ilkokulda dışlanmak
babamın iflası ile istanbul' a geldik.
ıstanbul bana mersin'den sonra vahşi hayvanlarla dolu bir orman gibiydi...
mersin'deki kolejden, başka bir şehirin fakir semtindeki ilköğretim okuluna gelmek ayrı travmayken; o varlıklı hayattan bu görülmemiş yokluğa düşmenin ağırlığı daha da zordu. beslenmeme koyacak ekmeği zor bulduğumuz zamanlardı.
8 yaşındaydım, ilk gün okula üstümde kolej üniformasıyla gittim. öğretmen 'yarın önlükle gel' dedi.
annemler o akşam bir komşumuzun çocuğunun eskimiş önlüğünü yakası olmadan, başka başka düğmeler dikerek bana uydurdular. tabi yeni olduğum yetmiyormuş gibi bir de fakir olunca dikkatler üstüme yöneldi. zaten yaşca hepsinden iki yaş küçüktüm. doktor raporu ile ıq'su yüksek denilerek 5,5 yaşında birinci sınıfa başlamıştım.
sınıfta her beslenme saati, beslenmemi alıp çöpe ya da yere atan bir çocuk vardı. teneffüste "önümüze gelene bin tekme" ayağına bahçede duvara sıkıştırıp döverlerdi. hatta okulun merdivenlerinden ikinci kattan attıkları bile oldu. olaydan sonra aylarca kaburgalarım ağrıdı. gece yatağımda sessizce ağlardım. annem dayak yediğimi duyarsa buna kızıp döver korkusuyla, bu ağrılı süreci kendi başıma yaşadım. çünkü annem, dayak yedim diye dayak atardı.
okulda dövenlere ek bir de komşumzun 11 yaşındaki kızı döverdi beni. onlar 4 kardeşti en küçüğü benimle yaşıttı. ona gelinceye kadar, yolüstü 14-15 yaşlarında bir oğlan çocuğu önüme geçer bana sarılmaya çalışırdı. o sapık olan çocuğu babam fark edip ağız burun dağıttı ama diğerlerini bertaraf edemedim.
ıki sene boyunca okuldakiler, komsunun kızı, üstüne bir de annem döverdi cift dikiş olurdu dayaklarım.
bu sebeple okul yıllarında yaşananlar kaç yıl olursa olsun insanın benliğinde iz bırakıyor. *
ıstanbul bana mersin'den sonra vahşi hayvanlarla dolu bir orman gibiydi...
mersin'deki kolejden, başka bir şehirin fakir semtindeki ilköğretim okuluna gelmek ayrı travmayken; o varlıklı hayattan bu görülmemiş yokluğa düşmenin ağırlığı daha da zordu. beslenmeme koyacak ekmeği zor bulduğumuz zamanlardı.
8 yaşındaydım, ilk gün okula üstümde kolej üniformasıyla gittim. öğretmen 'yarın önlükle gel' dedi.
annemler o akşam bir komşumuzun çocuğunun eskimiş önlüğünü yakası olmadan, başka başka düğmeler dikerek bana uydurdular. tabi yeni olduğum yetmiyormuş gibi bir de fakir olunca dikkatler üstüme yöneldi. zaten yaşca hepsinden iki yaş küçüktüm. doktor raporu ile ıq'su yüksek denilerek 5,5 yaşında birinci sınıfa başlamıştım.
sınıfta her beslenme saati, beslenmemi alıp çöpe ya da yere atan bir çocuk vardı. teneffüste "önümüze gelene bin tekme" ayağına bahçede duvara sıkıştırıp döverlerdi. hatta okulun merdivenlerinden ikinci kattan attıkları bile oldu. olaydan sonra aylarca kaburgalarım ağrıdı. gece yatağımda sessizce ağlardım. annem dayak yediğimi duyarsa buna kızıp döver korkusuyla, bu ağrılı süreci kendi başıma yaşadım. çünkü annem, dayak yedim diye dayak atardı.
okulda dövenlere ek bir de komşumzun 11 yaşındaki kızı döverdi beni. onlar 4 kardeşti en küçüğü benimle yaşıttı. ona gelinceye kadar, yolüstü 14-15 yaşlarında bir oğlan çocuğu önüme geçer bana sarılmaya çalışırdı. o sapık olan çocuğu babam fark edip ağız burun dağıttı ama diğerlerini bertaraf edemedim.
ıki sene boyunca okuldakiler, komsunun kızı, üstüne bir de annem döverdi cift dikiş olurdu dayaklarım.
bu sebeple okul yıllarında yaşananlar kaç yıl olursa olsun insanın benliğinde iz bırakıyor. *
devamını gör...
tuzluk
tanım olarak içine tuz konulan ve sofrada kullanılan küçük kaptır fakat biz l&m severler için tuzluk erdal bakkal'dır ve çay da erdal bakkal'da içilir.

devamını gör...
ters ninja kanunu
birçok aksiyon filminde şahit olduğumuz bir sinema klişesidir.
malkoçoğlu, kara murat, tarkan filmlerinde kahramanlarımızın üzerine onlarca bizans askeri saldırır ancak sayıları ne kadar fazla ise kahramanlarımız o kadar az zarar görür. elbette insanlar bu filmleri izlerken eleştirmiş, on kişinin bir adamı öldürememesini saçma bulmuş, bu kadar çok düşmanla mücadele eden kahramanların bir çizik bile almaması ile dalga geçmişlerdir. ancak bu dalga geçilecek bir şey değildir. nasıl ki havaya attığımız bir nesne yerçekimi yasası gereği yere düşmek zorunda ise kahramanımızda ters ninja kanunu yüzünden tek sıyrık almadan kurtulmak zorundadır.
aynı kanun gereği hain kostok ya da artık ağzının yerini birliğimiz anton’a yaklaştıkça ve düşman sayısı azalmaya başladıkça mücadeleler uzamaya ve kahramanlarımız ciddi darbeler ve yaralar almaya başlar.

hollywood filmlerinde de bolca rastladığımız ters ninja kanunu için en iyi örneklerden biri kill bill diğeri ise john wick’tir. kill bill filminde the bride onlarca kişiye kılıçla saldırdığında nadiren yaralansa da filmin hemen başında vernita green tarafından epey hırpalanır. john wick ise yakın mesafeden headshotlarla sıka sıka ilerlerken italyan takımları kırışmazken kütüphanede karşılaştığı ernest tarafından az da olsa hırpalanır.

dolayısıyla filmlerle dalga geçmeden önce kanunları öğrenmekte fayda var. kanundan kaçılmaz, gidelim.
malkoçoğlu, kara murat, tarkan filmlerinde kahramanlarımızın üzerine onlarca bizans askeri saldırır ancak sayıları ne kadar fazla ise kahramanlarımız o kadar az zarar görür. elbette insanlar bu filmleri izlerken eleştirmiş, on kişinin bir adamı öldürememesini saçma bulmuş, bu kadar çok düşmanla mücadele eden kahramanların bir çizik bile almaması ile dalga geçmişlerdir. ancak bu dalga geçilecek bir şey değildir. nasıl ki havaya attığımız bir nesne yerçekimi yasası gereği yere düşmek zorunda ise kahramanımızda ters ninja kanunu yüzünden tek sıyrık almadan kurtulmak zorundadır.
aynı kanun gereği hain kostok ya da artık ağzının yerini birliğimiz anton’a yaklaştıkça ve düşman sayısı azalmaya başladıkça mücadeleler uzamaya ve kahramanlarımız ciddi darbeler ve yaralar almaya başlar.

hollywood filmlerinde de bolca rastladığımız ters ninja kanunu için en iyi örneklerden biri kill bill diğeri ise john wick’tir. kill bill filminde the bride onlarca kişiye kılıçla saldırdığında nadiren yaralansa da filmin hemen başında vernita green tarafından epey hırpalanır. john wick ise yakın mesafeden headshotlarla sıka sıka ilerlerken italyan takımları kırışmazken kütüphanede karşılaştığı ernest tarafından az da olsa hırpalanır.

dolayısıyla filmlerle dalga geçmeden önce kanunları öğrenmekte fayda var. kanundan kaçılmaz, gidelim.
devamını gör...
insana mutluluk veren sıradan olaylar
kaygan zeminde kaymadan yürüyüp geçmek.
sevgilinin farkında olmadan ettiği iltifat.
gelecekten güncelleme:
çimenlere yaslanıp elin uyuştu ve acıdı diye sevgilinin "elimin üzerine elini koy acımaz böylece" demesi.
çok basit ve sıradan bi olay ama ince detaylar çok samimi. *
ikinci gelecekten güncelleme: şunu yazan biri üzülmez. üzmeniz için gerçekten kalbinizin kapkara olması lazım.
mutlu olduğum ve koşa koşa gelip yazdığım şeye bak ya..
gerçekten kötüsünüz ve kötülüğün içten geldiğine inanıyorum artık.
sevgilinin farkında olmadan ettiği iltifat.
gelecekten güncelleme:
çimenlere yaslanıp elin uyuştu ve acıdı diye sevgilinin "elimin üzerine elini koy acımaz böylece" demesi.
çok basit ve sıradan bi olay ama ince detaylar çok samimi. *
ikinci gelecekten güncelleme: şunu yazan biri üzülmez. üzmeniz için gerçekten kalbinizin kapkara olması lazım.
mutlu olduğum ve koşa koşa gelip yazdığım şeye bak ya..
gerçekten kötüsünüz ve kötülüğün içten geldiğine inanıyorum artık.
devamını gör...
parlak taşın hikayesi
seneler önce köylünün biri tarlasını sürerken parlak bir taş bulup eşeğinin boynuna takar. eve dönünce eşi taşı beğenir ve “bu taş evimizde dursun, gelen komşular çatlasın” der.
muhtar ve karısı köylünün evine misafirliğe gelince muhtarın karısı parlak taşı görür. çok beğenip “bu taş köyümüzün simgesi olsun, muhtarlıkta dursun” deyip bir koyun karşılığında taşı alır.
köylü sevinir. “bir taş karşılığında bir koyun aldım”.
parlak taş bir müddet muhtarlıkta durur. ilçe esnafından biri muhtarlığa gelince “bu taş başkente yakışır, al sana 10.000 tl, köyünün ihtiyaçlarını karşıla” der.
muhtar kıs kıs güler “bir koyuna almıştım, iyi okuttum taşı”.
kendini uyanık sanan esnaf, partisinin ilçe teşkilatından birisine gösterir taşı. “hem kaçak inşaatıma ses çıkarmazlar, hem de bizim oğlanı işe alırlar, hem de üste para verirler” der içinden.
parti üyesi 15.000 tl’ye alır o parlak taşı. bakanın birine hediye edip göze girmek ister.
ne var ki bakan istifa eder. keyif çayının yanında çokomel olmayınca partide dengeler değişir.
parti üyesi gider bir kuyumcuya. kuyumcu çırağı bakar parlak taşa. 20.000 tl’ye anlaşırlar.
yarım saat sonra genç bir kadın ile yaşlı bir amca gelir kuyumcuya.
”aşkitom çok beğendim bu taşı, iyi parlıyor, ne acaba, alsana deyince” yaşlı adam alır taşı 40.000 tl’ye.
kuyumcu çırağı memnun, “ustam olsa gurur duyardı benimle” diye sevinir.
yaşlı amca 80 yaşında olduğu için mavi haplar alır, haliyle kalp krizinden vefat eder.
genç kadın da ünlü bir kuyumcuya gidip taşı satıp, 60.000 tl’yi cebe indirir.
“bana aptal sarışın dediler. gerçi saçlarım sarı boya ama 40.000 tl’ye alıp 60.000 tl’ye sattım. bir de hem güzel hem akıllı olunmaz derlerdi” diye güler.
parlak taş olan 145,44 karatlık elmas el değiştirmeye devam eder ve en son 1.000.000 dolara bir prenses tarafından satın alınır.
köylü, muhtar, esnaf, kuyumcu çırağı, genç kadın, yaşlı adam sarraf olmadıkları için o parlak taşın gerçek değerinden haberleri yoktur. o vakitler internet de yoktur.*
"bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında o şey kıymetlidir.”
susuzluk çeken ülkelerdeki insanlar bir damla suyun kıymetini bilir.
ramazan’da iftar sofrasında bir zeytin bile o kadar kıymetlidir ki.
senin ırkın, dinin, milliyetin, cinsiyetin, maddi durumun kimine göre çok şey fark eder, kimine göre ise hiçbir şey.
hayatın çevrendeki insanlara göre değer kazanır hikayedeki parlak taş gibi.
çevrendeki insanları akıllıca seçersen o insanların seni paha biçilmez göreceğine emin olursun.
“insan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır” der jim rohn.
benzer hedeflerin olduğu kişilerle bir aradaysan, başarın da katlanır.
kimi ay’a gideceğiz diye sevinir. kimi de ay’a bu uzay bütçesi ile nasıl gideceğiz diye düşünür.
bbc’nin haberine göre türkiye uzay ajansı'na ayrılan bütçe 38 milyon tl.
rusya, soyuz roketleriyle bir astronotu uluslararası uzay istasyonu'na göndermek için 80 milyon doların üzerinde ücret talep ediyor. kaynak
haberi okuduktan sonra konfüçyüs’e kulak vermek gerekir. “bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınınız”.
aşkı bilenler ve ona değer verenler ile aşk güzeldir.
muhtar ve karısı köylünün evine misafirliğe gelince muhtarın karısı parlak taşı görür. çok beğenip “bu taş köyümüzün simgesi olsun, muhtarlıkta dursun” deyip bir koyun karşılığında taşı alır.
köylü sevinir. “bir taş karşılığında bir koyun aldım”.
parlak taş bir müddet muhtarlıkta durur. ilçe esnafından biri muhtarlığa gelince “bu taş başkente yakışır, al sana 10.000 tl, köyünün ihtiyaçlarını karşıla” der.
muhtar kıs kıs güler “bir koyuna almıştım, iyi okuttum taşı”.
kendini uyanık sanan esnaf, partisinin ilçe teşkilatından birisine gösterir taşı. “hem kaçak inşaatıma ses çıkarmazlar, hem de bizim oğlanı işe alırlar, hem de üste para verirler” der içinden.
parti üyesi 15.000 tl’ye alır o parlak taşı. bakanın birine hediye edip göze girmek ister.
ne var ki bakan istifa eder. keyif çayının yanında çokomel olmayınca partide dengeler değişir.
parti üyesi gider bir kuyumcuya. kuyumcu çırağı bakar parlak taşa. 20.000 tl’ye anlaşırlar.
yarım saat sonra genç bir kadın ile yaşlı bir amca gelir kuyumcuya.
”aşkitom çok beğendim bu taşı, iyi parlıyor, ne acaba, alsana deyince” yaşlı adam alır taşı 40.000 tl’ye.
kuyumcu çırağı memnun, “ustam olsa gurur duyardı benimle” diye sevinir.
yaşlı amca 80 yaşında olduğu için mavi haplar alır, haliyle kalp krizinden vefat eder.
genç kadın da ünlü bir kuyumcuya gidip taşı satıp, 60.000 tl’yi cebe indirir.
“bana aptal sarışın dediler. gerçi saçlarım sarı boya ama 40.000 tl’ye alıp 60.000 tl’ye sattım. bir de hem güzel hem akıllı olunmaz derlerdi” diye güler.
parlak taş olan 145,44 karatlık elmas el değiştirmeye devam eder ve en son 1.000.000 dolara bir prenses tarafından satın alınır.
köylü, muhtar, esnaf, kuyumcu çırağı, genç kadın, yaşlı adam sarraf olmadıkları için o parlak taşın gerçek değerinden haberleri yoktur. o vakitler internet de yoktur.*
"bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında o şey kıymetlidir.”
susuzluk çeken ülkelerdeki insanlar bir damla suyun kıymetini bilir.
ramazan’da iftar sofrasında bir zeytin bile o kadar kıymetlidir ki.
senin ırkın, dinin, milliyetin, cinsiyetin, maddi durumun kimine göre çok şey fark eder, kimine göre ise hiçbir şey.
hayatın çevrendeki insanlara göre değer kazanır hikayedeki parlak taş gibi.
çevrendeki insanları akıllıca seçersen o insanların seni paha biçilmez göreceğine emin olursun.
“insan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır” der jim rohn.
benzer hedeflerin olduğu kişilerle bir aradaysan, başarın da katlanır.
kimi ay’a gideceğiz diye sevinir. kimi de ay’a bu uzay bütçesi ile nasıl gideceğiz diye düşünür.
bbc’nin haberine göre türkiye uzay ajansı'na ayrılan bütçe 38 milyon tl.
rusya, soyuz roketleriyle bir astronotu uluslararası uzay istasyonu'na göndermek için 80 milyon doların üzerinde ücret talep ediyor. kaynak
haberi okuduktan sonra konfüçyüs’e kulak vermek gerekir. “bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınınız”.
aşkı bilenler ve ona değer verenler ile aşk güzeldir.
devamını gör...
yılanların öcü
devamını gör...
elde sprey boya olsa duvara yazılacak şey
"ya kelebekler dünyayı gördükten sonra intihar ediyorsa ?"
devamını gör...
okunması gereken kitaplar
sürücü kursu kitabıdır. okunmadığının kanıtını trafikte 5 dakika harcadığınızda çokça kez görürsünüz.
devamını gör...
gençlerde işsizlik diye bir kaygının bulunmaması
yaşım 20. halen üniversite eğitimime devam etmekteyim. okula gidebildiğim süreçte part-time olan zaman zaman full time da dahil olmak üzere birçok farklı işte çalıştım. şimdi bu başlığı açan arkadaşın anlamadığı şey şu öğrencilik yıllarında bu işler problem değildir günü kurtarmak adına çalışırsınız ama mezun olduktan sonra neden anketörlük yapmaya devam edeyim? yıllarca bir alana bağlı eğitim aldıktan sonra neden yani neden?
hadi bunları geçtim şuan memleketimdeyim. iş yok arkadaş burada iş. fabrikada çalışamam malum askerliğe daha çok var. ee diğer işler desen her yer kapalı zaten küçük bir ilçe, yasak olmasa da iş yok. köyde zeytinlik ile damda bulunan birkaç koyun ile oyalanıyorum işte ne yapabilirim başka? çiftçilikte benim öğrenim gördüğüm alanın dışında bir meslek lakin babam topraktan ve hayvandan anlar. çocukluğundan beri çobanlık yapıp zeytin ağaçlarıyla uğraşmış adam. yaşamak için. ondan öğrendiklerim ile beraber çiftlik kurmayı hayal etmeyi denedim ama olmuyor edemiyorum. bunun sebebini uzun uzadıya yazmaya hacet yok. sadece şunu bilin devletten destek istemiyorum vergiler ile köstek olmasın yeterli.
uzaktan bakıp gençler hakkında atıp tutmak kadar kolay bir şey yok. konuşun bol bol konuşun. orhan veli'nin dediği gibi "hava bedava su bedava" konuşmakta bedava bundan sonra. *
başlık için tanımı şöyle bırakayım.
(bkz: bir yeni nesil söylencesi; boş yapmak)
hadi bunları geçtim şuan memleketimdeyim. iş yok arkadaş burada iş. fabrikada çalışamam malum askerliğe daha çok var. ee diğer işler desen her yer kapalı zaten küçük bir ilçe, yasak olmasa da iş yok. köyde zeytinlik ile damda bulunan birkaç koyun ile oyalanıyorum işte ne yapabilirim başka? çiftçilikte benim öğrenim gördüğüm alanın dışında bir meslek lakin babam topraktan ve hayvandan anlar. çocukluğundan beri çobanlık yapıp zeytin ağaçlarıyla uğraşmış adam. yaşamak için. ondan öğrendiklerim ile beraber çiftlik kurmayı hayal etmeyi denedim ama olmuyor edemiyorum. bunun sebebini uzun uzadıya yazmaya hacet yok. sadece şunu bilin devletten destek istemiyorum vergiler ile köstek olmasın yeterli.
uzaktan bakıp gençler hakkında atıp tutmak kadar kolay bir şey yok. konuşun bol bol konuşun. orhan veli'nin dediği gibi "hava bedava su bedava" konuşmakta bedava bundan sonra. *
başlık için tanımı şöyle bırakayım.
(bkz: bir yeni nesil söylencesi; boş yapmak)
devamını gör...
seni sen yapan özelliklerin
herkesin ya şu özellik benle bütünleşmiş dediği bir özelliği vardır.
sakinliğim ve soğukkanlılığım.
dünya yansa sakince ' şunu şöyle yapsak belki kurtuluruz' diyebilirim.
karşımdaki avaz avaz bağırırken gülümseyerek dinlerim. hatta bazen sakinliğime daha fazla sinirlenenler olur.
sakinliğim ve soğukkanlılığım.
dünya yansa sakince ' şunu şöyle yapsak belki kurtuluruz' diyebilirim.
karşımdaki avaz avaz bağırırken gülümseyerek dinlerim. hatta bazen sakinliğime daha fazla sinirlenenler olur.
devamını gör...
ölmeden önce yapılacaklar listesi
100 tane maddeden oluşan listedir genellikle. birçoğu maddiyata dayalı isteklerden ibarettir. şahsım adına konuşmam gerekirse:
-medeniyetten uzak şekilde 1 ay doğada yaşamak.
-plan yapmadan yola çıkmak ve gidebildiğim kadar uzağa uzun bir yolculuk gerçekleştirmek.
-bir kedi ve bir köpek sahiplenip onları asla bırakmamak.
şeklinde uzar gider.
-medeniyetten uzak şekilde 1 ay doğada yaşamak.
-plan yapmadan yola çıkmak ve gidebildiğim kadar uzağa uzun bir yolculuk gerçekleştirmek.
-bir kedi ve bir köpek sahiplenip onları asla bırakmamak.
şeklinde uzar gider.
devamını gör...
eğlence olsun diye akp'ye oy vermek
emin ol sonrası daha eğlenceli olacak. hop oturup hop kalkacaksın.
devamını gör...
nizanim (yazar)
bilirim ponçiklik sevmez, nickaltı edebiyatı sevmez ama fakat ve lakinki solda görünce dayanamam belirtmek isterim kendisini sevdiğimi. evet bak tanımlarına değil övgüler, okuyorum beğeniyorum ama kendisini seviyorum. çok minnoş birisi. doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar annem, biz onuncu köyden selam ederiz, boşver. çokta kibar, kırılgan bir yapısı var, üzmeyelim ponçitamızı.
devamını gör...
ispanyolca
ispanyolcada b-v ayrımı yoktur. v sesi yok demek daha doğru olur belki de. alfabede harf olarak var fakat ses olarak mevcut değil. o yüzden vale yerine bale, vamos yerine bamos, voz yerine boz duyarsınız hatta böyle yazanları bile görebilirsiniz. ama siz v ile okuyabilirsiniz, bu iki ses akrabadır zaten.
yanlış yazıma bir örnek
yanlış yazıma bir örnek
devamını gör...
amat
ihsan oktay anarın 2005 yılında yayımlanan kitabıdır. yazarın benim için en iyi 3 kitabından birisidir.
17.yüzyılda geçen bir hikayeyi okuruz istanbuldan hareket eden bir geminin adıdır amat.
kitap son derece zor ve felsefi ibareler bulunduran bir kitaptır. ama bir sınır vardır o zorluğu aşarsanız eğer kitaptan alacağınız keyif yazıyla tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
iddia ediyorum bu kitabı yabancı bir yazar yazsaydı bütün dünya konuşuyor olurdu evet coğrafya aynen anladınız demi.
peki neden bu kitap kusursuza yakın diye soracak olursanız sebeplerini saymaya çalışayım elimden geldiğince.
ilk olarak ihsan oktay anar mükemmel bir şekilde zaman döngüsünü aktarmıştır okurken şaşırır kalırsınız.
ikincisi ise dini göndermeler kuranı kerimden incile kadar göndermeler bulunur.
üçüncü olarak ihsan hoca insan ve şeytan tanrı arasındaki önemli noktaları çok ama çok güzel anlatmıştır.
dördüncü olarak kurmaca kısmına girelim istiyorum ihsan oktay anar ilk sayfadan itibaren sizi denizin derinliklerine bırakıveriyor ve keyifle kapılıp gidiyorsunuz.
beşinci olarak hayali unsurlar çok fazla ve çok keyifli ihsan hocanın poposundan uydurduğu ama gerçeğe yakın kaynaklar o kadar keyifli ki anlatamam.
daha saymakla bitmeyecek kadar sebep var lakin benim kapasitem bu kadar.
adettendir deyip sevdiğim alıntılara notlara geçelim.
--- alıntı ---
ilk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ganimet alırsak nasip, ölürsek de kısmet deriz .
--- alıntı ---
--- alıntı ---
siz siz olun, sakın ola ki intikam peşinde koşan bir reisin gemisine yazılmayın. çünkü böyle biri, ele geçirmek değil, gemiyi batırmak ister. kendi şahsi öfkesi uğruna ganimetin canına okur. denizcinin ekmeğiyle oynar.
--- alıntı ---
17.yüzyılda geçen bir hikayeyi okuruz istanbuldan hareket eden bir geminin adıdır amat.
kitap son derece zor ve felsefi ibareler bulunduran bir kitaptır. ama bir sınır vardır o zorluğu aşarsanız eğer kitaptan alacağınız keyif yazıyla tarif edilemeyecek kadar büyüktür.
iddia ediyorum bu kitabı yabancı bir yazar yazsaydı bütün dünya konuşuyor olurdu evet coğrafya aynen anladınız demi.
peki neden bu kitap kusursuza yakın diye soracak olursanız sebeplerini saymaya çalışayım elimden geldiğince.
ilk olarak ihsan oktay anar mükemmel bir şekilde zaman döngüsünü aktarmıştır okurken şaşırır kalırsınız.
ikincisi ise dini göndermeler kuranı kerimden incile kadar göndermeler bulunur.
üçüncü olarak ihsan hoca insan ve şeytan tanrı arasındaki önemli noktaları çok ama çok güzel anlatmıştır.
dördüncü olarak kurmaca kısmına girelim istiyorum ihsan oktay anar ilk sayfadan itibaren sizi denizin derinliklerine bırakıveriyor ve keyifle kapılıp gidiyorsunuz.
beşinci olarak hayali unsurlar çok fazla ve çok keyifli ihsan hocanın poposundan uydurduğu ama gerçeğe yakın kaynaklar o kadar keyifli ki anlatamam.
daha saymakla bitmeyecek kadar sebep var lakin benim kapasitem bu kadar.
adettendir deyip sevdiğim alıntılara notlara geçelim.
--- alıntı ---
ilk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
ganimet alırsak nasip, ölürsek de kısmet deriz .
--- alıntı ---
--- alıntı ---
siz siz olun, sakın ola ki intikam peşinde koşan bir reisin gemisine yazılmayın. çünkü böyle biri, ele geçirmek değil, gemiyi batırmak ister. kendi şahsi öfkesi uğruna ganimetin canına okur. denizcinin ekmeğiyle oynar.
--- alıntı ---
devamını gör...
radyo dinlemek
1990 yılından sonra doğan nesilde radyo dinleme alışkanlığı olduğu söylenemez. bir de çoğu radyonun kaliteli, farklı ve ruhu tatmin edici müzik yayını yapmaktan yoksun olmaları, bilgisayara komut verip, otomasyona bassın , non - stop müzik yayını yapalım modunda takılmaları, dinleyicinin spotify'da, apple music'ta, youtube'da bulabileceğim müziği sen bana versen ne olur vermesin ne olur diye pozisyon belirlemesi ile radyoların alanı sadece uzun yol ve trafik meşgalesi olarak sınırlı kaldı.
devamını gör...