geceye bir şarkı bırak
yahu radyomuz açılmış, açın orayı hep beraber pentagram-sonsuz dinleyelim*
devamını gör...
transfer
bir şeyin bir yerden bir başka yere iletilmesi, taşınması, aktarılmasıdır.
devamını gör...
fen lisesinde okumak
yazarlar nasıl okullarda okumuşlar anlayamadım ben. kendi okulumu anlatayım, burası devlete ait bir okul:
benim okuduğum fen lisesi türkiye'nin en geniş kampüsüne * sahip okullarından biriydi. okulun 4 bahçe duvarını da görebilen pek az öğrenci vardı. okul binası 2 ana binanın koridorlarla birleştirilmiş halinden oluşuyordu, her katta 2 sınıf vardı, evet sadece 2. lise son sınıfların dersliklerinin yerini bilen çok az kişi vardı, öyle bir genişlikten bahsediyorum.
tüm derslere ait laboratuvarlar vardı ve eğitim hayatım boyunca da etkin kullandık hepsini, ingilizce laboratuvarı bile vardı, evet ingilizce laboratuvarı. içinde ingilizce sözlükler kaynaklar vs. kitapların olduğu bir kütüphanesi, projektör, duvarda ingilizce temalı posterler vs. kısacası içindeki her şey ingilizceydi, kapıdan türkçe hiçbir şey giremezdi. sonraları kapıya "ingilizce bilmeyen giremez" yazısı asmıştık*
fen laboratuvarlarında herkese bir mikroskop da düşüyordu örneğin, yeri geldi soğan kabuğu inceledik, yeri geldi dekortike-deserebre kurbağa da elde ettik.
okul hocaları özel sınavla alınmıştı, yani eskiden fen lisesi hoca alım geleneği bu şekildeydi zaten. benim fizik, biyoloji ve felsefe hocam odtü mezunuydu mesela.
okulun içinde ders zümreleri de vardı, matematik zümresi, fizik zümresi vs. gibi. bu zümreler katlara dağılmış biçimdeydi ve dolayısıyla hocalar öğrencilerden ayrı gayrı değillerdi, iç içeydik, bazen hocaların zümresine çay simit götürürdük birlikte yerdik.
okulda ilk ve ortaokullar için matematik olimpiyatı düzenliyorduk. sorular hazırlıyorduk, ilanlar duyurular vs. gönderiyorduk ortaokulara. sınavda da gözetmenlik yapıyorduk. dereceye girenlere ödül de veriyorduk.
okulun ilk inşaatı sırasında atanan müdür okulun küçük bir kısmının bile olsa cam tavana sahip olmasını istemiş, teleskop satın alıp oraya koyabilmek için. tabii ki ciddiye almamışlar bunu, sonra kendi emekleri ile balkon yaptırmışlar bir tane, teleskopu oraya çıkarıyorduk.
okulun en alt katı aşırı geniş bir salondu, sınavları tüm okul aynı anda aynı salonda oluyorduk. ben ilk sınavıma 2. 3. ve 4. sınıf öğrencileri ile birlikte girdim. hem tüm okul bu sayede birbirini görüyor tanıyor hem sınav kargaşası bir günde ortadan kalkıyor hem de kopya çekilme ihtimali çok çok azalıyordu.
okulda bir bilim müzemiz yer alıyordu. içinde böcek koleksiyonlarından mekanik aletlere*, fosillerden kayaç çeşitlerine birçok şey vardı, defalarca inceledim hepsini.
okulun kampüsünde yurt, yemekhane, spor salonu, kapalı halı saha, tenis kortu, meyve sebze bahçesi, şenliklerin düzenlendiği bir park, kümes ve bir tane de çiçek bahçesi vardı.
kapalı halı sahanın brandası yıllar sonra yırtıldı, telleri kaldı, sonrasında okulun taşınacağı haberi alındığı için de tamir edilmedi.
tenis kortu vardı, sırf "ya burası ne işe yarıyor acaba" diye tenis kurallarını öğrenmiştim kendim oturup, sonrasında ntv spor'daki tenis maçlarını izler oldum.
yemekhane zaten bildiğiniz gibi, yurtta kalan öğrenciler zaten orada yiyordu, evde kalan öğrenciler de aylık belli ücret karşılığı orada yiyebiliyordu*. yemeklerimiz çok çok güzeldi.
yurt da tek binadan oluşuyordu, kızlar ve erkekler bir koridorla ayrılıyordu, orada da yurt yönetimi odaları vardı, isteyen hocalar yurtta nöbet tutuyorlardı akşamları*. yurtta ilk zamanlar kantinin internet kafesi varmış, baya internet kafe. haftasonları nöbetçi hocalar öğrenciler falan toplanıp counter strike ya da age of empires 2 oynuyorlarmış*. sonra bazı öğrenciler çok suistimal edince bunu kaldırmışlar.
halı sahamız bildiğiniz kapalı halı sahaydı. sınıflar arası ya da hocalar-öğrenciler gibi turnuvalar düzenliyorduk kendimiz. kapısında kilit vs. de yoktu, ister okul çıkışı ister haftasonu plan yapıp oynayabiliyorduk.*
kümesimiz vardı bir tane de, horoz, tavuk, hindi, ördek, kaz, tavus kuşu.... evet baya tavus kuşu vardı okulda ama erkek değildi, dişiydi. dolayısıyla rengarenk kuyruğu yoktu. nereden bulmuşlar hiç bilmiyorum, ama orada yaşıyordu işte, kümesin kendine ait bir kısmı vardı. derslerde pencereleri açınca bazen uzaklardan dünyanın en kötü seslerinden biri duyuluyordu:
kuluçka makinamız vardı, tavuk ya da hindi vs. üretip yakın köydeki insanlara dağıtıyorduk.
bunun dışına okula ait köpekler ve bir tane de bukalemun vardı, evet bukalemun. okulun içinde bilim müzesinin köşesinde büyükçe bir fanusta yaşıyordu. bazen dışarı çıkarıyorduk, bazen kayboluyordu birkaç gün, okulun bi yerlerinde gezinirken buluyorduk. dokunabiliyorduk, elimize alabiliyorduk fakat pek yanaşmıyordu kimse buna. herkes dokunmaya sevmeye kalkda hayvanın hali nice olur değil mi?
resim fotoğraf ve heykel sergisi vardı okulda. biyoloji hocamız yetenekli bir adamdı, o açmıştı orayı, sonrasında ingilizce hocamızın çektiği fotoğraflar ve benim yaptığım resimler ile de zenginleştirmiş, gezilecek bir yer haline getirmiştik. okula düzenli olarak ziyaretçi geliyordu, ortaokullar ve diğer liselerden..
okulda şölenler de düzenliyorduk, zaten bahar şenlikleri her yıl standart olarak düzenleniyordu. yemek kazanları bahçeye çıkarılıyor, o güne özel menü çıkarılıyordu. sonrasında şarkı söyleyen şarkı söylüyor, hocaların etrafında muhabbetler ediliyor, yarışmalar düzenliyorduk*. üstelik hocalar da yarışıyordu. günün sonunda son ses müzik açıp okul bahçesinde tüm okul oynuyorduk hocalar dahil. bunun dışında hıdırellezi de kutluyorduk 19 mayıs'ı da. kış festivali de yapıyorduk, kardan adam* yarışması ve kartopu savaşı. bu şölenlere pinhani'yi davet etmiştik, gelmişti. hayrettin karaca'yı davet ettik, o da geldi. emre aydın'ı davet ettik, o da şehre konsere geleceğini bizi konserde görmek istediğini iletti*. türk yıldızlarını davet ettik mesela, geldiler bizim için gösteri yaptılar. sponsor da bulmuştuk iki fabrikadan, makarna arabası ve ayran arabası göndermişlerdi.
fen liselerinde eskiden 4 yıllık proje ödevi şartı vardı. okulun duvarları devasa posterlerle doluydu bu yüzden. poster dediysem öyle renkli kartona bir şeyler yapıştırılmış gibi düşünmeyin. duvarlar belirleniyordu hangisinde ne yer alacak diye, sonra oraya uygun şeyler yapılıyordu. örneğin benim 2. sınıfımın kapısının hemen yanında 5metreye 2 metre boyutlarında devasa bir periyodik tablo bulunuyordu, yanda bir yerde de bir anahtar panosu vardı. o panodan ilgili özelliği içeren elementleri aydınlatabiliyordunuz*. o tablo sayesinde periyodik tabloyu tamamen ezberlemiştim, hangisi gaz hangisi sıvı hangisi radyoaktif vs. halâ aklımda. odtü robot olimpiyatlarına robot gönderiyorduk mesela. birbirini çember dışına itme yarışması vardı, onun için bir robot yapmışlardı. mesela bir başka 4 yıllık ödev tamamen el yapımı bir teleskop elde etmekti. fizik hocası önderliğinde bir camı mercek haline getirene kadar zımparalıyorlardı bir grup öğrenci, bu 2 yıl sürdü, sonunda yaptılar da fakat ben hiç bakamadım. bir başka 4 yıllık proje, okul bahçesini tamamen yenilenebilir enerji ile aydınlatmaktı. şehirdeki fabrikalarla iletişime geçildi sponsorluk için*. sonrasında birkaç tane bahçe lambası yapıldı, okulun bahçesi onlarla aydınlanıyordu gece gündüz. örneğin benim ödevim tamamen elle dokunmuş bir kilimi tamamen elle hazırlanmış kök boyaları ile boyamaktı*. her yılın sonunda da bu projeler sergileniyordu, diğer liselerde ve ortaokullardan öğrenciler geliyordu ziyarete. çok ilginç şeyler görmüştüm orada.
ha her şey güzel miydi, elbette hayır. sınavlarımız çok zordu mesela. 10 soru klasikti bütün sınavlar. son soru birebir olimpiyat sorusu olurdu, sondan bir önceki de modifiye edilmiş bir olimpiyat sorusu. en yüksek not 80'di yani. 85 alan ilah oluyordu. bir dönemde takdir alabilen sayısı 5'i pek geçmezdi. kendi dönemimden değil ama üst dönemden 2 tane sınıfta kalan biliyorum. buna rağmen sayısız türkiye derecesi çıkardı okul.*
okul şehirden uzaktı, tepe bir yerdeydi manzarası da güzeldi. ulaşım servislerleydi, 10 dakika yürüme mesafesinden de dolmuş geçiyordu.
3 senemi geçirdiğim bu okulun taşınacağı haberleri sardı sonra her yeri. okul müdürü çalıştı çabaladı ne dediyse ikna edemedi. 600 metre kadar ileriye çukurluğa yeni okul yaptılar sonra da fen lisesini oraya taşıdılar. her yer tamamen kaldırım taşı döşeliydi. okul yapılırken hocalar da biz de yalvarmıştık bari birazcık toprak parçası bırakın da ağaç dikelim çiçek dikelim diye, nafile, her yer kaldırım taşı oldu. kümesler bahçeler parklar da yalan oldu. okulun arkasında 10 ağaçlık boşluk vardı sadece, oraya da top şeklindeki gölgesiz ağaçlardan dikmişlerdi inşaatı yapanlar. spor salonu eskiye kıyasla küçüktü, spor sahası küçüktü, tenis kortu gitmiş yerine beton zeminli voleybol sahası gelmişti. arazi eğimli olmamasına rağmen 4 metrelik iki tane istinat duvarı vardı okulla yurt arasında, gri gri duruyorlardı öyle. üstelik çok güzel bir tasarıma sahip olduğu için araç kapısının önüne güvenlik kulübesi koyulmuştu, servis minibüsleri giremiyordu, sonrasında ambulansın girmesi gerekti o da giremedi içeri.
okulun hacmi çok daralmıştı, yeni sınıflar yan yanaydı, kimya ve biyoloji laboratuvarı hariç laboratuvar yoktu. ders zümreleri zaten yoktu, tüm öğretmenler en alt katta uzak köşede öğretmenler odasındaydı.
sonra fen lisesine yatay geçişin önü açıldı kısa süreliğine, okula diğer liselerden 2 öğrenci geldi bu şekilde. sonra biri 1 ay diğeri 2 ay dayanabildi geri gittiler. sonra fen liseleri için öğretmenlik sınavları kaldırıldı, düz liseden bir matematik hocası gelmişti hiç unutmam. biz alışkındık yaptığımız tüm işlemleri kullandığımız tüm formülleri ispat etmeye. yeni gelen hoca derste sorduğumuz sorulara dayanamadı, ilk başta bağırıp çağırmaya başladı. sorduğumuz soruların çoğunu çözemiyordu*. bir süre sonra o hocaya soru sormamaya başladık, dersimize girmeyen diğer hocaya soruyorduk sorularımızı. en sonunda derste ağladı hoca, bir şey de diyemedik. geçti gitti.
eski müdür çok kısa süre sonra emekli oldu.
yeni müdürle hocaların arası açıldı, defalarca kavgalar edildi. yeni müdür bir ilkokuldan atanmıştı liseye, işleyişi ilkokuldaki gibi zannetti. istediğini de aldı sonunda. öğrencilerin hareket alanları kısıtlandı, gel deyince gelen git deyince giden bir öğrenci profili istendi okulda. odalar kilitlendi, okul kapısı kilitlendi, spor sahalarının kapıları kilitlendi.. hocalar bir bir uzaklaştı okuldan, yerleri oradan buradan hocalarla dolduruldu. biz de bitirdik gittik dağılma arefesinde.
okuldaki bu çözülmeden sınavlar da nasibini aldı, kolaylaştı. bu durum bizi değil fakat sonraki dönemleri çok etkiledi başarısı düştükçe düştü okulun.
sonra okulun üst tarafına bir imam hatip binası dikildi, görseniz dudağınız uçuklar. bizim talep ettiğimiz her şey vardı okulda. lisenin kendisine ait camisi vardı yahu, cami cami!
eski okulumuzu da aldılar sağlık lisesi yaptılar. onlar yeni binayı alsın biz eski okulda kalmaya devam edelim dedik kabul ettiremedik kimseye.
sonuç olarak ne bahar şenliği kaldı, ne de o eski hocalar. öğrenciler zaten hak getire, yani duyumlarım hep o yönde. okulun son güzel zamanlarını da biz yaşamıştık.
çok ders çalıştığımız da oldu çok eğlendiğimiz de. sinemaya gitmek için okuldan kaçtığımızı farkeden müdür sinema günleri bile yapmıştı okulda.
eğer burayı okuyan genç yazar arkadaşlar varsa aldırmayın söylenenlere dostlar. ders çalışıyor diye hayatsız olmuyorsunuz. neşesiz, zevksiz de olmuyorsunuz. ben hem çalışmanın hem de eğlenmenin birarada nasıl yapılabildiğini gözlerimle gördüm. ben belki şanslıydım böyle bir ortamda okuma fırsatı bulduğum için fakat şansı kendinizin de yaratabileceğini unutmayın*.
hiçbir zaman hayatsız gibi olmak zorunda değilsiniz, bu tamamen size bağlı, çalışmayı ve eğlenmeyi güzel koordine ederseniz hayattan aldığınız zevk 2 hatta 3 katına çıkacaktır.
ekleme: bütün bunlara rağmen dışardan bakınca okulumuz soğuk ve hayatsız görünüyordu. çevreden hep bu yönde duyumlar aldım yani. eğlenmenin okuldan kaçıp bir şeyler yapmak ya da dersi kaynatmak olduğunu zanneden insanlara fen lisesini anlatmak çok zor oluyordu bizim için. anlatmadık da çoğu zaman, evet ya hep ders hep ders ev-okul-ders üçgeni çok yoruyor vs. diyerek geçiştiriyorduk.
benim okuduğum fen lisesi türkiye'nin en geniş kampüsüne * sahip okullarından biriydi. okulun 4 bahçe duvarını da görebilen pek az öğrenci vardı. okul binası 2 ana binanın koridorlarla birleştirilmiş halinden oluşuyordu, her katta 2 sınıf vardı, evet sadece 2. lise son sınıfların dersliklerinin yerini bilen çok az kişi vardı, öyle bir genişlikten bahsediyorum.
tüm derslere ait laboratuvarlar vardı ve eğitim hayatım boyunca da etkin kullandık hepsini, ingilizce laboratuvarı bile vardı, evet ingilizce laboratuvarı. içinde ingilizce sözlükler kaynaklar vs. kitapların olduğu bir kütüphanesi, projektör, duvarda ingilizce temalı posterler vs. kısacası içindeki her şey ingilizceydi, kapıdan türkçe hiçbir şey giremezdi. sonraları kapıya "ingilizce bilmeyen giremez" yazısı asmıştık*
fen laboratuvarlarında herkese bir mikroskop da düşüyordu örneğin, yeri geldi soğan kabuğu inceledik, yeri geldi dekortike-deserebre kurbağa da elde ettik.
okul hocaları özel sınavla alınmıştı, yani eskiden fen lisesi hoca alım geleneği bu şekildeydi zaten. benim fizik, biyoloji ve felsefe hocam odtü mezunuydu mesela.
okulun içinde ders zümreleri de vardı, matematik zümresi, fizik zümresi vs. gibi. bu zümreler katlara dağılmış biçimdeydi ve dolayısıyla hocalar öğrencilerden ayrı gayrı değillerdi, iç içeydik, bazen hocaların zümresine çay simit götürürdük birlikte yerdik.
okulda ilk ve ortaokullar için matematik olimpiyatı düzenliyorduk. sorular hazırlıyorduk, ilanlar duyurular vs. gönderiyorduk ortaokulara. sınavda da gözetmenlik yapıyorduk. dereceye girenlere ödül de veriyorduk.
okulun ilk inşaatı sırasında atanan müdür okulun küçük bir kısmının bile olsa cam tavana sahip olmasını istemiş, teleskop satın alıp oraya koyabilmek için. tabii ki ciddiye almamışlar bunu, sonra kendi emekleri ile balkon yaptırmışlar bir tane, teleskopu oraya çıkarıyorduk.
okulun en alt katı aşırı geniş bir salondu, sınavları tüm okul aynı anda aynı salonda oluyorduk. ben ilk sınavıma 2. 3. ve 4. sınıf öğrencileri ile birlikte girdim. hem tüm okul bu sayede birbirini görüyor tanıyor hem sınav kargaşası bir günde ortadan kalkıyor hem de kopya çekilme ihtimali çok çok azalıyordu.
okulda bir bilim müzemiz yer alıyordu. içinde böcek koleksiyonlarından mekanik aletlere*, fosillerden kayaç çeşitlerine birçok şey vardı, defalarca inceledim hepsini.
okulun kampüsünde yurt, yemekhane, spor salonu, kapalı halı saha, tenis kortu, meyve sebze bahçesi, şenliklerin düzenlendiği bir park, kümes ve bir tane de çiçek bahçesi vardı.
kapalı halı sahanın brandası yıllar sonra yırtıldı, telleri kaldı, sonrasında okulun taşınacağı haberi alındığı için de tamir edilmedi.
tenis kortu vardı, sırf "ya burası ne işe yarıyor acaba" diye tenis kurallarını öğrenmiştim kendim oturup, sonrasında ntv spor'daki tenis maçlarını izler oldum.
yemekhane zaten bildiğiniz gibi, yurtta kalan öğrenciler zaten orada yiyordu, evde kalan öğrenciler de aylık belli ücret karşılığı orada yiyebiliyordu*. yemeklerimiz çok çok güzeldi.
yurt da tek binadan oluşuyordu, kızlar ve erkekler bir koridorla ayrılıyordu, orada da yurt yönetimi odaları vardı, isteyen hocalar yurtta nöbet tutuyorlardı akşamları*. yurtta ilk zamanlar kantinin internet kafesi varmış, baya internet kafe. haftasonları nöbetçi hocalar öğrenciler falan toplanıp counter strike ya da age of empires 2 oynuyorlarmış*. sonra bazı öğrenciler çok suistimal edince bunu kaldırmışlar.
halı sahamız bildiğiniz kapalı halı sahaydı. sınıflar arası ya da hocalar-öğrenciler gibi turnuvalar düzenliyorduk kendimiz. kapısında kilit vs. de yoktu, ister okul çıkışı ister haftasonu plan yapıp oynayabiliyorduk.*
kümesimiz vardı bir tane de, horoz, tavuk, hindi, ördek, kaz, tavus kuşu.... evet baya tavus kuşu vardı okulda ama erkek değildi, dişiydi. dolayısıyla rengarenk kuyruğu yoktu. nereden bulmuşlar hiç bilmiyorum, ama orada yaşıyordu işte, kümesin kendine ait bir kısmı vardı. derslerde pencereleri açınca bazen uzaklardan dünyanın en kötü seslerinden biri duyuluyordu:
kuluçka makinamız vardı, tavuk ya da hindi vs. üretip yakın köydeki insanlara dağıtıyorduk.
bunun dışına okula ait köpekler ve bir tane de bukalemun vardı, evet bukalemun. okulun içinde bilim müzesinin köşesinde büyükçe bir fanusta yaşıyordu. bazen dışarı çıkarıyorduk, bazen kayboluyordu birkaç gün, okulun bi yerlerinde gezinirken buluyorduk. dokunabiliyorduk, elimize alabiliyorduk fakat pek yanaşmıyordu kimse buna. herkes dokunmaya sevmeye kalkda hayvanın hali nice olur değil mi?
resim fotoğraf ve heykel sergisi vardı okulda. biyoloji hocamız yetenekli bir adamdı, o açmıştı orayı, sonrasında ingilizce hocamızın çektiği fotoğraflar ve benim yaptığım resimler ile de zenginleştirmiş, gezilecek bir yer haline getirmiştik. okula düzenli olarak ziyaretçi geliyordu, ortaokullar ve diğer liselerden..
okulda şölenler de düzenliyorduk, zaten bahar şenlikleri her yıl standart olarak düzenleniyordu. yemek kazanları bahçeye çıkarılıyor, o güne özel menü çıkarılıyordu. sonrasında şarkı söyleyen şarkı söylüyor, hocaların etrafında muhabbetler ediliyor, yarışmalar düzenliyorduk*. üstelik hocalar da yarışıyordu. günün sonunda son ses müzik açıp okul bahçesinde tüm okul oynuyorduk hocalar dahil. bunun dışında hıdırellezi de kutluyorduk 19 mayıs'ı da. kış festivali de yapıyorduk, kardan adam* yarışması ve kartopu savaşı. bu şölenlere pinhani'yi davet etmiştik, gelmişti. hayrettin karaca'yı davet ettik, o da geldi. emre aydın'ı davet ettik, o da şehre konsere geleceğini bizi konserde görmek istediğini iletti*. türk yıldızlarını davet ettik mesela, geldiler bizim için gösteri yaptılar. sponsor da bulmuştuk iki fabrikadan, makarna arabası ve ayran arabası göndermişlerdi.
fen liselerinde eskiden 4 yıllık proje ödevi şartı vardı. okulun duvarları devasa posterlerle doluydu bu yüzden. poster dediysem öyle renkli kartona bir şeyler yapıştırılmış gibi düşünmeyin. duvarlar belirleniyordu hangisinde ne yer alacak diye, sonra oraya uygun şeyler yapılıyordu. örneğin benim 2. sınıfımın kapısının hemen yanında 5metreye 2 metre boyutlarında devasa bir periyodik tablo bulunuyordu, yanda bir yerde de bir anahtar panosu vardı. o panodan ilgili özelliği içeren elementleri aydınlatabiliyordunuz*. o tablo sayesinde periyodik tabloyu tamamen ezberlemiştim, hangisi gaz hangisi sıvı hangisi radyoaktif vs. halâ aklımda. odtü robot olimpiyatlarına robot gönderiyorduk mesela. birbirini çember dışına itme yarışması vardı, onun için bir robot yapmışlardı. mesela bir başka 4 yıllık ödev tamamen el yapımı bir teleskop elde etmekti. fizik hocası önderliğinde bir camı mercek haline getirene kadar zımparalıyorlardı bir grup öğrenci, bu 2 yıl sürdü, sonunda yaptılar da fakat ben hiç bakamadım. bir başka 4 yıllık proje, okul bahçesini tamamen yenilenebilir enerji ile aydınlatmaktı. şehirdeki fabrikalarla iletişime geçildi sponsorluk için*. sonrasında birkaç tane bahçe lambası yapıldı, okulun bahçesi onlarla aydınlanıyordu gece gündüz. örneğin benim ödevim tamamen elle dokunmuş bir kilimi tamamen elle hazırlanmış kök boyaları ile boyamaktı*. her yılın sonunda da bu projeler sergileniyordu, diğer liselerde ve ortaokullardan öğrenciler geliyordu ziyarete. çok ilginç şeyler görmüştüm orada.
ha her şey güzel miydi, elbette hayır. sınavlarımız çok zordu mesela. 10 soru klasikti bütün sınavlar. son soru birebir olimpiyat sorusu olurdu, sondan bir önceki de modifiye edilmiş bir olimpiyat sorusu. en yüksek not 80'di yani. 85 alan ilah oluyordu. bir dönemde takdir alabilen sayısı 5'i pek geçmezdi. kendi dönemimden değil ama üst dönemden 2 tane sınıfta kalan biliyorum. buna rağmen sayısız türkiye derecesi çıkardı okul.*
okul şehirden uzaktı, tepe bir yerdeydi manzarası da güzeldi. ulaşım servislerleydi, 10 dakika yürüme mesafesinden de dolmuş geçiyordu.
3 senemi geçirdiğim bu okulun taşınacağı haberleri sardı sonra her yeri. okul müdürü çalıştı çabaladı ne dediyse ikna edemedi. 600 metre kadar ileriye çukurluğa yeni okul yaptılar sonra da fen lisesini oraya taşıdılar. her yer tamamen kaldırım taşı döşeliydi. okul yapılırken hocalar da biz de yalvarmıştık bari birazcık toprak parçası bırakın da ağaç dikelim çiçek dikelim diye, nafile, her yer kaldırım taşı oldu. kümesler bahçeler parklar da yalan oldu. okulun arkasında 10 ağaçlık boşluk vardı sadece, oraya da top şeklindeki gölgesiz ağaçlardan dikmişlerdi inşaatı yapanlar. spor salonu eskiye kıyasla küçüktü, spor sahası küçüktü, tenis kortu gitmiş yerine beton zeminli voleybol sahası gelmişti. arazi eğimli olmamasına rağmen 4 metrelik iki tane istinat duvarı vardı okulla yurt arasında, gri gri duruyorlardı öyle. üstelik çok güzel bir tasarıma sahip olduğu için araç kapısının önüne güvenlik kulübesi koyulmuştu, servis minibüsleri giremiyordu, sonrasında ambulansın girmesi gerekti o da giremedi içeri.
okulun hacmi çok daralmıştı, yeni sınıflar yan yanaydı, kimya ve biyoloji laboratuvarı hariç laboratuvar yoktu. ders zümreleri zaten yoktu, tüm öğretmenler en alt katta uzak köşede öğretmenler odasındaydı.
sonra fen lisesine yatay geçişin önü açıldı kısa süreliğine, okula diğer liselerden 2 öğrenci geldi bu şekilde. sonra biri 1 ay diğeri 2 ay dayanabildi geri gittiler. sonra fen liseleri için öğretmenlik sınavları kaldırıldı, düz liseden bir matematik hocası gelmişti hiç unutmam. biz alışkındık yaptığımız tüm işlemleri kullandığımız tüm formülleri ispat etmeye. yeni gelen hoca derste sorduğumuz sorulara dayanamadı, ilk başta bağırıp çağırmaya başladı. sorduğumuz soruların çoğunu çözemiyordu*. bir süre sonra o hocaya soru sormamaya başladık, dersimize girmeyen diğer hocaya soruyorduk sorularımızı. en sonunda derste ağladı hoca, bir şey de diyemedik. geçti gitti.
eski müdür çok kısa süre sonra emekli oldu.
yeni müdürle hocaların arası açıldı, defalarca kavgalar edildi. yeni müdür bir ilkokuldan atanmıştı liseye, işleyişi ilkokuldaki gibi zannetti. istediğini de aldı sonunda. öğrencilerin hareket alanları kısıtlandı, gel deyince gelen git deyince giden bir öğrenci profili istendi okulda. odalar kilitlendi, okul kapısı kilitlendi, spor sahalarının kapıları kilitlendi.. hocalar bir bir uzaklaştı okuldan, yerleri oradan buradan hocalarla dolduruldu. biz de bitirdik gittik dağılma arefesinde.
okuldaki bu çözülmeden sınavlar da nasibini aldı, kolaylaştı. bu durum bizi değil fakat sonraki dönemleri çok etkiledi başarısı düştükçe düştü okulun.
sonra okulun üst tarafına bir imam hatip binası dikildi, görseniz dudağınız uçuklar. bizim talep ettiğimiz her şey vardı okulda. lisenin kendisine ait camisi vardı yahu, cami cami!
eski okulumuzu da aldılar sağlık lisesi yaptılar. onlar yeni binayı alsın biz eski okulda kalmaya devam edelim dedik kabul ettiremedik kimseye.
sonuç olarak ne bahar şenliği kaldı, ne de o eski hocalar. öğrenciler zaten hak getire, yani duyumlarım hep o yönde. okulun son güzel zamanlarını da biz yaşamıştık.
çok ders çalıştığımız da oldu çok eğlendiğimiz de. sinemaya gitmek için okuldan kaçtığımızı farkeden müdür sinema günleri bile yapmıştı okulda.
eğer burayı okuyan genç yazar arkadaşlar varsa aldırmayın söylenenlere dostlar. ders çalışıyor diye hayatsız olmuyorsunuz. neşesiz, zevksiz de olmuyorsunuz. ben hem çalışmanın hem de eğlenmenin birarada nasıl yapılabildiğini gözlerimle gördüm. ben belki şanslıydım böyle bir ortamda okuma fırsatı bulduğum için fakat şansı kendinizin de yaratabileceğini unutmayın*.
hiçbir zaman hayatsız gibi olmak zorunda değilsiniz, bu tamamen size bağlı, çalışmayı ve eğlenmeyi güzel koordine ederseniz hayattan aldığınız zevk 2 hatta 3 katına çıkacaktır.
ekleme: bütün bunlara rağmen dışardan bakınca okulumuz soğuk ve hayatsız görünüyordu. çevreden hep bu yönde duyumlar aldım yani. eğlenmenin okuldan kaçıp bir şeyler yapmak ya da dersi kaynatmak olduğunu zanneden insanlara fen lisesini anlatmak çok zor oluyordu bizim için. anlatmadık da çoğu zaman, evet ya hep ders hep ders ev-okul-ders üçgeni çok yoruyor vs. diyerek geçiştiriyorduk.
devamını gör...
afrika
yapılan çalışmalarla jeolojik kayıtlardan elde edilen bilgilere göre, bugün çöl olan kısımlarının bir zamanlar sulak olduğu bilinen kıta. o bölgelerde su aygırı, fil gibi birtakım hayvanlara ait kalıntılar elde edildiğini ve ormanlık alanların da yine insan eliyle yok edildiğini, bugün de aynı hataya devam edildiğini okumuştum.
***
bir başka büyük problemi daha var kıtanın: ikiye ayrılmaya başladı jeolojik olarak. 2006'da etiyopya'nın afar bölgesinde yarılmalar gözlendi:

bu durumun önceden beri tahmin edilmekte olan yeni okyanus oluşumunun ayak sesi olduğu düşünülüyor.
2018'deyse kenya'da bir başka yarık açıldı:

şu an için işler bununla da kalmamış ve 400 dereye varan sıcaklıkta dumanların yer yüzeyine çıktığı çok sayıda çatlak görülmüş kıtanın bazı yerlerinde. zaten volkanik aktivitesi bol olan, hareketli bir yerdir afrika.
bundan birkaç yıl önce de yerin altından, hiçbir deprem dalgasının sesine benzemeyen, gong vuruşu benzeri bir ses geldiği kaydedilmişti. ömrümüz yeter mi bilmem ama bizden sonraki kuşakların coğrafi haritası şu ankiyle aynı olmayabilir.
***
bir başka büyük problemi daha var kıtanın: ikiye ayrılmaya başladı jeolojik olarak. 2006'da etiyopya'nın afar bölgesinde yarılmalar gözlendi:

bu durumun önceden beri tahmin edilmekte olan yeni okyanus oluşumunun ayak sesi olduğu düşünülüyor.
2018'deyse kenya'da bir başka yarık açıldı:

şu an için işler bununla da kalmamış ve 400 dereye varan sıcaklıkta dumanların yer yüzeyine çıktığı çok sayıda çatlak görülmüş kıtanın bazı yerlerinde. zaten volkanik aktivitesi bol olan, hareketli bir yerdir afrika.
bundan birkaç yıl önce de yerin altından, hiçbir deprem dalgasının sesine benzemeyen, gong vuruşu benzeri bir ses geldiği kaydedilmişti. ömrümüz yeter mi bilmem ama bizden sonraki kuşakların coğrafi haritası şu ankiyle aynı olmayabilir.
devamını gör...
otobüste yer vermen için bakışları ile taciz eden yaşlı
şimdiki gençler hep böyle diyerek hemen yanındakilere dert yanmaya başlar.kendine ortak bulunca toplu bir şekilde linç edilme ortamınıda oluşturmuş olur.kaostan beslenirler.
devamını gör...
sevgilin ya da eşin tarafından aldatılsan affeder misin sorunsalı
affetmek, ağır bir yükten kurtulmaktır aslında. iyi düşünüp doğru karar verilerek, hayata devam etmek gerekir.
insanların tahammül sınırı aynı olmadığından, her zaman şüphe ile yaşamak ruhu yorar ve yaşamı etkiler. kimse kimseye mecbur değildir.
aldatarak, hayatına heyecan arayanlar bi zahmet öte durup, kimsenin ahını almadan istediğini yapsınlar.
insanların tahammül sınırı aynı olmadığından, her zaman şüphe ile yaşamak ruhu yorar ve yaşamı etkiler. kimse kimseye mecbur değildir.
aldatarak, hayatına heyecan arayanlar bi zahmet öte durup, kimsenin ahını almadan istediğini yapsınlar.
devamını gör...
mastürbasyon
kolay ve hızlı yoldan dopamin salgılayıp geçici mutluluk ve tatmin sağlama yöntemi.
devamını gör...
kafa sözlük
ne zaman kaydolduğumu hatırlamadığım oluşum.
evrenin kendi kendine oluşturduğu espritüel bir ilkesi vardır. `zaman` isimli insan uydurması olguyu bize farklı koşullarda farklı şekillerde deneyimletir. sözümona her canlının `zaman` isimli bu olguyu algılayışı, küçük bir detaya bağlı olarak değişir. hani bilirsiniz çokça kez zikrettiğimiz `kelebeğin ömrü` metaforu vardır... bunun söylenme sebebi öylesine değildir. bir kelebeğin dünyamızı algılayış biçimi farklıdır. bizim için geçen bir saniye, kelebek için bir hafta yaşanmış kadar dolu dolu olabilir. gözlerinizi açıp kapadığınız anda, milyarlarca canlı doğar-büyür-yaşlanır ve ölür. bu maalesef canlıların ölmek için doğmasının bir sonucudur.
bu sebeple ne kadar vakit harcamış olsam, ne kadar anı hatırlamış olsam da, güzel ve dolu dolu geçirdiğim vaktin hesabını yapmayı sevmiyorum. kafa sözlük benim için güzel bir vakit harcama, kafa dağıtma mekanı oldu. bir takım fikirlerim vardı `dünyanın kaderini kendi hesap makinemle titizlikle hesaplayacağım ve planlar kuracağım üs inşa etmek` gibi... fakat ne yazık ki kalem pille çalışan hesap makinemin miyadı dolmuş durumda ve sanırım yeni bir pil almaya üşeniyorum.
dürüst olmak gerekirse bu `dünyayı değiştirme` arzum, yeterli vaktimin olmayışı ve artık sözlükte bulunma amacımın farklı bir hale bürünmesinden dolayı yarım kalmak zorunda. ne yapalım buraya kadarmış diyor ve yolumuza devam ediyoruz herhalde, öyle değil mi?
veda konuşması yapmayı pek sevmem. bu entryi de doğaçlama yazıyorum ve daha samimi, daha bilinç akışına tabi olmasını istediğim için baştan tekrar okuyup düzenleme yapmayacağım. merak etmeyin, sadece bir şeyler yazmayı bırakıyorum burada. belli olmaz arada sırada kendi yazdıklarımı okuyarak `heh! heh! ne saçmalamışım burada acabaa` diyerek utanma seansları yaparım. sizi bilmem ama ben kendi günlüğünü okuduğunda, gördüğü `ergenlik şapşallığı` karşısında eliyle gözünü kapatıp muzipçe yanakları kızaran bir insanım. yazdıklarıma bakıp geçmişten bu yana neler düşümüşüm diye döner bakarım. entrylerimiz bizim zaman kapsülümüz gibidir dostlarım. geçmişinizi, geçmişte yazıya aktardığınız kalan düşüncelerinizi sevin.
velhasıl kelam hanımlar beyler, sizlerle yazmak bir şerefti. bu güzel yolculuğumuzu burada sonlandırıyoruz!
-abi dükkanı 15 dk sonra kapatacağız. (adam sandalyeleri ters çevirip masaların üzerine koyar)
+tmm kardeşim bi sigara içelim kalkıcaz. sen hesabı getiredur.
-eyvallah.
heheh haydi kalın sağlıcakla.
mebus paltosu
gecenin şarkısı
evrenin kendi kendine oluşturduğu espritüel bir ilkesi vardır. `zaman` isimli insan uydurması olguyu bize farklı koşullarda farklı şekillerde deneyimletir. sözümona her canlının `zaman` isimli bu olguyu algılayışı, küçük bir detaya bağlı olarak değişir. hani bilirsiniz çokça kez zikrettiğimiz `kelebeğin ömrü` metaforu vardır... bunun söylenme sebebi öylesine değildir. bir kelebeğin dünyamızı algılayış biçimi farklıdır. bizim için geçen bir saniye, kelebek için bir hafta yaşanmış kadar dolu dolu olabilir. gözlerinizi açıp kapadığınız anda, milyarlarca canlı doğar-büyür-yaşlanır ve ölür. bu maalesef canlıların ölmek için doğmasının bir sonucudur.
bu sebeple ne kadar vakit harcamış olsam, ne kadar anı hatırlamış olsam da, güzel ve dolu dolu geçirdiğim vaktin hesabını yapmayı sevmiyorum. kafa sözlük benim için güzel bir vakit harcama, kafa dağıtma mekanı oldu. bir takım fikirlerim vardı `dünyanın kaderini kendi hesap makinemle titizlikle hesaplayacağım ve planlar kuracağım üs inşa etmek` gibi... fakat ne yazık ki kalem pille çalışan hesap makinemin miyadı dolmuş durumda ve sanırım yeni bir pil almaya üşeniyorum.
dürüst olmak gerekirse bu `dünyayı değiştirme` arzum, yeterli vaktimin olmayışı ve artık sözlükte bulunma amacımın farklı bir hale bürünmesinden dolayı yarım kalmak zorunda. ne yapalım buraya kadarmış diyor ve yolumuza devam ediyoruz herhalde, öyle değil mi?
veda konuşması yapmayı pek sevmem. bu entryi de doğaçlama yazıyorum ve daha samimi, daha bilinç akışına tabi olmasını istediğim için baştan tekrar okuyup düzenleme yapmayacağım. merak etmeyin, sadece bir şeyler yazmayı bırakıyorum burada. belli olmaz arada sırada kendi yazdıklarımı okuyarak `heh! heh! ne saçmalamışım burada acabaa` diyerek utanma seansları yaparım. sizi bilmem ama ben kendi günlüğünü okuduğunda, gördüğü `ergenlik şapşallığı` karşısında eliyle gözünü kapatıp muzipçe yanakları kızaran bir insanım. yazdıklarıma bakıp geçmişten bu yana neler düşümüşüm diye döner bakarım. entrylerimiz bizim zaman kapsülümüz gibidir dostlarım. geçmişinizi, geçmişte yazıya aktardığınız kalan düşüncelerinizi sevin.
velhasıl kelam hanımlar beyler, sizlerle yazmak bir şerefti. bu güzel yolculuğumuzu burada sonlandırıyoruz!
-abi dükkanı 15 dk sonra kapatacağız. (adam sandalyeleri ters çevirip masaların üzerine koyar)
+tmm kardeşim bi sigara içelim kalkıcaz. sen hesabı getiredur.
-eyvallah.
heheh haydi kalın sağlıcakla.
mebus paltosu
gecenin şarkısı
devamını gör...
köylerdeki komik lakaplar
köy yerlerinde yiğit lakabıyla anılır felsefesi ile konulmuş güldüren lakaplardır.
mesela her köyde bir topal lakaplı insan vardır.
topal ahmat. topal recep gibi gibi.
mesela her köyde bir topal lakaplı insan vardır.
topal ahmat. topal recep gibi gibi.
devamını gör...
geceye latince bir söz bırak
benim gençliğimden beri favorim, juvenalin (bkz: quis custodiet ipsos custodes) sözü olmuştur.
yaklaşık çevirisi "koruyuculardan kim koruyacak" şeklinde olan cümle, günümüzde sosyal medyadan bazı haberleri görmemizin ardından söylendiğinde, gaipten gelen "cuk" sesi ile irkilmemize neden olabilir.
sorgucuları kim sorgulayacak?
görevi kötüye kullananları denetleyenlerin görevlerini kötüye kullanmalarını kim denetleyecek? * ve benzeri şekillerde anlamca açılabilir.
yaklaşık çevirisi "koruyuculardan kim koruyacak" şeklinde olan cümle, günümüzde sosyal medyadan bazı haberleri görmemizin ardından söylendiğinde, gaipten gelen "cuk" sesi ile irkilmemize neden olabilir.
sorgucuları kim sorgulayacak?
görevi kötüye kullananları denetleyenlerin görevlerini kötüye kullanmalarını kim denetleyecek? * ve benzeri şekillerde anlamca açılabilir.
devamını gör...
pembe şarap
rose şarap olarak bilinir.2-4 derece arasında tüketilmesi tavsiye edilir.güzel bir içimi vardır yazın öğle yemeklerinde tavuk ile birlikte güzel gittiğini düşünüyorum.ama akşam yemeği ve beyaz et varsa tercihim daima beyaz şarap olur.
devamını gör...
herbokoloji
tıbbın çare bulamadığı hastalıklardan biridir ayrıca. okumamak, araştırmamak başlıca sebeplerindendir.
devamını gör...
uber'in görme engelli kadına 1,1 milyon dolar tazminat ödeyecek olması
işte demokrasi, işte insanın gerçekten insan değeri gördüğü ülke. birde bizim yaşadığımız çöplüğe bak anasını satayım, hakkını istemeye kalksan linç edilme ihtimalin var.
ayrıca; o köpeğin iq'su, onu arabaya almak istemeyen şoförlerin iq'sundan, %100 daha yüksektir.
ayrıca; o köpeğin iq'su, onu arabaya almak istemeyen şoförlerin iq'sundan, %100 daha yüksektir.
devamını gör...
bilinen en şaşırtıcı tarihi bilgi
büyük iskender öldü sanılarak canlı canlı mezara gömüldü.
makedonyalı ııı. aleksandros ya da bilinen adıyla büyük iskender 32 yaşında öldüğünde cenazesi önce memfis’e ardında da iskenderiye’ye götürüldü. fakat büyük iskender’in bedeni bu süre boyunca (6 gün) ne soğudu ne de çürüme belirtisi gösterdi. günümüzde bilim insanları büyük iskender’in guillain-barré sendromundan muzdarip olduğuna inanıyor. bu da gömüldüğü sırada aslında felç olduğu ve zihinsel olarak her şeyin farkında olduğu anlamına geliyor!
eski dönemlerde diri diri toprağa gömülen sadece büyük iskender değildi. tıp bilgisinin yeterli olmaması nedeniyle beyin ölümü gerçekleşmeyen insanlar çoğunlukla öldü sanılarak gömülüyordu. bu hatalara karşı çan formülü geliştirildi. çanlar tabutun içine giren bir ipe bağlıydı. eğer kişi yanlışla gömülmüşse uyandığında ipi çekerek çanı çalabilir ve toprak altından kurtulabilirdi.
devamını gör...
muhabbet kuşunun ilişkimi baltalaması
annem aradı. köye gideceğiz, şefik’i gelip al sende kalsın dedi. şefik dediği bizim yedi yaşındaki muhabbet kuşu. gel dersin gelmez, git dersin gitmez. eşe dosta, bak nasıl konuşuyor dersin konuşmaz, sessiz sakin kafa dinleyeyim dersin susmaz.
o gün kız arkadaşım nilay bende . gittim aldım mavi şefik’i. koydum kafesiyle bir köşeye. nilay’la açtık bir film izliyoruz. şefik başladı filmi sabote etmeye. babacık cicikuş cicikuş cicikuş babacık. şefşefşefşef şefik. bakmayın nokta koyduğuma. kuş noktalama falan dinlemiyor. bu kadar net konuşan bir kuş show tv haberlerinde görülmemiştir.
nilay filmden koptu. ne tatlı kuş diye diye beni de kopardı. şefik konuşuyor, nilay mest oluyor. nilay mest oldukça ben seviniyorum. tam bir mutlu aile tablosu. sonra şefik acıktı herhalde, gitti yemliğe.
saatler ilerledi. biz bira içip muhabbet ediyoruz, eve mutluluk getiren şefik aynasına bakıyor. güzel akşamı daha da şenlendirmek istemiş olacak ki yeniden başladı şakımaya.
“babacık cicikuş”. neden tüm kuşlar bunları söyler? “şefşefşef şefik”. adını da söyleyebiliyor. “seçil seçil seçil güzel kızım benim”. bir kuş neden kelimeleri aşıp cümle kurar ki. keyifli bir akşamı berbat etmek için tek cümle yeterli olabilir. cümleyi kimin söylediği önemli değil. bir kuş bile söyleyebilir.
seçil eski kız arkadaşım. cümle ise annemin seçil’e yaptığı bir jest. öğretmiş kuşa. kuş öğrenmiş. nilay sinirlendi, çıktı gitti. şefik’in kafesinin kapısını açtım. geldi omzuma kondu. her zaman yaptığını yaptı. omzuma sıçtı, kulağıma yanaştı, “babacık cicikuş”.
o gün kız arkadaşım nilay bende . gittim aldım mavi şefik’i. koydum kafesiyle bir köşeye. nilay’la açtık bir film izliyoruz. şefik başladı filmi sabote etmeye. babacık cicikuş cicikuş cicikuş babacık. şefşefşefşef şefik. bakmayın nokta koyduğuma. kuş noktalama falan dinlemiyor. bu kadar net konuşan bir kuş show tv haberlerinde görülmemiştir.
nilay filmden koptu. ne tatlı kuş diye diye beni de kopardı. şefik konuşuyor, nilay mest oluyor. nilay mest oldukça ben seviniyorum. tam bir mutlu aile tablosu. sonra şefik acıktı herhalde, gitti yemliğe.
saatler ilerledi. biz bira içip muhabbet ediyoruz, eve mutluluk getiren şefik aynasına bakıyor. güzel akşamı daha da şenlendirmek istemiş olacak ki yeniden başladı şakımaya.
“babacık cicikuş”. neden tüm kuşlar bunları söyler? “şefşefşef şefik”. adını da söyleyebiliyor. “seçil seçil seçil güzel kızım benim”. bir kuş neden kelimeleri aşıp cümle kurar ki. keyifli bir akşamı berbat etmek için tek cümle yeterli olabilir. cümleyi kimin söylediği önemli değil. bir kuş bile söyleyebilir.
seçil eski kız arkadaşım. cümle ise annemin seçil’e yaptığı bir jest. öğretmiş kuşa. kuş öğrenmiş. nilay sinirlendi, çıktı gitti. şefik’in kafesinin kapısını açtım. geldi omzuma kondu. her zaman yaptığını yaptı. omzuma sıçtı, kulağıma yanaştı, “babacık cicikuş”.
devamını gör...
hala zevkle izlenen çizgi filmler
-ninja kaplumbağa
-regular show
-heidi
-tom ve jerry
-regular show
-heidi
-tom ve jerry
devamını gör...
fakirleri avutmak için uydurulmuş şeyler
budizmdeki karma yasası sırf bunun için uydurulmuş olabilir. maalesef o kast sistemini hala ayakta tutabiliyor.
devamını gör...
serf
serf, ortaçağ avrupası'nda, miras yoluyla kendisine tahsis edilen arazide toprak ağası adına çalışan köylü anlamına gelmektedir. toprağın ve ürünün mülkiyeti toprak ağasına ait olmakla birlikte, serfler yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ürünü kendilerine ayırabiliyorlardı. kölelik sistemine çok benzeyen bu sistemin tek farkı serflerin satılamamasıdır.
devamını gör...
babaya söylemek istenip de söylenemeyenler
görmek isteyebileceğin, gurur duyabileceğin bir adam oldum.
göremedin.
göremedin.
devamını gör...
