üst komşuya söylemek istenen şeyler
terlikle yürümeyin.
bir de şu tadilat bitsin ya 3 yıldır matkapla komşuluk yapıyoruz.
bir de şu tadilat bitsin ya 3 yıldır matkapla komşuluk yapıyoruz.
devamını gör...
merdumlar baskında radyo yayını
yolculuk esnasında kulaklıkla radyoyu açtım. bilin bakalım noldu? tabii ki açar açmaz merdumkaptan’ın bağırışıyla kendime geldim.
sizi bir arada görmek dileğiyle iyi yayınlar.
sizi bir arada görmek dileğiyle iyi yayınlar.
devamını gör...
hadi yarın görüşürüz
bir william maxwell romanıdır.
hafıza dipsiz bir kuyudur. içinde neler barındırdığını tam olarak bilmemiz mümkün değildir. güçlü olduğu için ne kader övürse övünsün insan, hafıza zamanının bir yerinde onu yarı yolda bırakacak, mutlaka hayal kırıklığına uğratacak ya da bir şekilde bazı illüzyonlar aracılığıyla gerçeklik algısını paramparça edecektir.
unutmak insan ırkına bahşedilmiş en büyük armağan da olabilir, insanlığın başına salınmış en görkemli lanet de. hatırlamak da öyle. unutmak ve hatırlamak arasında net bir işlevsel fark olmadığını düşünüyorum.
hayatınızın yaşadığınız kısmı yaşayacağınızı umduğunuz kısmından daha uzun olduğunu düşünmeye başladığınız zamanlarda. hafızanız sizi uyarmaya başlar. geçmişte kalmış bazı eksiklikleri gidermeniz için bir uyarıdır bu. saçma bir aşk sarmalında kaldığınız bir dönemin kırık dökük muhasebesini yapmak için kalan az zamanınızı değerlendirmeniz gerektiğine dair iyi niyetli bir ihtardır.
hafızanızın bu çağrısına uyup geçmişin dökümünü yaparken hatırlayamadığınız her anı parçasını zihniniz dolduracak ve ortaya kurgulanmış bir gerçeklik çıkacaktır ve bu andan sonra belki de kurgu gerçeklikten daha sahici gelmeye başlayacaktır size.
benim kitaplar ilgili anlatacaklarım bu kadar. hadi, yarın görüşürüz.
hafıza dipsiz bir kuyudur. içinde neler barındırdığını tam olarak bilmemiz mümkün değildir. güçlü olduğu için ne kader övürse övünsün insan, hafıza zamanının bir yerinde onu yarı yolda bırakacak, mutlaka hayal kırıklığına uğratacak ya da bir şekilde bazı illüzyonlar aracılığıyla gerçeklik algısını paramparça edecektir.
unutmak insan ırkına bahşedilmiş en büyük armağan da olabilir, insanlığın başına salınmış en görkemli lanet de. hatırlamak da öyle. unutmak ve hatırlamak arasında net bir işlevsel fark olmadığını düşünüyorum.
hayatınızın yaşadığınız kısmı yaşayacağınızı umduğunuz kısmından daha uzun olduğunu düşünmeye başladığınız zamanlarda. hafızanız sizi uyarmaya başlar. geçmişte kalmış bazı eksiklikleri gidermeniz için bir uyarıdır bu. saçma bir aşk sarmalında kaldığınız bir dönemin kırık dökük muhasebesini yapmak için kalan az zamanınızı değerlendirmeniz gerektiğine dair iyi niyetli bir ihtardır.
hafızanızın bu çağrısına uyup geçmişin dökümünü yaparken hatırlayamadığınız her anı parçasını zihniniz dolduracak ve ortaya kurgulanmış bir gerçeklik çıkacaktır ve bu andan sonra belki de kurgu gerçeklikten daha sahici gelmeye başlayacaktır size.
benim kitaplar ilgili anlatacaklarım bu kadar. hadi, yarın görüşürüz.
devamını gör...
toplu taşıma araçlarında gıcık olunan tipler
telefonda yüksek sesle konuşan tıynetsiz herifler. en çok onlara sinir oluyorum. ben senin emice oğlun ile akşam kaç bira içtiğini bilmek zorunda mıyım ya. ne yapacağım bu gereksiz bilgiyi ben.
devamını gör...
90'ların özel şarkıları
devamını gör...
yazarların baba mesleği
fabrikatördü. okulda sorduklarında annem de babam da ev hanımı derdim.
devamını gör...
şamanizm kökenli türk adetleri
mezarlığa ağaç dikmek. servi ağacının seçilmesinin sebebi göğe uzandığı için ruhun göğe ulaşmasını sağladığına inanılmasıymış.
devamını gör...
kar yağınca gelen okuma isteği
yerini derhal cama yapışan kar tanelerini hevesle izlemeye bırakır.
bakışım, yavaş yavaş pencerenin ötesine; önce pervazına sonra mor salkımın birbirine geçmiş kollarına, oradan soğuğa direnen yaseminin yapraklarına, giderek toprağa ve üzerinde zıpkın gibi yükselen iki serviye ve devasa badem ağaçlarının, iğdenin ve bilumum meyve ağaçlarının kuru dallarına yönelir. kar üzerlerinde biriksin, yeri göğü tutsun, tutsun ki; gür gür yanan soba üzerinde kaynayan kış çayının buharıyla baktığım cam buğulansın ve işaret parmağımla üzerine klişe bir kar tanesinin büyüğünü çizebileyim isterim.
hayal bu tabi, kar filan yağmıyor buraya yıllardır. bu yazdıklarımın hiçbiri olmaz ve ben başımı mecbur kitabıma gömerim.
bakışım, yavaş yavaş pencerenin ötesine; önce pervazına sonra mor salkımın birbirine geçmiş kollarına, oradan soğuğa direnen yaseminin yapraklarına, giderek toprağa ve üzerinde zıpkın gibi yükselen iki serviye ve devasa badem ağaçlarının, iğdenin ve bilumum meyve ağaçlarının kuru dallarına yönelir. kar üzerlerinde biriksin, yeri göğü tutsun, tutsun ki; gür gür yanan soba üzerinde kaynayan kış çayının buharıyla baktığım cam buğulansın ve işaret parmağımla üzerine klişe bir kar tanesinin büyüğünü çizebileyim isterim.
hayal bu tabi, kar filan yağmıyor buraya yıllardır. bu yazdıklarımın hiçbiri olmaz ve ben başımı mecbur kitabıma gömerim.
devamını gör...
legendary00
tanımlarıyla kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman düşündüren, uyku sorununu* en kısa sürede çözmesi gereken, kitapkurdu saygılı, kibar, özenli, işine çok düşkün,
çalışkan sohbeti keyifli değerli yazarımız.
çalışkan sohbeti keyifli değerli yazarımız.
devamını gör...
kedisi olan yazarlar birliği
bir kız üç oğlan anasıyım.
anayım ben ana hahaha.
edit: 'sahibi' cık cık. kedilerle yaşayanlar bilir. annesi, babası olabilirsiniz, ev arkadaşı olabilirsiniz hatta kölesi bile olabilirsiniz ama sahibi asla.
anayım ben ana hahaha.
edit: 'sahibi' cık cık. kedilerle yaşayanlar bilir. annesi, babası olabilirsiniz, ev arkadaşı olabilirsiniz hatta kölesi bile olabilirsiniz ama sahibi asla.
devamını gör...
fake hesabından kendi nickaltına tanım giren yazar
sevgiye ve başarıya aç kardeşlerimizin teselli bulma çabasıdır. mutlu olacaksa yapsın ne olacak.
devamını gör...
yalnız bir opera
yalnız bir opera
(bkz: murathan mungan)'ın insanda şiir yazma hevesi getiren etkileyici bir şiiri. 1992 tarihli yaz geçer adlı kitabından.
her dizesi anıları canlandırır. geçmişteki bir ilişkinizi adeta baştan sona anlatır. her okuyuşta farklı bir şeyler hissettirir. kimine göre bir şiir, kimine göre ise anlatması epey zor.
...ve bitti
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin
yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı,
değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? “eylül’de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04’tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman’ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını
gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak…
böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.
zaman
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.
zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe… kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. karardı dizeler.
aşk… bitti. soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri… panayır yerleri…
ölü kelebekler… ölü kelebekler…
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz geçikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren...
(bkz: murathan mungan)'ın insanda şiir yazma hevesi getiren etkileyici bir şiiri. 1992 tarihli yaz geçer adlı kitabından.
her dizesi anıları canlandırır. geçmişteki bir ilişkinizi adeta baştan sona anlatır. her okuyuşta farklı bir şeyler hissettirir. kimine göre bir şiir, kimine göre ise anlatması epey zor.
...ve bitti
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin
yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı,
değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? “eylül’de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen” notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04’tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman’ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını
gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak…
böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.
zaman
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.
zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe… kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. karardı dizeler.
aşk… bitti. soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri… panayır yerleri…
ölü kelebekler… ölü kelebekler…
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz geçikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren...
devamını gör...
ham toprak
ham toprak, ivan sergeyeviç turgenyev tarafından 1877 yılında yayımlanan yazarın son romanıdır. ham toprak, rusya'daki devrimci haretketleri anlattığı eseridir.
turgenyev, halka hizmet etmekten, onu özgürleştirmekten başka amacı olmayan çarlık karşıtı, korkusuz ve dürüst gençlerin hayatından bahsediyor.
kitabın merkezinde, rusya'da devrim yapmak isteyen gençlerden nejdanov' un fikirleri ve başından geçen olaylar anlatılıyor.
--! spoiler !--
asil bir ailenin(adamın) gayri meşru çocuğu olan nejdanov ünüversite öğrencisi ve devrimci bir gençtir. bir devlet adamıyla tanışması ve onun evine oğluna öğretmenlik yapmak için taşınmasıyla olaylar gelişiyor.köylülere devrimi anlatmak, onların uyanışına rehber olmak istiyor. ama zamanla devrime olan inancı azalıyor.
--! spoiler !--
--- alıntı ---
"ham toprağı hafif bir karasabanla sığ değil, pullukla derinden sürmeli."
--- alıntı ---
turgenyev, halka hizmet etmekten, onu özgürleştirmekten başka amacı olmayan çarlık karşıtı, korkusuz ve dürüst gençlerin hayatından bahsediyor.
--! spoiler !--
asil bir ailenin(adamın) gayri meşru çocuğu olan nejdanov ünüversite öğrencisi ve devrimci bir gençtir. bir devlet adamıyla tanışması ve onun evine oğluna öğretmenlik yapmak için taşınmasıyla olaylar gelişiyor.köylülere devrimi anlatmak, onların uyanışına rehber olmak istiyor. ama zamanla devrime olan inancı azalıyor.
--! spoiler !--
--- alıntı ---
"ham toprağı hafif bir karasabanla sığ değil, pullukla derinden sürmeli."
--- alıntı ---
devamını gör...
iz bırakan kitap cümleleri
insan kendini bir şeye zincirleyerek yaşadığı sürece, bu şey bir tarla da olsa hapishaneye dönüşüyor. nerede ve ne için yaşadım, h. d. thoreau
devamını gör...
semantik paradoks
mantık çalışmaya başladığımdan beri etrafımdaki insanların sürekli olarak yaptığı fakat nasıl anlatacağımı bilmediğimden dolayı acılar içinde sessiz kalmaya devam ettiğim durum. yani birine dönüp senin kurduğun cümle hem anlatmak istediğinle hem anlattığınla hemde konuştuğumuz konuyla çelişiyor dediğimde kendi kurduğu cümleleri tek tek açıklamam gerekecek ve alacağım cevapta ben öyle demedim ki olacak.
fakat bugün burada hepimizin günlük hayatımızda yaptığımız bu yanlışı dilimin döndüğünce tek tek anlatmak istiyorum.
örnek bir cümle vererek başlayalım.
adam1: dünyadaki hiçbir şeyden emin olamayacağımız için ve olan olaylara kesin gözüyle bakılamayacağı için deneyimlerimizin bize sunduğu öğretilerle hayatımıza devam etmek zorundayız.
adam2: emin miyiz?
adam1: eminiz
burada adam1'in kurduğu cümle kendi öncülünü inkar ettiğinden dolayı bir kısır döngü oluşturur. bu yüzden bu cümle anlamsal olarak düşük ve çelişkili olur. işte buna semantik paradoks diyoruz.
sevgili yazarlar üzülmeyin aslında tarihin çok büyük düşünürlerinin dünya tarafından bilinen kalıplaşmış cümlelerinde bile bu tip hatalar görülür. mesela sokrates "bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" der. felsefeye azıcık meraklı olan herkesin duyduğu büyük alman düşünür hegel ise "biz; tarihten hiçbirşey öğrenilemeyeceğini, tarihten öğreniriz.” demiştir.
bir levha gördünüz ve üzerinde "bu uyarıyı görmezden geliniz" yazmakta. cümle öneri anlamı taşıyor gibi gözükse bile bu bir emir cümlesi ve emir cümleleri doğru veya yanlış olarak nitelendirilemez. eğer bir ifade uyarıyı görmezden gelmenizi söylüyorsa ve siz bu uyarıyı görmezden geliyorsanız yazan uyarıyı görmezden gelmemiş olursunuz. bu levhanın sizi sonsuza dek sürecek bir kısır döngüye sokmasına sebep olur. bu biz insanlar gibi karmaşık makineler için olmasa da daha basit makinalar için yanmış bir işlemci ve patlamak üzere olan güç kaynağı ile sonuçlanabilir.
örnekleri çoğaltabilirim fakat işin içindeki hatayı gördüğünüzü düşünmekteyim. peki ama demek istediğim anlaşıldığı sürece neden buna bu kadar takılayım dediğin gibi ben karmaşık bir makinayım sorusu kulaklarımda. sebebi anlatılacak konuyu çelişkilerden ayıklayarak verilmek istenen mesajın çok daha net bir şekilde verilmesidir. güzel ve anlamlı konuşmak entellektüel bir yaklaşım olduğu gibi her insanın yapması gereken bir gerçekliktir. unutmayalım ki savaşlar kılıç ve kalkanla değil kalemler ile kazanılır ve bu her insanın kendi kendine verdiği savaş için de geçerlidir. kendimizle bile anlaşamıyorsak hayatın pure gerçekliğiyle olan ve her saniye devam eden savaşımızı asla kazanamayız.
fakat bugün burada hepimizin günlük hayatımızda yaptığımız bu yanlışı dilimin döndüğünce tek tek anlatmak istiyorum.
örnek bir cümle vererek başlayalım.
adam1: dünyadaki hiçbir şeyden emin olamayacağımız için ve olan olaylara kesin gözüyle bakılamayacağı için deneyimlerimizin bize sunduğu öğretilerle hayatımıza devam etmek zorundayız.
adam2: emin miyiz?
adam1: eminiz
burada adam1'in kurduğu cümle kendi öncülünü inkar ettiğinden dolayı bir kısır döngü oluşturur. bu yüzden bu cümle anlamsal olarak düşük ve çelişkili olur. işte buna semantik paradoks diyoruz.
sevgili yazarlar üzülmeyin aslında tarihin çok büyük düşünürlerinin dünya tarafından bilinen kalıplaşmış cümlelerinde bile bu tip hatalar görülür. mesela sokrates "bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" der. felsefeye azıcık meraklı olan herkesin duyduğu büyük alman düşünür hegel ise "biz; tarihten hiçbirşey öğrenilemeyeceğini, tarihten öğreniriz.” demiştir.
bir levha gördünüz ve üzerinde "bu uyarıyı görmezden geliniz" yazmakta. cümle öneri anlamı taşıyor gibi gözükse bile bu bir emir cümlesi ve emir cümleleri doğru veya yanlış olarak nitelendirilemez. eğer bir ifade uyarıyı görmezden gelmenizi söylüyorsa ve siz bu uyarıyı görmezden geliyorsanız yazan uyarıyı görmezden gelmemiş olursunuz. bu levhanın sizi sonsuza dek sürecek bir kısır döngüye sokmasına sebep olur. bu biz insanlar gibi karmaşık makineler için olmasa da daha basit makinalar için yanmış bir işlemci ve patlamak üzere olan güç kaynağı ile sonuçlanabilir.
örnekleri çoğaltabilirim fakat işin içindeki hatayı gördüğünüzü düşünmekteyim. peki ama demek istediğim anlaşıldığı sürece neden buna bu kadar takılayım dediğin gibi ben karmaşık bir makinayım sorusu kulaklarımda. sebebi anlatılacak konuyu çelişkilerden ayıklayarak verilmek istenen mesajın çok daha net bir şekilde verilmesidir. güzel ve anlamlı konuşmak entellektüel bir yaklaşım olduğu gibi her insanın yapması gereken bir gerçekliktir. unutmayalım ki savaşlar kılıç ve kalkanla değil kalemler ile kazanılır ve bu her insanın kendi kendine verdiği savaş için de geçerlidir. kendimizle bile anlaşamıyorsak hayatın pure gerçekliğiyle olan ve her saniye devam eden savaşımızı asla kazanamayız.
devamını gör...
geceye bir türkü bırak
metin kahraman~mihriban
devamını gör...
daddy (yazar)
nicki biraz şey olan yazar. şey yani.. akla kötü şeyler getiren.
devamını gör...
sözlükte tanışıp sevgili olmak
bir burası kalmıştı denilcek bir olaydır
devamını gör...
kafası koptuğu halde yaşayan hamam böceği
ayrıca bir hamam böceği 40 dakika nefesini tutabilir, çok soğuğa ya da çok sıcağa dayanabilirmiş.
düşünsene böyle özelliklerin var bir vicdansız terlikle vurup öldürüyor seni.
düşünsene böyle özelliklerin var bir vicdansız terlikle vurup öldürüyor seni.
devamını gör...