pisipisi - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
the banshees of inisherin
ben bunu ayıla bayıla sevdiğim bir insana izlettim zorla. neymiş efendim insan baygınlık geçiriyormuş izlerken. neyse.
james joyce'un üzerine irlanda'ya gitmek için bana bir sebep daha veren film. hayatın ne kadar kırılgan, ilişkilerin ne kadar hassas olduğunun böyle aktarılabileceği hiç aklıma gelmezdi. zaten buna da sanat deniyor değil mi? bir aksiyon filmi gibi nefes nefese izlemiştim ben. bitirdiğimde de tokat yemiş gibi olmuştum çünkü çok sevdiğim bir arkadaşım galiba onunla bir kez daha konuşmaa çalışırsam parmaklarından birini kesmeyi düşünüyordu. bunu anlamıştım.
james joyce'un üzerine irlanda'ya gitmek için bana bir sebep daha veren film. hayatın ne kadar kırılgan, ilişkilerin ne kadar hassas olduğunun böyle aktarılabileceği hiç aklıma gelmezdi. zaten buna da sanat deniyor değil mi? bir aksiyon filmi gibi nefes nefese izlemiştim ben. bitirdiğimde de tokat yemiş gibi olmuştum çünkü çok sevdiğim bir arkadaşım galiba onunla bir kez daha konuşmaa çalışırsam parmaklarından birini kesmeyi düşünüyordu. bunu anlamıştım.
devamını gör...
2.
kayıp şeylerin bakım kılavuzu
ben sevdim çünkü filmdeki pek çok öge oldukça insani. bir çocuğun kendi durumundan duyduğu öfke, ergenlik dönemi kırıklıkları, kendini farklı gösterme çabası ve belki de ilk kez ona acımayan birinin bakıcılık etmesini kabul etmesi. bu gerçek nereye dayanıyor? hasta bir insanın en doğal ihtiyacının belki de poposunun çok iyi temizlenmesi gerektiğinin bilinmesine. yıllarca pek çok yerle ilgili hevesler biriktirip konu bir gün yola cikmak olduğunda mümkün olan her şekilde bahaneler üretmek fazlasıyla tanıdık değil mi? peki kendimiz için en kötü halimizi yaşarken birinin bizi beğendiğine inanmak ne kadar mümkün?
elbette bunlar dünyanın en derin en felsefi soruları değil ancak genel olarak temanın işleniş biçimi hoştu.
elbette bunlar dünyanın en derin en felsefi soruları değil ancak genel olarak temanın işleniş biçimi hoştu.
devamını gör...
3.
the blacklist
etkileyici başlangıcı ile dizi bizi hep bu şekilde şaşırtdın istiyoruz ama elbette aynı tempoda ilerlemiyor. ilk 4 sezonu sarıyor. basrolünü hayranlıkla izledim, en son alacakaranlık edward için böyle derin bir aşk beslemiştim.
suç temalı, çok ilginç suçların ve suçluların masaya yatırıldığı ve bu sırada birçok ilişkinin de sorgulandığı ve evrildiği bir iş. karakterlerin derin yönlerine yer verilmesi, karakter gelişimleri izlenesi.
suç temalı, çok ilginç suçların ve suçluların masaya yatırıldığı ve bu sırada birçok ilişkinin de sorgulandığı ve evrildiği bir iş. karakterlerin derin yönlerine yer verilmesi, karakter gelişimleri izlenesi.
devamını gör...
4.
beni kör kuyularda
hasan ali toptaş'ın 1. basımı 2019 yılında gerçekleşen eseri.
hasan ali toptaş kitabı okuyacak olduğumda içimde bir tereddüt oluşuyor. dürtüyor, rahatsız ediyor, içeride yeni huzursuzluklar yaratıyor. anlatmadan, göstermeden işaret ediyor. sanırım sorun da bu. yüzümüzü okşayan, esinti ve serinlik vaad eden tatlı bir rüzgar değil hat edebiyatı.
kitabı okurken durmadan kıpırdanıyorum. bazen kapatıyorum, bırakıyorum fakat düşünmeye devam ediyorum. büyük bir merakla, yerinde duramayarak değil eski bir tanıdığı hatırlar gibi. kırık dökük anılarla.
"beni kör kuyularda" merdivensiz bıraktın hat edebiyatı. ne desem bir ipucu, spoiler olacak. en azından benim için öyle olurdu. karanlık, sisli, rahatsız. boğucu. kasvetli. iyi. kötü. ağaçlı. şenlikli ve kederli. neredeler onlar? kimdiler? hem biz kimdik?
hasan ali toptaş kitabı okuyacak olduğumda içimde bir tereddüt oluşuyor. dürtüyor, rahatsız ediyor, içeride yeni huzursuzluklar yaratıyor. anlatmadan, göstermeden işaret ediyor. sanırım sorun da bu. yüzümüzü okşayan, esinti ve serinlik vaad eden tatlı bir rüzgar değil hat edebiyatı.
kitabı okurken durmadan kıpırdanıyorum. bazen kapatıyorum, bırakıyorum fakat düşünmeye devam ediyorum. büyük bir merakla, yerinde duramayarak değil eski bir tanıdığı hatırlar gibi. kırık dökük anılarla.
"beni kör kuyularda" merdivensiz bıraktın hat edebiyatı. ne desem bir ipucu, spoiler olacak. en azından benim için öyle olurdu. karanlık, sisli, rahatsız. boğucu. kasvetli. iyi. kötü. ağaçlı. şenlikli ve kederli. neredeler onlar? kimdiler? hem biz kimdik?
devamını gör...
5.
koku
daha önce duymuş muydun? hayır, hiç karşılaşmadım. böyle başlıyordu ilk karşılaşma.
kokusuz ve kokuya duyarlı, müthiş tutkulu. süskind üslubundan memnun kalmasam da kurduğu evreni hayli beğenip özenini hissettiğim bir yazar. koku öyle özenli ki, bu özen zaman zaman uzaklaştırdı beni. karakterler yeterince iyi ama işleme yetersiz kalıyor. sanki yün bir kazak örüyor, ipi bir yerde bitince hemen elinin altındaki mevcut farklı bir renkle devam ediyor, elbette ilk ipin aynısını alıncaya kadar. ilk ipe yeniden başladığında benim aklım ikincide kalıyor.
ancak yergilerime rağmen gerek konusuyla gerekse kısa bir konuşmayla karşılaştığım için çok memnun olduğum bir kitap. zaman zaman tam tadında bir okültizm kokusu alınıyor ki, bu dağılıma hayran kaldım. kitap için bir koku hastasının, koku hastası bir katilin romanı denilebilir ancak benim nazarımda tutkunun romanı olarak kalacak. koku ve tutku daha iyi nasıl birbirinde yer bulurdu bilmiyorum.
kokusuz ve kokuya duyarlı, müthiş tutkulu. süskind üslubundan memnun kalmasam da kurduğu evreni hayli beğenip özenini hissettiğim bir yazar. koku öyle özenli ki, bu özen zaman zaman uzaklaştırdı beni. karakterler yeterince iyi ama işleme yetersiz kalıyor. sanki yün bir kazak örüyor, ipi bir yerde bitince hemen elinin altındaki mevcut farklı bir renkle devam ediyor, elbette ilk ipin aynısını alıncaya kadar. ilk ipe yeniden başladığında benim aklım ikincide kalıyor.
ancak yergilerime rağmen gerek konusuyla gerekse kısa bir konuşmayla karşılaştığım için çok memnun olduğum bir kitap. zaman zaman tam tadında bir okültizm kokusu alınıyor ki, bu dağılıma hayran kaldım. kitap için bir koku hastasının, koku hastası bir katilin romanı denilebilir ancak benim nazarımda tutkunun romanı olarak kalacak. koku ve tutku daha iyi nasıl birbirinde yer bulurdu bilmiyorum.
devamını gör...
6.
çocuksun sen
ahmet telli'nin bireysel ve toplumsal katmanların iç içe geçtiği, çocuksun sen 1 ve çocuksun sen 2 isimli iki bölümden oluşan şiiri ve aynı ismi taşıyan kitabı.
duru sözcükler ve ahenkle beraber şiirin iki bölümü birbirinin tamamlayıcısı adeta, devamı değil. yapboz parçaları gibi bir dizeden tutup diğeriyle eşleştirmenin ortaya çıkardığı sonuç, ahmet telli şiirinin ne denli özenle örüldüğünün bir kanıtı olmaya tek başına dahi yeter gibi görünüyor.
bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
çocuksun sen/ı'den
zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
dursam ölürüm paramparça olur dünya
çocuksun sen/ıı 'den
duru sözcükler ve ahenkle beraber şiirin iki bölümü birbirinin tamamlayıcısı adeta, devamı değil. yapboz parçaları gibi bir dizeden tutup diğeriyle eşleştirmenin ortaya çıkardığı sonuç, ahmet telli şiirinin ne denli özenle örüldüğünün bir kanıtı olmaya tek başına dahi yeter gibi görünüyor.
bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
çocuksun sen/ı'den
zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
dursam ölürüm paramparça olur dünya
çocuksun sen/ıı 'den
devamını gör...
7.
kamelyalı kadın
oğul alexandre dumas tarafından yazılan kitap. eserin yazarı, monte kristo kontu'nun yazarı olan dumas'nın gayrı meşru oğludur ve bu ikili aynı ismi taşıdığı için zaman zaman aynı kişi zannedilmenin lanetini taşıyorlar.
ilk olarak roman türünde yazılan eser, sonradan sahneye uyarlanmış ve oğul dumas'nın ismini duydurduğu alan olan tiyatro eserleri arasında yerini almıştır.
(bkz: alexandre dumas fils)
ilk olarak roman türünde yazılan eser, sonradan sahneye uyarlanmış ve oğul dumas'nın ismini duydurduğu alan olan tiyatro eserleri arasında yerini almıştır.
(bkz: alexandre dumas fils)
devamını gör...
8.
nattvardsgasterna
kış ışığı, ingmar bergman'ın oda üçlemesinin ikinci filmi. hayat, tanrı, din gibi konular üzerinde yuvalanan filmde, sınıf öğretmeni martha'nın uzun bir mektup okuma sahnesi var ki karanlıklaşan gözleri söylediklerinden daha çok şey anlatır durumda.
film süresince tanrı'nın sessizliği gösteriyor kendini. bazı sorunların içinden çıkamayan rahip, balıkçıyı ikna etmek durumunda olmasına rağmen bu güçten yoksun. neden intihar etmemesi gerektiğine bir açıklama getirmek isterken rahip kimliğinden sıyrılıp kendi fikirlerini açık ediyor. rahip, martha'yı ölen eşine benzemeye çalışmakla suçlarken martha'nın o kadını tanımadığını bile öğrenince okların yönü değişiveriyor.
ilk kayıtsızlığı, eylem ve fikir uyuşmazlığını nerede gördüm tereddütlüyüm. piyanoyu çalan görevlide mi, inanmadığı bir dinin törenine ısrarla katılan martha'da mı? martha bütün inançsızlığına rağmen duanın ardından kutsamaya koşan ilk kişi. bir sebepten rahibin yanında olması gerektiğine inanıyor ve rahibin yaşayacağı acıları önceden sezdiği fikrini oluşturuyor.
martha'yı hayatından çıkarma girişiminde rahibin sayıp döktüğü nedenlerin hemen ardından bunları bir hamlede süpürüp yerine gerçekleri koyuyor. ona böyle öğrettikleri için söyleyemedikleri ondan beklentileri nedeniyle olduğu rahip kimliği gibi.
son sahnede kilise görevlisi ile konuşmasında terlemiş şakaklarıyla görülen rahibin kendini isa yerine koyup koymadığını bilmek güç. yine de bilinen bir şey varsa, o da tanrı'nın suskunluğu.
film süresince tanrı'nın sessizliği gösteriyor kendini. bazı sorunların içinden çıkamayan rahip, balıkçıyı ikna etmek durumunda olmasına rağmen bu güçten yoksun. neden intihar etmemesi gerektiğine bir açıklama getirmek isterken rahip kimliğinden sıyrılıp kendi fikirlerini açık ediyor. rahip, martha'yı ölen eşine benzemeye çalışmakla suçlarken martha'nın o kadını tanımadığını bile öğrenince okların yönü değişiveriyor.
ilk kayıtsızlığı, eylem ve fikir uyuşmazlığını nerede gördüm tereddütlüyüm. piyanoyu çalan görevlide mi, inanmadığı bir dinin törenine ısrarla katılan martha'da mı? martha bütün inançsızlığına rağmen duanın ardından kutsamaya koşan ilk kişi. bir sebepten rahibin yanında olması gerektiğine inanıyor ve rahibin yaşayacağı acıları önceden sezdiği fikrini oluşturuyor.
martha'yı hayatından çıkarma girişiminde rahibin sayıp döktüğü nedenlerin hemen ardından bunları bir hamlede süpürüp yerine gerçekleri koyuyor. ona böyle öğrettikleri için söyleyemedikleri ondan beklentileri nedeniyle olduğu rahip kimliği gibi.
son sahnede kilise görevlisi ile konuşmasında terlemiş şakaklarıyla görülen rahibin kendini isa yerine koyup koymadığını bilmek güç. yine de bilinen bir şey varsa, o da tanrı'nın suskunluğu.
devamını gör...
9.
ta'm e guilass
kirazın tadı olarak da bildiğimiz, abbas kiyarüstemi yapımı iran sinemasından bir dram filmi. bireysel bir problemin yanında pek çok sosyolojik gerçeği de iran sinemasının duruluğuyla gözler önüne seren film. bu cümleden sonraki her cümlem çok ciddi miktarda spoiler içereceği için devam edip etmemek size kalmış.
filmde intiharına 20 küreklik toprakla ortak olacak birini arayan bedii, çöp toplayarak geçinen bir adamla karşılaştığında ona üzerindeki kıyafette yazan sözcüğün anlamını bilip bilmediğini sorar. ne yazdığını da ben söylemeyivereyim, izleyen görür. bedii, mimiklerini neredeyse hiç kullanmayan bir adam olmasına rağmen duygu ve kararlarının etkisini gözleri ve göğsünde görülür. filmin bazı sahnelerinde bir tahta gibi duran göğsü heyecanlandığını, nefes alışverişinin hızlandığını belli eder şekilde hızlı ve ritmik bir biçimde iner kalkar.
çekim planlarında güzergahı aracın içinden sadece kuşlar uçarken görürüz. ne zaman kuşlar uçar, o zaman yolu arabanın gözünden izletir kamera. arabasına binen son kişi olan türk adamın bıldırcınları kestiğini öğrendiğinde verdiği tepki de bu mesajı doğrular nitelikte. 20 kürek toprağın pazarlığı süresince durmadan taşınan topraklar, toprakla çalışan insanlar, toprağın kullanıldığı araziler görülüyor. bu toprak çalışmalarından birinde bedii'nin gölgesi ile dökülen toprak birbirine karışıyor ve beni en çok etkileyen sahne de bu diyebilirim.
türk adamla anlaşmasının ardından bir soru işareti bırakıyor, neden çukura kendi aracıyla gitmiyor? teklifini kabul eden birini bulduğu için mi, bıldırcınlar öldüğü için mi, ölmeye kararlı olduğu için mi yoksa zaten ölmekten vazgeçtiği için mi? ki izleyiciyi bu belirsizlikle baş başa bırakıp gidiyor kiyarüstemi.
bedii kendini en mutlu hissettiği yerin, edindiği en iyi arkadaşların askerde olduğu bilgisini sunuyor bize. sıra sıra askerlerden hemen sonra görüyoruz, sıra sıra çocukları. bir... iki... üç... kirazın tadını yeniden almak istemiyor musun?
filmde intiharına 20 küreklik toprakla ortak olacak birini arayan bedii, çöp toplayarak geçinen bir adamla karşılaştığında ona üzerindeki kıyafette yazan sözcüğün anlamını bilip bilmediğini sorar. ne yazdığını da ben söylemeyivereyim, izleyen görür. bedii, mimiklerini neredeyse hiç kullanmayan bir adam olmasına rağmen duygu ve kararlarının etkisini gözleri ve göğsünde görülür. filmin bazı sahnelerinde bir tahta gibi duran göğsü heyecanlandığını, nefes alışverişinin hızlandığını belli eder şekilde hızlı ve ritmik bir biçimde iner kalkar.
çekim planlarında güzergahı aracın içinden sadece kuşlar uçarken görürüz. ne zaman kuşlar uçar, o zaman yolu arabanın gözünden izletir kamera. arabasına binen son kişi olan türk adamın bıldırcınları kestiğini öğrendiğinde verdiği tepki de bu mesajı doğrular nitelikte. 20 kürek toprağın pazarlığı süresince durmadan taşınan topraklar, toprakla çalışan insanlar, toprağın kullanıldığı araziler görülüyor. bu toprak çalışmalarından birinde bedii'nin gölgesi ile dökülen toprak birbirine karışıyor ve beni en çok etkileyen sahne de bu diyebilirim.
türk adamla anlaşmasının ardından bir soru işareti bırakıyor, neden çukura kendi aracıyla gitmiyor? teklifini kabul eden birini bulduğu için mi, bıldırcınlar öldüğü için mi, ölmeye kararlı olduğu için mi yoksa zaten ölmekten vazgeçtiği için mi? ki izleyiciyi bu belirsizlikle baş başa bırakıp gidiyor kiyarüstemi.
bedii kendini en mutlu hissettiği yerin, edindiği en iyi arkadaşların askerde olduğu bilgisini sunuyor bize. sıra sıra askerlerden hemen sonra görüyoruz, sıra sıra çocukları. bir... iki... üç... kirazın tadını yeniden almak istemiyor musun?
devamını gör...
10.
savaş sanatı
"hızın rüzgar gibi, yavaşlığın orman gibi olmalı."
savaş sanatı, sun tzu, s. 20, türkiye iş bankası kültür yayınları.
kitabı okurken bir gerçekle yeniden çarpıldım: dünya oyun değil, savaş alanı. ölüyorum anlasana! sun zi'nin strateji eseri görünürde, sırf bir kumandan veya hükümdar nasıl olmalıdır ve ne zaman durulur, ne zaman kaçılır benzeri konular üzerine. kim bilir, belki de zaten tek amacı budur fakat kitap oldukça "kullanışlı". bilgeliği ve gerekçeleriyle, bilhassa kavramları sınıflandırma ve tanımlamalarıyla arı duru bir eser. anlaşılır ama mistik, az fakat zengin.
eserin, her an bir savaş alanındaymış gibi yaşanan hayatlara da bir yöneticiye de bir ev hanımına da ilham olabilecek kadar geniş bir çemberi var. bu algılayışta çevirinin yadsınamaz bir etkisi olduğunu düşünüyorum. bu etki, cümlelerdeki sözcük dizimi tercihinde dahi sezilebiliyor.
savaşın ne kadar çok anlamı ve tarafı var. kitap için, süzülmüş bir yaşam bilgeliği diyorum. o sebeple okumakla bitmeyecek bir yanı var.
devamını gör...
11.
genç werther'in acıları
goethe, yaşamı benzer şekilde ve nedenle sonlanan bir arkadaşından esin alarak yazmış kitabı. tabii goethe'nin kendi aşk hayatında da sürekli farklı kişilerle düştüğü karşılıksız bir aşk girdabı var. karşılıksız, olmaz aşkların bir tutkunu resmen. werther ile yazarın başka ortak noktaları da var, hassas bir ruh, durumları olduğunun dışında yorumlamaya gönüllü bir zihin. yine de haklı çıkma gücüne sahip, en azından haklılığını anlatma gücüne.
werther, senin aşkın için intihar ettiğine mi inanmalıyım? yoksa albert ve lotte için mi? yoksa sadece daha en baştan içinde arzusunu taşıdığın intiharını aşk ile gerekçelendirmek mi istedin? keşke bir prens olsaydın.
werther, senin aşkın için intihar ettiğine mi inanmalıyım? yoksa albert ve lotte için mi? yoksa sadece daha en baştan içinde arzusunu taşıdığın intiharını aşk ile gerekçelendirmek mi istedin? keşke bir prens olsaydın.
devamını gör...
12.
doğmuş olmanın sakıncası üstüne
emile mihai cioran / emil michel cioran'ın on iki bölüme ayrılmış, çoğu bir veya birkaç cümleden oluşan düşünce, anlatı, tespit, eleştirilerinin bir araya geldiği ve tabii ki bunlarla sınırlamamın mümkün olmayacağı kitap.
hayatı bu kadar basit ve kabullenilir biçimde anlatabilen birinin seslendiği yere şaşmamak lazım. bir dolu mürekkep hokkası ve bulaşını durmadan derinleştiriyor. yazarken yazar rolü üstlenmeden nasıl yazıyor? iz yok. olsa rafa kaldırmak kolaydı. neyse ki ne istediğimin hiçbir kıymeti yok ve bu kitaptan okurken varlığım veya var olmayışım bir mengeneye sıkışıyor. huysuz. fal bakar gibi her gün bir cümle okumayı yeğlerdim ama tutkal gibi yapıştım. çık çık çık çık çık. git git git git. in in in in. anla-anlama-anlayama-anla-anlama-anlaşılma-anlaşılamama-anlaşma-anlaşmama-anlama. önce çıkmak için çabaladığın yere dönüyorsun. ne fark ederdi?
hayatı bu kadar basit ve kabullenilir biçimde anlatabilen birinin seslendiği yere şaşmamak lazım. bir dolu mürekkep hokkası ve bulaşını durmadan derinleştiriyor. yazarken yazar rolü üstlenmeden nasıl yazıyor? iz yok. olsa rafa kaldırmak kolaydı. neyse ki ne istediğimin hiçbir kıymeti yok ve bu kitaptan okurken varlığım veya var olmayışım bir mengeneye sıkışıyor. huysuz. fal bakar gibi her gün bir cümle okumayı yeğlerdim ama tutkal gibi yapıştım. çık çık çık çık çık. git git git git. in in in in. anla-anlama-anlayama-anla-anlama-anlaşılma-anlaşılamama-anlaşma-anlaşmama-anlama. önce çıkmak için çabaladığın yere dönüyorsun. ne fark ederdi?
devamını gör...
13.
ortodoksluklar
"tek konuşulur yüzüdür bacaklarının arası." cümlesiyle başlar ece ayhan'ın ilk kez 1968'de yayımlanan ortodoksluklar'ı. 27 düzyazı şiirden oluşan kitap sıralı olarak rakamlarla isimlendirilmiş. okuyucunun ece ayhan sözlüğü'ne başvurmadan hakim olması güç bir çok dillilik-seslilik mevcut.
cinsellik, ayrı(k)lık ve parolalar hissettiriyor kendini. imleç aynı yerde. özellikle cinsiyet ve cinsellik vurguları örtülmemiş. bütün bir gerçeklik. bir kız çünkü, bir puhu kuşu gezintiye çıkmak için, ancak bir bünyamin, ama sokak şarkıcısı ve dul ve kadın.
okurken kendimi anlamaya değil okumaya bıraktığım şiirler. anlam bütünlüğünü cümle düzleminde aramak, bulduğunu sanmak ece ayhan şiiri ile aşık atmak gibi. harcım değil. yine de tekrar tekrar okuyup iğne ile kuyu kazar gibi araştırıyorum bu kitabı. hiçbir cümle yok sonu başından okunan.
cinsellik, ayrı(k)lık ve parolalar hissettiriyor kendini. imleç aynı yerde. özellikle cinsiyet ve cinsellik vurguları örtülmemiş. bütün bir gerçeklik. bir kız çünkü, bir puhu kuşu gezintiye çıkmak için, ancak bir bünyamin, ama sokak şarkıcısı ve dul ve kadın.
okurken kendimi anlamaya değil okumaya bıraktığım şiirler. anlam bütünlüğünü cümle düzleminde aramak, bulduğunu sanmak ece ayhan şiiri ile aşık atmak gibi. harcım değil. yine de tekrar tekrar okuyup iğne ile kuyu kazar gibi araştırıyorum bu kitabı. hiçbir cümle yok sonu başından okunan.
devamını gör...
14.
eski bahçe
tezer özlü'nün 1978'de ada yayınları'ndan çıkan öykü kitabı, daha sonra eski sevgi adında bir bölümle kitaba diğer öyküleri dahil edilerek "eski bahçe-eski sevgi" adını aldı. şu anda yapı kredi yayınları da kitabı aynı isimle yayınlamakta. 2018 yılında eski bahçe'nin kırkıncı yaşı nedeniyle ada yayınları'ndan çıkan, on bir öyküden oluşan ilk halini yıllar sonra tekrar yapı kredi yayınları bastı.
tezer özlü'nün hayatını geçirdiği kentlerin izlerini, toplumsal olayların yansımalarını da içeren on bir öyküden oluşuyor eski bahçe. tam da adı gibi aslında, eski bir bahçe bu kitap. insanı o bahçeye çağırıyor, hepimizin olan o bahçeye. şaşırtıcı tümcelerden, birlikteliklerden kuruyor öyküsünü. sonra bir dokunuşla yıkıyor. bütün o sıkıntı bir kalemin ucunda, üslubuyla kalbimde bir kuyu kazıyormuş gibi. klinikler, uyumsuzluklar, yalnızlıklar, dostluklar bir öykünün kıyısında.
manik depressivler kendilerini değil başkalarını
öldürürler
diyor süm
ben kimi öldürdüm beni ya da bir başkasını mı
bunu bilmiyormuşum gibi yazmak istemiyorum
hiç kimseyi öldürmedim ben
tezer özlü, eski bahçe - 40 yaşında, gabuzzi, s. 31, yapı kredi yayınları, 2018.
tezer özlü'nün hayatını geçirdiği kentlerin izlerini, toplumsal olayların yansımalarını da içeren on bir öyküden oluşuyor eski bahçe. tam da adı gibi aslında, eski bir bahçe bu kitap. insanı o bahçeye çağırıyor, hepimizin olan o bahçeye. şaşırtıcı tümcelerden, birlikteliklerden kuruyor öyküsünü. sonra bir dokunuşla yıkıyor. bütün o sıkıntı bir kalemin ucunda, üslubuyla kalbimde bir kuyu kazıyormuş gibi. klinikler, uyumsuzluklar, yalnızlıklar, dostluklar bir öykünün kıyısında.
manik depressivler kendilerini değil başkalarını
öldürürler
diyor süm
ben kimi öldürdüm beni ya da bir başkasını mı
bunu bilmiyormuşum gibi yazmak istemiyorum
hiç kimseyi öldürmedim ben
tezer özlü, eski bahçe - 40 yaşında, gabuzzi, s. 31, yapı kredi yayınları, 2018.
devamını gör...
15.
şark'ın sultanları
faruk nafiz çamlıbel'in ilk dönem şiir anlayışıyla yazılmış şiirlerinden oluşan bu kitapta bir çağlayan sesi var. sözcüklerin, seslerin ahengiyle birlikte anlamın da taşıdığı yüce bir ahenk sarıyor ruhumu. bütün seviler ve kederler doğa ile koyun koyuna. gizemli sevgililer, ulaşılmaz sevgilinin hissettirdikleri yine doğanın yansımalarıyla dile geliyor. nedim etkisinin fazlaca hissedildiği eserde nedim için kaleme alınmış iki şiir de mevcut.
ilk kez yayımı 1918 yılında gerçekleşen kitap, çamlıbel'in yayımlanmış ilk eseri. dile hakimiyetinde ustalık ve berraklık gelecek yapıtlarının ayak sesleri gibi. 2018 yılında yapı kredi yayınları tarafından tekrar okuyucuya sunulan kitabın sonunda küçük bir sözlüğe de yer verilmiş. çamlıbel kalemi berrak bir şair olsa da sadabat'ta yazdığı bu şiirlerde bilinmez sözcükler mevcut.
ilk kez yayımı 1918 yılında gerçekleşen kitap, çamlıbel'in yayımlanmış ilk eseri. dile hakimiyetinde ustalık ve berraklık gelecek yapıtlarının ayak sesleri gibi. 2018 yılında yapı kredi yayınları tarafından tekrar okuyucuya sunulan kitabın sonunda küçük bir sözlüğe de yer verilmiş. çamlıbel kalemi berrak bir şair olsa da sadabat'ta yazdığı bu şiirlerde bilinmez sözcükler mevcut.
devamını gör...
16.
anlar izler tutkular
inci aral'ın edebiyat, yazmak, okumak çerçevesinde denemelerinden oluşan kitap üç bölümden oluşuyor: anlar, izler, tutkular. o hiç burada kuş var yazmıyor, bir şekilde kuşların varlığını sezdiriyor. edebiyat ile ilişkisini, yazdıklarının zeminini sunuyor. ki inci aral edebiyatında karakterlerin bastıkları zeminden ayrı düşünülebileceğine ihtimal veremiyorum. bu sebeple inci aral'ın diğer türlerdeki eserlerini daha iyi yorumlayabilmek için de iyi bir kılavuz.
nereden bilebilirdim ki kendisiyle bu kitapta yazdığı gibi tanışacağımı, üstelik bu kitabını satın aldığım sırada. bir masanın başında, usulca yanaşıyorum:
"adınız..."
bir kalem kıpırtısı.
inci aral türk ve dünya edebiyatından pek çok yazara yer veriyor denemelerinde. hem bu isimler hem de yazma serüveni, yazarlık, öykü kurmaya bakışı arada sırada karıştırmama sebep oluyor bu kitabı.
nereden bilebilirdim ki kendisiyle bu kitapta yazdığı gibi tanışacağımı, üstelik bu kitabını satın aldığım sırada. bir masanın başında, usulca yanaşıyorum:
"adınız..."
bir kalem kıpırtısı.
inci aral türk ve dünya edebiyatından pek çok yazara yer veriyor denemelerinde. hem bu isimler hem de yazma serüveni, yazarlık, öykü kurmaya bakışı arada sırada karıştırmama sebep oluyor bu kitabı.
devamını gör...
17.
huzur
dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünün ismi ihsan'dır. ihsan, mümtaz'ın ağabeyi, amcasının oğludur. bu bölümde mümtaz karakterinin ayaklarını bastığı yer anlatılır. mümtaz'ı bu güne getiren arka plan göz önüne serilir. anlatıcı bu bölümde mümtaz ile arasında bir cam yerleştirmiştir ve bu camın ilerleyen bölümlerde gittikçe inceldiğini ve "o'nun" "biz" olduğunu hiddetli anlarda görmek mümkündür. fakat şimdilik anlatıcı ile mümtaz bütünleşik olamaz. asli görevi mümtaz'ın gerçeklerini anlatmaktır. diğer karakterlerin neden ve nasıl'ını anlamak için de bu bölüm önemlidir. mümtaz'ın düşünce dünyasını bu bölümde anlatır. geçmiş ve gelecek arasında bir sarkaçtır huzur. "ilk defa doğuracak bir kedi yavrusunun sancılı telaşıyla * , okunur bu bölüm. pek çok şey insan'ın rahatsızlığı etrafında çerçevelenir. toplumsal meselelere giriş niteliğinde bir altyapı oluşturulur.
ikinci bölüm nuran'dır. "bu, dünyanın en basit, adeta bir cebir muadelesini hatırlatacak kadar basit bir aşk hikayesidir." cümlesiyle başlar ikinci bölüm. tanpınar'ın musiki bilgisini gözler önüne serer, bir kilim gibi dokur tanpınar romanında musikiyi. insan ilişkilerini özenle inceler. tabiatımızın anlatmaktan yoksun olunan yönlerini su akar yolunu bulur misali anlatır. tanpınar'ın betimlemelerinin zirveye ulaştığı nokta benim için insan ilişkileri ve insan doğası hususundadır. bir nakış gibi. tanpınar bunu nasıl yapıyorsa okuduğum her eserinde hayret ederim. insan ilişkilerini de memleket meselelerini de bu bölümde okuyucunun zihninde yapılandırmaya başlar. dostları ile bir masa etrafında tartışmaya giren mümtaz, günümüzün memleket problemlerine sığlığını gösterir. a, b, c partilerini tartışmanın çok ötesindedir bu tartışma. insan ilişkileri konusundaki betimlemeleri sırlı bir kalem gibidir. tanpınar'ın dili başka bir evren. dili günümüz insanının da yazarı ve hata entelektüel kimliğinin de ne denli fakir bir biçimde kullandığı tanpınar'ın tek cümlesiyle bir fotoğrafa dönüşür. büyük küçük yok diyor tanpınar, her şey ve herkes var.
bu her şeyin ve herkesin mekan edindiği istanbul, bir çağlayan gibi akıyor bu esere. bazen mekan insanla bazen de insan mekan ile var oluyor. nuran hayaletinde kadını anlatıyor tanpınar. bir kadının hayatını çoğu zaman nasıl kendi seçimlerine aykırı şekillendirdiğini gösteriyor nuran. eski kocası ve kendi hayatı göz önüne alındığında bu adaletsizlik daha da belirgin hale geliyor. nuran aydın bir kadın olmasına rağmen, kendi hayatının iplerini tutuyor olmasına rağmen yılıyor. nuran, nuran'ı değil nuran olmamayı gösteriyor. bunun yanında önemsiz veya sevimli bir adam olan suat'ın mümtaz için nasıl korkunç bir adama dönüştüğünü görürüz. mümtaz tereddütleriyle, iç sıkıntısıyla o kadar meşguldür ki aşkının yerini bu tereddütleri almaktadır.
üçüncü bölüm suat'tır, mümtaz bu bölümün başlangıcında tereddütlerinin yersizliğiyle rahatlar. umduğu nuran'a ve "huzur"a kavuşmasına ramak kalmıştır. romanın ismi olan huzur sözcüğünün ne kadar kıt kullanïldığı, adeta harcanmaktan sakınıldığı dikkate değer olsa benim için bunun bir adım fazlası romanda dikkatimi çeken tek huzur sözcüğüdür. anlatıcı mümtaz'ın hayatında öyle bir çaba huzur'u eklemiştir ki bu dikkat ve ihtimam insanı çarpar. oysa defalarca tadarız bu huzuru. nuran mümtaz'ın kollarında veya ağaçların ismini sayarken kokusu gelir. hayır, tanpınar huzur'u bu biçimde konumlandırmıştır. huzur, hakiki huzur yalnız o anadır veya o andan sonra başlar huzur'un yokluğu. mümtaz aldığı kararı, bu sert duvarı tek bir cümleyle ifade eder. oysacbiz günlerce senin nuran'a dair şüphelerini, heyecanlarını paylaşmadık mı mümtaz?
tanpınar'ın zamanla ilişkisi bir acayiptir. bu bölümde de en sıradan görünen anların içine zamanla ilgili ipuçları bırakmıştır. ikinci bölümde olduğu gibi yine yaşam, zaman, ölüm konuları iç içe geçmiş durumdadır. mümtaz'ın, zamanla bir derdi vardır. bu derdin tek sahibinin mümtaz olmadığı ise gün gibi ortadadır. ses, musiki, an! yine de bu bölüm için bunları söylemekle yetinmek esere büyük bir haksızlık. üstelik bu yalnız bu bölüme has değil. insan tanpınar okumadan kendine ve insana nasıl yaklaşabilir şaşarım bazen. suat ile mümtaz'ın karşı karşıya geldiği bu bölümde benim için bir iç muhasebedir. mümtaz ve suat taban tabana iki zıt karakter ve yaşam adamıdır. ne yazık ki suat, nuran ve mümtaz'ın ayrılığını ölümüyle sağlayacak ve geride bir mektup bırakacaktır.
dördüncü bölüm ise nihayet mümtaz'dır. bize suat'ın mektubundan bir bölümden bahsedildiğinde suat'ın hayaletinin mümtaz'ın yakasına yapıştığı ve bırakamadığı anlaşılır. koskoca bir an içinde geçen zaman, ihsan'ın yatağı başında oturur. artık türkiye değil, dünyadır mesele. suat bir hayalettir mümtaz'ın yanında. bir zihinde yaşadığı için artık daima güzel kalacaktır, zihinde yaşayanlar bu biçimde kalırlar.
ikinci bölüm nuran'dır. "bu, dünyanın en basit, adeta bir cebir muadelesini hatırlatacak kadar basit bir aşk hikayesidir." cümlesiyle başlar ikinci bölüm. tanpınar'ın musiki bilgisini gözler önüne serer, bir kilim gibi dokur tanpınar romanında musikiyi. insan ilişkilerini özenle inceler. tabiatımızın anlatmaktan yoksun olunan yönlerini su akar yolunu bulur misali anlatır. tanpınar'ın betimlemelerinin zirveye ulaştığı nokta benim için insan ilişkileri ve insan doğası hususundadır. bir nakış gibi. tanpınar bunu nasıl yapıyorsa okuduğum her eserinde hayret ederim. insan ilişkilerini de memleket meselelerini de bu bölümde okuyucunun zihninde yapılandırmaya başlar. dostları ile bir masa etrafında tartışmaya giren mümtaz, günümüzün memleket problemlerine sığlığını gösterir. a, b, c partilerini tartışmanın çok ötesindedir bu tartışma. insan ilişkileri konusundaki betimlemeleri sırlı bir kalem gibidir. tanpınar'ın dili başka bir evren. dili günümüz insanının da yazarı ve hata entelektüel kimliğinin de ne denli fakir bir biçimde kullandığı tanpınar'ın tek cümlesiyle bir fotoğrafa dönüşür. büyük küçük yok diyor tanpınar, her şey ve herkes var.
bu her şeyin ve herkesin mekan edindiği istanbul, bir çağlayan gibi akıyor bu esere. bazen mekan insanla bazen de insan mekan ile var oluyor. nuran hayaletinde kadını anlatıyor tanpınar. bir kadının hayatını çoğu zaman nasıl kendi seçimlerine aykırı şekillendirdiğini gösteriyor nuran. eski kocası ve kendi hayatı göz önüne alındığında bu adaletsizlik daha da belirgin hale geliyor. nuran aydın bir kadın olmasına rağmen, kendi hayatının iplerini tutuyor olmasına rağmen yılıyor. nuran, nuran'ı değil nuran olmamayı gösteriyor. bunun yanında önemsiz veya sevimli bir adam olan suat'ın mümtaz için nasıl korkunç bir adama dönüştüğünü görürüz. mümtaz tereddütleriyle, iç sıkıntısıyla o kadar meşguldür ki aşkının yerini bu tereddütleri almaktadır.
üçüncü bölüm suat'tır, mümtaz bu bölümün başlangıcında tereddütlerinin yersizliğiyle rahatlar. umduğu nuran'a ve "huzur"a kavuşmasına ramak kalmıştır. romanın ismi olan huzur sözcüğünün ne kadar kıt kullanïldığı, adeta harcanmaktan sakınıldığı dikkate değer olsa benim için bunun bir adım fazlası romanda dikkatimi çeken tek huzur sözcüğüdür. anlatıcı mümtaz'ın hayatında öyle bir çaba huzur'u eklemiştir ki bu dikkat ve ihtimam insanı çarpar. oysa defalarca tadarız bu huzuru. nuran mümtaz'ın kollarında veya ağaçların ismini sayarken kokusu gelir. hayır, tanpınar huzur'u bu biçimde konumlandırmıştır. huzur, hakiki huzur yalnız o anadır veya o andan sonra başlar huzur'un yokluğu. mümtaz aldığı kararı, bu sert duvarı tek bir cümleyle ifade eder. oysacbiz günlerce senin nuran'a dair şüphelerini, heyecanlarını paylaşmadık mı mümtaz?
tanpınar'ın zamanla ilişkisi bir acayiptir. bu bölümde de en sıradan görünen anların içine zamanla ilgili ipuçları bırakmıştır. ikinci bölümde olduğu gibi yine yaşam, zaman, ölüm konuları iç içe geçmiş durumdadır. mümtaz'ın, zamanla bir derdi vardır. bu derdin tek sahibinin mümtaz olmadığı ise gün gibi ortadadır. ses, musiki, an! yine de bu bölüm için bunları söylemekle yetinmek esere büyük bir haksızlık. üstelik bu yalnız bu bölüme has değil. insan tanpınar okumadan kendine ve insana nasıl yaklaşabilir şaşarım bazen. suat ile mümtaz'ın karşı karşıya geldiği bu bölümde benim için bir iç muhasebedir. mümtaz ve suat taban tabana iki zıt karakter ve yaşam adamıdır. ne yazık ki suat, nuran ve mümtaz'ın ayrılığını ölümüyle sağlayacak ve geride bir mektup bırakacaktır.
dördüncü bölüm ise nihayet mümtaz'dır. bize suat'ın mektubundan bir bölümden bahsedildiğinde suat'ın hayaletinin mümtaz'ın yakasına yapıştığı ve bırakamadığı anlaşılır. koskoca bir an içinde geçen zaman, ihsan'ın yatağı başında oturur. artık türkiye değil, dünyadır mesele. suat bir hayalettir mümtaz'ın yanında. bir zihinde yaşadığı için artık daima güzel kalacaktır, zihinde yaşayanlar bu biçimde kalırlar.
devamını gör...
18.
ikigai japonların uzun ve mutlu yaşama sırrı
"japonların uzun ve mutlu yaşam sırrını" japon olmayan iki insanın anlattığı kitap. genelde "kişisel gelişim" vaadinde bulunan kitapları içeriğindeki ilginç öyküler ve bilimsel veriler için okuyorum. bu kitap (belirtmekte fayda var, ben serinin yalnız ilk kitabını okudum) aynı kategorideki alışıldık amerikan tipi kitaplar ile bazı noktalarda ciddi farklılıklar taşıyor.
her konuyu evirip çevirip evrene enerji göndermeye bağlamadığı için içeriği yararlı ve uygulanabilir nitelikte. araban mı yok, karın mı öldü? neyse canım gel enerji gönderelim, her şey mükemmel olacak diye nutuk çekmiyor yani. mütevazı ve akla yatkın bir içeriği var, oldukça ölçülü.
birkaç kişinin yaşadığı mucizeler yerine bir halk ve kültürü pek çok yönüyle, en azından bir yabancının kazanım sağlayabileceği yönleriyle ele alınmış.
her konuyu evirip çevirip evrene enerji göndermeye bağlamadığı için içeriği yararlı ve uygulanabilir nitelikte. araban mı yok, karın mı öldü? neyse canım gel enerji gönderelim, her şey mükemmel olacak diye nutuk çekmiyor yani. mütevazı ve akla yatkın bir içeriği var, oldukça ölçülü.
birkaç kişinin yaşadığı mucizeler yerine bir halk ve kültürü pek çok yönüyle, en azından bir yabancının kazanım sağlayabileceği yönleriyle ele alınmış.
devamını gör...
19.
atalar mirası gönül yarası türküler
(bkz: ismail bingöl) tarafından kaleme alınmış, ülke kitapları tarafından ilk baskısı 2014'te yapılmış türküler üzerine bir kitap. kitaptaki türküleri okurken büyük bir kısmını hiç bilmediğimi üzülerek fark ettim.
yazar, genel olarak türküler üzerine duygularını, düşüncelerini ve türkülerin ne kadar kıymetli olduğunu ifade etmiş. kültür için türkülerin ehemmiyeti üzerinde durulmuş.
türküler üzerine birkaç akademik çalışmadan, bazı gazetelerde yayımlanmış köşe yazılarından, röportajlardan ve kıymetli şahsiyetlerin türküler üzerine söylediklerinden, türkü konulu şiirlerden çeşitli alıntılar mevcut. bu alıntılardan türkülerle ilgili düşüncelerimi yeniden şekillendirirken oldukça faydalandım.
dörtlük olarak veya tamamıyla birçok türküye yer verilmiş ancak birkaç türkünün ortaya çıkış öyküsünden de söz ediliyor.
"her derdi çekmeye razıyım ama
takılmasaydı keşki dudaklarıma
bu isimsiz, paramparça türküler..."
-yavuz bülent bakiler
yazar, genel olarak türküler üzerine duygularını, düşüncelerini ve türkülerin ne kadar kıymetli olduğunu ifade etmiş. kültür için türkülerin ehemmiyeti üzerinde durulmuş.
türküler üzerine birkaç akademik çalışmadan, bazı gazetelerde yayımlanmış köşe yazılarından, röportajlardan ve kıymetli şahsiyetlerin türküler üzerine söylediklerinden, türkü konulu şiirlerden çeşitli alıntılar mevcut. bu alıntılardan türkülerle ilgili düşüncelerimi yeniden şekillendirirken oldukça faydalandım.
dörtlük olarak veya tamamıyla birçok türküye yer verilmiş ancak birkaç türkünün ortaya çıkış öyküsünden de söz ediliyor.
"her derdi çekmeye razıyım ama
takılmasaydı keşki dudaklarıma
bu isimsiz, paramparça türküler..."
-yavuz bülent bakiler
devamını gör...
20.
bir ömür nasıl yaşanır
"hiçbir toplum yetenekli çocuklarını harcayacak lükse sahip değildir."
-bir ömür nasıl yaşanır, s. 171, ilber ortaylı, söyleşi: yenal bilgici, 27. baskı, kronik kitap.
daha erken okusam hayatımı daha farklı biçimlendirebileceğim, söyleşi türünde bir eser. kitapta kişinin öneri olarak değerlendirebilecekleri kısır değil, her yaşama bir biçimde uyarlanabilecek nitelikte. bunun yanında ilber ortaylı gibi dünyayı görmüş, ciddi anlamda sokak sokak arşınlamış bir insandan dünya insanlarına ve türk insanına dair tespitler okumak kıymetli. bir hızlı tüketim kitabı değil benim için. bir kitabı okumak yalnız göz ile sözcükleri taramaktan ibaret değil nihayetinde ki bu kitapta yüzü aşkın müzik, kitap, isim, gezi önerisi var. ben bunları araştırmadan, en azından %25'ine hakim olmadan bir değerlendirmede de bulunamam zaten.
bu kitapta yer alan çoğu öneri bence çoğu insanın daha önce duymadığı, bilmediği şeyler değil. zaten mesele kimsenin keşfetmediği bir şeyle karşılaşmak değil. neyi neden yapacağız ve ne işe yarayacak? bu kitap benim gözümde daha çok bunun üzerine kurulu. bilmeden, özüne inmeden verilmiş önerilerden çok daha fazlası var. her şeyden önce niçin tarih öğrenelim, şiir, edebiyat bilelim gibi -ne yazık ki ülke insanının uzak olduğu- konulara değinilmiş. ne yapmak gerektiğini, nasıl bir yol tayin etmenin ihtiyaç olduğunu söyleyecek çok insan vardır fakat bu biçimde önerilere az rastlanacağını düşünüyorum.
özellikle ebeveynler için iyi bir kaynak kitap olduğunu düşünüyorum. bu tarzda bir kitapla karşılaşmanın, okumanın da bir yaşı var. en nihayetinde 5 yaşında bir çocuğun bu kitabı alıp okuyup da ben şunu öğreneyim demesi zor, bu sayıyı 16 yaşa kadar çıkarabilirim. bu yaştaki genç insanların bu eserden yararlanmasının yolu bana kalırsa ebeveynleri, idealist öğretmenleri sayesinde sağlanabilir. genç yaşlar için çok ciddi öneri ve tespitleri var. gerçi sadece genç bireylere değil hayatın her evresindeki insanlara hitap edecek bir kitap.
kitapta ilber ortaylı'nın tanıdığı, bildiği çok çeşitli alanlarda uzman şahsiyetler ve kurumlardan bahsediliyor ki pek çoğu internette araştırılarak ulaşılabilecek isimler değil. tarih, basın, müzik, müzecilik gibi alanlarda öğrenim görenler için istifade edebilecekleri müthiş bir kaynak bence. bir de es geçmem çok büyük bir haksızlık olacaktır, idealist öğretmenlerin bu kitaptan elde edebileceği çok değerli kazanımlar olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...