birini tanımanın en iyi yolu
aynı evde yaşamak ya da beraber yolculuğa çıkmak.
devamını gör...
charles bukowski
"tabi ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız."
devamını gör...
taşa yazılmış yaşım 12 tecavüz ediliyorum yazısının gerçek çıkması
yandim. yandım. şu haber doğru ya yandım ben. topunuzun allah belasını versin.
devamını gör...
spotify wrapped
gizli playlistleri de algoritmaya dahil ettiği için bakmak bile istemediğim etkinlik. her şeyi açık acik ortaya sermesine gerek yoktu.
devamını gör...
ülkede ses çıkaranın terörist olması sorunsalı
pandemiyi de bahane ederek gittikçe ipleri eline alan iktidarın ürünüdür.
devamını gör...
kırmızı dudaklı yarasa balığı
makyajını abartı bulduğum balıktır.
devamını gör...
hoş geldin kadınım
bir nâzım hikmet şiiri*
yıl 1938. türk yazınının büyük ustalarından nâzım hikmet “orduyu isyana teşvik” suçuyla tutuklanmış ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. istanbul, ankara ve çankırı tutukevlerinde geçirilen yaklaşık 2 yılın ardından hayatının tam 10 yılını geçireceği bursa tutukevine nakledilir. bursa yılları, adına şiir denen şu incelikli sanatın en yüksek sanat düzeyine erişeceği yıllar olacaktır.
bursa tutukevinde sıradan bir gün, yıl 1948. nâzım'a bir ziyaretçi gelmiştir: yazar peride celal, fakat yalnız değildir, yanında nâzım'ın dayısının kızı münevver de vardır. münevver, nâzım'dan 15 yaş küçük, kumral saçlı, yeşil gözlü, her daim neşeli ve umut dolu bir kızdır. bir iki üç derken münevver devamlı gelir gider olmuştur cezaevine, nâzım'ın tutunacak dalı olmuştur adeta. ve nihayet aralarında bir aşk filizlenir, filizlenir filizlenmesine de bu aşkın önünde engeller vardır. nâzım'ın 13 yıllık bir evliliği vardır piraye'yle, tek engel de bu değildir üstelik, dayısının kızı münevver de evlidir ve iki tane de çocuğun annesidir.
yıl 1948. nâzım, bursa tutukevinde o şiiri kaleme alır
münevver'i için:
***
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim.
acıkmışındır;
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi.
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde.
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler;
gönlüm gibi zengin,
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin...
***
nâzım'ın ayağını bastığı kırk yıllık beton çayır çimen olmuştur münevver sayesinde.
devamında ne mi olur?
tarih 15 temmuz 1950. nâzım, yaptığı açlık grevlerinin bedenini çok zayıf düşürmesi nedeniyle hastaneye kaldırılmıştır. avukatı gelir yanına bir gün "artık özgürsün" der, "af yasası yürürlüğe girdi".
tutukevinden tahliye edilen nâzım, tedavisi biter bitmez aşkı münevver ile buluşur. eşinden ayrılmıştır münevver, nâzım da bırakır cezaevinde her gece 9'dan sonra şiirler yazdığı piraye'sini. münevver ile birlikte yaşamaya başlarlar, aralarında nikah yoktur.
tarih 26 mart 1951. münevver ile nâzım'ın aşkından bir çocuk olur: memed*
nâzım cevaevinden çıkmıştır çıkmasına da polisler bir türlü bırakmazlar peşini, her yerde takip ederler, kitaplarının basımına ve tiyatro oyunlarının oynanmasına mâni olurlar. bu da yetmezmiş gibi askerlik şubesine çağırırlar nâzım'ı, askerlik yapmamış olduğunu ve hemen sevk edilmesi gerektiğini söylerler. nâzım, bahriye mektebini bitirdiğini güverte subaylığı yaptığını ve hastalığı dolayısıyla da çürüğe çıkarıldığını ifade eden bir dilekçe yazar askerlik şubesine.
aradan birkaç ay geçer, tekrar askerlik şubesine çağırılır nâzım, zara'ya* gitmek için acilen hazırlanması gerektiğini söylerler. nâzım sağlık kuruluna çıkmak istediğini söyler ve neticede haydarpaşa hastanesi'ne gönderilir. burada onu muayene eden doktorlardan biri bu halin normal olmadığını, bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini hissettiğini fısıldar nâzım'ın kulağına.
tarih 17 haziran 1951. sabahın erken saatinde, askerlik işini düzeltmek amacıyla ankara'ya gideceğini söyleyerek evden ayrılan şair, bir daha dönmez. nâzım hikmet'in 20 haziran 1951'de romanya'ya vardığını bükreş radyosu'ndan öğrenir hükümet yetkilileri ve elbette memed'inin annesi münevver.
sonradan yazılanlara göre, bir akrabasının kullandığı sürat motoruyla istanbul boğazı'ndan karadeniz'e açılmış, bulgaristan sahillerine çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir rumen şilebiyle* romanya'ya gitmiştir nâzım. oradan da moskova'ya geçmiştir.
nâzım hikmet, 25 temmuz 1951'de, bakanlar kurulu kararıyla türk vatandaşlığından çıkarılır.
münevver hanım ile oğlu memed ise polis tarafından yakından izlenmeye devam edilir. yurt dışına çıkmalarına ise kesinlikle izin verilmez.
münevver'in varlığı nâzım'ın başka kadınlarla birlikte olmasına engel olmadı. yurt dışında birçok sevgilisi oldu.
yıllar sonra stocholm barış konferansı'nda italyan bir delege olan joyce salvadori lussu, hayranı olduğu nâzım ile tanışma fırsatı buldu. zaman içinde de nâzım'la arkadaşlıkları ilerledi. nâzım, bu italyan delege aracılığıyla istanbul'da kalan eşi ve oğlu için para bile gönderiyordu. joyce salvadori, hayranı olduğu bu şairin tüm şiirlerini münevver için yazdığını düşünüyordu, ne vera'dan ne de piraye'den haberdardı. ve bir istanbul ziyaretinde münevver ile buluştu, o gün kafasına koydu, nâzım'la aşkı münevver'i buluşturacaktı. yasal yollardan bunu yapamayacağını anlayınca da zengin, italyan bir iş adamı sayesinde münevver ile oğlu memed'i deniz yoluyla önce yunanistan'a oradan da polonya'ya kaçırdı. bu sırada nâzım, dünya barış konseyi adına fidel castro'ya barış ödülü vermek üzere küba'daydı. döndüğünde polonya'nın başkenti varşova'da münevver ve oğlu memed ile buluştu, fakat bu buluşma pek sıcak geçmedi. zira münevver, nâzım'ın moskova'da başka bir kadınla* birlikte olduğunu biliyordu. aynı şekilde nâzım da münevver'in kendisini başka bir adamla aldattığını biliyordu.
şair oracıkta bir karar verdi ve oğlu ile münevver'i polonya'da dostlarına emanet edip moskova'ya, vera'sına döndü. böylece nâzım-münevver aşkı tamamen son buldu.
kişisel tavsiye: nâzım'ın münevver'den sonraki hikayesini (galina ve vera) okumak için iki sevda başlığındaki şu giriye göz atabilirsiniz: #439740
yıl 1938. türk yazınının büyük ustalarından nâzım hikmet “orduyu isyana teşvik” suçuyla tutuklanmış ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. istanbul, ankara ve çankırı tutukevlerinde geçirilen yaklaşık 2 yılın ardından hayatının tam 10 yılını geçireceği bursa tutukevine nakledilir. bursa yılları, adına şiir denen şu incelikli sanatın en yüksek sanat düzeyine erişeceği yıllar olacaktır.
bursa tutukevinde sıradan bir gün, yıl 1948. nâzım'a bir ziyaretçi gelmiştir: yazar peride celal, fakat yalnız değildir, yanında nâzım'ın dayısının kızı münevver de vardır. münevver, nâzım'dan 15 yaş küçük, kumral saçlı, yeşil gözlü, her daim neşeli ve umut dolu bir kızdır. bir iki üç derken münevver devamlı gelir gider olmuştur cezaevine, nâzım'ın tutunacak dalı olmuştur adeta. ve nihayet aralarında bir aşk filizlenir, filizlenir filizlenmesine de bu aşkın önünde engeller vardır. nâzım'ın 13 yıllık bir evliliği vardır piraye'yle, tek engel de bu değildir üstelik, dayısının kızı münevver de evlidir ve iki tane de çocuğun annesidir.
yıl 1948. nâzım, bursa tutukevinde o şiiri kaleme alır
münevver'i için:
***
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim.
acıkmışındır;
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi.
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde.
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler;
gönlüm gibi zengin,
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
hoş geldin kadınım benim, hoş geldin...
***
nâzım'ın ayağını bastığı kırk yıllık beton çayır çimen olmuştur münevver sayesinde.
devamında ne mi olur?
tarih 15 temmuz 1950. nâzım, yaptığı açlık grevlerinin bedenini çok zayıf düşürmesi nedeniyle hastaneye kaldırılmıştır. avukatı gelir yanına bir gün "artık özgürsün" der, "af yasası yürürlüğe girdi".
tutukevinden tahliye edilen nâzım, tedavisi biter bitmez aşkı münevver ile buluşur. eşinden ayrılmıştır münevver, nâzım da bırakır cezaevinde her gece 9'dan sonra şiirler yazdığı piraye'sini. münevver ile birlikte yaşamaya başlarlar, aralarında nikah yoktur.
tarih 26 mart 1951. münevver ile nâzım'ın aşkından bir çocuk olur: memed*
nâzım cevaevinden çıkmıştır çıkmasına da polisler bir türlü bırakmazlar peşini, her yerde takip ederler, kitaplarının basımına ve tiyatro oyunlarının oynanmasına mâni olurlar. bu da yetmezmiş gibi askerlik şubesine çağırırlar nâzım'ı, askerlik yapmamış olduğunu ve hemen sevk edilmesi gerektiğini söylerler. nâzım, bahriye mektebini bitirdiğini güverte subaylığı yaptığını ve hastalığı dolayısıyla da çürüğe çıkarıldığını ifade eden bir dilekçe yazar askerlik şubesine.
aradan birkaç ay geçer, tekrar askerlik şubesine çağırılır nâzım, zara'ya* gitmek için acilen hazırlanması gerektiğini söylerler. nâzım sağlık kuruluna çıkmak istediğini söyler ve neticede haydarpaşa hastanesi'ne gönderilir. burada onu muayene eden doktorlardan biri bu halin normal olmadığını, bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini hissettiğini fısıldar nâzım'ın kulağına.
tarih 17 haziran 1951. sabahın erken saatinde, askerlik işini düzeltmek amacıyla ankara'ya gideceğini söyleyerek evden ayrılan şair, bir daha dönmez. nâzım hikmet'in 20 haziran 1951'de romanya'ya vardığını bükreş radyosu'ndan öğrenir hükümet yetkilileri ve elbette memed'inin annesi münevver.
sonradan yazılanlara göre, bir akrabasının kullandığı sürat motoruyla istanbul boğazı'ndan karadeniz'e açılmış, bulgaristan sahillerine çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir rumen şilebiyle* romanya'ya gitmiştir nâzım. oradan da moskova'ya geçmiştir.
nâzım hikmet, 25 temmuz 1951'de, bakanlar kurulu kararıyla türk vatandaşlığından çıkarılır.
münevver hanım ile oğlu memed ise polis tarafından yakından izlenmeye devam edilir. yurt dışına çıkmalarına ise kesinlikle izin verilmez.
münevver'in varlığı nâzım'ın başka kadınlarla birlikte olmasına engel olmadı. yurt dışında birçok sevgilisi oldu.
yıllar sonra stocholm barış konferansı'nda italyan bir delege olan joyce salvadori lussu, hayranı olduğu nâzım ile tanışma fırsatı buldu. zaman içinde de nâzım'la arkadaşlıkları ilerledi. nâzım, bu italyan delege aracılığıyla istanbul'da kalan eşi ve oğlu için para bile gönderiyordu. joyce salvadori, hayranı olduğu bu şairin tüm şiirlerini münevver için yazdığını düşünüyordu, ne vera'dan ne de piraye'den haberdardı. ve bir istanbul ziyaretinde münevver ile buluştu, o gün kafasına koydu, nâzım'la aşkı münevver'i buluşturacaktı. yasal yollardan bunu yapamayacağını anlayınca da zengin, italyan bir iş adamı sayesinde münevver ile oğlu memed'i deniz yoluyla önce yunanistan'a oradan da polonya'ya kaçırdı. bu sırada nâzım, dünya barış konseyi adına fidel castro'ya barış ödülü vermek üzere küba'daydı. döndüğünde polonya'nın başkenti varşova'da münevver ve oğlu memed ile buluştu, fakat bu buluşma pek sıcak geçmedi. zira münevver, nâzım'ın moskova'da başka bir kadınla* birlikte olduğunu biliyordu. aynı şekilde nâzım da münevver'in kendisini başka bir adamla aldattığını biliyordu.
şair oracıkta bir karar verdi ve oğlu ile münevver'i polonya'da dostlarına emanet edip moskova'ya, vera'sına döndü. böylece nâzım-münevver aşkı tamamen son buldu.
kişisel tavsiye: nâzım'ın münevver'den sonraki hikayesini (galina ve vera) okumak için iki sevda başlığındaki şu giriye göz atabilirsiniz: #439740
devamını gör...
hata yaptıktan sonra yapılan hatalar
hata yaptıktan sonra yapılan en büyük hata, yapılan hatayı kabul etmemektir.*
devamını gör...
zorla tesettüre sokulan kız çocukları
dayakla olmasa bile hoş göstermek için 12- 13 yaşındaki çocuklarını çeşitli hediyelerle ikna edip kendi rızasıyla (!) kapandığını söyleyen birçok ebeyene denk geldim. ya da ailelerinin psikolojik baskılarına dayanamayıp belki kapanırsam mutlu olurlar diye kapanan birçok kız çocuğu var.
soruyorum kendilerine. çocuğunuz allah için mi kapandı yoksa aldığınız telefon için mi? ya da sizin onu daha çok sevmeniz için mi? bu putperestlik değil de nedir?
başka bir başlığa da bıraktığım zorla kapatılan kızların hikayelerini anlattığı siteyi buraya tekrar bırakıyorum. belki tükenmiş birine umut olur.
(bkz: https://yalnizyurumeyeceksi...)
soruyorum kendilerine. çocuğunuz allah için mi kapandı yoksa aldığınız telefon için mi? ya da sizin onu daha çok sevmeniz için mi? bu putperestlik değil de nedir?
başka bir başlığa da bıraktığım zorla kapatılan kızların hikayelerini anlattığı siteyi buraya tekrar bırakıyorum. belki tükenmiş birine umut olur.
(bkz: https://yalnizyurumeyeceksi...)
devamını gör...
el altında sevgili adayı bulundurmak
her iki cinsinde yalnız kalmaktan korkan, kendine güvenmeyenlerinin yapabileceği davranış türü.
devamını gör...
insan bir kez aşık olur
niye ya? niye bir kere? toy ve aptal halimizle bir hata ettik diye; tek hakkımızı aptalca mı harcamış oluyoruz?
yok efendim öyle yağma!!!
insan sadece bir kere aşık olmaz. yüzünü bile hatırlamadığım biri yüzünden niye bu hakkımı kaybetmiş olayım?
yok efendim öyle yağma!!!
insan sadece bir kere aşık olmaz. yüzünü bile hatırlamadığım biri yüzünden niye bu hakkımı kaybetmiş olayım?
devamını gör...
artık takipçileri görebilmek
takipçi görmek bence pek gerekli bir olay değil. instagram insanlarının takındığı "beni takip etmeyeni ben de takip etmem." tavrı oluyor bazı insanlarda. mesela hiç takılmam* ama üç kişi takibimden çıkmış. kimdir nedir bilinmez. sırf onu takip etmiyorsun diye çıkmak mantık mıdır. beni ilgilendirmez. sadece burası instagram değil. bunun farkına varır umarım insanlar. ha illa farkına varmayacaklarsa 500 karma puana kıyıp profillerine "takibe takip" yazsınlar.
devamını gör...
şans getirsin diye uçak motoruna bozuk para atan insan
yine saçma batıl inançlar sebebiyle ortaya çıkmış olan bir haber.
tedbir almak yerine şans getirsin, kötülükleri uzaklaştırsın diye saçma sapan batıl inançlara inanıp ömrümüzü sürdürüyoruz.
bu çinli vatandaş da bırakın kendi hayatını tehlikeye atmayı, onlarca insanın hayatını tehlikeye atmış. manyak mısınız gerçekten? bir insan nasıl inanır ya birkaç tane bozuk paranın şans getirebileceğine, nasıl inanır aklı almıyor. ama ne yapalım, hayatın içinde bunlar da var.
neyse ki durumun farkına varılmış da kimseye bir şey olmadan atlatılmış.
tedbir almak yerine şans getirsin, kötülükleri uzaklaştırsın diye saçma sapan batıl inançlara inanıp ömrümüzü sürdürüyoruz.
bu çinli vatandaş da bırakın kendi hayatını tehlikeye atmayı, onlarca insanın hayatını tehlikeye atmış. manyak mısınız gerçekten? bir insan nasıl inanır ya birkaç tane bozuk paranın şans getirebileceğine, nasıl inanır aklı almıyor. ama ne yapalım, hayatın içinde bunlar da var.
neyse ki durumun farkına varılmış da kimseye bir şey olmadan atlatılmış.
devamını gör...
sahibinin sesiyle okunan cümleler
(bkz: kıymetlimiss)
devamını gör...
bir umut sürekli kadın yazarlara nickaltı giren meriç
umut erkeğin ekmeğidir diyerek hareket eden insandır.
devamını gör...
dünyanın en enteresan sporları
aşağıdaki sporlar ile ilgili turnuvalar giderek yaygınlaşıyor. kimbilir belki 1. kafa sözlük olimpiyat oyunları düzenleninceye kadar yeni enteresan sporlar da çıkar.
eş taşıma: kadın partnerinizi sırtınıza alıp, farklı parkurlardan oluşan yarışı birincilikle tamamlamaya çalışıyorsunuz. partnerinize ve de kendinize güveniyorsanız, finlandiya’nın sonkanjärvi kentinde düzenlenir.
bossaball: plaj voleyboluna bir alternatif olarak çıkan bu oyunun prensibi büyük bir trombolin (şişme tramplen) üzerinde voleybol, futbol ve latin danslarının karışımından oluşan hareketlerle müsabakayı kazanmak.
yastık savaşı: pijamayla yapılan bu aktiviteye katılanlar, koruyucu giysiler, dizlik ve dirseklik giymek zorundalar. yarışmaların galibi ise oyundaki dayanıklılık ve tekniğe göre belirleniyor.
bacak tekmeleme: ingiltere’nin gloucestershire bölgesi çıkışlı olan bacak tekmeleme (shin kicking) adlı sporun temelleri, 1600’lü yıllara dayanıyor. ingilizler, bu oyunu, o kadar kendi tarihlerinin ve geleneklerinin bir parçası olarak görüyorlar ki; bu sporun olimpiyatlarda yer alması için, olimpiyat komitesine başvuruda bile bulundular. ancak komite, bu sporu biraz şiddetli buldu.
cable wakeboard: elinizde ip, ayağınız ya da poponuzun üzerinde bir boardla bekliyorsunuz. makara dönüyor, ip geriliyor. sonra yarış başlıyor. makara sistemine dayalı bir parkurda kiteboard ve snowboard'un bir sentezi.
zorbing: plastik büyük bir topun içine girip bağlantılarla sabitlendikten sonra yamaçtan aşağı yuvarlanıyorsunuz. tehlikeli görünse de sıfır risk taşıyan bu sporu yapanlar çok zevkli olduğunu söylüyor.
merdiven tırmanma: merdiven tırmanarak spor yapmayı alışkanlık hâline getirmiş bir grup insan bir araya geliyor ve birlikte, 70 kat ve üzerindeki binalara tırmanmaya çalışıyor. empire state binası, chicago wills kulesi, tayvan kulesi gibi mekânlar, yarışma için en çok seçilen yerler arasında yer alıyor.
ayak voleybolu: "sepak takraw" olarak bilinen bu sporda üçer kişilik 2 takım, voleybolun aynısı olan sporu ellerini hiç kullanmadan ayaklarıyla yapmaya çalışıyorlar. bu file sporu büyük güç, konsantrasyon ve yetenek gerektiriyor.
yamakasi: luc besson'un aynı adlı filminden ilham alan bu sporda hiç bir ekipman kullanmadan oradan oraya sıçranıp atlanıyor, damdan dama geçiliyor.
unicycle: bir sirk maymununa benzediğiniz bu aktivitede tek tekerlekli bisiklet üzerinde hokey oynamak, yoga yapmak, yarışmak gibi istediğiniz aktiviteyi gerçekleştirebiliyorsunuz.
peynir yuvarlama: ingiltere'nin brockworth kentinde her yıl geleneksel olarak yüzlerce katılımcıyla yapılıyor. yarışmacılar bir yamaçtan aşağıya deli gibi koşarak, yuvarlanan yerel dev peyniri yakalamaya çalışıyorlar.
satranç boksu: hollandalı lepe rubingh'in, fransız çizer enki bilal’in satranç ve boksu birleştirdiği öyküsü “froid équateur (soğuk ekvator)”dan etkilenerek 2003 yılında spor dünyasına kazandırdığı satranç boksunda ringe çıktıktan sonra, hem birbirlerine vuruyor hem de satranç oynuyorlar.
bataklık futbolu: ilk dünya şampiyonası 1998 yılında finlandiya’da yapılan bataklık futbolu, 2000 yılından itibaren, ingiltere ve iskoçya’da da oynanmaya başladı. deterjan reklamlarına malzeme olacak cinsten bir çamurun içinde oynanan bu oyuna kadınlar da turnuvalara katılıyor.
bataklık dalışı: herhangi bir bataklıkta, düz bir parkurda, gözlük ve şnorkel takan yüzücüler yarışıyorlar. ancak klasik yüzme metotları yasak, sadece yunus gibi ayaklar kullanıp kıvrılarak yüzülmesine izin var.
gelincik saklama: bu sporda, bir hayvan olan dağ gelinciğini (ferret) paçalarını ayak bileğinize bağladığınız beyaz pantolonunuzdan içeri atıyorsunuz ve onu orada, mümkün olduğunca uzun bir süre tutuyorsunuz. bu spor için her yıl, ingiltere’nin york bölgesinde özel bir turnuva düzenleniyor. gelincikler ısırır ve beyaz pantolonunuzu kanlar içinde bırakabilir, dikkatli olun.
ekstrem ütücülük: 1997 yılında leicester'lı fabrika işçisi hans meimban’ın icat ettiği bir spor olan ekstrem ütücülük; havada, karada, dağda veya suda ütü yapmak isteyen çılgın insanların sporu olarak görülüyor. sporun ilk turnuvası, 2002 yılında, almanya’da yapıldı ve yarışmacılar; hurda bir otomobilde, ağaç tepesinde ve sörf yaparken ütü yapmaya çalıştı.
eş taşıma: kadın partnerinizi sırtınıza alıp, farklı parkurlardan oluşan yarışı birincilikle tamamlamaya çalışıyorsunuz. partnerinize ve de kendinize güveniyorsanız, finlandiya’nın sonkanjärvi kentinde düzenlenir.
bossaball: plaj voleyboluna bir alternatif olarak çıkan bu oyunun prensibi büyük bir trombolin (şişme tramplen) üzerinde voleybol, futbol ve latin danslarının karışımından oluşan hareketlerle müsabakayı kazanmak.
yastık savaşı: pijamayla yapılan bu aktiviteye katılanlar, koruyucu giysiler, dizlik ve dirseklik giymek zorundalar. yarışmaların galibi ise oyundaki dayanıklılık ve tekniğe göre belirleniyor.
bacak tekmeleme: ingiltere’nin gloucestershire bölgesi çıkışlı olan bacak tekmeleme (shin kicking) adlı sporun temelleri, 1600’lü yıllara dayanıyor. ingilizler, bu oyunu, o kadar kendi tarihlerinin ve geleneklerinin bir parçası olarak görüyorlar ki; bu sporun olimpiyatlarda yer alması için, olimpiyat komitesine başvuruda bile bulundular. ancak komite, bu sporu biraz şiddetli buldu.
cable wakeboard: elinizde ip, ayağınız ya da poponuzun üzerinde bir boardla bekliyorsunuz. makara dönüyor, ip geriliyor. sonra yarış başlıyor. makara sistemine dayalı bir parkurda kiteboard ve snowboard'un bir sentezi.
zorbing: plastik büyük bir topun içine girip bağlantılarla sabitlendikten sonra yamaçtan aşağı yuvarlanıyorsunuz. tehlikeli görünse de sıfır risk taşıyan bu sporu yapanlar çok zevkli olduğunu söylüyor.
merdiven tırmanma: merdiven tırmanarak spor yapmayı alışkanlık hâline getirmiş bir grup insan bir araya geliyor ve birlikte, 70 kat ve üzerindeki binalara tırmanmaya çalışıyor. empire state binası, chicago wills kulesi, tayvan kulesi gibi mekânlar, yarışma için en çok seçilen yerler arasında yer alıyor.
ayak voleybolu: "sepak takraw" olarak bilinen bu sporda üçer kişilik 2 takım, voleybolun aynısı olan sporu ellerini hiç kullanmadan ayaklarıyla yapmaya çalışıyorlar. bu file sporu büyük güç, konsantrasyon ve yetenek gerektiriyor.
yamakasi: luc besson'un aynı adlı filminden ilham alan bu sporda hiç bir ekipman kullanmadan oradan oraya sıçranıp atlanıyor, damdan dama geçiliyor.
unicycle: bir sirk maymununa benzediğiniz bu aktivitede tek tekerlekli bisiklet üzerinde hokey oynamak, yoga yapmak, yarışmak gibi istediğiniz aktiviteyi gerçekleştirebiliyorsunuz.
peynir yuvarlama: ingiltere'nin brockworth kentinde her yıl geleneksel olarak yüzlerce katılımcıyla yapılıyor. yarışmacılar bir yamaçtan aşağıya deli gibi koşarak, yuvarlanan yerel dev peyniri yakalamaya çalışıyorlar.
satranç boksu: hollandalı lepe rubingh'in, fransız çizer enki bilal’in satranç ve boksu birleştirdiği öyküsü “froid équateur (soğuk ekvator)”dan etkilenerek 2003 yılında spor dünyasına kazandırdığı satranç boksunda ringe çıktıktan sonra, hem birbirlerine vuruyor hem de satranç oynuyorlar.
bataklık futbolu: ilk dünya şampiyonası 1998 yılında finlandiya’da yapılan bataklık futbolu, 2000 yılından itibaren, ingiltere ve iskoçya’da da oynanmaya başladı. deterjan reklamlarına malzeme olacak cinsten bir çamurun içinde oynanan bu oyuna kadınlar da turnuvalara katılıyor.
bataklık dalışı: herhangi bir bataklıkta, düz bir parkurda, gözlük ve şnorkel takan yüzücüler yarışıyorlar. ancak klasik yüzme metotları yasak, sadece yunus gibi ayaklar kullanıp kıvrılarak yüzülmesine izin var.
gelincik saklama: bu sporda, bir hayvan olan dağ gelinciğini (ferret) paçalarını ayak bileğinize bağladığınız beyaz pantolonunuzdan içeri atıyorsunuz ve onu orada, mümkün olduğunca uzun bir süre tutuyorsunuz. bu spor için her yıl, ingiltere’nin york bölgesinde özel bir turnuva düzenleniyor. gelincikler ısırır ve beyaz pantolonunuzu kanlar içinde bırakabilir, dikkatli olun.
ekstrem ütücülük: 1997 yılında leicester'lı fabrika işçisi hans meimban’ın icat ettiği bir spor olan ekstrem ütücülük; havada, karada, dağda veya suda ütü yapmak isteyen çılgın insanların sporu olarak görülüyor. sporun ilk turnuvası, 2002 yılında, almanya’da yapıldı ve yarışmacılar; hurda bir otomobilde, ağaç tepesinde ve sörf yaparken ütü yapmaya çalıştı.
devamını gör...
yanlıştan yüz çevirmek
yukarıdaki güzel cümlelerden sonra yazan her şeyin biraz eksik kalacağına inandığım başlık.
yanlıştan yüz çevirmek için önce belli merhalelerden geçiyoruz. ne yazık ki çoğu zaman yanlış olduğunu henüz yanlışı görmeden hissederiz ama içimizden bir ses kulağımiza sakinlestirici ve yüreklendirci bahaneler fisildar. o sesi susturup yanlışa hiç batmadan yola devam etmek varken (artık nefis mi denir kader mi yoksa karma mi kişiden kişiye değişmekle beraber ) çoğu zaman yavaş yavas , ucundan kıyısından yanlisa ilerlemeye başlarız. tam geri mi dönsem falan diye dusunurken zaman akar, gözün önündeki sis perdesi kalınlaşır ve biz o yanlisi üretmiş kişiden daha içinde buluruz kendimizi. yanlışın içinde olduğumuzu fark ettiğimizde "ben ne yaptım !!" çanları çalmaya başlar. bir el o çanları susturup ya "zaten oldu artık bir kere, bu saatten sonra değişmez bir şey" der. ya "tamam bu da son olsun bı daha olmaz" der. o ses hiç susmaz. kimi zaman cevrenizdekileri suclar kimi zaman yanlışın içindeki başarıları yüceltir. peki ama ne zamana kadar ? biz herhangi bir sebeple o yanlıştan bir müddet uzaklaştığımiz zamana kadar. işte o uzaklaşma anı yapılan yanlışın aslında o kadar da çekici olmadığını gösterir. hayatta ne kadar çok şeyi iskaladigimizi görürüz. işte bu yanlıştan yüz çevirmek için güzel bir firsat daha sunar bizlere.. ister bir bilgisayar oyunu için geçirilen boş vakit, ister kadehlerin arkasına sığınilan geceler, ister bir başkasının hakkını zaptederek kazanılmış para, isterse kırılmış bir kalp olsun. tövbe kapıları her zaman herkese açıktır. o affedebildigine göre insan kendisini sevebilmeli, affedebilmeli, hiçbir olgu, olay , düşünce, kişi için kendisinden vazgecmemelidir.
yanlıştan yüz çevirmek için önce belli merhalelerden geçiyoruz. ne yazık ki çoğu zaman yanlış olduğunu henüz yanlışı görmeden hissederiz ama içimizden bir ses kulağımiza sakinlestirici ve yüreklendirci bahaneler fisildar. o sesi susturup yanlışa hiç batmadan yola devam etmek varken (artık nefis mi denir kader mi yoksa karma mi kişiden kişiye değişmekle beraber ) çoğu zaman yavaş yavas , ucundan kıyısından yanlisa ilerlemeye başlarız. tam geri mi dönsem falan diye dusunurken zaman akar, gözün önündeki sis perdesi kalınlaşır ve biz o yanlisi üretmiş kişiden daha içinde buluruz kendimizi. yanlışın içinde olduğumuzu fark ettiğimizde "ben ne yaptım !!" çanları çalmaya başlar. bir el o çanları susturup ya "zaten oldu artık bir kere, bu saatten sonra değişmez bir şey" der. ya "tamam bu da son olsun bı daha olmaz" der. o ses hiç susmaz. kimi zaman cevrenizdekileri suclar kimi zaman yanlışın içindeki başarıları yüceltir. peki ama ne zamana kadar ? biz herhangi bir sebeple o yanlıştan bir müddet uzaklaştığımiz zamana kadar. işte o uzaklaşma anı yapılan yanlışın aslında o kadar da çekici olmadığını gösterir. hayatta ne kadar çok şeyi iskaladigimizi görürüz. işte bu yanlıştan yüz çevirmek için güzel bir firsat daha sunar bizlere.. ister bir bilgisayar oyunu için geçirilen boş vakit, ister kadehlerin arkasına sığınilan geceler, ister bir başkasının hakkını zaptederek kazanılmış para, isterse kırılmış bir kalp olsun. tövbe kapıları her zaman herkese açıktır. o affedebildigine göre insan kendisini sevebilmeli, affedebilmeli, hiçbir olgu, olay , düşünce, kişi için kendisinden vazgecmemelidir.
devamını gör...
orsalesta anafor
çok basiretlisin ve çok anlayışlı... onurlu bir insan olmak; senin için bir sanat değil, yaşamın kendisiymiş, elinde avucunda hayata verebileceğin çok az, ama sen hepsini veriyorsun en değerli olan da bu...
devamını gör...



