nocturn yazar profili

nocturn kapak fotoğrafı
nocturn profil fotoğrafı
rozet
karma: 678 tanım: 25 başlık: 2 takipçi: 25

son tanımları


unutmak

insan kendinden gayrı bir derinliğinin esiri olabiliyor bazen. o anlarda bir unutuş, nefes almak gibidir; varlığın ağırlığında yürürken gayet tatlı bir soluklanmadır. zihnin içindeki karmaşadan uzak vaat edilmiş topraklar misali huzur dolu bölge; benliğin içinde "ben"den bana hicret. elbette kolay değil bu kaçışlar, yolculuğa her zaman çıkılmıyor ve her yolcuğun sonunda da derinliğe varılmıyor. çünkü unutmak, hem muhtaç olunan hem de kaçınılması gereken sırra muktedir. bir yandan gelen hatırlama isteği ve diğer yandan gelen suskunluğu öğütleyen mantık arasında bir zıtlık; hatıraların ve acının damarları kabarıp insanları tutsak eden bir zindanın parmakları hâline büründüğü günümüzde, acizliği, kurumaya yüz tutmuş iliklerimizde hissederiz. bir damla su ile hayat bulup yeri geldiğinde imagoların yardımıyla büründüğünüz sahte kimlikleri gün sonunda kapanacak perdeye kadar oynamaya devam ederiz. unutmayın biz profesyoneliz.
devamını gör...

intj

-hayal güçlerinin içinde olduğu zamanın % 99'u, genellikle dış dünyanın sunduğundan daha iyidir.

- inançlarını şiddetle savunur ve ilkeler söz konusu olduğunda onlara bir kaya gibi tutunurlar.

-her zaman yalnızlığı yaşamak (yani tercihen yalnız olmak istemek), dünyaya yabancılaşmak gibi onlara kendilerini farklı hissettirecek duyguları deneyimleme ihtiyacı duyarlar.

-onlar için insanlara güvenmek çok zordur.

-bir kez saygılarını yitirirseniz bir daha asla kazanamazsınız (en azından uzun bir süre çabalamanız gerekir.).

-öğrenmeye açlardır. merak boyutları genelde insanları tanımak üzerinde etkili olduğu gibi aynı ölçüde pişmanlık da içerir.

-genellikle kibirli, narsisist, soğuk, kaba, duygusuz ve korkutucu derecede zeki olarak adlandırılırlar.

-sezgileri güçlüdür ve sezgilerinin en büyük hediyeleri olduğuna inanırlar; sezgileri ile konuşurlar ve yine sizi sezgileri ile dinlerler.

-duygusal bir boşluğa düştüklerinde hayatı kolayca umursamayabilirler.

vb.

sonuç olarak carl gustav jung'un başlattığı bu kişilik modelleri toplamda 16 türe ayrılsa da mbti aynı zamanda psikotik döngümüzde sıkışıp kalmamak için kişisel gelişimimiz için yaratılan bir araçtan fazlası değildir.
devamını gör...

quid terras alio calentes sole mutamus

lat. "neden başka güneşlerin ısıttığı iklimler için topraklarımızı terk ederiz?"

büyük, antik roma şairi horatius'un od’larından birine ait bir mısra. horatius'un bu mısrası, sıklıkla, bir yere yerleşmekte (settle down) zorlanan, kararsız karakterlere yöneltilmiştir.
devamını gör...

korku

insanın içinden akıp gitmesi gerektiği yerde bir şekilde zihnin tutunduğu tuzakların temeli. zihinde yuvalanan örümcekler... her biri kendi ağlarını kurarken sonunda bütün ağlar birbiri ile birleşir. sonuç, tuzaklarla dolu bir zihin. duygular tarafından kozalarında büyütülen umut kelebeklerinin her türünün sonu bu tuzaklara yem olmaktır. zihnin içindeki vahşi yaşamın döngüsü bu şekilde sürer.
devamını gör...

kendini tanımak

“kendini tanımayı öğrenmek çok zordur.” diyordu aristoteles çünkü “ kendimizden kendimize bakamayız.” .

tanıma, diğerlerine eklendiğinde (eş, anne baba, kardeş, arkadaş) söze eşlik edip onu beslediğinde, hoş zaman geçirmekten fazla bir şey olduğunda, onu karmaşıklaştırdığında, görelileştirdiğinde, doğruladığında ya da düzelttiğinde, derecelendirdiğinde ya da derinleştirdiğinde daha fazla gelişir. fakat eşiniz, diğerlerine ( ebeveyn, kardeş ve arkadaşlar) göre, onların tanımadığı kadar iyi tanır sizi. çünkü onunla yaşıyorsunuzdur, onlarla değil. çünkü sevgi dolu olduğunda cinselliğin olanak verdiği ya da dayattığı bu eşsiz mahremiyeti birlikte tecrübe edersiniz. bu yüzden sizi, sizden iyi tanıması, bazı konularda imkânsız değildir. zaten insan tamamen yalnız yaşasaydı, kendini nasıl tanıyabilirdi? bu arkadaşlara gereksinim duymamızın nedenlerinden de biridir. yüzümüze bakmak istediğimizde aynadan yardım almak gibi, kendimizi diğerlerinde görerek tanırız.


“gerçekten de insanlık durumu, eğer yolu ötekinden geçmiyorsa kendini tanımanın yanıltıcı olduğunu ve kendinden memnuniyet haline gelmesidir. “

grande morale - aristoteles
devamını gör...

kadınlar unutmaz

hafıza, daha çok düşüncelerimizi harekete geçirici, düşüncelerimizi kışkırtan, hakkında düşünülmesi gereken şeyin insanî geri çağrılması olarak bilinen; sadakat, içten bağlılık, duygusal travmalar, acı çekmek gibi daima yoğunlaştırılmış yaşanmışlıkları içinde saklar.

hâl böyle olunca geçmiş, kadınlar için adeta bir beslenme şekli oluverir; vücudun gıdaya olan ihtiyacı ne ise kadınlar için de düşüncede iz bırakan her şey bağlılık, teşekkür etmek ya da nefret etmek gibi özel anlamları ile birlikte saklanır.

kadınlar geçmişlerine virgül koyarak ilerler yaşamda; tıpkı cümlenin sonuna nokta gelmeyen bir şiir gibi -kapanmayan bir yarayla yaşamak, o yaranın her vesilede yeniden açılmasına olanak tanıyarak; ölmeyecek kadar yaralı kalarak; hakiki trajik bir varoluşun kucağında şimdiyi yaşarken geçmişin içinde boğularak.

kadınlar unutmaz, evet, çünkü nerede bir virgül, açık bir yara varsa kaderimiz bizi oraya sürüklüyor. işin trajik yanı da ışığa doğru yürüdüğümüzü sanıyoruz her seferinde, sonra o hedefsiz yürüyüşten yoruluyoruz. daha ileri gitmeye cesaretimiz ya da yüzümüz olamadığından değil, bilakis! ışık yok. varacak en yakın zemin, geçmiş ile şimdinin karşılıklığı içinde, ruhumuzun hudutlarına dokunma yanılsamasıyla dolu bir evren. içine gömüldüğümüz alaşağı edildiğimiz bir evrende unutmamak bizim için bir yasa, her şeyin erkeğin emrine verildiği bir dünyada unutmak ise, gecenin içinde yavan bir dağılma.

hepsi bu kadar... hepsi bu...
ne hazin teselli....
devamını gör...

rutin

sorgulamaları susturma mekanizması. ufak rutinler edinip bunlarla zamanı doldurup ruhu ve aklı yorunca insan bir uçurum kenarında yaşarken korkmamayı öğrendiğini düşünüyor. uçuruma bakmıyorsun ve düşebileceğini aklına getirmiyorsun.

öyle ki, evinin bir duvarı, huzurla yaslandığı bir duvarı yok -ve o diğer duvarda bulunan raflardaki kitaplığı düzeltmekle meşgul. içeri dolan rüzgârla üşüyor, aldırmamaya çalışıyor ama uçuşan kâğıtları, kitapları, yüzüne çarpınca rüzgâr, rutinin cılız perdesi de yırtılmış oluyor.
devamını gör...

çelişki

arzuların bastırılması, çelişkileri, ikilik algılamamızı zorlaştırır; duyguların tanınmasına değil, bastırılmasına hizmet eden her şey, insanın kendisi ve diğerleri arasında köprü kurmasını olanaksızlaştırır (bkz: bilinçdışına itim). nietzsche'nin de böyle buyurdu zerdüşt'ünde bunun örneklerine rastlarız:

"ama kısa bir aradan sonra yine güldü ve yatışmış bir tavırla, şöyle dedi: insanların arasında yaşamak zordur; çünkü susmak öyle zor ki —hele bir geveze için."

burada, insan olduğu gerçeğini unutan nietzsche'nin, kendi kendine böbürlenmesinin parodisini yaptığını ve bu şişinmeyi de zerdüşt yoluyla taklit ettiğini görüyoruz (nietzsche, zerdüşt ile o kadar özdeşleşmiştir ki aralarında ayrım yapmak neredeyse imkânsızdır). nietzsche'nin, diğerleri gibi hastalıklı olduğunu unutarak insanları kabul etmemesi bir çelişkiydi. nietzsche'nin kendisini algılayabilmesinin tek yolu, zerdüşt'ünü yeryüzüne indirmek ve "hastalıklı" olarak gördüğü insanlarla temas etmesini sağlamaktı. nitekim zoroaster de, müritlerini yanına almaksızın nietzsche'nin rol modeli olamazdı.
devamını gör...

masal

gerçek olamayacak kadar güzel, gerçek kalamayacak kadar kısa olan.

çünkü gerçeğin dünyasında algılar ve duyguları çıkarın, maddenin, korkunun, bencilliğin, nefsin, hormonların, tabiattan gelen kuralların ve daha birçok şeyin zincirleri ile bağlıdır.

masal işte tüm bu bağlardan azade, iyinin ve kötünün, iyi dileğin ve güzel duanın vücut bulmuş hâli gibi şekillenir.

“masal gibi aşk” deriz, külkedisi bir sihirle bir prensese dönüşüp yakışıklı prensi âşık edebilmektedir. kral, oğluna köylü kızı alabilmektedir. ve prens o kız için ülkedeki tüm kızların ayağına ayakkabı giydirebilmektedir.

saf ve temiz oğlan, köyün, ülkenin prensesinin gönlünü kazanabilmekte, onunla bir araya gelip sonsuza dek mutlu olabilmektedir.

veya yeşilçam masalları işte.

çocuksudur masallar, çocukların temiz dünyasına temiz hâliyle girer. iyiler çok iyi, kötüler çok kötüdür. iyiler kazanır sonunda, ve sonsuza dek mutlu yaşanır. hiçbir şey paranın statünün hormonların ve komplekslerin karakter zaaflarının aşındırmaları altında yok olup gitmez, erozyona uğramaz hiçbir duygu, kimse aşkını hissedemiyor olmaz veya içinde kötülük olan cadılar dışında kimse etmez ihanet.

ve kısadır masallar, belki de masal gibi aşklar da öyle kısadır. bir erkek sever bir kadın sever. soyunurlar her şeyin ve herkesin üzerlerine attığı kancalardan, prangalardan, ruhların buluşması olur. gerçeğin gölgesinin değmediği bir düzlemde aşkın güneşi altında aydınlanır yüzler ve ısınır kalpler. ve kısadır masallar, güneş batar, gerçeğin gölgesi düşer üzerlerine.

içinde masallar taşıyan insanlar, içinde masallarla yaşayan insanlar, sevgiyle selamlanası insanlar. aşkın masalında, adaletin ve hakkın masalında, emeğin ve kardeşliğin masalında, benliğini bulmak yolunun masalında. masalları gerçek kılmaya uğraşmak büyük bir idealizmdir. bir yaşama biçimidir.
devamını gör...

sessizlik

gücünü aradaki mesafelerden, boşluklardan alan bir olgu. bu mesafe ya da boşluk içinde bağları ayakta tutan onları sağlamlaştıran söylediklerimiz ya da bunların sembolü olan yazı. yan yana gelindiğinde el ele tutuşup, birbirinin gözlerine bakmak sessizlik lanetini kaldırabilir. kelimelere, sese ihtiyaç duyulmaz. önemli olan paylaşımdır, hissetmektir. bunları başka duyular üzerinden sağlamak mümkün ise sesin hükümdarlığı biter.

sessizliğin en güçlü olduğu zaman yalnızlıktır çünkü, yalnız ruhlarda kendine rahatça yer bulur; paylaşımın azaldığı neredeyse yok olduğu yerdedir yalnızlık çölleri. bu yüzden güçlüdür, sessizlik, bir lanet gibi çöker.

insanın sessizliği zihninde sesin olmamasından değil; bunu paylaşmamasından, dış dünyaya bildirmemesinden ileri gelir. içteki sesin yoğunluğu hâlsiz bırakacaktır insanı, birçok tepkimenin olduğu bir beher gibi taşırmaya çalışır içindekileri.

varlıkların hiçbiri sessiz değil. bir kaya bile üzerinden geçen böcekle, bazen üzerinde açan çiçekle, biricik âşığı yosunla, toprağın altından geçen suyla, rüzgârın esintisiyle iletişim hâlinde. doğadaki varlıkların şahane etkileşimi var aslında ancak, biz insanoğlu olarak yabancıyız -sessizliği en berbat da yaşayan bizleriz.
devamını gör...

insanların güvenilmez olduğunu düşünmek

düşünmek mi? ben dümdüz güvenilmez buluyorum insanları. elbette sadece siyah ve beyaz renklerden ibaret değil dünya ama, her türden ilişkimizde güven söz konusu ediliyorsa ortada bir güven durumu olmadığını anlayın. hem insanları güvenilmez bulmanız karmaşık bir durum değil. birçok insan sezgi meselesinden bahseder ve bunun nedeni inanılmaz ama gerçek olmasıdır, içsel olarak bu tür bir uyarıya sahibiz. görülmese de var ve uyarır çünkü patolojik yalancı da negatif enerjisini karşıdakine iletir.
devamını gör...

his

his, tıpkı kokuya, harekete, sese, ışığa duyarlı bir hayvan gibi algıladığının peşinden giden onu yakalayan, iyi veya kötü diye en başta tespiti yapan duyu organına, av hayvanına benziyor. akıl veya zekâ ise, gelen tüm bu verilerden, önceliği karnını doyurmak ve kendini korumak olan bu hayvanın hırlamalarını çırpınmalarını susturup, ne olup bittiğini anlamaya anlamlandırmaya çalışan asıl sahip gibi oluyor. his bir hayatta kalış gücü, zekâ ise ifrat ve tefritten koruyor. duyulan ses ve hareket korkusuyla ağaç tepesinde bekleyip açlıktan ölmek, veya korkmadan tehlikenin üstüne gidip ölmek, akıl, korkak ve saldırgan hissi dizginleyen şey. hisse dayanan zihnin subjektifliği daha yoğun, histen nispeten sıyrılmış zihin ise, daha makûl
olmakla beraber çıkarı aslında hisle aynı olduğu için, aynı subjektiflik altında, sadece daha tutarlı. aklın temel sınavı, hissin dur durak bilmeyen avlanma çabalarını durdurup, onun için daldığı karanlığı aydınlatan bir fener olmaktan çok hissin fayda veya tehlike olarak gördüğü şeylerin başka yüzlerini de tanıyabilmek. hakikate ulaşırken hissi kullanmak ama ona yenilmemek.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının süper güçleri

dokunanı yakıyorum.
devamını gör...

mevsim

zamanın bir oluş için özelleşmiş hâli. bildiğimiz anlamıyla mevsimler içinde hayat, doğuş gelişim olgunlaşma ve ölüm gibi bir yol izler. tekrarlanması itibariyle de hayatın kendini yeniden oluşturmasının tazelemesinin bitişini başlangıca dönüştürmesinin evreleridirler.

insanın mevsimleri vardır. yani bence vardır; zamandan mekândan diğer insanlardan bağımsız olarak bazen. hissetme mevsimleri var mesela, bu dönemde ruh topraklarına düşen her söz her hareket her kıpırdama kılcal damarlarında su bulmuş kurumakta olan bir bitki gibi ya da bir bitki tohumu gibi hayat bulur bir şeylerde. her şiir, her şarkı, her hatıra parçası içerideki büyük boşlukta yankılanır düşer düşmez; canlanır çiçekler açar bahçeler. fakat eğer insanın hissetme mevsimi dışarısının zamanı ile uyumsuzsa, kendi içinde dışarıdan anlaşılmaz bir duyarlılık ile yorulacaktır. çünkü içindeki büyük devinimi dışarı taşıramayacaktır. anlaşılmayacaktır. mesela sevilmeyecektir. mesela aşkına karşılık görmeyecektir, mesela hissettğinin hissizliği altında ezilecektir. kapanacaktır bu hâlde, mevsimini gizli yaşamak isteyecektir.

ölüm ve kuruma mevsimleri var insanın. güneş çekilir, sıcaklık hissi kaybolur, açmış olan, yeşermiş olan ölüme yüz tutar. ıssızlık ve soğuk kaplar insanın içini. çekilir zaman mutlulukla dolaştığı yollardan ve bahçelerden. sıcak kalabileceği yerlere çekilir. her şey ölür ve kaybolur. bundan sonrası, bir dahaki hissetme mevsimine kadar, sıcak kalınabilen yalnız ve kuytu odalarda, hatıraları hatırlamak olarak görebileceğimiz sıcak zamanlardan kalma kurumuş ağaçları yakarak, kendi içinde kendini dinleyip, kendini bulup, kendini yeniden inşa edip, planlayıp, hasadı mahsulü ve emeği gözden geçirip yeniden, güneşin tekrar ısıtacağı günleri beklemektir. en soğuk zamandan sonra gelecektir bahar.

ve elbet bir de yağmur mevsimleri var. toprakları yenileyen, temizleyen, yıkayan. onlar her şeye rağmen en güzelleri belki de. güneşten daha sıcak, gülümsemek dışında, bir insanın içinden gelen, soyut dünyada vücut kazanarak ılık ılık dökülen ne var gözyaşından başka.
devamını gör...

duygusallık

filmlerde, müziklerde, sokaklarda, yazılarda, şiirlerde, her şeyde var. erkeğin içinde, kadının gözlerinde, davranışın kaynağında, amacında, hedefinde aranıyor. oysa duygusallık sostur sadece. ana yemeğin üstünde yahut yanında veya sadece tatlıysa çok güzel durur, lezzet katar. fakat ana yemek genelde butlu göğüslü kızarmış piliç, sırtlı bacaklı dana antrikot olur. etlerimizin peşindeyizdir çoğu zaman.

fakat işte, olduğu gibi sevmeyiz de, biraz sos, baharat tadı güzelleştirir. duygusallık da çoğu kiş için böyle. “kadın dediğin... erkek değdin... “ diye başlayıp giden cümlelerin çoğu aslında sosu tarifler, ana yemek olarak butun göğüsün sırtın kolun kemiğin peşindeyizdir -ve kimse doymaz sosla, biraz parmaklarının ucuyla, belki çay kaşığıyla bakılır tadına, sonra bırakılır. çünkü fiziksel bedenin protein ihtiyacı daha temeldir ve buna yönelinir. ben en azından kadın erkek meselelerinde işin cinsellik-fiziksellik-maddiyat üçgeni içindeki hâlini böyle görüyorum. kadında erkekte duygu aranır, ama sadece güzel bir etin üstünde iyi bir sos olarak. ara sıra romantik hareketler yapan, duygusal ama yapılı ama zengin ama sert erkek modeli, aranan. kadını da böyle işte.

velhasıl, duygusal biri olmak sizi ancak tadı merak edilen bir sos yapar. diğer taraflarınız pek yoksa, veya duyusal yaklaşım önceliğinizse, olacak olan biraz tadınıza bakılıp uzaklaşılması olacaktır. soslar çok fazla yenmez, yense de zararlı malum. bu sebeple o yüksek, o ulvi, o derin hislerinize rağmen insanların bedenlerin, iradenin, egoların peşinden gitmesine alışsanız iyi olur.

diğer yandan duygusallık, kaynağı kalpten olan ve insanın dolmayan boşluğuna akan bir his, bir hassaslık akıntısı içinde, her rüzgârda fırtınalanıp savrulmayı getiriyor. pragmatist bir bakışla biri gider biri gelir olamıyorsunuz çünkü birini bir şeylerin fonksiyonu olarak görüp aletleştiremediğinizden kendine has duyguların bizzat sahibi olarak içinizde bir yerlere efendi eyleyip onun içinizde tamamen kendine has musikisini dinlemekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi. duygusallık, bu dünya düzeninden şaşmış bir bakıştır.
devamını gör...

beklentiler sadece üzer

insan hiçbir yüke sahip olmadan yoluna devam edemez. hayat bir yolculuk, insan ise yolcu olarak tasvir edilirse beklentiler, taşıdığımız bavullardır. yaş ilerledikçe, beklentilerimizin üstümüze bindirdiği yük artar. bu ağırlıkları taşıyabilecek vasıfta olmanın temeli de umudun sonsuz mutluluk getireceği inancıyla yoksullaşan bilincimizdir. üzücü olan da budur: sizi yoksullaştıran ve durmadan umut etmenizi sağlayan bilinciniz içinden, anı kaçıran, sancıyan ve yükün altında ezilmiş olan ölümlü diğer kendinize el sallıyor oluşunuzdur.
devamını gör...

delilik

delilik, psikolojide parçalanmış zihin anlamına da gelir. bu bakımdan hepimiz az çok deliyiz. ancak, içimizdeki delilik ihtimalini gerçekliğimizden uzaklaştırmak için başkalarına "o deli" diyerek kendimizi avutuyoruz. kendi deliliğimizle yüzleşemediğimiz sürece, insanlığın en büyük bilmecesini çözmeye çalışmaktan yılgın düşeceğiz -acımız ve kendimize dair derin cehaletimizle.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

âşık olunmanın o kadar da önemli olmadığını söylerdim bir zamanlar. bizim dışımızda olan şeyleri, bir başkasının iç dünyasında olan biten şeyleri içselleştirmenin örümcek ağına yakalanmak gibi olduğundan bahsederdim. fakat düşünüyorum, bazen âşık olmanın inkâr edemeyeceğimiz etkileri oluyor üzerimizde. bana âşık olması, yıldızlar ya da gezegenler tarafından çekilen başka seylere benziyor. şu büyük kütleli cisimlerin başka cisimleri kütle çekimi ile etkisi altında alması gibi. durdurulamaz bir çekim. direndikçe, uzaklaştıkça kendini belli eden. oysa, kapılınan kişinin bizim için bir ağırlığı yoksa, kütlesizliği bizi hiç etkilemiyor. ama anladım ki bazıları, birbirinin yörüngesini etkileyen yıldızlar gibi, ya da dünyaya gelen astreoidleri kendine çeken jüpiter gibi, bizi bariz olarak kendine çekmese de bizde garip bir denge unsuruna dönüşüyorlar. ne ona gidiyoruz ne de ondan kopuyoruz. oysa ben böyle bir aşkı sevmiyorum. gezegene çarpan kuyruklu yıldız gibi olmalı aşkın, tutkunun, arzunun buluşması. bu dengeyi yok etmek istiyorum bu yüzden. ve çevremdeki denge unsurlarından aynı sebeple nefret ediyorum. bana hiçbir özgür çarpışma imkânı vermiyorlar.
devamını gör...

beklemek

ne zamandan beri beklemeye başlamıştı? bekleyiş artık bekleyecek hiçbir şey olmadığında, hatta bekleyişin sonu dahi olmadığında başlar. bekleyiş beklediğini bilmez ve beklediğini yıkar. bekleyiş hiçbir şey beklemez. maurice blanchot
devamını gör...

dante alighieri

aşk sayesinde düşündüğü, hissettiği şeylerin verdiği zevki hiçbir şeye değişmez dante. hatta düşündüklerinden ve hissettiklerinden dolayı gelebilecek her türlü cezaya da razıdır. aşk ya da aşk acısı zaman zaman ölüme kadar yaklaştırır onu. çünkü öldüğü zaman kendini hayatı boyunca saran aşkın onu diğer dünyada da bırakmayacağını düşünür. onu, beatrice’in emrinde olduğu, onun her dediğini yaptığı, ve beatrice’i hiç üzmediği fikrine kadar götürür ve ölüme seslenir:


ölüm, sen ki istediğini yapıyorsun bu kadının,
merhamet et, beni mahvetmeden önce,
ona git, söylesin sana:
neden ışığı o gözlerin,
bana acı veren, esirgendi benden:
bir başkası alıyorsa onu
söyle bana, yanılgıdan kurtar beni,
çok daha az acıyla olsun ölümüm.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim