nickaltını solda görünce rahatsızlık duyanlar lokali
ben rahatsız olmuyorum burdan duyrulur.*
devamını gör...
yazarların asla affedemeyeceği şey
aileme yapılan en küçük şey ya da atılan en küçük laf.
devamını gör...
victoria dönemi
büyük britanya'nın victoria devri britanya sanayi devriminin yükselişi ve britanya imparatorluğu'nun zirvesi olarak kabul edilmektedir.
kraliçe victoria (tahta çıkışının sabahında, 20 haziran 1837 tarihinde) tarihi çağa adını vermiştir
victoria devri, naiplik devri ve sonra da edward devrini izleyen bir dönemdir. ıı. elizabeth'ten sonra britanya tarihinde en uzun hüküm süren kişi olan kraliçe victoria'nın 64 yıllık iktidarı, 19'uncu yüzyılın büyük değişimlerine tanıklık etmiştir.
viktorya devri deyimi, genellikle kraliçe victoria'nın (sıklıkla en büyük ve en sevilen britanya hükümdarı olarak kabul edilir) hüküm sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arası için kullanılır, ancak birçok tarihçiye göre 1832 reform hareketi bu kültürel devrin asıl başlangıcıdır. sanayi devrimiyle birlikte gündeme gelen emek sömürüsü ve işçi hakları, örgün eğitim kurumları, köleliğin kaldırılması gibi önemli tarihsel dönüşümler bu dönemde ortaya çıkmıştır.
dipnot: bu tanım başka bir tanımda gireceğim bilgiye kaynak olması için girilmiştir. benim gibi viktoria devri de nedir diye merak edenler için.
tam kapsamlı bilgim olmadığı için wikipediadan alıntıladım.
devamını gör...
ateist kaplumbağa
vaktiyle bir hocam, osmanlı tarihinde kimselerin bilmediği çok gizli bir sırdan bahsetmişti: bir grup kendini bilmez kaplumbağanın çıkardığı sözüm ona ayaklanmadan ve akabinde ilan edilen "tospağa fermanı"ndan. halk arasında nesilden nesile süregelen bir efsane olmuş bu. ne zaman bir emekçi emeğinin karşılığını alamasa, ne zaman bir işçi zulüm görse; allahsız tospağa ve arkadaşlarının hikayesine sığınırmış.
bu kaplumbağaların liderleri, "allahsız tospağa", çok çalışkan bir kaplumbağaymış. gören, duyan, bilen herkes kendisine hayranmış. her zaman kendisinden önce başkalarını düşünür, onlar için didinirmiş. çok gezen, çok gören biri olduğu kadar; çok okuyan, çok bilen de biriymiş. etrafındaki herkesi akla gelebilecek her konuda eğitir, onlara akıllarının alamayacağı kadar çok şeyi öğretirmiş. çevresindekilere keyifli vakit geçirtmeyi de pek iyi becerirmiş. kâh güldürür, kâh düşündürürmüş.
derler ki, bu allahsız tospağa ve arkadaşları padişahımız efendimiz hazretlerine başkaldırmışlar. gel zaman git zaman, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuşlar. tek tük bahseden tarihçiler de onları yüzyıllarca lanetle anmışlar. ta ki osman hamdi bey ve o meşhur kaplumbağa terbiyecisi'ne kadar...
o zamanlar pek de ilgimi çekmemişti açıkçası bu hikaye. her başarısız devrim gibi unutulup gitmişti en nihayetinde. ama bir gece, hiç beklemediğim bir anda, bir şey gördüm: #394813. o an, işte o an, beynimden vurulmuşa döndüm. meğerse bu nevi şahsına münhasır kaplumbağanın bir de torunu vardı: ateist kaplumbağa! dedesinin hikayesini bütün detaylarıyla, bütün bilinmeyenleriyle, göğsünü gere gere yedi cihana duyuruyordu! pek az kişinin vâkıf olduğu bu gizli gerçek, artık bir sır değildi. gerçekten o olabilir miydi?
hemen profilinde gezindim. okudukça okudum, bakındıkça bakındım. evet... evet anca o olabilirdi! tıpkı dedesi gibiydi. ne olursa olsun doğru bildiğini anlatıyor, gerçekleri haykırıyordu. hatta sırf bu tutkusu yüzünden kafa sözlük haber ajansı'nı bile kurmuştu! en az onun kadar çalışkan, en az onun kadar bilgili, en az onun kadar kültürlüydü. sözlüğün sakinlerine bir şeyler katabilmek için adeta yırtınıyordu. kâh güldürüyor, kâh düşündürüyordu...
bugün bu mükemmel kaplumbağayı ne kadar sahiplensek az. ne kadar okusak, ne kadar takip etsek, ne kadar övsek az. kurtarma operasyonlarımız [#520441], "bordagallarımız" ve marullarımız ona helal olsun!
ve yalan yazan tarih de utansın bir zahmet!
bu kaplumbağaların liderleri, "allahsız tospağa", çok çalışkan bir kaplumbağaymış. gören, duyan, bilen herkes kendisine hayranmış. her zaman kendisinden önce başkalarını düşünür, onlar için didinirmiş. çok gezen, çok gören biri olduğu kadar; çok okuyan, çok bilen de biriymiş. etrafındaki herkesi akla gelebilecek her konuda eğitir, onlara akıllarının alamayacağı kadar çok şeyi öğretirmiş. çevresindekilere keyifli vakit geçirtmeyi de pek iyi becerirmiş. kâh güldürür, kâh düşündürürmüş.
derler ki, bu allahsız tospağa ve arkadaşları padişahımız efendimiz hazretlerine başkaldırmışlar. gel zaman git zaman, tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuşlar. tek tük bahseden tarihçiler de onları yüzyıllarca lanetle anmışlar. ta ki osman hamdi bey ve o meşhur kaplumbağa terbiyecisi'ne kadar...
o zamanlar pek de ilgimi çekmemişti açıkçası bu hikaye. her başarısız devrim gibi unutulup gitmişti en nihayetinde. ama bir gece, hiç beklemediğim bir anda, bir şey gördüm: #394813. o an, işte o an, beynimden vurulmuşa döndüm. meğerse bu nevi şahsına münhasır kaplumbağanın bir de torunu vardı: ateist kaplumbağa! dedesinin hikayesini bütün detaylarıyla, bütün bilinmeyenleriyle, göğsünü gere gere yedi cihana duyuruyordu! pek az kişinin vâkıf olduğu bu gizli gerçek, artık bir sır değildi. gerçekten o olabilir miydi?
hemen profilinde gezindim. okudukça okudum, bakındıkça bakındım. evet... evet anca o olabilirdi! tıpkı dedesi gibiydi. ne olursa olsun doğru bildiğini anlatıyor, gerçekleri haykırıyordu. hatta sırf bu tutkusu yüzünden kafa sözlük haber ajansı'nı bile kurmuştu! en az onun kadar çalışkan, en az onun kadar bilgili, en az onun kadar kültürlüydü. sözlüğün sakinlerine bir şeyler katabilmek için adeta yırtınıyordu. kâh güldürüyor, kâh düşündürüyordu...
bugün bu mükemmel kaplumbağayı ne kadar sahiplensek az. ne kadar okusak, ne kadar takip etsek, ne kadar övsek az. kurtarma operasyonlarımız [#520441], "bordagallarımız" ve marullarımız ona helal olsun!
ve yalan yazan tarih de utansın bir zahmet!
devamını gör...
babayla girilen diyaloglar
- baba x cipsinden alır mısın gelirken?
+ tamam.
15 dakika sonra markette arar..
+ kızım dondurulmuş cips var ondan alayım mı?
-yok baba dediğimden al sen, yoksa da kalsın.
+ kaşık cips varmış ondan alayım mı?
- babacım yok kalsın o zaman.
+ almayayım mı?
- yok baba alma.
eve dondurulmuş cipsi alıp geldi. şaka değil her markete gittiğinde bunu yaşıyoruz..
+ tamam.
15 dakika sonra markette arar..
+ kızım dondurulmuş cips var ondan alayım mı?
-yok baba dediğimden al sen, yoksa da kalsın.
+ kaşık cips varmış ondan alayım mı?
- babacım yok kalsın o zaman.
+ almayayım mı?
- yok baba alma.
eve dondurulmuş cipsi alıp geldi. şaka değil her markete gittiğinde bunu yaşıyoruz..
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
başka bir başlığa yazmıştım ama yok, hiçbir başlık altına gelmiyor düşüncelerim. en iyi karalama defterine gider. çok üzgünüm bu gece. sizinle dertleşesim var. yine uzun olacak. şu hayatımda hiçbir şeyi kısa kesemedim ki zaten.
sevdayı anlatan çok şarkı dinledim ben. jale'nin sevdam acıyor'undan gülden karaböceğin sevsen ne olurdu'suna, bergen'inden emre aydın'ına kadar. hepsinin yeri bende farklıdır, inci gibidirler benim için. lakin bir şarkıyı dinledikçe sizin üzerinizdeki etkisini kaybeder. başlarda şarkıdan alacağınız haz, daha onu dinlemeden başlardı. sonra yavaş yavaş terk eder sizi; hislerinizi yeterince kabartmıştır ve görevini yapmıştır. daha önemsiz olur, listede aşağılara gider. arada açıp anarsınız ama hiç o ilk dinlediğiniz gibi tüylerinizi ürpertmez, yüreğinizi titretmez.
benim bir şarkım vardı. çok özeldi benim için. ben bu olayı bildiğim için de bu şarkıyı çok nadir dinlerdim. çünkü zamanında gerçekten sevmiş olanlar bilirler ki; bir zaman sonra o insanı hatırlarken yüreğinizde hissettiğiniz sızıyı bile özler duruma gelirsiniz. hissizleşmek, insanda peydah olan dünyanın en kötü halidir. ben bu hali hiç sevemedim. sevgisizliği, sevmesizliği hiç sevemedim. daha erken zamanlarda, tüm biralarımı devirecek şarkılar bulmakta mahir olduğum zamanlarda birçoğunu tüketmeyi başarmıştım. pek az şarkı beni heyecanlandırıyordu artık, saçma, anlamsız şarkılar dinlemekten de hiç haz etmediğimden müzik tarzımı değiştirmiştim. doğrusu "sen yorulmuş bi kızsın, madem seni çok istiyolardı öylece ortaya koymasalardı" gibi sözleriyle "sıcak su bardağı çatlatır" gibi boktan grupları sevmiyordum. bunları sevenin de kendisine saygısı yoktur zaten. "gül bahara güz düşmüş gibi, mor dağlara kış vurmuş gibi yüreciğim taş olmuş gibi" diyen sanatçılardan "seni aldım bikere vermicem" noktasına asla gelemezdim, böyle saygısızlıkları tolere edebilmek için yeterince genç hissetmiyordum kendimi.
neyse, yıllar sonra cüneyt ergün'ün "bilinmeyen saat uygulaması" diye bir şarkı çalındı kulağıma. bir yerde duydum, hemen kulaklarımdan kalbime bir yol açıldığını hissettim. adeta cengiz holding şantiyeyi kurmuştu vücuduma; "bu adamın a.na koyacağız" diyordu. ben de hemen şarkıyı bulup kaydettim. iki kere dinledikten sonra şarkıyı sakladım. özel günlerde, ortam kurduğumda, masaya bir yetmişlik açıldığında hala kalbimin olduğunu hissetmek için, birileri sevgilerini masaya yatırdıklarında yalnız hissetmemek için dinliyordum. bir kezdi. dört dakika kırk sekiz saniye bana yetiyordu. azla yetinmeyi bilenler için yeter de artar bile. son zamanlarda dinleyecek hiç şarkı bulamaz oldum. iş yoğunluğu, radyo gibi alışkanlıklarımın olmaması falan derken de iyice hiçliğe doğru yol almaya başlamıştım yeniden. dedim bir açayım şu şarkıyı. çıktım balkona, yaktım sigaramı ve dinlemeye başladım: "seni bir saat ileri almışlar, beni bir saat geri"
tabularımız vardır; bastırdıkça bizi zehirleyen tutkularımız vardır. bunları tutan bir eşik vardır. o eşiği bir kez aşarsanız, bir daha asla o çizgiden geri adım atmazsınız. sizi tanıyan insanlar bu eşiği aştığınızı görür ve "sen çok değiştin" derler. bu olağan bir şeydir halbuki, değişime mukavemet gösteremezsiniz, sizi ittirir arkanızdan. siz direndikçe uçuruma doğru sürükler sizi. zaman gelir, sizi zehirleyen tutkularınız ruhunuzu öldürmeye başlar. daha fazla direnenlerin hali nice olmuştur, görürüz, duyarız bunları. sözler söylenmiştir hakkında, kitaplar yazılmış, ağıtları yakılmıştır. o eşiklerden birini aşmıştım o gece. içimde hapsettiğim, zaman zaman dışarı çıkmasına izin verdiğim tutkumu serbest bırakmıştım. sınırı geçmiştim, büyüyü bozmuştum. geri dönemiyordum, ilkeler yıkılmıştı.
sonra dinlemeye devam ettim. saatlerce dinledim. sigara paketim dibini görene kadar yaktım anılarıma. en dipte kalan anıları canlandırmaya çalıştım. yavaş yavaş kendilerine geliyorlardı. seneler öncesinden bir bakıştı aradığım "son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda" demişlerdi ya, o bakış kalmış aklımızda. mutluydum, yine özlemekten memnundum. yine o tatlı sızıyı hissetmekten, yollar sonra yeniden "her şey çok farklı olabilirdi" diyebildiğim için, "ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş" diyebildiğim için mutluydum. hissizlikten hislere yolculuk yaptığım için, kalbimdeki o ince titreşimi yeniden duyabildiğim için memnundum. sonraki günler de ara ara dinledim. şimdilerde etkisini kaybetmeye, listede gerilere gitmeye başladığını hissediyorum.
az önce açıp dinledim. beni terk ediyor. şarkıya veda ediyorum resmen. ihanet içinde hissediyorum. dinledikçe kalbimi daha az işlemeye başladı ve o titreşimi duyabilmek için daha fazla dinlemeye başladım. bu işler böyledir, yıkım başladığında durdurmak zordur. yavaş yavaş veda ediyoruz birbirimize. çok üzgünüm gerçekten. derdine koyayımlık bir durum değil. inanın bana çok baba dertlerim var benim. şöyle veya böyle diyerek küçümseyemeyeceğiniz, sessizce dinleyebileceğiniz dertlerim var. lakin sapla samanı karıştıramayız. bunun yeri farklıydı.
onu bir saat ileri, beni bir saat geri almışlardı. zaman bizim düşmanımızdı gerçekten. ben, tüm sevilmeyişimle, kapısından giremediğim bir yüreğin sitemini taşırım. kimselere anlatamadığım gurursuzluğumdur bu benim. cüneyt abi "şimdi kimler sensiz kalır, bilemem" derken sevginin karşısındaki gurursuzluğu yeniden hissederdim. saçlarına bir başkasının dokunamayacağına dair edilmiş tüm yeminlerin yere battığı, artık onun kim bilir kim olduğunun merak edildiği bir dönemin tezahürüydü benim için. yıllar sonra bile bir zamanların sitemiydi. yanlış zamana, yanlış mekana, nasipsizliğe bir ağıttı. çok özeldi benim için. çok üzgünüm.
sevdayı anlatan çok şarkı dinledim ben. jale'nin sevdam acıyor'undan gülden karaböceğin sevsen ne olurdu'suna, bergen'inden emre aydın'ına kadar. hepsinin yeri bende farklıdır, inci gibidirler benim için. lakin bir şarkıyı dinledikçe sizin üzerinizdeki etkisini kaybeder. başlarda şarkıdan alacağınız haz, daha onu dinlemeden başlardı. sonra yavaş yavaş terk eder sizi; hislerinizi yeterince kabartmıştır ve görevini yapmıştır. daha önemsiz olur, listede aşağılara gider. arada açıp anarsınız ama hiç o ilk dinlediğiniz gibi tüylerinizi ürpertmez, yüreğinizi titretmez.
benim bir şarkım vardı. çok özeldi benim için. ben bu olayı bildiğim için de bu şarkıyı çok nadir dinlerdim. çünkü zamanında gerçekten sevmiş olanlar bilirler ki; bir zaman sonra o insanı hatırlarken yüreğinizde hissettiğiniz sızıyı bile özler duruma gelirsiniz. hissizleşmek, insanda peydah olan dünyanın en kötü halidir. ben bu hali hiç sevemedim. sevgisizliği, sevmesizliği hiç sevemedim. daha erken zamanlarda, tüm biralarımı devirecek şarkılar bulmakta mahir olduğum zamanlarda birçoğunu tüketmeyi başarmıştım. pek az şarkı beni heyecanlandırıyordu artık, saçma, anlamsız şarkılar dinlemekten de hiç haz etmediğimden müzik tarzımı değiştirmiştim. doğrusu "sen yorulmuş bi kızsın, madem seni çok istiyolardı öylece ortaya koymasalardı" gibi sözleriyle "sıcak su bardağı çatlatır" gibi boktan grupları sevmiyordum. bunları sevenin de kendisine saygısı yoktur zaten. "gül bahara güz düşmüş gibi, mor dağlara kış vurmuş gibi yüreciğim taş olmuş gibi" diyen sanatçılardan "seni aldım bikere vermicem" noktasına asla gelemezdim, böyle saygısızlıkları tolere edebilmek için yeterince genç hissetmiyordum kendimi.
neyse, yıllar sonra cüneyt ergün'ün "bilinmeyen saat uygulaması" diye bir şarkı çalındı kulağıma. bir yerde duydum, hemen kulaklarımdan kalbime bir yol açıldığını hissettim. adeta cengiz holding şantiyeyi kurmuştu vücuduma; "bu adamın a.na koyacağız" diyordu. ben de hemen şarkıyı bulup kaydettim. iki kere dinledikten sonra şarkıyı sakladım. özel günlerde, ortam kurduğumda, masaya bir yetmişlik açıldığında hala kalbimin olduğunu hissetmek için, birileri sevgilerini masaya yatırdıklarında yalnız hissetmemek için dinliyordum. bir kezdi. dört dakika kırk sekiz saniye bana yetiyordu. azla yetinmeyi bilenler için yeter de artar bile. son zamanlarda dinleyecek hiç şarkı bulamaz oldum. iş yoğunluğu, radyo gibi alışkanlıklarımın olmaması falan derken de iyice hiçliğe doğru yol almaya başlamıştım yeniden. dedim bir açayım şu şarkıyı. çıktım balkona, yaktım sigaramı ve dinlemeye başladım: "seni bir saat ileri almışlar, beni bir saat geri"
tabularımız vardır; bastırdıkça bizi zehirleyen tutkularımız vardır. bunları tutan bir eşik vardır. o eşiği bir kez aşarsanız, bir daha asla o çizgiden geri adım atmazsınız. sizi tanıyan insanlar bu eşiği aştığınızı görür ve "sen çok değiştin" derler. bu olağan bir şeydir halbuki, değişime mukavemet gösteremezsiniz, sizi ittirir arkanızdan. siz direndikçe uçuruma doğru sürükler sizi. zaman gelir, sizi zehirleyen tutkularınız ruhunuzu öldürmeye başlar. daha fazla direnenlerin hali nice olmuştur, görürüz, duyarız bunları. sözler söylenmiştir hakkında, kitaplar yazılmış, ağıtları yakılmıştır. o eşiklerden birini aşmıştım o gece. içimde hapsettiğim, zaman zaman dışarı çıkmasına izin verdiğim tutkumu serbest bırakmıştım. sınırı geçmiştim, büyüyü bozmuştum. geri dönemiyordum, ilkeler yıkılmıştı.
sonra dinlemeye devam ettim. saatlerce dinledim. sigara paketim dibini görene kadar yaktım anılarıma. en dipte kalan anıları canlandırmaya çalıştım. yavaş yavaş kendilerine geliyorlardı. seneler öncesinden bir bakıştı aradığım "son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda" demişlerdi ya, o bakış kalmış aklımızda. mutluydum, yine özlemekten memnundum. yine o tatlı sızıyı hissetmekten, yollar sonra yeniden "her şey çok farklı olabilirdi" diyebildiğim için, "ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş" diyebildiğim için mutluydum. hissizlikten hislere yolculuk yaptığım için, kalbimdeki o ince titreşimi yeniden duyabildiğim için memnundum. sonraki günler de ara ara dinledim. şimdilerde etkisini kaybetmeye, listede gerilere gitmeye başladığını hissediyorum.
az önce açıp dinledim. beni terk ediyor. şarkıya veda ediyorum resmen. ihanet içinde hissediyorum. dinledikçe kalbimi daha az işlemeye başladı ve o titreşimi duyabilmek için daha fazla dinlemeye başladım. bu işler böyledir, yıkım başladığında durdurmak zordur. yavaş yavaş veda ediyoruz birbirimize. çok üzgünüm gerçekten. derdine koyayımlık bir durum değil. inanın bana çok baba dertlerim var benim. şöyle veya böyle diyerek küçümseyemeyeceğiniz, sessizce dinleyebileceğiniz dertlerim var. lakin sapla samanı karıştıramayız. bunun yeri farklıydı.
onu bir saat ileri, beni bir saat geri almışlardı. zaman bizim düşmanımızdı gerçekten. ben, tüm sevilmeyişimle, kapısından giremediğim bir yüreğin sitemini taşırım. kimselere anlatamadığım gurursuzluğumdur bu benim. cüneyt abi "şimdi kimler sensiz kalır, bilemem" derken sevginin karşısındaki gurursuzluğu yeniden hissederdim. saçlarına bir başkasının dokunamayacağına dair edilmiş tüm yeminlerin yere battığı, artık onun kim bilir kim olduğunun merak edildiği bir dönemin tezahürüydü benim için. yıllar sonra bile bir zamanların sitemiydi. yanlış zamana, yanlış mekana, nasipsizliğe bir ağıttı. çok özeldi benim için. çok üzgünüm.
devamını gör...
kendini başlık açmaya zorlamak
ille de açacağım diyorsanız ukde doldurun.
131 sayfa var nasıl bitecek onlar?*
131 sayfa var nasıl bitecek onlar?*
devamını gör...
acı patlıcan kırağı çalmaz
zorluk gören kişiler her şeyin üstesinden gelir. önceden zorluk gördüğü için yine bir zorlukla karşılaşsa da hemen pes etmez ve mücadele verir anlamında bir atasözüdür.
devamını gör...
mitridatizm
vücudun zehre karşı dirençli olmasını sağlamak için önceden azar azar zehir alıp vücudu zehre alıştırma işine verilen ad.
ismi kral mithridates'ten gelir. efsaneye göre romalılar tarafından zehirlenmeyi önlemek için bu yönteme başvurmuş ve başarılı olmuştur.
ismi kral mithridates'ten gelir. efsaneye göre romalılar tarafından zehirlenmeyi önlemek için bu yönteme başvurmuş ve başarılı olmuştur.
devamını gör...
yürüyorum dikenlerin üstünde
barabar versiyon;
karanlık bir gece, yol görünmüyor
yürüyorum dikenlerin üstünde
kara çalı bana aman vermiyor.
karanlık bir gece, yol görünmüyor
yürüyorum dikenlerin üstünde
kara çalı bana aman vermiyor.
devamını gör...
mor ve ötesi'nin en iyi şarkısı
mümkün değil seçemem. hepsi hepsi hepsi..
ama insiyatifimi kullanıyorum bir derdim var diyorum.
ama insiyatifimi kullanıyorum bir derdim var diyorum.
devamını gör...
kitap okuma aşkını kazandıran kitabın ismi
sarah jio- gündüz sefası
devamını gör...
how i met your mother
son sezonuyla bende yarattığı hayal kırıklığından bahsetmek istemesemde himym her zaman benim favori sitcomlarından biri olmuştur. bu diziyi benim kişisel favorilerimden biri yapan etmenleri söylemeden önce genel bilgilerini sizlerle paylaşıyım.
amerika birleşik devletlerinde yayın yapan cbs kanalında 2005 yılından 2014 yılına kadar yayınlanan durum komedisidir. yaratıcılığını ve yapımcılığı carter baya ile craig thomas yapmıştır ve dizimizin başrolleri josh radnor, jason segel, neil patrick harris, cobie smulders ve son olarak alyson hannigan. dizinin anlatıcısı bob saget’tir. 40 dakikalık özel final bölümüyle ekranlara veda etmiştir. gelelim bu güzide dizinin konusuna adında anlaşılacağa üzere 2030 yılında ted mosby çocuklarına anneleriyle tanışma hikayesini anlatacağını söyler ve 9 sezonluk maceramız başlar. bu 9 sezon bize karakterlerin yaşadığı olayları, sohbetleri ve onları daha yakından tanıma fırsatını sunar. bu diziyi benim ve pek çok kişinin sevmesinin sebebi bu beş başrolün yaşadığı dostluğun güzelliği ve karakterlerin hepsinin kendine has oluşu. karakterleri tek tek incelemek gerekirse.
karakter incelemesinde spoiler içerebilir. buradan sonrasını diziyi izlemediyseniz okumayın.
ted mosby: hikayemizin asıl kahramanı ve mimarımız. kendisi aşk hayatında bir türlü başaramayan ama aşık olmak için her fırsatı kovalayan o aptallardan. bizi her ne kadar sinir krizlerinede soksa insanda aşık olma isteği oluşturmuyor diyemem.
marshall eriksen: asıl kahramanımızın en iyi arkadaşı ve ev arkadaşı. lily ablamızında nişanlısı. kendisi pek başarılı olmasada bir avukat. dizideki en iyi ve en sempatik karakter olabilir.
barney stinson: diziyi izleyen pek çok kişinin favorisi olan ve oldukça marjinal bir karakter. barney stinson nasıl anlatılır bilemiyorum ama tarif etmek gerekirse o kadın tavlama konusunda uzmanlaşmış hatta bununla alakalı bir taktik kitabı dahi yazmış bir beyefendi. aynı zamanda bro code'un koruyucusu. kimsenin ne iş yaptığını bilmediği bu zengin adam lazer tag konusunda da oldukça iyi. ayrıca, tanrıyla kötü fotoğraf çekilmemek için pazarlık yaptığıda söyleniyor.
lily aldrin: babasıyla sorunları olan ve marshall'ı haksız yere terk ederek hepimizin kalbini kıran bu ablamız marshall'ın nişanlısıdır. dizide en az denilen başrol olabilir ve marshall ile üniversitede tanıştıklarını biliyoruz.
robin charles scherbatsky jr: arkadaş grubuna son katılan ve grubun en güzel kızı. o kadar güzel bir kızki bir bölümde chick hunter barney abimizle ted abimiz bu kız için kavga dahi etmiştir. kendisi ünlü bir sunucu olmak istemiştir ve gece haberlerinde sunuculuk ara arada spikerlik yaparken karşımıza çıkar. köpek sever olduğunuda unutmamak gerek. he bide kanadalı ( dizide kanadalı olmasının goy goyu çok geçiyor.)
imrenilecek bir dostluk yaşatan bu diziyi izlemediyseniz zamanınızı ayırıp izleminizi öneririm. pişman olmayacağınız garantisini veririm.
amerika birleşik devletlerinde yayın yapan cbs kanalında 2005 yılından 2014 yılına kadar yayınlanan durum komedisidir. yaratıcılığını ve yapımcılığı carter baya ile craig thomas yapmıştır ve dizimizin başrolleri josh radnor, jason segel, neil patrick harris, cobie smulders ve son olarak alyson hannigan. dizinin anlatıcısı bob saget’tir. 40 dakikalık özel final bölümüyle ekranlara veda etmiştir. gelelim bu güzide dizinin konusuna adında anlaşılacağa üzere 2030 yılında ted mosby çocuklarına anneleriyle tanışma hikayesini anlatacağını söyler ve 9 sezonluk maceramız başlar. bu 9 sezon bize karakterlerin yaşadığı olayları, sohbetleri ve onları daha yakından tanıma fırsatını sunar. bu diziyi benim ve pek çok kişinin sevmesinin sebebi bu beş başrolün yaşadığı dostluğun güzelliği ve karakterlerin hepsinin kendine has oluşu. karakterleri tek tek incelemek gerekirse.
karakter incelemesinde spoiler içerebilir. buradan sonrasını diziyi izlemediyseniz okumayın.
ted mosby: hikayemizin asıl kahramanı ve mimarımız. kendisi aşk hayatında bir türlü başaramayan ama aşık olmak için her fırsatı kovalayan o aptallardan. bizi her ne kadar sinir krizlerinede soksa insanda aşık olma isteği oluşturmuyor diyemem.
marshall eriksen: asıl kahramanımızın en iyi arkadaşı ve ev arkadaşı. lily ablamızında nişanlısı. kendisi pek başarılı olmasada bir avukat. dizideki en iyi ve en sempatik karakter olabilir.
barney stinson: diziyi izleyen pek çok kişinin favorisi olan ve oldukça marjinal bir karakter. barney stinson nasıl anlatılır bilemiyorum ama tarif etmek gerekirse o kadın tavlama konusunda uzmanlaşmış hatta bununla alakalı bir taktik kitabı dahi yazmış bir beyefendi. aynı zamanda bro code'un koruyucusu. kimsenin ne iş yaptığını bilmediği bu zengin adam lazer tag konusunda da oldukça iyi. ayrıca, tanrıyla kötü fotoğraf çekilmemek için pazarlık yaptığıda söyleniyor.
lily aldrin: babasıyla sorunları olan ve marshall'ı haksız yere terk ederek hepimizin kalbini kıran bu ablamız marshall'ın nişanlısıdır. dizide en az denilen başrol olabilir ve marshall ile üniversitede tanıştıklarını biliyoruz.
robin charles scherbatsky jr: arkadaş grubuna son katılan ve grubun en güzel kızı. o kadar güzel bir kızki bir bölümde chick hunter barney abimizle ted abimiz bu kız için kavga dahi etmiştir. kendisi ünlü bir sunucu olmak istemiştir ve gece haberlerinde sunuculuk ara arada spikerlik yaparken karşımıza çıkar. köpek sever olduğunuda unutmamak gerek. he bide kanadalı ( dizide kanadalı olmasının goy goyu çok geçiyor.)
imrenilecek bir dostluk yaşatan bu diziyi izlemediyseniz zamanınızı ayırıp izleminizi öneririm. pişman olmayacağınız garantisini veririm.
devamını gör...
politik insan olmak
insanların oluşturduğu süregelen düzen içerisinde hayatta kalarak yükselme ihtimalini en yüksek düzeye çıkaran durumdur.
devamını gör...
la piel que habito
thierry jonquet'in tarantula adlı romanından uyarlanan film. bolca acı, dram, entrika, ihanet, ölüm barındırıyor. bu anlamda bakınca pembe dizi havası taşıyor.konusu itibariyle ilgi çekici. gerilim, rahatsız olma gibi hisleri yaşamak, özgün bir film izlemek isteyenler için biçilmiş kaftan. film müzikleri çok isabetli seçilmiş, bütün gerilimi, acıları akıp giden bir nehir kadar olağanlaştırmış.
---bundan sonrası filmin içeriği hakkında bilgi içeriyor---
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
cerrah, kardeşiyle yasak ilişki yaşayan, birlikte kaçarken araba yandığı için yüzü tanınmaz hale gelen eşini iyileştirmek istiyor.-bu arada cerrah ve kardeşi anne bir kardeşler ve bunu bilmiyorlar. ikisi de annelerinin başka adamlardan yasak ilişkileri sonucunda dünyaya gelmiş.- onun için yoğun araştırmalar yapıyor, çaba gösteriyor ama eşi camda yansımasını görünce dehşete düşüp intihar ediyor. eşine çok aşık olan adamın elinde ona dair tek kalan şey kızları. kızın da annesini intiharını görünce psikolojisi bozuluyor. uzun süren bir tedavi görüyor. yavaş yavaş düzelirken bu defa biri ona tecavüz girişiminde bulunuyor. zaten zayıf bir psikolojiye sahip olan acı dolu ruhu buna dayanamayıp intihar ediyor. babası kızının intikamı için çocuğun peşine düşüyor.
cezalandırma şekli çok ürkütücü. çocuğun bedenini kadın bedenine dönüştürüyor ve hayvandan insana gen aktarımıyla elde ettiği suni deriyle ona yepyeni bir yüz, beden yapıyor. bu arada hayvanlardan insanlara yapılan gen aktarımı etik değil, bir suç. yani çocuğu hem yasak deneyinde kobay olarak kullanıyor, hem de evladının ölümüne neden olan tecavüzcünün ruhunun ait olduğu bedeni çalıyor. hormonsuz vajina ameliyatı falan yapıyor. bu bedeni eşine öykünerek inşa ediyor. işin ilginç yanı adam bu bedene zamanla aşık oluyor. tecavüzcü çocuk da bu durumu kullanarak o evden kurtulmayı başarıyor.adamı ve hizmetçileri sandığı annesini öldürüyor.
kızının sevgisinden dolayı canavar gibi soğukkanlılıkla bu kadar şey yapan adam, sonunda eşinin suretine yenik düşüyor. bir kez daha eşine güvenmenin bedelini ödüyor. kendi yarattığı beden onu öldürürken "sana güvenmiştim, diyor." aşk sevgi ne kadar büyük bir zaaf. insanı ne kadar da savunmasız bir hale getiriyor.
bir de işin anne boyutu var. yasak aşklarının bedelini oğullarının birbirlerine ihanetiyle ve birbirlerini öldürmeleriyle ödüyor. sokaklarda büyüyen diğer oğlu, kazadan sonra eve dönüyor. doktorun yarattığı bedeni görüyor. ölen sevgilisine benzeyen bedene tecavüz ederken kardeşi tarafından öldürülüyor. yasak aşk yaşamasaydı oğullarından biri annesini tanırdı, ona anne derdi. diğeri de kötü koşullarda büyüyüp it kopuk olmazdı. ağabeyini tanısa belki onun eşiyle ilişki yaşamazdı.
tutkular, zaaflar insanın hayatını işte böyle mahvediyor.
---bundan sonrası filmin içeriği hakkında bilgi içeriyor---
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
cerrah, kardeşiyle yasak ilişki yaşayan, birlikte kaçarken araba yandığı için yüzü tanınmaz hale gelen eşini iyileştirmek istiyor.-bu arada cerrah ve kardeşi anne bir kardeşler ve bunu bilmiyorlar. ikisi de annelerinin başka adamlardan yasak ilişkileri sonucunda dünyaya gelmiş.- onun için yoğun araştırmalar yapıyor, çaba gösteriyor ama eşi camda yansımasını görünce dehşete düşüp intihar ediyor. eşine çok aşık olan adamın elinde ona dair tek kalan şey kızları. kızın da annesini intiharını görünce psikolojisi bozuluyor. uzun süren bir tedavi görüyor. yavaş yavaş düzelirken bu defa biri ona tecavüz girişiminde bulunuyor. zaten zayıf bir psikolojiye sahip olan acı dolu ruhu buna dayanamayıp intihar ediyor. babası kızının intikamı için çocuğun peşine düşüyor.
cezalandırma şekli çok ürkütücü. çocuğun bedenini kadın bedenine dönüştürüyor ve hayvandan insana gen aktarımıyla elde ettiği suni deriyle ona yepyeni bir yüz, beden yapıyor. bu arada hayvanlardan insanlara yapılan gen aktarımı etik değil, bir suç. yani çocuğu hem yasak deneyinde kobay olarak kullanıyor, hem de evladının ölümüne neden olan tecavüzcünün ruhunun ait olduğu bedeni çalıyor. hormonsuz vajina ameliyatı falan yapıyor. bu bedeni eşine öykünerek inşa ediyor. işin ilginç yanı adam bu bedene zamanla aşık oluyor. tecavüzcü çocuk da bu durumu kullanarak o evden kurtulmayı başarıyor.adamı ve hizmetçileri sandığı annesini öldürüyor.
kızının sevgisinden dolayı canavar gibi soğukkanlılıkla bu kadar şey yapan adam, sonunda eşinin suretine yenik düşüyor. bir kez daha eşine güvenmenin bedelini ödüyor. kendi yarattığı beden onu öldürürken "sana güvenmiştim, diyor." aşk sevgi ne kadar büyük bir zaaf. insanı ne kadar da savunmasız bir hale getiriyor.
bir de işin anne boyutu var. yasak aşklarının bedelini oğullarının birbirlerine ihanetiyle ve birbirlerini öldürmeleriyle ödüyor. sokaklarda büyüyen diğer oğlu, kazadan sonra eve dönüyor. doktorun yarattığı bedeni görüyor. ölen sevgilisine benzeyen bedene tecavüz ederken kardeşi tarafından öldürülüyor. yasak aşk yaşamasaydı oğullarından biri annesini tanırdı, ona anne derdi. diğeri de kötü koşullarda büyüyüp it kopuk olmazdı. ağabeyini tanısa belki onun eşiyle ilişki yaşamazdı.
tutkular, zaaflar insanın hayatını işte böyle mahvediyor.
devamını gör...
kafa izni almasıyla sözlüğü güçsüz bırakan yazarlar
kişilik ve yazdıklarından bağımsız olarak 5 kişi gitti diye kendi dinamiklerini bir şekilde yenileyen sözlük türevi bir yer güçsüz düşmez.
uludağ sözlükten gelen yazarlar ister beğenin ister beğenmeyin normal sözlük bünyesine bir hareket katmışlardır, seversiniz sevmezsiniz o ayrı ancak bazen akış onlar sayesinde ayakta kalıyor.
yarın belki onlar gider yenileri gelir, belli olmaz. önemli olan sözlük içi / ideal ölçüde olmasa da, ki bunda ulu ve normal sözlük yazarı ayrımını kesinlikle yapmıyorum / hareketin olması, yazılması, başlık açılması.
su akar yolunu bulur.
uludağ sözlükten gelen yazarlar ister beğenin ister beğenmeyin normal sözlük bünyesine bir hareket katmışlardır, seversiniz sevmezsiniz o ayrı ancak bazen akış onlar sayesinde ayakta kalıyor.
yarın belki onlar gider yenileri gelir, belli olmaz. önemli olan sözlük içi / ideal ölçüde olmasa da, ki bunda ulu ve normal sözlük yazarı ayrımını kesinlikle yapmıyorum / hareketin olması, yazılması, başlık açılması.
su akar yolunu bulur.
devamını gör...
domestic hıyar
bugün doğum günüsüymüş. öncelikle mutluluk ve esenlikler dilerim.
kendisine gelecek olursam hiç tanımam, tek kelam etmişliğim de yoktur ama hani böyle birini uzaktan görürsünüzde bu benim kafadan dersiniz ya bazı insanlar için bu arkadaşta bana aynı hissiyatı veriyor.
neyse ömrün çok olsun diyeceğim ama beddua etmek istemiyorum. ömrün istediğin kadar olsun.
kendisine gelecek olursam hiç tanımam, tek kelam etmişliğim de yoktur ama hani böyle birini uzaktan görürsünüzde bu benim kafadan dersiniz ya bazı insanlar için bu arkadaşta bana aynı hissiyatı veriyor.
neyse ömrün çok olsun diyeceğim ama beddua etmek istemiyorum. ömrün istediğin kadar olsun.
devamını gör...
normal sözlük türk halk müziği sevenler kulübü
takribi 20 yıldır bende bağlama çalıyorum. başlığı görünce mutlu oldum yahu* halk müziği adı üstünde, türkülerin hepsinin bir yaşanmışlığı var. ne mutlu ki böyle bir kültüre sahibiz..
edit : bir de bunlar var tabi (bkz: 21. yüzyılda türkü dinlemekten öteye gidememek) allah akıl fikir versin ne diyelim..
edit : bir de bunlar var tabi (bkz: 21. yüzyılda türkü dinlemekten öteye gidememek) allah akıl fikir versin ne diyelim..
devamını gör...
pandemi nedeniyle ölmeye yüz tutan türk gelenekleri
düğünler .hadi inşallah.
devamını gör...
sözlük dergisi duyuruları
sevgili yazarlar, eğer yazılar sözlükten alıntı ise bunu belirtmek için bir girizgâh yazısı rica ediyoruz sizden. bunu söylemeyi unutmuşum.
devamını gör...