreya ile sıra arkadaşı olan şair. cemal süreya bir anısında "benden daha yoksul bir tek sezai var" demiştir.
devamını gör...
7.
ahmet sezai karakoç (d. 22 ocak 1933, ergani, diyarbakır), türk şair, yazar, mütefekkir ve siyasetçi.
karakoç şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerden itibaren şiir anlayışını da yazmıştır. bu konudaki düşüncelerini edebiyat yazıları adını verdiği 3 kitapta toplayan karakoç'un şiirimizde son derece özgün bir yeri vardır.
onun şiiri metafizik bir şiirdir. türk şiiri geleneksel yapısı itibariyle aslında metafizik bir şiirdir.ancak bu özellik tanzimat'tan sonra değişir. sadece a.hamit'te metafizik bir ürperti söz konusu olur. onunla tekrar başlayan bu anlayış cumhuriyet'in ilk yıllarında necip fazıl kısakürek'te ve ahmet kutsi tecer'de kendini gösterir. bunlardan başka yahya kemal ve asaf halet çelebi'de de metafizik anlayış görülür. fakat bu metafizik unsurlar adı geçen hiçbir şairin şiir anlayışın açıklamaz,anlatmaz.
sezai karakoç, şairin genel çizgilerini, "pergünt üçgeni" dediği üç ilkeyle anlatır. peer gynt, norveçli yazar henrik ibsen’in en ünlü oyunlarından biridir. karakoç, pergünt’ün, hayatında bu ilkeleri yaşadığını belirtir ve bu ilkeleri şiire tatbik eder:
şair, kendi kendisi olmalı: "şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik yolu, değişmek, başkalaşmaktır."
şair, kendine yetmeli: "eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlilik ilkesi. yâni fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir ikindide bulabilmeli."
şair, kendinden memnun olmalı: "eserin şairini sevinçle titretmesi demek bu. şair, eserini sevmeli. onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı onu kendini düzeltmeye kandırmalı ve bunu da inandırmalı. ona 'beni andırıyor, ah, beni o' demeli." memnunluk ilkesinin temeli, sevinçtir. yaşama sevinci değil “yaşatma sevinci”dir.
şiire yoğun ilgisi olan bir insan olarak kendisinin mona rosa, sürgün ülkelerden başkentler başkentine başta olmak üzere birçok şiirine büyük hayranlığım vardır. allah başımızdan eksik etmesin, uzun ömürler versin.
karakoç şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerden itibaren şiir anlayışını da yazmıştır. bu konudaki düşüncelerini edebiyat yazıları adını verdiği 3 kitapta toplayan karakoç'un şiirimizde son derece özgün bir yeri vardır.
onun şiiri metafizik bir şiirdir. türk şiiri geleneksel yapısı itibariyle aslında metafizik bir şiirdir.ancak bu özellik tanzimat'tan sonra değişir. sadece a.hamit'te metafizik bir ürperti söz konusu olur. onunla tekrar başlayan bu anlayış cumhuriyet'in ilk yıllarında necip fazıl kısakürek'te ve ahmet kutsi tecer'de kendini gösterir. bunlardan başka yahya kemal ve asaf halet çelebi'de de metafizik anlayış görülür. fakat bu metafizik unsurlar adı geçen hiçbir şairin şiir anlayışın açıklamaz,anlatmaz.
sezai karakoç, şairin genel çizgilerini, "pergünt üçgeni" dediği üç ilkeyle anlatır. peer gynt, norveçli yazar henrik ibsen’in en ünlü oyunlarından biridir. karakoç, pergünt’ün, hayatında bu ilkeleri yaşadığını belirtir ve bu ilkeleri şiire tatbik eder:
şair, kendi kendisi olmalı: "şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik yolu, değişmek, başkalaşmaktır."
şair, kendine yetmeli: "eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlilik ilkesi. yâni fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir ikindide bulabilmeli."
şair, kendinden memnun olmalı: "eserin şairini sevinçle titretmesi demek bu. şair, eserini sevmeli. onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı onu kendini düzeltmeye kandırmalı ve bunu da inandırmalı. ona 'beni andırıyor, ah, beni o' demeli." memnunluk ilkesinin temeli, sevinçtir. yaşama sevinci değil “yaşatma sevinci”dir.
şiire yoğun ilgisi olan bir insan olarak kendisinin mona rosa, sürgün ülkelerden başkentler başkentine başta olmak üzere birçok şiirine büyük hayranlığım vardır. allah başımızdan eksik etmesin, uzun ömürler versin.
devamını gör...
8.
--- alıntı ---
mona roza, siyah güller, ak güller
geyvenin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
ah, senin yüzünden kana batacak
mona roza siyah güller, ak güller
ulur aya karşı kirli çakallar
ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
mona roza, bugün bende bir hal var
yağmur iğri iğri düşer toprağa
ulur aya karşı kirli çakallar
açma pencereni perdeleri çek
mona roza seni görmemeliyim
bir bakışın ölmem için yetecek
anla mona roza, ben bir deliyim
açma pencereni perdeleri çek...
zeytin ağaçları söğüt gölgesi
bende çıkar güneş aydınlığa
bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
seni hatırlatıyor her zaman bana
zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ve vardır her vahşi çiçekte gurur
bir mumun ardında bekleyen rüzgar
ışıksız ruhumu sallar da durur
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar çiçeğini eziyor gibi
ellerinden belli oluyor bir kadın
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların
zaman ne de çabuk geçiyor mona
saat onikidir söndü lambalar
uyu da turnalar girsin rüyana
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
zaman ne de çabuk geçiyor mona
akşamları gelir incir kuşları
konar bahçenin incirlerine
kiminin rengi ak, kimisi sarı
ahh! beni vursalar bir kuş yerine
akşamları gelir incir kuşları
ki ben mona roza bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o masum bakışlar su kenarında
ki ben mona roza bulurum seni
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
henüz dinlemedin benden türküler
benim aşkım uymaz öyle her saza
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
artık inan bana muhacir kızı
dinle ve kabul et itirafımı
bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
alev alev sardı her tarafımı
artık inan bana muhacir kızı
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
meyvalar sabırla olgunlaşırmış
bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler niçin yaşarmış
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
altın bilezikler o kokulu ten
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
bir tüy ki can verir bir gülümsesen
bir tüy ki kapalı gece ve güne
altın bilezikler o kokulu ten
mona roza siyah güller, ak güller
geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
mona roza siyah güller, ak güller
--- alıntı ---
mona roza, siyah güller, ak güller
geyvenin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
ah, senin yüzünden kana batacak
mona roza siyah güller, ak güller
ulur aya karşı kirli çakallar
ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
mona roza, bugün bende bir hal var
yağmur iğri iğri düşer toprağa
ulur aya karşı kirli çakallar
açma pencereni perdeleri çek
mona roza seni görmemeliyim
bir bakışın ölmem için yetecek
anla mona roza, ben bir deliyim
açma pencereni perdeleri çek...
zeytin ağaçları söğüt gölgesi
bende çıkar güneş aydınlığa
bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
seni hatırlatıyor her zaman bana
zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ve vardır her vahşi çiçekte gurur
bir mumun ardında bekleyen rüzgar
ışıksız ruhumu sallar da durur
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar çiçeğini eziyor gibi
ellerinden belli oluyor bir kadın
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların
zaman ne de çabuk geçiyor mona
saat onikidir söndü lambalar
uyu da turnalar girsin rüyana
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
zaman ne de çabuk geçiyor mona
akşamları gelir incir kuşları
konar bahçenin incirlerine
kiminin rengi ak, kimisi sarı
ahh! beni vursalar bir kuş yerine
akşamları gelir incir kuşları
ki ben mona roza bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o masum bakışlar su kenarında
ki ben mona roza bulurum seni
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
henüz dinlemedin benden türküler
benim aşkım uymaz öyle her saza
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
artık inan bana muhacir kızı
dinle ve kabul et itirafımı
bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
alev alev sardı her tarafımı
artık inan bana muhacir kızı
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
meyvalar sabırla olgunlaşırmış
bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler niçin yaşarmış
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
altın bilezikler o kokulu ten
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
bir tüy ki can verir bir gülümsesen
bir tüy ki kapalı gece ve güne
altın bilezikler o kokulu ten
mona roza siyah güller, ak güller
geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
mona roza siyah güller, ak güller
--- alıntı ---
devamını gör...
9.
türk edebiyatı'nın en sevdiğim şairlerinden biri olan karakoç, türk şiirini metafizik bir esasa oturtan şairlerden biri olarak kabul edilir. kendisinin pek sevdiğim şiirlerinden biri olan "balkon" şiirine yaptığım tahlili, başta şiiri paylaşarak aşagıya bırakıyorum. bu vesileyle bana şiiri anlamlandıran, daha çok sevdiren tahlil olayının başkalarına da sevdirmesini temenni ediyorum.
-balkon-
çocuk düşerse ölür çünkü balkon
ölümün cesur körfezidir evlerde
yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
anneler anneler elleri balkonların demirinde
içimde ve evlerde balkon
bir tabut kadar yer tutar
çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
şezlongunuza uzanır ölü
gelecek zamanlarda
ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
öldükten sonra da
bana sormayın böyle nereye
koşa koşa gidiyorum
alnından öpmeye gidiyorum
evleri balkonsuz yapan mimarların
başlıktan da anlaşılacağı üzere incelemiş olduğum şiirin konusu, balkon; teması, modern mimari anlayışın insan üzerindeki etkisidir.
şiiri, sezai karakoç’un şiir anlayışını tanıdığım için bütünden parçaya giderek şiirdeki anlamı ve duyguyu kısa bir tahlille ifade etmeye çalıştım.
şair, ‘’çocuk düşerse ölür.’’ cümlesiyle şiire başlıyor. burada, çocukların bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını anlatıyor. hemen devamında, ‘’çünkü balkon, ölümün cesur körfezidir evlerde’’ diyerek evi, çocuğu tehdit eden unsuru trajik bir gerekçeyle açıklıyor.
‘’yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların’’ cümlesiyle de dilinin varamadığı çocuğun ölümünü, -ölüm ifadesini hiç kullanmadan- ustalıkla anlatıyor.
hemen sonra, ‘’anneler, anneler elleri balkonların demirinde’’ cümlesiyle çocuğun ölümüyle şoka uğramış bir annenin kederini ifade ediyor.
şair, ikinci dörtlüğün hemen başında, ‘’içimde ve evlerde balkon, bir tabut kadar yer tutar.’’ cümleleriyle balkonun onun nezdinde bir tabuttan farksız olduğunu anlatmaya çalışıyor, hemen sonraki,
‘’çamaşırlarınızı asarsanız hazır kefen, şezlongunuza uzanın ölü.’’ cümleleriyle de çamaşırların kurumadan o balkonlarda hazır kefen anlamı taşıdığını ve balkona uzanıp dinlenmenin ise mezara girip ölmekten bir farkının olmadığını anlatmaya çalışıyor.
üçüncü dörtlükte şair, ‘’gelecek zamanlarda, ölüleri balkonlara gömecekler.’’ cümleleriyle karamsarlık
yaratan vurgularla, geleceğin dünyasında ölüleri balkonlara gömeceklerini ve hemen sonra gelen,
‘’insan rahat etmeyecek öldükten sonra da‘’ cümleleriyle de, insanın bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da rahat edemeyeceğini ifade ediyor.
son dörtlükte şair, ‘’bana sormayın böyle nereye, koşa koşa gidiyorum. alnından öpmeye gidiyorum, evleri balkonsuz yapan mimarları.’’ diyerek bütün bu olumsuzluğu yok etmenin evleri balkonsuz inşa etmekten geçtiğini, felaketin böyle biteceğini, bunu yapacak olan mimarların ise kutlanması gerektiğini ifade
ederek şiiri noktalıyor.
devamını gör...
10.
doğuda bir baba vardi
batı gelmeden önce
onun oğullari batıya vardı
birinci oğul batı kapılarında
büyük törenlerle karşılandı
sonra onuruna büyük şölen verdiler
söylevler söylediler babanın onuruna
gece olup kuştüyü yastıklar arasında
oğul masmavi şafağin rüyasında
bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri
öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere
baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı
öcünü alsın diye kardeşini yolladı
ikinci oğul batı ülkesinde
gezerken bir ırmak kıyısında
bir kıza rastladı dağların tazeliginde
bal arılarının taşıdığı tozlardan
ayna hamurundan ay yankısından
samanyolu aydınlığından inci korkusundan
gül tütününden doğmuş sanki
anne doğurmamış da gök doğurmuş onu
saçlarını güneş destelemiş
yıllarca peşinden koştu onun
kavuşamadı ama ona
batı bir uçurum gibi girdi aralarına
sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr
alıp götürdü onu
ve ikinci oğulu
sivri uçurumların ucunda
buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda
baba yağmurlardan anladı bunu
yağmur suları aci ve buruktu
işin künhüne varsın diye
yolladı üçüncü oğlunu
üçüncü oğul batıda
çok aç kaldı ezildi yıkıldı
ama bir iş buldu bir gün bir mağazada
açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı
fakat batinin büyüsü ağır bastı
iş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı
sonra büsbütün unuttu onları
şef oldu buyruğunda birçok kişi
kravat bağlamasını öğrendi geceleri
gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler
patron oldu ama hala uşaktı
ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü
bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda
ondan hesap sordu o da
sırf utançtan babasına
bir çek gönderdi onunla
baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı
bu yüklü çeki
iyice yaşlanmıştı ama
vazgeçmedi koyduğundan kafasına
dördüncü oğlunu gönderdi batıya
dördüncü oğul okudu bilgin oldu
kendi oymak ve ülkesini
kendi görenek ve ülküsünü
günü geçmiş bir uygarlığa yordu
kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı
batı bilginleri bunu kutladı
o da silindi gitti binlercesi gibi
baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle
kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan
beşinci oğul bir şairdi
babanın git demesine gerek kalmadan
geldi ve batının ruhunu sezdi
büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır
batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair
topladı tomarlarını geri dönmek istedi
çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
kum gibi eridi gitti yollarda
sıra altıncı oğulda
o da daha batı kapılarında görünür görünmez
alıştırdılar tatlı zehirli sulara
ıçkiler içti
kaldırım taşlarını saymaya kalktı
ev sokak ayırmadi
geceyi gündüzle karıştırdı
kendisi de bir gün karıştı karanlıklara
baba ölmüştü acısından bu ara
yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara
baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda
bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
bir de o talihini denemek istedi
bir şafak vakti batıya erdi
en büyük batı kentinin en büyük meydanında
durdu ve tanrıya yakardı önce
kendisini değistiremesinler diye
sonra ansızın ona bir ilham geldi
ve başladı oymaya olduğu yeri
başına toplandı ve baktılar batılılar
o aldırmadı bakışlara
kazdı durmadan kazdı
sonra yarı beline kadar girdi çukura
kalabalık büyümüş çok büyümüştü
o zaman dönüp konuştu :
batılılar !
bilmeden
altı oğlunu yuttuğunuz
bir babanın yedinci oğluyum ben
gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
babam öldü acılarından kardeşlerimin
ruhunu üzmek istemem babamın
gömün beni değiştirmeden
doğulu olarak ölmek istiyorum ben
sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :
karşınızdakini değistirmek
beni öldürseniz de çıkmam buradan
kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
fakat değişmeyecek ruhum
onu kandırmak için boşuna dil döktüler
açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler
o gün gün eridi ama çıkmadı dayandı
bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı
o nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı
batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı
hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar
en onulmaz yarası olanlar
ta kalblerinden vurulmuş olanlar
yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar
sezai karakoç
batı gelmeden önce
onun oğullari batıya vardı
birinci oğul batı kapılarında
büyük törenlerle karşılandı
sonra onuruna büyük şölen verdiler
söylevler söylediler babanın onuruna
gece olup kuştüyü yastıklar arasında
oğul masmavi şafağin rüyasında
bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri
öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere
baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı
öcünü alsın diye kardeşini yolladı
ikinci oğul batı ülkesinde
gezerken bir ırmak kıyısında
bir kıza rastladı dağların tazeliginde
bal arılarının taşıdığı tozlardan
ayna hamurundan ay yankısından
samanyolu aydınlığından inci korkusundan
gül tütününden doğmuş sanki
anne doğurmamış da gök doğurmuş onu
saçlarını güneş destelemiş
yıllarca peşinden koştu onun
kavuşamadı ama ona
batı bir uçurum gibi girdi aralarına
sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr
alıp götürdü onu
ve ikinci oğulu
sivri uçurumların ucunda
buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda
baba yağmurlardan anladı bunu
yağmur suları aci ve buruktu
işin künhüne varsın diye
yolladı üçüncü oğlunu
üçüncü oğul batıda
çok aç kaldı ezildi yıkıldı
ama bir iş buldu bir gün bir mağazada
açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı
fakat batinin büyüsü ağır bastı
iş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı
sonra büsbütün unuttu onları
şef oldu buyruğunda birçok kişi
kravat bağlamasını öğrendi geceleri
gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler
patron oldu ama hala uşaktı
ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü
bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda
ondan hesap sordu o da
sırf utançtan babasına
bir çek gönderdi onunla
baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı
bu yüklü çeki
iyice yaşlanmıştı ama
vazgeçmedi koyduğundan kafasına
dördüncü oğlunu gönderdi batıya
dördüncü oğul okudu bilgin oldu
kendi oymak ve ülkesini
kendi görenek ve ülküsünü
günü geçmiş bir uygarlığa yordu
kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı
batı bilginleri bunu kutladı
o da silindi gitti binlercesi gibi
baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle
kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan
beşinci oğul bir şairdi
babanın git demesine gerek kalmadan
geldi ve batının ruhunu sezdi
büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır
batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair
topladı tomarlarını geri dönmek istedi
çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
kum gibi eridi gitti yollarda
sıra altıncı oğulda
o da daha batı kapılarında görünür görünmez
alıştırdılar tatlı zehirli sulara
ıçkiler içti
kaldırım taşlarını saymaya kalktı
ev sokak ayırmadi
geceyi gündüzle karıştırdı
kendisi de bir gün karıştı karanlıklara
baba ölmüştü acısından bu ara
yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara
baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda
bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
bir de o talihini denemek istedi
bir şafak vakti batıya erdi
en büyük batı kentinin en büyük meydanında
durdu ve tanrıya yakardı önce
kendisini değistiremesinler diye
sonra ansızın ona bir ilham geldi
ve başladı oymaya olduğu yeri
başına toplandı ve baktılar batılılar
o aldırmadı bakışlara
kazdı durmadan kazdı
sonra yarı beline kadar girdi çukura
kalabalık büyümüş çok büyümüştü
o zaman dönüp konuştu :
batılılar !
bilmeden
altı oğlunu yuttuğunuz
bir babanın yedinci oğluyum ben
gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
babam öldü acılarından kardeşlerimin
ruhunu üzmek istemem babamın
gömün beni değiştirmeden
doğulu olarak ölmek istiyorum ben
sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :
karşınızdakini değistirmek
beni öldürseniz de çıkmam buradan
kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
fakat değişmeyecek ruhum
onu kandırmak için boşuna dil döktüler
açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler
o gün gün eridi ama çıkmadı dayandı
bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı
o nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı
batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı
hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar
en onulmaz yarası olanlar
ta kalblerinden vurulmuş olanlar
yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar
sezai karakoç
devamını gör...
11.
en sevdiğim şiirinin köşe olduğu şair.
devamını gör...
12.
şiiri kelimelerden alıp,uzunca başka bir insanoğlunun ulaşamayacağı bir yere konumlandıran acayip bir adam.
devamını gör...
13.
ikinci yeniciler kadar “modern” olamadığı için bozuşmuştur biraz onlarla. bu ağabeyimiz islam ve dini duyarlılıkta işleniyor, tahmin edebilirsiniz ki ikinci yeniciler gibi bir hatunu 3 kişi dönen bir edebi toplulukta pek rahat edememiştir kendisi.
devamını gör...
14.
açma pencereni perdeleri çek
mona roza seni görmemeliyim
bir bakisin ölmem için yetecek
anla mona roza, ben bir deliyim
acma pencereni perdeleri çek..
(bkz: mona roza)
mona roza seni görmemeliyim
bir bakisin ölmem için yetecek
anla mona roza, ben bir deliyim
acma pencereni perdeleri çek..
(bkz: mona roza)
devamını gör...
15.
bir insan yerine keşke üstadın sürgün şiiri olarak yer kaplasaydım kağıtlarda ve zihinlerde.
devamını gör...
16.
ne güzel demiş sezai karakoç
" beni çıkarttığında anlam bozulmuyorsa bundan sonra ayrı yazılalım."
" beni çıkarttığında anlam bozulmuyorsa bundan sonra ayrı yazılalım."
devamını gör...
17.
kimlik ismi ahmet sezai karakoç olan şair, 22 ocak 1933'te diyarbakır ergani'de doğmuştur. ikinci yeni akımından olan şairimizin şiirlerinde mistik bir hava bulunmaktadır. en bilinen şiiri; hikayesi de kendisi kadar güzel olan "mona roza"dır bana göre. hikâyesi şöyle ki;
sezai karakoç üniversite de bir okul arkadaşına sevdalanır. fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılıp, aşkını itiraf edemez.
bir gün tüm cesaretini toplayıp aşkını muazzez hanım'a arz eder. fakat reddedilince çok üzülür. okullar tatil olur. muazzaz hanım geyve'de yazlıkta kalmaya başlar. sezai karakoç da tam bu yazlığın karşısındaki yazlıkta bahçıvan olarak çalışmaya başlar.
her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder. ona şiirler yazar. mona roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek 'muazzez akkaya' ismi ortaya çıkar. derken okul açılır, sezai evlenme teklifi eder muazzez hanım'a ama yine reddedilir, muazzez okulun en hovarda öğrencisine aşıktır çünkü. bu acıyla yazar mona roza şiirini.
gel zaman git zaman. okul biter ve mezuniyet töreni yapılır. mezuniyet törenindeyse sezai karakoç mona roza şiirini okur. muazzez akkaya ise tam karşısında durmaktadır. şiiri bittikten sonra bir alkış tufaru kopar. herkes bir daha okuması için ısrar eder. ve tam 3 kez sezai karakoç bu şiiri ard arda okur.
sahneden tam ineceği sırada muazzez hanım koşarak yanına gelir ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar. sezai karakoç ise 'senin aşkın artık benimkine yetişemez' der ve hayır cevabını verir. muazzez hanım bayılır.
bu aşktan sonra sezai karakoç hiç kimseyle evlenmez ve hiç kimseyi bir daha sevemez.
günümüz aşklarının içindeki boşluğa inat böyle güzel aşkların hikâyeleri dahi mutlu etmeye yetiyor insanı.
sezai karakoç üniversite de bir okul arkadaşına sevdalanır. fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılıp, aşkını itiraf edemez.
bir gün tüm cesaretini toplayıp aşkını muazzez hanım'a arz eder. fakat reddedilince çok üzülür. okullar tatil olur. muazzaz hanım geyve'de yazlıkta kalmaya başlar. sezai karakoç da tam bu yazlığın karşısındaki yazlıkta bahçıvan olarak çalışmaya başlar.
her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder. ona şiirler yazar. mona roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek 'muazzez akkaya' ismi ortaya çıkar. derken okul açılır, sezai evlenme teklifi eder muazzez hanım'a ama yine reddedilir, muazzez okulun en hovarda öğrencisine aşıktır çünkü. bu acıyla yazar mona roza şiirini.
gel zaman git zaman. okul biter ve mezuniyet töreni yapılır. mezuniyet törenindeyse sezai karakoç mona roza şiirini okur. muazzez akkaya ise tam karşısında durmaktadır. şiiri bittikten sonra bir alkış tufaru kopar. herkes bir daha okuması için ısrar eder. ve tam 3 kez sezai karakoç bu şiiri ard arda okur.
sahneden tam ineceği sırada muazzez hanım koşarak yanına gelir ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar. sezai karakoç ise 'senin aşkın artık benimkine yetişemez' der ve hayır cevabını verir. muazzez hanım bayılır.
bu aşktan sonra sezai karakoç hiç kimseyle evlenmez ve hiç kimseyi bir daha sevemez.
günümüz aşklarının içindeki boşluğa inat böyle güzel aşkların hikâyeleri dahi mutlu etmeye yetiyor insanı.
devamını gör...
18.
bir üstteki entariye cevap niteliğinde olsun bu entari. evet karakoç mona roza şiirini muazzez akkaya için yazmıştır, evet şiiri okumuştur, evet hiç evlenmemiştir ama muazzez hanım hiçte söylendiği gibi sahneye falan koşmamıştır, bayılmamıştırda.
sezai bey şiiri güzelce okumuştur ve bu kadar. yok efendim kadın intihar etmiş, yok efendim kadın bayılmış.
evet kadın intihar etse ya da bayılsa daha romantik bir hikaye olurdu ama öyle bir şey olmamıştır.
sezai bey şiiri güzelce okumuştur ve bu kadar. yok efendim kadın intihar etmiş, yok efendim kadın bayılmış.
evet kadın intihar etse ya da bayılsa daha romantik bir hikaye olurdu ama öyle bir şey olmamıştır.
devamını gör...
19.
ağlak, vıcık romantizmli şiirleri olan bir şair.
hiç sevişmediğini bu kadar belli etmeseydi keşke.
hiç sevişmediğini bu kadar belli etmeseydi keşke.
devamını gör...
20.
mona rozanın sahibi sevgili şairimiz. az önce haberde vefat ettiğini öğrendim. şiirlerini beğendiğim, mona roza şiirini de çok sevdiğim bir şairdi. allah rahmet eylesin.
devamını gör...