#netflix dizisi
netflix türkiye yapımı dizide bir mimar olan oktay uysal, ailesinden gizli olarak punk hayatı yaşamaya başlamışken ailesinin de oktay'dan gizledikleri vardır. imdb: 7.3
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "miko" tarafından 21.03.2022 14:48 tarihinde açılmıştır.
21.
konu itibariyle ilginç bulup meyletmistim. arada türkçe bir şeyler izleme niyetinde oluyorum zira dilimi duymak iyi geliyor. netflix kalitesizliği ile artık barıştım diyebilirim. beklentim onkadar düşük ki kafa rahat izleyebiliyorum artık. sanırım the wire, the sopranos gibi efsane yapımların bir daha gelmeyeceğine ikna oldum. bu sebepten şu leş platforma eskisi kadar öfke duymuyorum kültürel erozyona sebep olduğu için.
diğer yandan türk sineması ve dizileri için bir ayna görevi gördü netflix. silkinip 3 saatlik saçma dram dizileri ile yerellikten kurtulamayacaklarini anladılar. dolayısıyla her ilerici sanatçı tv'den kopup internete yönelmeye başladı. bu akımın sonucunda zengin kız fakir oğlan ya da tersi veya holding ceolarinin aşk defteri tadında iğrenç diziler biraz azaldı. hala varlar ama hitap ettikleri kitle sanıyorum ki alt kültür artık.
konuyu dağıtmayayim, diziyi izlemeye niyetlendim. çünkü konu itibariyle olağan bir hayatta bir anda bir kırılma yaşayıp hayatı tamamen değişen ve zincirlerinden kopan karakter tipi var. bu bana çok simenonesque(georges simenon) gelmiştir. bu temada tonla suç, polisiye kitabı var. ben gerçekten severim. bayılarak izlediğimiz breaking bad, simenonesque eserlerin en bilinenidir. bir açıdan yaşamak hırsı kitabının uyarlamasidir.
uysallar'a gelince. bu da öyle. taklit olarak ele almak istemiyorum. bence bu bakışın faydası yok. ancak biraz senaryoyu okuyunca ne kadar ucuzlaştigini görüyor insan. zaten hakan gunday'in olduğu yerde ucuzluğun olmaması mümkün değil. bir insan hiç mi ergenlikten çıkamaz? çıkamıyor. hep bir ergen ikinmasi tadinda varoluş krizi. ucuz yeraltı edebiyatı kopyaları. yine şaşırtmadı. bu sefer de orta yaş krizini punkciliga yöneltmiş.
orta yaş krizine giren adam punkci olmaya karar verir ve saçını pembeye boyar. cok orijinal...
çift hayat yaşamaya başlar. çok orijinal...
eminim varoluş krizi de yaşıyordur.
bu kadar bütçe ile bu kadar utanç verici işlere imza atmak cidden özel efor gerektiriyor. helal olsun.
diğer yandan türk sineması ve dizileri için bir ayna görevi gördü netflix. silkinip 3 saatlik saçma dram dizileri ile yerellikten kurtulamayacaklarini anladılar. dolayısıyla her ilerici sanatçı tv'den kopup internete yönelmeye başladı. bu akımın sonucunda zengin kız fakir oğlan ya da tersi veya holding ceolarinin aşk defteri tadında iğrenç diziler biraz azaldı. hala varlar ama hitap ettikleri kitle sanıyorum ki alt kültür artık.
konuyu dağıtmayayim, diziyi izlemeye niyetlendim. çünkü konu itibariyle olağan bir hayatta bir anda bir kırılma yaşayıp hayatı tamamen değişen ve zincirlerinden kopan karakter tipi var. bu bana çok simenonesque(georges simenon) gelmiştir. bu temada tonla suç, polisiye kitabı var. ben gerçekten severim. bayılarak izlediğimiz breaking bad, simenonesque eserlerin en bilinenidir. bir açıdan yaşamak hırsı kitabının uyarlamasidir.
uysallar'a gelince. bu da öyle. taklit olarak ele almak istemiyorum. bence bu bakışın faydası yok. ancak biraz senaryoyu okuyunca ne kadar ucuzlaştigini görüyor insan. zaten hakan gunday'in olduğu yerde ucuzluğun olmaması mümkün değil. bir insan hiç mi ergenlikten çıkamaz? çıkamıyor. hep bir ergen ikinmasi tadinda varoluş krizi. ucuz yeraltı edebiyatı kopyaları. yine şaşırtmadı. bu sefer de orta yaş krizini punkciliga yöneltmiş.
orta yaş krizine giren adam punkci olmaya karar verir ve saçını pembeye boyar. cok orijinal...
çift hayat yaşamaya başlar. çok orijinal...
eminim varoluş krizi de yaşıyordur.
bu kadar bütçe ile bu kadar utanç verici işlere imza atmak cidden özel efor gerektiriyor. helal olsun.
devamını gör...
22.
niye bu kadar kötü eleştiri aldığını anlayamadığım dizi.
ben diziyi fazlaca beğendim. neden beğendiğimi spoilersız yazmaya uğraşacağım. umarım kimse spoiler yemez:
dizi sadece anarşik olmayı, punk'ı anlatan sığ bir dizi değil. asıl anlatmak istedikleri daha derin bence. yani punk'ı sevenler izlesin, sevmeyenler kesinlikle izlemesin diye bir durum yok. çünkü asıl anlatılmak istenen punk ya da tek bir konu değil.
kendi hayatı, yaşayışı ile ilgili problemleri olan birisinin izlerken illa ki bir yerinde kendini bulabileceği bir dizi.* mutsuzluğu, anormalliği, farklılığı vs. anlatan bir dizi. her karakterin sorunu farklı. karakterlerle tıpatıp aynı değiliz belki ama hepimizin hayatında yaşadığı, kimi zaman çözdüğü, kimi zaman çözemediği ve alışmak zorunda kaldığı sorunları var.
dizideki metaforlar benim diziyi sevmemdeki en önemli faktörlerden biri.
şehrin üzerine çöken sis, avrupanın en büyük cezaevinin yapılması, ailenin fotoğraf çekimi sırasında birlikte olup konuşabilmesi vs. ayrıca toplumsal konulara da çokça değiniyor. en başından zaten ülkemiz dünyanın ve avrupanın en büyük cezaevi olma özelliğine sahip bana göre. kadın hakları, düşünce özgürlüğü, ötekileştirme, mobbing vs. gibi konular işlenmiş. patronu tarafından tecavüze uğrayan çalışandan, kadına şiddete, ailevi sorunlardan, sırf kıyafetleri, görünüşleri, yaşayışları farklı diye diğerleri tarafından ötekileştirilen insanlara kadar birçok konu işlenmiş.
17 yaşında, hayatta ne yapacağını bilemeyen ege'nin söylediği şu cümle de dizinin en sevdiğim sahnesiydi:
madem bu sistem bana "daha 17 yaşında ne yapacağını bileceksin" diyor."bilmen lazım" diyor. ona göre de bir sınav koyuyor, demek ki benim de o güne kadar bunu bilmem gerekiyor, bilemiyorsam da ölüp giderim yani.
çünkü bana göre çoğumuz bu durumda. ne yapacağını bilmeden yaşayıp gidiyoruz.
oyunculuklar ise kusursuza yakındı. zaten beni diziye ilk çeken haluk bilginer ve uğur yücel'i aynı dizide izleyebilecek olmamdı. ikisini geçtim, diğer oyuncular da çok başarılıydı. öner erkan çok iyidi. punk sahnelerini izleyince, onun tam olarak "sonradan punk'çı" olduğunu ve bu süreçte, bu ortama alışırken hissettiği farklılaşma, yaşadığı yadırgamayı hissedebildim. zaten oktay da punk olduğunu sanıyor ancak aslında punk falan değil. punk sadece kıyafetini değiştirip punk saçı takarak olabilecek bir durum değil. songül'le oktay'ın sahnelerinde aralarindaki iletişimsizlik çok iyi anlatılıyordu. hele son hücre sahnesinde songül'e yeteeerrrr diye bağırasım geldi.*
neyse diyeceklerim bu kadar. daha başka bir şey aklıma gelirse eklerim ilerleyen zamanlarda. spoiler yememişsinizdir umarım.
bence izlemek için tereddütü olanlar, hiç düşünmeden başlasın. buraya kadar da okuduğunuz için teşekkürler.*
ben diziyi fazlaca beğendim. neden beğendiğimi spoilersız yazmaya uğraşacağım. umarım kimse spoiler yemez:
dizi sadece anarşik olmayı, punk'ı anlatan sığ bir dizi değil. asıl anlatmak istedikleri daha derin bence. yani punk'ı sevenler izlesin, sevmeyenler kesinlikle izlemesin diye bir durum yok. çünkü asıl anlatılmak istenen punk ya da tek bir konu değil.
kendi hayatı, yaşayışı ile ilgili problemleri olan birisinin izlerken illa ki bir yerinde kendini bulabileceği bir dizi.* mutsuzluğu, anormalliği, farklılığı vs. anlatan bir dizi. her karakterin sorunu farklı. karakterlerle tıpatıp aynı değiliz belki ama hepimizin hayatında yaşadığı, kimi zaman çözdüğü, kimi zaman çözemediği ve alışmak zorunda kaldığı sorunları var.
dizideki metaforlar benim diziyi sevmemdeki en önemli faktörlerden biri.
şehrin üzerine çöken sis, avrupanın en büyük cezaevinin yapılması, ailenin fotoğraf çekimi sırasında birlikte olup konuşabilmesi vs. ayrıca toplumsal konulara da çokça değiniyor. en başından zaten ülkemiz dünyanın ve avrupanın en büyük cezaevi olma özelliğine sahip bana göre. kadın hakları, düşünce özgürlüğü, ötekileştirme, mobbing vs. gibi konular işlenmiş. patronu tarafından tecavüze uğrayan çalışandan, kadına şiddete, ailevi sorunlardan, sırf kıyafetleri, görünüşleri, yaşayışları farklı diye diğerleri tarafından ötekileştirilen insanlara kadar birçok konu işlenmiş.
17 yaşında, hayatta ne yapacağını bilemeyen ege'nin söylediği şu cümle de dizinin en sevdiğim sahnesiydi:
madem bu sistem bana "daha 17 yaşında ne yapacağını bileceksin" diyor."bilmen lazım" diyor. ona göre de bir sınav koyuyor, demek ki benim de o güne kadar bunu bilmem gerekiyor, bilemiyorsam da ölüp giderim yani.
çünkü bana göre çoğumuz bu durumda. ne yapacağını bilmeden yaşayıp gidiyoruz.
oyunculuklar ise kusursuza yakındı. zaten beni diziye ilk çeken haluk bilginer ve uğur yücel'i aynı dizide izleyebilecek olmamdı. ikisini geçtim, diğer oyuncular da çok başarılıydı. öner erkan çok iyidi. punk sahnelerini izleyince, onun tam olarak "sonradan punk'çı" olduğunu ve bu süreçte, bu ortama alışırken hissettiği farklılaşma, yaşadığı yadırgamayı hissedebildim. zaten oktay da punk olduğunu sanıyor ancak aslında punk falan değil. punk sadece kıyafetini değiştirip punk saçı takarak olabilecek bir durum değil. songül'le oktay'ın sahnelerinde aralarindaki iletişimsizlik çok iyi anlatılıyordu. hele son hücre sahnesinde songül'e yeteeerrrr diye bağırasım geldi.*
neyse diyeceklerim bu kadar. daha başka bir şey aklıma gelirse eklerim ilerleyen zamanlarda. spoiler yememişsinizdir umarım.
bence izlemek için tereddütü olanlar, hiç düşünmeden başlasın. buraya kadar da okuduğunuz için teşekkürler.*
devamını gör...
23.
normal sözlük yazarlarına "hepiniz mi punktınız, hepiniz mi underground yaşadınız benden habersiz lan?" diye sordurtan dizidir. ben değildim mesela, zaten ben ergenken emo olmak modaydı, onu da yakalayamadık. değildiniz siz abi punk, siz sokakta canki görseniz kaldırım değiştiren tiplersiniz. çoğumuzdan ne olur biliyo musunuz? öyle mekanlarda çıstak çıstak oynayıp ertesi gün işte / okulda kahve içip ayılmaya çalışırkan "dün gece partide bokunu çıkarmışım yea" diye mızmızlanan düz, dümdüz insan olur. ama klavye başına geçince de "gerçek yeraltı bu diil" diye onu bunu b*klarız.
bazı insanlar var bu dünyada, sayıları çok az. şanslıysanız bir iki tanesine tesadüf edersiniz. o insana gerçekten kulak verirseniz de, enerjisi ile sizi o kadar kucaklar ki, o birkaç saati hatta dakikayı sonsuz kılar. ben şanslı olduğum için böyle insanlar tanıdım. bir tanesinden bahsetmek isterim.
dediğim gibi benim öyle underground bi hayatım olmadı. uyuşturucu / uyarıcı ile aram yoktur. çok fazla gezmedim. sokaklarda yaşamadım. işgal evinde bulunmadım. benim üniversite yıllarım penceremin kenarında sigara içerek ve acaba aşağıya atlar mıyım diye endişelenerek geçti. ama kendime nefes alma anları yarattım. bu anlardan biri idi. evimde bira içip sıkılıyordum. bir yandan da feysbuktan arkadaşımla konuşuyordum. "keşke istanbulda olsam" yazdım çocuğa. sonra dedim ki "neden istanbul'da olmayayım?" sırt çantama bir iki parça bir şey koyup üstümü bile değiştirmeden evden çıktım. ana yola doğru yürürken istanbul'da yaşayan bi' arkadaşımı aradım ve "oraya geliyorum, müsait misin?" dedim, dikkatli gel dedi. karadenizli bi dayının tırına bindim, tın tın gittik istanbul'a. hava bok gibiydi. 2 gün evde örgü ördük. sonra dışarı çıktık, ben, arkadaşım ve başka bir arkadaş daha. kahve içmeceler, bir şeyler. sonra yürüyoruz sokakta, bir yerden geçtik, kısacık bi tünel gibi. "voaaaaa solucan deliği, şimdi evren değiştiricez!" dedim. o zamanlar böyle şeyler yumurtlar, kendi yumurtladıklarıma da inanırdım. güldüler tabi, ufaktan dalga geçtiler, merdivenlerden iniyoruz. farkında bile değiliz, 2 koca siyah çöp poşeti (içinde kıyafet var muhtemelen) ve onlara yaslanmış bi adamın yanından geçmişiz, "doğru söylüyor" dedi. e belli ki kendim gibi manyak birine tesadüf etmişim, durur muyum gittim hemen konuşmaya başladım adamla. dayı kan'tan giriyor, heidegger'den çıkıyor. oturdum yanına dinliyorum, ötekiler de geldi. pipisi olan arkadaş metroyu kaçırıcaz diyor, evinde kaldığım arkadaş boşver sonrakine bineriz diyor. dayı sokaklarda yaşıyormuş. "zor olmuyor mu böyle" diyorum, "her şeyim var" diyor, "fazlasına gerek yok." ağdeta bir zamane diyojen'i. "ankara'da yaşıyorum ben" dedim, "sokakta kalmaktan yorulursan yolunu oralara düşür. birkaç gün bizde kalırsın." "ee nası bulucan sen beni ankara'da dedi?" gevrek gevrek. "kızılayda dolan, kitapçıların yakınlarında, kesssin bulurum" dedim. dayıda telefon da yok ki numarasını alalım... yüzünü unutana kadar kızılay'a her gittiğimde dayıya da bakındım, inanır mısınız bilmem. tabi bu "evsize yardım ettim" mastürbasyonu da değil, "evsiz bana yardım etti" mahcubiyeti. fevzi o yüzden tanımadığı beton'un cenazesine bilmem nerelerden geliyor. bir an için anlaşıldığını hissetmenin diyeti bu, küçücük bir teşekkür.
eğer uysallar'ın senaryosu sizin elinizden çıkmış olsaydı, kime adardınız eserinizi?
ağız tadıyla çekip gidemeyenlere mi, yoksa yolda diri diri gömmek zorunda kaldığınız dostlarınıza mı?
bazı gençlik hayalleri vardır. onlar bazıları için yanılsamadır. gerçek yaşama eninde sonunda adapte olurlar. şanslı insanlar böyledir. ama o hayaller sizin için gerçektir mesela. sizin gerçekliğinizde yaşam öyle bir şeydir. dünyada aynı masala inandığınız bir dostu kaybetmek kadar ağır başka bir şey bilmiyorum. eninde sonunda bu konuda söylenecek hiçbir şey kalmaz, tek bir cümle yankılanır: yazık oldu. bu böyledir.
diziye geleceksek, ben hakan günday fanı değilim. o yüzden zaten ancak izleyebildim diziyi. eleştirecek noktalar bulur muyum? bulurum. bulan yazarların bazı eleştirilerine de katılıyorum. ancak şu noktada ayrışıyorum: "dizi punk'ı anlatmıyor." e evet? yani en başta öyle mi lanse edildi bilemiyorum ama ben netflix'te konusu ne bunun diye baktığımda "orta yaş bunalımı" diyordu. oktay gençliğinde punk'a değil de ne bileyim ben progressive rock'a gönül verse, onu da anlatmayacaktı dizi. yine oktay'ın kaypaklığını, sıkışmışlığını anlatacaktı. dolayısıyla ben "ee şimdi punk'la ne alakası var bunun?" gibi bir hayal kırıklığı yaşamadım. karakterleri çok yüzeysel görmek en büyük sıkıntımdı diyebilirim. her şeyin oldu bittiye gelmesi başka bir sıkıntı. ben böyle çok karakterli dizilerde biraz daha detaya inilmesini istiyorum. karakterler kendi içlerinde ne yaşıyorlar tam anlamıyla bileyim, konu derinleşsin istiyorum. zaten bu olmadığı için hikaye havada kalmış ve bir aforizmalar yumağı olmuş. yine de türk dizileri göz önünde bulundurulduğunda en azından bir farklılık. teşvik edelim, çoğalsın bunlar istiyorum. şirket patronlarına aşık olan garson kızlardan falan ikrah ettim çünkü.
bazı insanlar var bu dünyada, sayıları çok az. şanslıysanız bir iki tanesine tesadüf edersiniz. o insana gerçekten kulak verirseniz de, enerjisi ile sizi o kadar kucaklar ki, o birkaç saati hatta dakikayı sonsuz kılar. ben şanslı olduğum için böyle insanlar tanıdım. bir tanesinden bahsetmek isterim.
dediğim gibi benim öyle underground bi hayatım olmadı. uyuşturucu / uyarıcı ile aram yoktur. çok fazla gezmedim. sokaklarda yaşamadım. işgal evinde bulunmadım. benim üniversite yıllarım penceremin kenarında sigara içerek ve acaba aşağıya atlar mıyım diye endişelenerek geçti. ama kendime nefes alma anları yarattım. bu anlardan biri idi. evimde bira içip sıkılıyordum. bir yandan da feysbuktan arkadaşımla konuşuyordum. "keşke istanbulda olsam" yazdım çocuğa. sonra dedim ki "neden istanbul'da olmayayım?" sırt çantama bir iki parça bir şey koyup üstümü bile değiştirmeden evden çıktım. ana yola doğru yürürken istanbul'da yaşayan bi' arkadaşımı aradım ve "oraya geliyorum, müsait misin?" dedim, dikkatli gel dedi. karadenizli bi dayının tırına bindim, tın tın gittik istanbul'a. hava bok gibiydi. 2 gün evde örgü ördük. sonra dışarı çıktık, ben, arkadaşım ve başka bir arkadaş daha. kahve içmeceler, bir şeyler. sonra yürüyoruz sokakta, bir yerden geçtik, kısacık bi tünel gibi. "voaaaaa solucan deliği, şimdi evren değiştiricez!" dedim. o zamanlar böyle şeyler yumurtlar, kendi yumurtladıklarıma da inanırdım. güldüler tabi, ufaktan dalga geçtiler, merdivenlerden iniyoruz. farkında bile değiliz, 2 koca siyah çöp poşeti (içinde kıyafet var muhtemelen) ve onlara yaslanmış bi adamın yanından geçmişiz, "doğru söylüyor" dedi. e belli ki kendim gibi manyak birine tesadüf etmişim, durur muyum gittim hemen konuşmaya başladım adamla. dayı kan'tan giriyor, heidegger'den çıkıyor. oturdum yanına dinliyorum, ötekiler de geldi. pipisi olan arkadaş metroyu kaçırıcaz diyor, evinde kaldığım arkadaş boşver sonrakine bineriz diyor. dayı sokaklarda yaşıyormuş. "zor olmuyor mu böyle" diyorum, "her şeyim var" diyor, "fazlasına gerek yok." ağdeta bir zamane diyojen'i. "ankara'da yaşıyorum ben" dedim, "sokakta kalmaktan yorulursan yolunu oralara düşür. birkaç gün bizde kalırsın." "ee nası bulucan sen beni ankara'da dedi?" gevrek gevrek. "kızılayda dolan, kitapçıların yakınlarında, kesssin bulurum" dedim. dayıda telefon da yok ki numarasını alalım... yüzünü unutana kadar kızılay'a her gittiğimde dayıya da bakındım, inanır mısınız bilmem. tabi bu "evsize yardım ettim" mastürbasyonu da değil, "evsiz bana yardım etti" mahcubiyeti. fevzi o yüzden tanımadığı beton'un cenazesine bilmem nerelerden geliyor. bir an için anlaşıldığını hissetmenin diyeti bu, küçücük bir teşekkür.
eğer uysallar'ın senaryosu sizin elinizden çıkmış olsaydı, kime adardınız eserinizi?
ağız tadıyla çekip gidemeyenlere mi, yoksa yolda diri diri gömmek zorunda kaldığınız dostlarınıza mı?
bazı gençlik hayalleri vardır. onlar bazıları için yanılsamadır. gerçek yaşama eninde sonunda adapte olurlar. şanslı insanlar böyledir. ama o hayaller sizin için gerçektir mesela. sizin gerçekliğinizde yaşam öyle bir şeydir. dünyada aynı masala inandığınız bir dostu kaybetmek kadar ağır başka bir şey bilmiyorum. eninde sonunda bu konuda söylenecek hiçbir şey kalmaz, tek bir cümle yankılanır: yazık oldu. bu böyledir.
diziye geleceksek, ben hakan günday fanı değilim. o yüzden zaten ancak izleyebildim diziyi. eleştirecek noktalar bulur muyum? bulurum. bulan yazarların bazı eleştirilerine de katılıyorum. ancak şu noktada ayrışıyorum: "dizi punk'ı anlatmıyor." e evet? yani en başta öyle mi lanse edildi bilemiyorum ama ben netflix'te konusu ne bunun diye baktığımda "orta yaş bunalımı" diyordu. oktay gençliğinde punk'a değil de ne bileyim ben progressive rock'a gönül verse, onu da anlatmayacaktı dizi. yine oktay'ın kaypaklığını, sıkışmışlığını anlatacaktı. dolayısıyla ben "ee şimdi punk'la ne alakası var bunun?" gibi bir hayal kırıklığı yaşamadım. karakterleri çok yüzeysel görmek en büyük sıkıntımdı diyebilirim. her şeyin oldu bittiye gelmesi başka bir sıkıntı. ben böyle çok karakterli dizilerde biraz daha detaya inilmesini istiyorum. karakterler kendi içlerinde ne yaşıyorlar tam anlamıyla bileyim, konu derinleşsin istiyorum. zaten bu olmadığı için hikaye havada kalmış ve bir aforizmalar yumağı olmuş. yine de türk dizileri göz önünde bulundurulduğunda en azından bir farklılık. teşvik edelim, çoğalsın bunlar istiyorum. şirket patronlarına aşık olan garson kızlardan falan ikrah ettim çünkü.
devamını gör...
24.
az önce bitirdim. hemen sıcağı sıcağına yorumda bulunayım.
aslında 8 bölüm değil de 6 bölüm anlatılsa dizi gerçekten güzel olacakmış. bu yüzden ne beğendim ne de beğenmedim.
dizide oyunculuklar güzel de konu kopuk kopuk. sanki kokoreçin içine fazla baharat atıldığından tadını alamazsın ya. aslında kokoreç değil de baharat yersin ya. öyle birşey olmuş işte.
mesela baba-oğul ilişkisi anlatılırken, illa babanın sofia ile olan ilişkisinin değinilmesine gerek yoktu.
evdeki küçük kızın komşusu ile olan muhabbetine de gerek yoktu.
punk kültüründeki müzikler kötü seçilmiş. punk sadece (bkz: ace of spades) şarkısından mı ibaret. bir sürü punk şarkısı varken, normal rock şarkıları seçilmesi bir kötü durmuş. halbuki punk hızlı hareketli şarkıları olan bir tarz. ı love you baby ne abi???
dizideki mimar'ın o sıkışmışlık hali ve sessiz çığlıkları bana geçti. (bkz: öner erkan) çok güzel oynamış. bir de berhudar abinin neden işi uzattığı da çok güzel işlenmiş. nil karakteri de çok güzel işlenmiş.
dedim ya ne beğendim ne beğenmedim. sadece karnım doydu o kadar.
aslında 8 bölüm değil de 6 bölüm anlatılsa dizi gerçekten güzel olacakmış. bu yüzden ne beğendim ne de beğenmedim.
dizide oyunculuklar güzel de konu kopuk kopuk. sanki kokoreçin içine fazla baharat atıldığından tadını alamazsın ya. aslında kokoreç değil de baharat yersin ya. öyle birşey olmuş işte.
mesela baba-oğul ilişkisi anlatılırken, illa babanın sofia ile olan ilişkisinin değinilmesine gerek yoktu.
evdeki küçük kızın komşusu ile olan muhabbetine de gerek yoktu.
punk kültüründeki müzikler kötü seçilmiş. punk sadece (bkz: ace of spades) şarkısından mı ibaret. bir sürü punk şarkısı varken, normal rock şarkıları seçilmesi bir kötü durmuş. halbuki punk hızlı hareketli şarkıları olan bir tarz. ı love you baby ne abi???
dizideki mimar'ın o sıkışmışlık hali ve sessiz çığlıkları bana geçti. (bkz: öner erkan) çok güzel oynamış. bir de berhudar abinin neden işi uzattığı da çok güzel işlenmiş. nil karakteri de çok güzel işlenmiş.
dedim ya ne beğendim ne beğenmedim. sadece karnım doydu o kadar.
devamını gör...