geri dön hidano, gitmek sana yakışmıyor.*
devamını gör...

ben çaylakken aldıgım artı oyları veren o güzel insanları takibe aldım. vefa diye bişi var.
devamını gör...

depresyonda olduğunuzun bir belirtisi olabilir. her ağlayamadığınızda bir kere daha içinize atmış oluyorsunuz. bunun sonucunda da dürtü kontrol bozuklukları ortaya çıkabiliyor.
hem bir psikolog yardımı almalı hem de kendinize zaman tanımalısınız.

sizin başınıza gelenler kimsenin suçu değil. sizin suçunuz değil, karşıdakinin suçu da değil. birini suçlamak istediğinizi biliyorum, birini suçlamazsanız kendinizi suçlayacaksınız çünkü. ama hepimiz buna benzer olaylar yaşıyoruz. birilerine suç atmak yerine çözüme ulaşmaya çalışalım. kinlenmek size daha iyi hissettirmeyecek.
devamını gör...

evet ya.
öyle canlı kanlı moderatör istiyoruz.
buluşalım, yemek ısmarlayalım, oturup çay içelim falan yani.
lütfen...
devamını gör...

(bkz: ava giderken avlanmak)
devamını gör...

beni ölünce çöpe falan atabilirsiniz.

ölümü deneyimlemeden önce de -ölüm nasıl deneyimleniyorsa öyle tabi- böyle düşünüyordum, şimdi de böyle diyorum. en azından doğaya, canlılara bir faydam olur. toprak altında da oluyor tabi muhakkak bu dediğim, ama iş büyük, zahmeti çok mezar işinin. ondan da ziyade birazdan bahsedeceğim gündemleri var. konu bedenin dönüşümü ise (daha çirkin bir kelime ile anmak istemediğim için özür dilemeyeceğim) gayet basit yollardan da gerçekleştirilebilir bu. her neyse. kimse çöpe atmayacak beni, bu belli bir şey. ama yapabilirler(di). gerçekten bu sorun değil(di).

mezar, mezarlık garip bir yer. sevdiğiniz birini orada bırakmak, o "ritüeli" yaşamak gerçekten çok ilginç. bundan daha da çok çarpıcı bir hissi var gömme konusunun. ne kadar somutta kalmaya çalışırsanız çalışın, neye inanıyor, nasıl anlamlandırıyor, nasıl yaşıyor olursanız olun ölümü, mezarlık, mezarın kendisi, kefenin ya da tabutun üzerine toprak atmak işi zihninizin, düşüncelerinizin üstünü de bir süreliğine örtüyor... saçma sapan şeyler düşünüyorsunuz. toprak, taş falan alıp eve getiriyorsunuz. çıkmıyor aklınızdan uzun süre. sinirleniyorsunuz falan. keşke sadece görevliler yapsa bu işi, kimse şahit olmasa falan diye düşündüğümü hatırlıyorum mesela. ya da keşke başka bir yolu olsa bu işin diye. yani konu ölümden çok bir süreliğine mezar oluyor bir yakınınızı kaybettiğinizde. yahu desenize ne genelleme yapıyorsun deli misin, sende böyle olmuş bu iş. her neyse. çekim eklerime sahip çıkıyorum yazının devamında tamam, söz.

ülkede en hızlı, en sorunsuz, en düzgün işleyen sistematiklerden biri kurulmuş defin süreci için desem abartmış olmam bence. yakınınız öldükten hemen sonra, hastanede gerçekleşen ölümler için konuşuyorum, vefat eden kişinin birinci derece yakınlarından birini önce belediye, ardından mezarlıklar müdürlüğü arıyor. son derece kısa ve nazikçe gerçekleşen bu telefon görüşmelerinde anlıyorsunuz ki, sizin için her şey önceden ayarlanmış. siz, doktorların sizi hazırlamaya çalışan "allahtan ümit kesilmez ama durum bu bu" minvalli tüm konuşmalarına maruz kalır yine de umudunuzu yitirmeden belki de yürüyerek çıkacak buradan diye hayaller aleminde gezerken, bir ekibin arka planda birkaç gün içinde ölmesi muhtemel yakınınız için çeşitli ayarlamalar yapmış olduğunu fark ediyorsunuz. her şey çok hızlı oluyor. belediye cenaze nakil aracı gönderiyor, sizin mezar yeriniz varsa oraya naklediliyorsunuz, yoksa sizin için ayarlanan mezar yerine götürülüyorsunuz görevlilerce. normalde devlet dairelerinde, resmi işlemlerde suratımıza bakılmamasına, sorduğumuz sorulara bile yarım ağızlı cevaplar almaya alışkın olduğumuz için sizin için hiç zahmet yaratılmadan işlerin hallediliyor olmasına şaşırmadan edemiyorsunuz hala şok haliniz devam ettiği için falan. garip. ben ölüm belgesinin 3 nüsha olarak bana ücretsiz şekilde fotokopi çekilip bir devlet hastanesinde teslim edilmesinden dolayı yaşadığım şaşkınlığı mezarlığa giderken ablama anlattım yaa. döndü bana baktı, gerizekalı mısın senem, bana ne şu an fotokopiden dedi. ama birini mezarlıklar müdürlüğüne birini bilmem nereye verecekmişiz, hatta isterseniz aslı gibidir yapıp çoğaltabilirim bile dedi görevli dedim. cevap vermedi.
diyemedim ki, işler halledilmeliydi ve sen hamilesin. muhatap bendim. işlerin halledilmesine odaklı olduğum için ana kaptırmışım kendimi, özür dilerim.

geliyorsun mezarlığa, gömülmeden önce yapılması gereken bazı işler var. son hazırlıklar... aslında çok bilmiyorum buralarını ben meselenin. hem görmek istemedim hem de çok bulanık zaten. mezarlığın içindeki camiye gidene kadarki süreç çok yok bende. o yüzden detay veremiyorum ama sonra bir noktada namaz kılınıyor ölen kişi müslümansa. şaşırdığın birçok insan geliyor. gelmesini istediğin, ihtiyacın olan kimileri gelemiyor belki. hala çok bir şey anlamıyorsun. miden bulanıyor. sigarayı iç, yeme diye fısıldıyor en yakın arkadaşın kulağına. biraz ağlıyorsun, saçma bir espri yapıyorsun beklerken. herkes gülümsüyor sen hariç. namaz bitiyor. hızla taşıyorlar tabutu. sessizce yürüyorsun arkalarından.

mezar yeri kazılmış oluyor vardığınızda. sen kimseyi aramadın halbuki. başka biri de aramış olamaz biliyorsun. kim bu insanlar, nereden biliyorlardı babamın öleceğini diye geçiyor kafandan. acaba daha önce mi öldü, bize mi söylemediler diye uyanıyor aklının şeytanları kısa bir an için. bize bildirdikleri saatin üzerinden daha kaç saat geçti ki? gece çalışmıyor devlet daireleri...
düşüncelerin çok hızlı dağılıyor. toparlayamıyorsun zaten hiçbir şeyi. bak şimdi tabutun kapağı açıldı. uçup gidiyor kafan. alıyorlar koyuyorlar kuyuya. bir imam duruyor baş ucunda. göz göze geliyor senle, kaçırıyor bakışlarını. yapmayın demek istiyorsun, diyemiyorsun ya da bir an önce bitirin. o da olmuyor. uzadıkça uzuyor. kürekleri alıyorlar birbirlerinden elinden. nedense... son görev. birinin üstüne toprak atma görevi? mükemmel değil mi...

sonrası yine karanlık. dedim ya düşünceler, zihin örtülüyor. şuursuz bir süreç başlıyor. savrula savrula. oraya buraya çarpa çarpa. ben sadece mezarın içini düşünüyordum. hep mutsuz değildim, biraz zaman geçti, oh, sonunda çektiği acılar bitti bile dedim. sonra kalktım mezarlığa gittim toparladığımı düşünüp, baktım hala aynı noktadayım. hmm peki. daha zamanı gelmemiş.

önce özlemedim ben bir süre. daha önce de söylemiştim bunu birkaç kez. başka şeyler yaşadım, düşündüm dediğim gibi. sonra o başka şeyler, özlem tarifsiz bir büyüklükle her yeri kaplayınca ya yok oldular ya gözümün önünden onları göremeyeceğim bir yerlerimde kayboldular. yarın anlayacağız. evet yarın mezarlığa gidiyorum yeniden. özlemimi giderebileceğim bir manası olan bir mekan olarak ele almıyorum mezarlığı. o taşın işaret ettiği mezar yerinde bir ceset var çürümüş, babam yok. onunla konuşabileceğim bir yer falan da değil orası. hiçbir manası yok. mermerle etrafı çevrilmiş birkaç ton toprak görebiliyor olacağımı umuyorum yarın. ama böyle şeyleri yaşamadan tahmin edemiyorsun. böyle şeyleri düşünmemek gerektiğini ise yeterince kanadıktan sonra öğreniyorsun.

bakalım.
devamını gör...

bir iki noktasına değineceğim yazıdır.

random atılması yasak olmalı ve hatta "çük, bok" vb. dediğiniz saçma kelimeler de 'kullanılabilir' denerek teşvik edilmemeli.

ayrıca "bir sorununuz olduğu zaman ulaşabilirsiniz ancak sorunun çözüleceğine dair güvence verilmez" tanımı ve üslubu güven ve disiplin duygusuna çok uzak kaçan bir konuydu. rahatsız olunan bir durum varsa tabii çözülmelidir.

ekşi sözlük'te, hakkında yazılanlardan ötürü geldim ve beni en çok etkileyen entry, birinin "lan diyerek entry girdim ama ortam o kadar entelektüeldi ki geri dönüp utanıp sildim" demesiydi.

popüler kültür ayağına burayı random atanlarla, gereksiz leş kelimeler kullananlarla doldurursanız ve de "bir sorun varsa kesinlikle çözülmesi için aksiyon alınır" demediğiniz takdirde sizi ekşi sözlük denen mecradan farklı kılan tek şey, daha az tıkanıyor oluşunuz kalır.

burası bilgi paylaşım platformu olan ciddi bir yer olduğu takdirde burası "bir şey" olur. diğer türlü yeni bir sözlük açmanın bile bir anlamı yoktur.
devamını gör...

doğruluğunu tespit ettiğim gerçeklik.
misal #1203762 başlığı açan yazar ile kelime kelimesine aynı şeyi yazdım.
o 45 oy aldı, ben 5.
arabada 5 ev de 15 mevzusuna döndü.
dişi olmadığım için mi öbürsüleştiriyonuz lan beni, bir miktar üzüldüm.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
biraz eski ama olsun.
devamını gör...

bu sözlük benim sosyal yönümü tavan yaptırdı arkadaş. etkinlik, dicord, radyo madyo alayında varım.
tabiki katılacağım. bana buralarda alexander alekhine derler anam.
devamını gör...

moderasyondan ricam intihar temalı başlıkların silinmesi yönünde. çünkü o aptal şakalarınızı ve o kemiksiz dilinizi her yere uzatmanızı da alıp gitmiyorsunuz bir türlü. insanların psikolojisinin deyim yerindeyse içinden geçiyorsunuz, utanmadan dalga geçiyorsunuz ve o insan nasıl etkilenir diye hiç düşünmüyorsunuz.

intiharı asla yüceltmiyorum ama sizin olaya tepkileriniz insancıl değil. bazılarınız o kadar zalimsiniz ki. ise yarasa suratınıza da tükürürüm de israf olur.
devamını gör...

kefalet ile asla karıştırılmaması gerekilen kelime.

kefaret bütün dinlerde yeri olan bir kelimedir. günahını bağışlatmak için tanrı huzurunda verilen sadaka ya da bağıştır.

kefalet kısaca kefil olmak demektir. misal haberlerde sıkça duyduğunuz : "kefaletini ödeyip hapse girmekten kurtulup serbest kaldı" cümlesinde kefalet, kefilim bir daha bu boku yapmayacağım alın kefilliğimin teminatı x kadar para, beni azat edin anlamına gelir.
devamını gör...

bu adamın her sene sonunda yüzüne yansıyan hayal kırıklığını gördükçe çok acıyorum.

acaba bilse bugünleri hiç çıkar mıydı aziz yıldırımın karşısına?

tüm rakipler sırayla seri bitiriyor, kadıköy de gelen geçen birer ikişer sallayıp geçiyor.

ama bir yönden başarılı, göz boyama konusunda çok mahir bir zat kendisi. iki transfer, bir iki afilli gönderme tamam.

fenerbahçe taraftarı far görmüş tavşan moduna geçiyor hemen. öyle taraftara böyle başkan tabi.
devamını gör...

jerome david salinger'dan okuduğum ilk kitaptı. oldukça akıcı, kolayca okunacak türden. sanki amerikan filmini kitaba yansıtmışlar gibi hissettirdi bana. kitapta sık sık argo sözcüklere yer verilmiş ama benim için rahatsız edici değildi. genel olarak olay örgüsü tek bir karakter üzerinde olsa da çeşitli yan karakterler sayesinde sıkmadan okunuyor.

kitabın baş karakteri olan holden caulfield'ın okuldan atılması ve başına gelen türlü maceraları anlatıyor.

16 yaşındaki holden hayatın bazı gerçeklerini görmüş ve bunları sindirmeye çalışan bir karakter. o yaştaki herkes gibi kafası sorularla dolu. holden'ın içsel sorgulamalarını okuyorsunuz. hayatı anlamlandırmaya çalışan ve gerçek bir şeyler arayan birinin iç sesiyle konuşmasını okur gibi hissettiriyor.

okuyan birçok kişiye göre holden agresif, hiçbir şeyi beğenmeyen, zengin bir ailenin şımarık çocuğu gibi görülebilir.
bence holden; insanları çok iyi bir şekilde gözlemleyen ve bu sayede insanların sahtekârlığını da kolayca anlayabilen biri.

mesela insanların arabaları taparcasına sevmesine, güzel mesleği olan birini görünce övmelerine, sigara içerek havalı gözükmeye çalışanlara karşı çok sinirli bir karakter. diğer yandan, çocuklara ve kardeşine karşı çok kibar düşünceli. kardeşine plak alıp mutlu olması ancak daha sonra kırılınca üzülmesi, karşılaştığı rahibelere yardım için para vermek için ısrar etmesi holden'ın ne kadar duygusal bir karakter olduğunu gösteriyor. holden, bana biraz şeker portakalı, biraz küçük prens'i anımsattı.

kitabın daha farklı bir sonla biteceğini düşünmüştüm. sonunda holden'a neler oldu bilmiyorsunuz. sonunu çok beğenmesem de severek okuduğum bir kitap oldu.
devamını gör...

şimdi ben senin sosyal medya videolarını da izledim. gerçekten çok güzel bir kızsın, allah nazarlardan saklasın ama senden çok var.
devamını gör...

en absürt denemem ile katılacağım yarışmadır. heyecan var mı? evet ama hayır. birinci olacak mıyım? evet ama hayır.
devamını gör...

alişan kerimcan demet akwlın
devamını gör...

yağmurlu ve gökkuşağının hakim olduğu gökyüzünü fark edip kamerayı tutan ben..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

monarsi, liderinin bir birey oldugu hukumet bicimidir. butun insanlik tarihi boyunca birbirinden cok farkli tipte monarsiler olmustur. her monarsi otokratik degildir. aslina bakarsaniz, ozellikle avrupa'da, cogunlukla monarsiler otokratik degildir. monarsilerin otokratik oldugu yanilgisi, absolutismden gelir. absolutist monarsi tipi 17 ve 18.inci yuzyilda yaygindi. toplumun genelinin aklinda olan monarsi imajida bu tip monarsilerden gelir.

her monarsi, sadece tek bir hukumdara sahip degildir. dual monarchy denilen tipte monarsiler, cift hukumdara sahiptir. dual monarchy'nin en tipik orneklerinden biri sparta ve avusturya-macaristan ımparatorlugudur. (her ne kadar sparta, monarsiden cok oligarsi olsa da, sonucta iki krali vardir).

ayrica, tum monarsilerde, hukumdar soya dayali olarak secilmez. sadece kalitsal monarsilerde, taht ebeveynden cocuga gecer. tarih boyunca baktigimizda, irsi, yani kalitsal monarsiler muhtemelen cogunlugu olusturmaz. mesela, cumhuriyet donemi oncesi, roma devleti bir seçimli monarsidir. lehistan-litvanya birligi de bir seçimli monarsidir. orta çag avrupasindaki çogu monarsi seçimli monarsidir. hukumdar aristokrasi tarafindan seçilir. bir monarside, hukumdarin ne kadar guclu oldugu genelde aristokrasinin gucune baglidir. aristokratlar ne kadar gucluyse, veliahtin seçiminde bir o kadar soz sahibilerdir genelde.

son olarak butun monarsiler ataerkil degillerdir. afrika'da anaerkil monarsiler dikkate alinacak kadar yayginlardir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim