yazar: hasan ali toptaş
yayım yılı: 2019
babasının iş yerine yemek götürmeye giden güldiyar'ın eve döndüğünde bir daha asla konuşmamasını konu almaktadır.
yayım yılı: 2019
babasının iş yerine yemek götürmeye giden güldiyar'ın eve döndüğünde bir daha asla konuşmamasını konu almaktadır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "pisipisi" tarafından 06.06.2023 17:09 tarihinde açılmıştır.
1.
hasan ali toptaş'ın 1. basımı 2019 yılında gerçekleşen eseri.
hasan ali toptaş kitabı okuyacak olduğumda içimde bir tereddüt oluşuyor. dürtüyor, rahatsız ediyor, içeride yeni huzursuzluklar yaratıyor. anlatmadan, göstermeden işaret ediyor. sanırım sorun da bu. yüzümüzü okşayan, esinti ve serinlik vaad eden tatlı bir rüzgar değil hat edebiyatı.
kitabı okurken durmadan kıpırdanıyorum. bazen kapatıyorum, bırakıyorum fakat düşünmeye devam ediyorum. büyük bir merakla, yerinde duramayarak değil eski bir tanıdığı hatırlar gibi. kırık dökük anılarla.
"beni kör kuyularda" merdivensiz bıraktın hat edebiyatı. ne desem bir ipucu, spoiler olacak. en azından benim için öyle olurdu. karanlık, sisli, rahatsız. boğucu. kasvetli. iyi. kötü. ağaçlı. şenlikli ve kederli. neredeler onlar? kimdiler? hem biz kimdik?
hasan ali toptaş kitabı okuyacak olduğumda içimde bir tereddüt oluşuyor. dürtüyor, rahatsız ediyor, içeride yeni huzursuzluklar yaratıyor. anlatmadan, göstermeden işaret ediyor. sanırım sorun da bu. yüzümüzü okşayan, esinti ve serinlik vaad eden tatlı bir rüzgar değil hat edebiyatı.
kitabı okurken durmadan kıpırdanıyorum. bazen kapatıyorum, bırakıyorum fakat düşünmeye devam ediyorum. büyük bir merakla, yerinde duramayarak değil eski bir tanıdığı hatırlar gibi. kırık dökük anılarla.
"beni kör kuyularda" merdivensiz bıraktın hat edebiyatı. ne desem bir ipucu, spoiler olacak. en azından benim için öyle olurdu. karanlık, sisli, rahatsız. boğucu. kasvetli. iyi. kötü. ağaçlı. şenlikli ve kederli. neredeler onlar? kimdiler? hem biz kimdik?
devamını gör...
2.
hasan ali toptaş'ın 2019 yılında yayınlanan son romanı.
kitabın anlattığı şey büyülü gerçeklik üzerinden, alegorik bir anlatımla gerçeğin ve toplumun ta kendisi. kokuşmuş, çürümüş bir düzende insanların nasıl sağır, dilsiz ve kör olduğu.
gördüğümüz kötü bir durum karşısında sadece "vah vah" demenin bizi iyi yaptığını sanıyoruz, bir haksızlığı sadece fark etmekle kendimizi ahlak sahibi ilan ediyoruz artık. ama eyleme geçmeyen hiçbir söz, hiçbir acıma duygusu, hiçbir vicdan hesaplaşması bizi iyi insan yapmaya yetmiyor; o yol daha zorlu ve çetin, herkes kolay kolay yürüyemez.
bir de haksızlığı dile getirene çığırtkan gözüyle bakıyoruz; "bu senin işin mi, boş ver." diyoruz.
kabulleniyoruz; asla değiştirmeye çalışmadan, olağan haliyle kabulleniyoruz ama mutlaka kınıyoruz (!), çünkü duyarlı (!) insanlarız hepimiz.
özetle insanların yanlışa yanlış dediğini (kendi içinden), ahlaksızlığa ahlaksızlık dediğini, vicdansızlığa vicdansızlık dediğini, ama düzeltmek için kimsenin kılını kıpırdatmadığını, üzerine o durumun seyircisi olduğunu, "aman ağzımızın tadı kaçmasın." diyerek sustuğunu ve bir şekilde bu pespaye düzeni garip bir hazla izlediğini ve onun bir parçası olduğunu görmek derinden etkiliyor insanı.
tüm bunlar olurken;
.... dışarıdaki karanlık yavaş yavaş soğudu yine, camlar, çerçeveler soğudu, duvarlar soğudu, otlar soğudu, boşmuş gibi görünen doluluklar, doluymuş gibi görünen boşluklar soğudu, bayır soğudu, kurumuş derenin çamurları, taşları soğudu ve gece çatıların, evlerin ağaçların ve irili ufaklı cümle mahlukatın üzerine basa basa yürüdü, o yürürken yine polis karakolları, hastahanelerin acil servisleri, kumarhaneler, barlar doldu taştı, şehrin çeşitli köşelerinde yine kadehler kaldırılıp renkli ışıklar altında şarkılar türküler söylendi, çeşitli köşelerinde çeşitli sebeplerle gözyaşları döküldü, çeşitli köşelerinde sevişildi, çeşitli köşelerinde kırılmış yaprak tadında susuldu, çeşitli köşelerinde ölümüne dövüşüldü, çeşitli köşelerinde kaba adamlar sürekli incelikten, kibirliler dönüp dolaşıp tevazudan, kötüler ısrarla iyilikten söz etti ve artık sonunda ortalık yavaş yavaş ağarmaya başladı.
ve bu pejmürde düzen bir yolunu bulup devam etti.
not: hasan ali toptaş ile aynı dönemde yaşayıp kitaplarını okuyabilmek, üstelik ana dilinde okuyabilmek büyük lütuftu.
malum taciz krizlerinden sonra elimiz varmıyor okumaya belki ama sanatın sanatçıdan bağımsız olduğu fikrine sığınarak bu yazıyı yazdım. bugünlerde yaşadığım can sıkıcı birkaç şey de kitabı akıma düşürdü aslında, yazmamda bunun etkisi büyük.
kitabın anlattığı şey büyülü gerçeklik üzerinden, alegorik bir anlatımla gerçeğin ve toplumun ta kendisi. kokuşmuş, çürümüş bir düzende insanların nasıl sağır, dilsiz ve kör olduğu.
gördüğümüz kötü bir durum karşısında sadece "vah vah" demenin bizi iyi yaptığını sanıyoruz, bir haksızlığı sadece fark etmekle kendimizi ahlak sahibi ilan ediyoruz artık. ama eyleme geçmeyen hiçbir söz, hiçbir acıma duygusu, hiçbir vicdan hesaplaşması bizi iyi insan yapmaya yetmiyor; o yol daha zorlu ve çetin, herkes kolay kolay yürüyemez.
bir de haksızlığı dile getirene çığırtkan gözüyle bakıyoruz; "bu senin işin mi, boş ver." diyoruz.
kabulleniyoruz; asla değiştirmeye çalışmadan, olağan haliyle kabulleniyoruz ama mutlaka kınıyoruz (!), çünkü duyarlı (!) insanlarız hepimiz.
özetle insanların yanlışa yanlış dediğini (kendi içinden), ahlaksızlığa ahlaksızlık dediğini, vicdansızlığa vicdansızlık dediğini, ama düzeltmek için kimsenin kılını kıpırdatmadığını, üzerine o durumun seyircisi olduğunu, "aman ağzımızın tadı kaçmasın." diyerek sustuğunu ve bir şekilde bu pespaye düzeni garip bir hazla izlediğini ve onun bir parçası olduğunu görmek derinden etkiliyor insanı.
tüm bunlar olurken;
.... dışarıdaki karanlık yavaş yavaş soğudu yine, camlar, çerçeveler soğudu, duvarlar soğudu, otlar soğudu, boşmuş gibi görünen doluluklar, doluymuş gibi görünen boşluklar soğudu, bayır soğudu, kurumuş derenin çamurları, taşları soğudu ve gece çatıların, evlerin ağaçların ve irili ufaklı cümle mahlukatın üzerine basa basa yürüdü, o yürürken yine polis karakolları, hastahanelerin acil servisleri, kumarhaneler, barlar doldu taştı, şehrin çeşitli köşelerinde yine kadehler kaldırılıp renkli ışıklar altında şarkılar türküler söylendi, çeşitli köşelerinde çeşitli sebeplerle gözyaşları döküldü, çeşitli köşelerinde sevişildi, çeşitli köşelerinde kırılmış yaprak tadında susuldu, çeşitli köşelerinde ölümüne dövüşüldü, çeşitli köşelerinde kaba adamlar sürekli incelikten, kibirliler dönüp dolaşıp tevazudan, kötüler ısrarla iyilikten söz etti ve artık sonunda ortalık yavaş yavaş ağarmaya başladı.
ve bu pejmürde düzen bir yolunu bulup devam etti.
not: hasan ali toptaş ile aynı dönemde yaşayıp kitaplarını okuyabilmek, üstelik ana dilinde okuyabilmek büyük lütuftu.
malum taciz krizlerinden sonra elimiz varmıyor okumaya belki ama sanatın sanatçıdan bağımsız olduğu fikrine sığınarak bu yazıyı yazdım. bugünlerde yaşadığım can sıkıcı birkaç şey de kitabı akıma düşürdü aslında, yazmamda bunun etkisi büyük.
devamını gör...