devlet memurları bu ülkenin kanayan yarası kamburu kanseridir
öncelikle sakin olalım sevgili yazarlar. devlet memuru falan değilim, bilakis özel sektörün her türlü alavere dalaveresini görmüş, bilfiil yaşamış bir yazarım yalnızca.
-medeni ülkelerde bugün işçi sınıfı mutluysa bu işverenin ehlileştirilmesinden kaynaklı. türkiye'de özel sektör rabbena hep bana kafasından vazgeçmez, çünkü devlet özel sektöre muhtaçtır, yeri gelir vergisini affeder, yeri gelir ithal ürüne kota koyar, yeri gelir işçiyi nasıl hangi şartlarda çalıştırdığını görmezden gelir, sendikaları baltalar, tepelerine truva atları yerleştirir. bu şımarıklığa elverişli ortam insan doğasından kaynaklı özel sektörü bugünkü gibi bencil, açgözlü birer piyasa oyuncusu haline getirir. maaşlar kuş kadardır, beklentiler dağ. beyaz yakalı diye tabir ettiğimiz tabakaya geçebilen kesimde de aslında durum farklı değildir. görece iyi şartlarda yaşar, ama emeğinin karşılığını alamadığını bilir. oyun taktiği bir gün yükselip çok para kazanabileceği ümidini diri tutmak üzerine kuruludur, nitekim aralarından yükselenler olur ve maaşları artar. diğerleri bilirler ki oraya çıkmak için ya yukarıdakini aşağı çekeceksin ya da çok çalışacaksın.
- devlet memurlarının bir kısmı bugün diyelim ki 4.500 tl-5.000 tl bandında işe başlarlar. ama 1/4 tabir ettiğimiz zurnanın son deliğine ilerlediğinde dahi, o maaş bugünkü şartlarla 10.000 tl olmaz. belli başlı bir kaç meslek hariç. (2021'de tuğgeneral maaşı 11.000 tl civarında olacak örneğin) burada koçun motivasyon taktiği her zaman az maaş ama garanti maaştır. yani hayaller umutlar falan yükseltilmez. memur işini yapar, o günkü iktidarla ve sicilini elinde tutan amirleriyle iyi geçinirse şef olur, müdür olur, üst banta biraz daha hızlı yaklaşır. hayalleri düşük olan insanı motive etmek zordur, dolayısıyla yan haklarla desteklenir, ufak tefek mesaiden kaytarmalara göz yumulur. esnek çalışma saatlerinin türevi. bu da sonuç olarak verimliliği düşürür, verimin düşük olduğu yerde 3 kişinin yapacağı işi 5 kişi yapar.
bu kadar cümleyi niye yazdık? ben bunu yorumlamak yerine hercule poirot'a bağlayıp tanımı soruyla bitireyim. sizce asıl suçlu kim? bu paradokstan nasıl çıkarız?
-medeni ülkelerde bugün işçi sınıfı mutluysa bu işverenin ehlileştirilmesinden kaynaklı. türkiye'de özel sektör rabbena hep bana kafasından vazgeçmez, çünkü devlet özel sektöre muhtaçtır, yeri gelir vergisini affeder, yeri gelir ithal ürüne kota koyar, yeri gelir işçiyi nasıl hangi şartlarda çalıştırdığını görmezden gelir, sendikaları baltalar, tepelerine truva atları yerleştirir. bu şımarıklığa elverişli ortam insan doğasından kaynaklı özel sektörü bugünkü gibi bencil, açgözlü birer piyasa oyuncusu haline getirir. maaşlar kuş kadardır, beklentiler dağ. beyaz yakalı diye tabir ettiğimiz tabakaya geçebilen kesimde de aslında durum farklı değildir. görece iyi şartlarda yaşar, ama emeğinin karşılığını alamadığını bilir. oyun taktiği bir gün yükselip çok para kazanabileceği ümidini diri tutmak üzerine kuruludur, nitekim aralarından yükselenler olur ve maaşları artar. diğerleri bilirler ki oraya çıkmak için ya yukarıdakini aşağı çekeceksin ya da çok çalışacaksın.
- devlet memurlarının bir kısmı bugün diyelim ki 4.500 tl-5.000 tl bandında işe başlarlar. ama 1/4 tabir ettiğimiz zurnanın son deliğine ilerlediğinde dahi, o maaş bugünkü şartlarla 10.000 tl olmaz. belli başlı bir kaç meslek hariç. (2021'de tuğgeneral maaşı 11.000 tl civarında olacak örneğin) burada koçun motivasyon taktiği her zaman az maaş ama garanti maaştır. yani hayaller umutlar falan yükseltilmez. memur işini yapar, o günkü iktidarla ve sicilini elinde tutan amirleriyle iyi geçinirse şef olur, müdür olur, üst banta biraz daha hızlı yaklaşır. hayalleri düşük olan insanı motive etmek zordur, dolayısıyla yan haklarla desteklenir, ufak tefek mesaiden kaytarmalara göz yumulur. esnek çalışma saatlerinin türevi. bu da sonuç olarak verimliliği düşürür, verimin düşük olduğu yerde 3 kişinin yapacağı işi 5 kişi yapar.
bu kadar cümleyi niye yazdık? ben bunu yorumlamak yerine hercule poirot'a bağlayıp tanımı soruyla bitireyim. sizce asıl suçlu kim? bu paradokstan nasıl çıkarız?
devamını gör...
kore
antik yunan döneminde genç kız anlamına gelmektedir.
ayrıca tıbbi olarak da istem dışı bir şekilde gerçekleşen ve vücudun herhangi bir yerinde oluşabilecek istemsiz kas kasılmalarıdır. kısa süreli ve düzensizdir.
ayrıca tıbbi olarak da istem dışı bir şekilde gerçekleşen ve vücudun herhangi bir yerinde oluşabilecek istemsiz kas kasılmalarıdır. kısa süreli ve düzensizdir.
devamını gör...
kullanılmayan eşyalar veri tabanı
tekstil ile ilgilenen öğrenci var ise kumaş aksesuar türevi paylaşabilirim
devamını gör...
düz oturamayan insan
benim.
hatta şöyle bir anımı sizlerle paylaşmak isterim.
öğrenciyken yolda ( benim bir battaniyem var onun yanımda olduğunu bilmeden uyumak beni çok huzursuz eder.)
sırt çantama battaniye hep onu ki yastık olsun. yanımda kapşonlu da olur allah nasip ederse uyursam oram buram açılmasın diye örterim üstüme.
neyse efenim bir gün yine yollardayım. bir hanım kız bindi. kızın üstünde o zaman tesettürlü kızlar arasında moda olan pembe jile ve beyaz gömlek tamamlayıcı olarak da eşarp kullanmış. yanımdaki koltuğa oturdu, sırtını yasladı, ellerini dizlerinin üzerine koydu. ne güzel kız filan diyorum ben de içimden tabii devamında maşallah. bu kızımız kaldı öyle yol boyu.
beni de aldı bir mide bulantısı belli kusmaktan bırakmayak. çantayı cama yaslayıp yatıyorum olmuyor, kucağıma koyup başımı koyuyorum olmuyor, arkaya yaslanıyorum derken kıpır kıpırım. bu kızda tık yok. neyse baktı ters bir şeyler var, neyin var dedi. söyledim midemin bulandığını aa bende bir ilaç var diyip içiriverdi. ben de içtim. hiç de düşünmedim nedir bu diye*. gel zaman git zaman efenim geçmiyordu bulantı, tabii muavinden poşet istenmişti ama hava almam lazımdı. ikinci kez pozisyon değiştirip muavine durumu anlattı. otobüs müsait bir yerde durdu ve ben rahata erdim. gelip oturduktan sonra bir uyumuşum sözlük, mis mis. ben uyudum uyandım bu kız hala elleri dizindeydi. ben bir daha bu kız gibi oturanı görmedim efendim.
beni de çuval gibi oturup durmaktan 160 zannetsin insanlar.
evet evet eğilimli de omuzlarım sağa doğru.
hatta şöyle bir anımı sizlerle paylaşmak isterim.
öğrenciyken yolda ( benim bir battaniyem var onun yanımda olduğunu bilmeden uyumak beni çok huzursuz eder.)
sırt çantama battaniye hep onu ki yastık olsun. yanımda kapşonlu da olur allah nasip ederse uyursam oram buram açılmasın diye örterim üstüme.
neyse efenim bir gün yine yollardayım. bir hanım kız bindi. kızın üstünde o zaman tesettürlü kızlar arasında moda olan pembe jile ve beyaz gömlek tamamlayıcı olarak da eşarp kullanmış. yanımdaki koltuğa oturdu, sırtını yasladı, ellerini dizlerinin üzerine koydu. ne güzel kız filan diyorum ben de içimden tabii devamında maşallah. bu kızımız kaldı öyle yol boyu.
beni de aldı bir mide bulantısı belli kusmaktan bırakmayak. çantayı cama yaslayıp yatıyorum olmuyor, kucağıma koyup başımı koyuyorum olmuyor, arkaya yaslanıyorum derken kıpır kıpırım. bu kızda tık yok. neyse baktı ters bir şeyler var, neyin var dedi. söyledim midemin bulandığını aa bende bir ilaç var diyip içiriverdi. ben de içtim. hiç de düşünmedim nedir bu diye*. gel zaman git zaman efenim geçmiyordu bulantı, tabii muavinden poşet istenmişti ama hava almam lazımdı. ikinci kez pozisyon değiştirip muavine durumu anlattı. otobüs müsait bir yerde durdu ve ben rahata erdim. gelip oturduktan sonra bir uyumuşum sözlük, mis mis. ben uyudum uyandım bu kız hala elleri dizindeydi. ben bir daha bu kız gibi oturanı görmedim efendim.
beni de çuval gibi oturup durmaktan 160 zannetsin insanlar.
evet evet eğilimli de omuzlarım sağa doğru.
devamını gör...
cenk’in arka bahçesi
cenk'in arka bahçesi gizemli bir yazar. her an nereden çıkacağı belli olmuyor. tam ortadan kayboldu derken dur ben buralardayım der gibi çıkıyor ortaya. arka bahçesinde neler dönüyor acaba?
devamını gör...
çocukken yapılan salaklıklar
eşşek arısı geliyo üstüme doğru diye tırmandığım ağaçtan atlamıştım. baya yüksekten uçarak düşmüştüm. arı beni kovalamaya devam etti, boşuna atmışım kendimi.
devamını gör...
apartman boşluğunun yayından kaldırılması hakkında
olaylara hakim olup analiz etmiş bir yazar olarak ortada bir anlaşmazlık ve saçmalık olduğunu düşündüğüm başlıktır.
yahu kardeşim taraflar otursun birer karpuz yesinler birbirlerinin ağzına karpuz versinler sorun çözülsün.
haaa böyle herkes başlık açınca ne oluyor anlaşmazlık oluyor sinirler geriliyor. ayrıca efendi efendi programı dinleyip radyoda eğlenen insanlara yazık ve ayıp oluyor.
bir taraf içerik üretiyor diğer taraf içerik üretmemize imkan tanıyor burada sorulması gereken soru şu içerik kimin için üretiliyor ?
ben cevap vereyim bizim için üretiliyor.
şimdi ne oldu ben eğlendiğim bir şeyden mahrum kaldım.
ha umrumda mı değil tabi ki ben hep hayatta eğlendiğim şeylerden mahrum kaldım zaten alışkınım.
iyi günler herkese.
yahu kardeşim taraflar otursun birer karpuz yesinler birbirlerinin ağzına karpuz versinler sorun çözülsün.
haaa böyle herkes başlık açınca ne oluyor anlaşmazlık oluyor sinirler geriliyor. ayrıca efendi efendi programı dinleyip radyoda eğlenen insanlara yazık ve ayıp oluyor.
bir taraf içerik üretiyor diğer taraf içerik üretmemize imkan tanıyor burada sorulması gereken soru şu içerik kimin için üretiliyor ?
ben cevap vereyim bizim için üretiliyor.
şimdi ne oldu ben eğlendiğim bir şeyden mahrum kaldım.
ha umrumda mı değil tabi ki ben hep hayatta eğlendiğim şeylerden mahrum kaldım zaten alışkınım.
iyi günler herkese.
devamını gör...
herkesin sevdiği sizin sevmediğiniz şey
et!
devamını gör...
sir came a lot
birmingham sarayı'nda konulu bir yetişkin filmi çekersem bu ismi vereceğim: "everyone came but the sir came a lot" *
t: adını her gördüğümde fonetiğiyle okuyup gülmeme sebep olan yazar kişisidir. takipteyiz.
t: adını her gördüğümde fonetiğiyle okuyup gülmeme sebep olan yazar kişisidir. takipteyiz.
devamını gör...
louis bonaparte'in 18 brumaire'i
karl marx'ın fransız üçlemesinin ikinci kitabı olan der 18te brumaire des louis napoleon aslında isim konusunda oldukça kafa karıştırıcı bir eser çünkü aynı zamanda der 18te brumaire des louis bonaparte olarak da biliniyor ve dilimize de louis bonaparte'ın 18 brumaire'i olarak çevrilmiştir. kitap isminde içeriğini açıkça belli eden bir ironiye de sahiptir aynı zamanda. fransız devrimini bitirdiği düşünülen 18 brumaire darbesi napoléon bonaparte'ı iktidara taşıyan bir olaydı ve oldukça kısa olan bu eserin içeriği de amcasının yolundan giden iii.napoleon veya bilinen adıyla louis bonaparte'ın kendini imparator ilan etmesi ve cumhuriyeti yıkması üzerine napoléon bonaparte ve louis bonaparte'ın yaptığı bu iki darbenin kıyaslanması üzerinedir. döneminin fransası hakkında oldukça güçlü analizlerin bulunduğu bir eser ve kendi adıma fazla gözardı edildiğini düşünüyorum. ilk başta dergide yayımlanmış olan bu eser şu meşhur cümle ile başlıyor:
"hegel bemerkt irgendwo, daß alle großen weltgeschichtlichen thatsachen und personen sich so zu sagen zweimal ereignen. er hat vergessen hinzuzufügen: das eine mal als große tragödie, das andre mal als lumpige farce" (hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak.)
"aber die revolution ist gründlich. sie ist noch auf der reise durch das fegefeuer begriffen. sie vollbringt ihr geschäft mit methode. bis zum 2. dezember 1851 [anm. staatsstreich louis napoleons] hatte sie die eine hälfte ihrer vorbereitung absolviert, sie absolviert jetzt die andre. sie vollendete erst die parlamentarische gewalt, um sie stürzen zu können. jetzt, wo sie dies erreicht, vollendet sie die exekutivgewalt, reduziert sie auf ihren reinsten ausdruck, isoliert sie, stellt sie sich als einzigen vorwurf gegenüber, um alle ihre kräfte der zerstörung gegen sie zu konzentrieren. und wenn sie diese zweite hälfte ihrer vorarbeit vollbracht hat, wird europa von seinem sitze aufspringen und jubeln: "brav gewühlt, alter maulwurf!“
ama devrim, işi, sonuna kadar götürür. o, araftan (purgatoire) ancak henüz geçiyor. işini yöntemle yürütüyor. 2 aralık 1851’e kadar hazırlıklarının ancak yarısını tamamladı, şimdi de öteki yarısını tamamlıyor. onu devirebilmek için önce parlamenter iktidarı yetkinleştiriyor. bir kez bu ereğe varıldıktan sonra, yürütme gücünü yetkinleştiriyor, onu en yalın ifadesine indirgiyor, onu tecrit ediyor,bütün tahrip kuvvetlerini onun üzerine toplayabilmek için bütün kendi kusurlarını ona yöneltiyor, ve, o, hazırlık çalışmasının ikinci yarısını tamamladığı zaman, avrupa yerinden sıçrayacak ve bayram edecek: “iyi kavramışsın ihtiyar köstebek"
"hegel bemerkt irgendwo, daß alle großen weltgeschichtlichen thatsachen und personen sich so zu sagen zweimal ereignen. er hat vergessen hinzuzufügen: das eine mal als große tragödie, das andre mal als lumpige farce" (hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak.)
"aber die revolution ist gründlich. sie ist noch auf der reise durch das fegefeuer begriffen. sie vollbringt ihr geschäft mit methode. bis zum 2. dezember 1851 [anm. staatsstreich louis napoleons] hatte sie die eine hälfte ihrer vorbereitung absolviert, sie absolviert jetzt die andre. sie vollendete erst die parlamentarische gewalt, um sie stürzen zu können. jetzt, wo sie dies erreicht, vollendet sie die exekutivgewalt, reduziert sie auf ihren reinsten ausdruck, isoliert sie, stellt sie sich als einzigen vorwurf gegenüber, um alle ihre kräfte der zerstörung gegen sie zu konzentrieren. und wenn sie diese zweite hälfte ihrer vorarbeit vollbracht hat, wird europa von seinem sitze aufspringen und jubeln: "brav gewühlt, alter maulwurf!“
ama devrim, işi, sonuna kadar götürür. o, araftan (purgatoire) ancak henüz geçiyor. işini yöntemle yürütüyor. 2 aralık 1851’e kadar hazırlıklarının ancak yarısını tamamladı, şimdi de öteki yarısını tamamlıyor. onu devirebilmek için önce parlamenter iktidarı yetkinleştiriyor. bir kez bu ereğe varıldıktan sonra, yürütme gücünü yetkinleştiriyor, onu en yalın ifadesine indirgiyor, onu tecrit ediyor,bütün tahrip kuvvetlerini onun üzerine toplayabilmek için bütün kendi kusurlarını ona yöneltiyor, ve, o, hazırlık çalışmasının ikinci yarısını tamamladığı zaman, avrupa yerinden sıçrayacak ve bayram edecek: “iyi kavramışsın ihtiyar köstebek"
devamını gör...
ekin beril
çok tatlı bir ben nasıl büyük adam olucam cover'ı vardır. sanırım pek çok insan da böyle tanımıştır. dinleyelim:
devamını gör...
kıyıdaki elmaya bir ses
“ey canımın güftesi, eylülün ikinci haftasıydı o sıra
bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra
hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık
bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra
bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden
büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra
bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama
elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra
bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir
elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra
ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut
yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına
ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla
tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra
elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği
bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura
neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize
öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara
ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın
bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra
bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır
yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra
yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar
ama yenilmezler artık buluştukları sıra.”
turgut uyar şiiri.
bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra
hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık
bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra
bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden
büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra
bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama
elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra
bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir
elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra
ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut
yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına
ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla
tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra
elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği
bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura
neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize
öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara
ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın
bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra
bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır
yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra
yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar
ama yenilmezler artık buluştukları sıra.”
turgut uyar şiiri.
devamını gör...
mikrosefali
kafatasının normalden küçük olması durumudur. hamilelik döneminin son iki ayındaki bebeğin beyin gelişimini tamamlayamaması sonucu meydana gelmektedir. anne karnında geçirdiği bir hastalık, yeterli oksijen alamaması, kafatasının vaktinden önce kapanması gibi sebeplerden oluşur. olguların çoğunda zeka geriliği de görülür. ne yazık ki tedavisi yoktur. ancak erken teşhis ile bebeğin hayat kalitesi artırılabilir.
devamını gör...
halid ziya uşaklıgil
insanlar tuhaftır. fena bir şey yapmakta olduklarını hissedecek olurlarsa, mutlaka en evvel vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar. sözünün sahibidir.
devamını gör...
sevdiceği davutoğlu stiliyle öpmek
ayaklarımı yerden kesecek olan adam, davutoğlu imiş......
beni bul davutoğlu.*
beni bul davutoğlu.*
devamını gör...
evrendeki en uzak galaksi
gökbilimcilerden oluşan bir araştırma takımı, keck ı teleskobunu kullanarak antik bir galaksinin uzaklığını ölçmüş. araştırmacılar, hedef galaksi gn-z11’in sadece en eski galaksi değil, aynı zamanda en uzak galaksi de olduğunu belirlemişler. bu galaksi o kadar uzak ki, gözlemlenebilir evrenin tam sınırında yer alıyor. takım bu çalışmanın, kozmolojik tarihin evren sadece birkaç yüz milyon yaşında olduğu zamanlara ait dönemine ışık tutabilmesini umuyor.
devamını gör...