1.
şair, yazar, öğretmen ve futbolcu olan ahmet erhan 8 şubat 1954'te ankara'da doğdu ve 4 ağustos 2013'te aramızdan ayrıldı. bir süre adana demirspor’da sol açıkta fatih terim ile birlikte top koşturdu. bir maçta kaval kemiğine aldığı darbeyle ciddi bir sakatlık geçirince futbolu bırakmak zorunda kaldı. ömrünün sonuna kadar çok sevdiği şiirlerine adadı kendini. gerisinde yadigâr olarak şu çok sevdiğim dizeleri bıraktı:
"bugün oturdum ölümü düşündüm
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
bugün oturdum ölümü düşündüm
yağmur altında ya da karanlıkta
bir başıma kalmış gibi.
sevgilim böylesine alımlıyken
güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
iyice belirmişken gökyüzünde
onarırken, sararken hayat
çocukların incinmiş gülüşlerini
artık her park yeri bir apartman inşaatı
her sokak bir otomobil nehriyse de.
bugün oturdum ölümü düşündüm
soğuk camlara dayayarak yüzümü
kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
yaşayan ya da artık yaşamayan dostları
bugün oturdum ölümü düşündüm
örterek yüreğime kara bir tülü.
bugün oturdum ölümü düşündüm
kapkara bir gece penceremi dalarken
öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
yiğitliğin, özverinin, sevginin
arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
bugün oturdum ölümü düşündüm
bir darağacında ya da yolda yürürken
bugün oturdum ölümü düşündüm
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken."
"bugün oturdum ölümü düşündüm
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
bugün oturdum ölümü düşündüm
yağmur altında ya da karanlıkta
bir başıma kalmış gibi.
sevgilim böylesine alımlıyken
güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
iyice belirmişken gökyüzünde
onarırken, sararken hayat
çocukların incinmiş gülüşlerini
artık her park yeri bir apartman inşaatı
her sokak bir otomobil nehriyse de.
bugün oturdum ölümü düşündüm
soğuk camlara dayayarak yüzümü
kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
yaşayan ya da artık yaşamayan dostları
bugün oturdum ölümü düşündüm
örterek yüreğime kara bir tülü.
bugün oturdum ölümü düşündüm
kapkara bir gece penceremi dalarken
öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
yiğitliğin, özverinin, sevginin
arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
bugün oturdum ölümü düşündüm
bir darağacında ya da yolda yürürken
bugün oturdum ölümü düşündüm
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken."
devamını gör...
2.
yeni türkü'nün bestelediği "kalırsa bir soru" şiirinin şairi.
devamını gör...
3.
adına bir başlık açıldığını görünce çok çok mutlu olduğum, gülşiir'in şairi, güzel insan. gülşiir ki hemencecik kalbimi çelen, belli aralıklarla hem kalbimi kırıp hem hayatı sevmeme yardım eden güzel şiir.
devamını gör...
4.
mezarı bir kayık şeklinde ahmet arif'in oğlu filinta önal tarafından yapılmış güzel insan.
devamını gör...
5.
'yalnızı ve yazığıyım bu dünyanın'
devamını gör...
6.
toplu şiirlerinin burada gömülüdür adıyla ve iki cilt olarak yayımlandığı, kuşağının haklı olarak en önde isimlerinden kabul edilen, hayattayken tanışma fırsatı da bulduğum türk şairi.
ahmet erhan bana göre edebiyatımızda "şair" olma sıfatını hak eden nadir isimlerdendir. bir insan şiir yazabilir, çok iyi şiirler de yazabilir ancak yaşayışına şairliği yansımıyorsa şiirinin bir yerleri eksiktir. ilhan berk, ozan ve sesler adlı şiirinde şöyle söyler: "zor olan, diyor, şiirin hayatını yaşamaktır/yazmak sonra gelir hep." bu noktadan bakıldığında denebilir ki ahmet erhan'ın hayatı hep şiirle iç içe olmuştur; yürürken, otururken, düşünürken, su içerken, severken, efkârlanırken, inandığı değerleri savunurken, her an şairdir ahmet erhan, "tepeden tırnağa" şairdir. onun şiiri doğrudan hayatın, yaşadığı toplumun, çağın içinden; insana dair nice duygunun coşkunca taştığı bir noktadan kaynağını bulmuştur. her ne kadar ölüm üzerine çokça şeyler söylese de inanıyorum ki ölümü de hayatın bir parçası saymış, hayata sıkı sıkıya bağlı olmuş; capcanlı duygulardan, doğadan hiç vazgeçmemiştir.
ahmet erhan, kendi şairlik serüvenini kesintilerle ve keskin köşelerle tanımlamak yerine bütüncül olarak ele almayı tercih ediyor ve öteki şiirler kitabının girişinde şöyle söylüyor: "nereden nereye geldiğim değil, bir şair olarak kişiliğimin değişik katmanlarının kimi dönemlerde belirginleşmesi önemli bence. bir yerden başka bir yere geldiğimi de sanmıyorum açıkçası. bir şairin hayatı boyunca aslında 'tek bir şiiri' yazdığına inananlardanım."
şairin hayata bakışını, coşkun tavrını, şiirini pek doğru yansıttığını düşündüğüm bir şiirini paylaşayım, "akasya, seviyorum":
su, taşı dürtüyor şimdi
yağmur bulutu
çocuk annesini -
uyan, artık eskisi gibi değil dünya
seviyorum
günyüzü görmemiş bir dalın hüznü
akıyor damarlarıma
iliklerimi yakıyor
göl kıpır kıpır
sazlıkların ardından sıçrayan balık
diyor ki bana -
artık eskisi gibi değil dünya
sıva kollarını
ellerini taşın altına sok
bir yapı kur kalbinin kıyılarına
seviyorum
alnımdaki derin çizgilerden
savrulan toz
umurumda değil
gözaltlarımda büyüyen tepecikler
yaşanmamış yıllarıma hatıra olsun
ve titreyen ellerim
ve daha ne çok şey
hayatla ilgili, ölüme ilişkin
umurumda değil
basılı kâğıtlarda kalan şiirler
kalsın ve unutulsun
denize yakın uçan kırlangıç gibiyim
dilleri yakan sarhoşluğum
dillere düşen
soluk bir çerçevede dursun
seviyorum
iznik gölünde sonbahar
damla damla karışıyor ölgün yıllarıma
adını bilmediğim bir ağaçtan
birdenbire kopan yaprak
tam kalbimin üstüne konuyor
uğursuz dünya
yenilmeyeceğim
damarlarımda uyuklayan kan haykırıyor
seviyorum
artık eskisi gibi değil
bütün kirleri ve nemleri kusuyor bedenim
işte burada
tam işte burada
kırk üç yaşındaki cismim
sevgilim
yeni bir ad bulmalı sana
yastığımdaki kokunu avucumda tutuyorken
varsın dokunmayayım hiçbir şeye
avucumu ağzıma bastırıyorum
deliyim
böyle dolaşıyorum sokaklarda
iznik gölü
görmedim ki daha önce
bir çini tabak gibi
desen desen
ince
mavinin bütün tonlarıyla haykırıyorum
seviyorum
ölmem artık dünya ölmezse
göl kuşum benim
güz çiçeğim
sen de seviyorsun biliyorum
kadınım ol
kuluçkaya yat dokuz ay on gün
akasyaların üstünde
seviyorum
kanımdaki yıldız geçitim
dirliğim, diriliğim
alfabemdeki ilk ve son harfim
dinginliğim
hiçbir sözlükte yerin yok senin
umurumda değil
güneşi süzen akasya
ankara'm istanbul'um bütün şehirlerimsin
akasya
senin adın akasya olsun
iznik gölü gözlerini kapıyor
utanıyor mu biz öpüşürken
yoksa akşam mı oluyor
seviyorum
yağmur altında yürümek gibi bir şey bu
sevinçten ürpererek
damla damla
iyi ki akşam oluyor
seninle birlikte geliyor
iznik gölü de yatağıma
akasya
seviyorum...
not: ben bu şiirin şairini gördüğümde bir bankta oturuyor, şarap içiyor, dostlarıyla şiir konuşuyordu.
ahmet erhan bana göre edebiyatımızda "şair" olma sıfatını hak eden nadir isimlerdendir. bir insan şiir yazabilir, çok iyi şiirler de yazabilir ancak yaşayışına şairliği yansımıyorsa şiirinin bir yerleri eksiktir. ilhan berk, ozan ve sesler adlı şiirinde şöyle söyler: "zor olan, diyor, şiirin hayatını yaşamaktır/yazmak sonra gelir hep." bu noktadan bakıldığında denebilir ki ahmet erhan'ın hayatı hep şiirle iç içe olmuştur; yürürken, otururken, düşünürken, su içerken, severken, efkârlanırken, inandığı değerleri savunurken, her an şairdir ahmet erhan, "tepeden tırnağa" şairdir. onun şiiri doğrudan hayatın, yaşadığı toplumun, çağın içinden; insana dair nice duygunun coşkunca taştığı bir noktadan kaynağını bulmuştur. her ne kadar ölüm üzerine çokça şeyler söylese de inanıyorum ki ölümü de hayatın bir parçası saymış, hayata sıkı sıkıya bağlı olmuş; capcanlı duygulardan, doğadan hiç vazgeçmemiştir.
ahmet erhan, kendi şairlik serüvenini kesintilerle ve keskin köşelerle tanımlamak yerine bütüncül olarak ele almayı tercih ediyor ve öteki şiirler kitabının girişinde şöyle söylüyor: "nereden nereye geldiğim değil, bir şair olarak kişiliğimin değişik katmanlarının kimi dönemlerde belirginleşmesi önemli bence. bir yerden başka bir yere geldiğimi de sanmıyorum açıkçası. bir şairin hayatı boyunca aslında 'tek bir şiiri' yazdığına inananlardanım."
şairin hayata bakışını, coşkun tavrını, şiirini pek doğru yansıttığını düşündüğüm bir şiirini paylaşayım, "akasya, seviyorum":
su, taşı dürtüyor şimdi
yağmur bulutu
çocuk annesini -
uyan, artık eskisi gibi değil dünya
seviyorum
günyüzü görmemiş bir dalın hüznü
akıyor damarlarıma
iliklerimi yakıyor
göl kıpır kıpır
sazlıkların ardından sıçrayan balık
diyor ki bana -
artık eskisi gibi değil dünya
sıva kollarını
ellerini taşın altına sok
bir yapı kur kalbinin kıyılarına
seviyorum
alnımdaki derin çizgilerden
savrulan toz
umurumda değil
gözaltlarımda büyüyen tepecikler
yaşanmamış yıllarıma hatıra olsun
ve titreyen ellerim
ve daha ne çok şey
hayatla ilgili, ölüme ilişkin
umurumda değil
basılı kâğıtlarda kalan şiirler
kalsın ve unutulsun
denize yakın uçan kırlangıç gibiyim
dilleri yakan sarhoşluğum
dillere düşen
soluk bir çerçevede dursun
seviyorum
iznik gölünde sonbahar
damla damla karışıyor ölgün yıllarıma
adını bilmediğim bir ağaçtan
birdenbire kopan yaprak
tam kalbimin üstüne konuyor
uğursuz dünya
yenilmeyeceğim
damarlarımda uyuklayan kan haykırıyor
seviyorum
artık eskisi gibi değil
bütün kirleri ve nemleri kusuyor bedenim
işte burada
tam işte burada
kırk üç yaşındaki cismim
sevgilim
yeni bir ad bulmalı sana
yastığımdaki kokunu avucumda tutuyorken
varsın dokunmayayım hiçbir şeye
avucumu ağzıma bastırıyorum
deliyim
böyle dolaşıyorum sokaklarda
iznik gölü
görmedim ki daha önce
bir çini tabak gibi
desen desen
ince
mavinin bütün tonlarıyla haykırıyorum
seviyorum
ölmem artık dünya ölmezse
göl kuşum benim
güz çiçeğim
sen de seviyorsun biliyorum
kadınım ol
kuluçkaya yat dokuz ay on gün
akasyaların üstünde
seviyorum
kanımdaki yıldız geçitim
dirliğim, diriliğim
alfabemdeki ilk ve son harfim
dinginliğim
hiçbir sözlükte yerin yok senin
umurumda değil
güneşi süzen akasya
ankara'm istanbul'um bütün şehirlerimsin
akasya
senin adın akasya olsun
iznik gölü gözlerini kapıyor
utanıyor mu biz öpüşürken
yoksa akşam mı oluyor
seviyorum
yağmur altında yürümek gibi bir şey bu
sevinçten ürpererek
damla damla
iyi ki akşam oluyor
seninle birlikte geliyor
iznik gölü de yatağıma
akasya
seviyorum...
not: ben bu şiirin şairini gördüğümde bir bankta oturuyor, şarap içiyor, dostlarıyla şiir konuşuyordu.
devamını gör...
7.
yarasa'nın 21 şiiri
1
ölüm rengine bürünmüş
bir ahmet erhan portresi gibi
dolaştım kendi kıyılarımda
yalnızlığı çileden çıkaracak kadar yalnızdım
elimi düğmelediğim ayağımla
bir çağdaş ve müslim olarak
kendime sığındım
yenilgimde bu kadardı
boğulmalarım da…
2
bütün aşklarım çoğul çıktı
neden ve nasılsa
bir sevenimi aradım
o derin ücralarda. yoktu
konuştular. onlar hep konuşurlar
çoktular
kum tıkadım kulaklarıma
bütün aşklarımı yalnız bıraktım
kendi çoğulluğumda
3
şimdi tekil bir yaban gibi
dolanıp duruyorum yollarda
yok ki sevenim
var mı sevenim
çoktan gömüldüğüm o uçurumda
ışık kusarak bekledim
alkolün verdiği ayazda
sanki. yoktum. bir hiçtim.
4
yalnızlığımla vardım
denizimin kıyıları hep çoğuldu
kendimdim. o kadardım.
tebdil gezdim ölümün uçurumlarında
çoktum. o kadardım.
dizüstü oturup denizine baktım
ayna değildi. azı yok bir suydu
yalnızlığımla vardım
5
ışığım beni bıraktı artık
ateş böceği topladım karanlıklarıma
6
aklımı bir toplasam
bitecek son isyan. ne?
yenilenler bilir: var mısın, yok musun
sorusu hep bellidir, yanıtı yoktur
ölümüne bağırıyorum:
-gelecek isyan! gelecek isyan!
7
yenilgime bir inansam
çağdaş ve devrimci olarak
gün ışığı görürdüm, sevgili dünya
her şey çünkü bir içim su
ve denizse bir cigara içimi uzaklığında
8
sanki hayatın dipnot evresindeyim
ve ne çok yaşlıyım
kuru otlar fışkırıyor her yanımdan
bir elimde ateşi, bir elimde suyu tutsam
9
her ölüm kendini bekler
bir yarasanın ömrü kadar yaşadım
-sahi, bir yarasa ne kadar yaşar?
10
ışığım söndü, kalbim dindi
bir anka masalıydı yaşadığım
sondum, sonuncuydum
yalnızlık ancak bu kadar taşardı
fışkırırdı bazan, öyleydi
ve usulca akardı. kalbimden
olsa olsa ömrümle yaşıttı
11
beni yalnızlığımla vurdular o gece vakti
kalbimi su ile yuğdular o gece vakti
öldüğümü bile söylemediler
bedenime sözüm vardı bir şafak üzre
alnımı kumla ovdular o gece vakti
12
tenimde ışıyan bir ışık çiçeği
bu kadar yoracağını bilmezdim
sevgilim… benimle yıka ellerini
13
mesela alfabenin 14. harfinde ölmek
yarım kalmış bir ansiklopedinin sayfalarında kalmak…
adamım,
kendini kıran bir dal kadar yalnızım…
14
ne kadarsan öyle gel
kabulüm
sayım suyum çok.
15
ben öleyim ücralarda
ey şehir uleması
siz tıpış tıpış yaşayın!
16
ada da şehirli bir yarasayım
gün yüzü görmemiş ömrüm hep derinlere kaçıyor
kalemim gitgide sararıyor
17
yalnızı ve yazığıyım bu dünyanın
mağrur bir komutan kadar mazurum
18
ellerime söz geçirmekten caydım
yalnızlığımın beş bin nüsha kopyasını çıkardım
19
tanrım, çayı demledim…
daha önce hiç bu kadar ölmemiştim.
20
erhan gidiyor, haydi bakalım
iyi de yalnızlık yerinde duruyor, ölüm, acı…
bari ben yazdığımla kalayım
21
ey, yarasa
ölüm
yarasın sana!
1
ölüm rengine bürünmüş
bir ahmet erhan portresi gibi
dolaştım kendi kıyılarımda
yalnızlığı çileden çıkaracak kadar yalnızdım
elimi düğmelediğim ayağımla
bir çağdaş ve müslim olarak
kendime sığındım
yenilgimde bu kadardı
boğulmalarım da…
2
bütün aşklarım çoğul çıktı
neden ve nasılsa
bir sevenimi aradım
o derin ücralarda. yoktu
konuştular. onlar hep konuşurlar
çoktular
kum tıkadım kulaklarıma
bütün aşklarımı yalnız bıraktım
kendi çoğulluğumda
3
şimdi tekil bir yaban gibi
dolanıp duruyorum yollarda
yok ki sevenim
var mı sevenim
çoktan gömüldüğüm o uçurumda
ışık kusarak bekledim
alkolün verdiği ayazda
sanki. yoktum. bir hiçtim.
4
yalnızlığımla vardım
denizimin kıyıları hep çoğuldu
kendimdim. o kadardım.
tebdil gezdim ölümün uçurumlarında
çoktum. o kadardım.
dizüstü oturup denizine baktım
ayna değildi. azı yok bir suydu
yalnızlığımla vardım
5
ışığım beni bıraktı artık
ateş böceği topladım karanlıklarıma
6
aklımı bir toplasam
bitecek son isyan. ne?
yenilenler bilir: var mısın, yok musun
sorusu hep bellidir, yanıtı yoktur
ölümüne bağırıyorum:
-gelecek isyan! gelecek isyan!
7
yenilgime bir inansam
çağdaş ve devrimci olarak
gün ışığı görürdüm, sevgili dünya
her şey çünkü bir içim su
ve denizse bir cigara içimi uzaklığında
8
sanki hayatın dipnot evresindeyim
ve ne çok yaşlıyım
kuru otlar fışkırıyor her yanımdan
bir elimde ateşi, bir elimde suyu tutsam
9
her ölüm kendini bekler
bir yarasanın ömrü kadar yaşadım
-sahi, bir yarasa ne kadar yaşar?
10
ışığım söndü, kalbim dindi
bir anka masalıydı yaşadığım
sondum, sonuncuydum
yalnızlık ancak bu kadar taşardı
fışkırırdı bazan, öyleydi
ve usulca akardı. kalbimden
olsa olsa ömrümle yaşıttı
11
beni yalnızlığımla vurdular o gece vakti
kalbimi su ile yuğdular o gece vakti
öldüğümü bile söylemediler
bedenime sözüm vardı bir şafak üzre
alnımı kumla ovdular o gece vakti
12
tenimde ışıyan bir ışık çiçeği
bu kadar yoracağını bilmezdim
sevgilim… benimle yıka ellerini
13
mesela alfabenin 14. harfinde ölmek
yarım kalmış bir ansiklopedinin sayfalarında kalmak…
adamım,
kendini kıran bir dal kadar yalnızım…
14
ne kadarsan öyle gel
kabulüm
sayım suyum çok.
15
ben öleyim ücralarda
ey şehir uleması
siz tıpış tıpış yaşayın!
16
ada da şehirli bir yarasayım
gün yüzü görmemiş ömrüm hep derinlere kaçıyor
kalemim gitgide sararıyor
17
yalnızı ve yazığıyım bu dünyanın
mağrur bir komutan kadar mazurum
18
ellerime söz geçirmekten caydım
yalnızlığımın beş bin nüsha kopyasını çıkardım
19
tanrım, çayı demledim…
daha önce hiç bu kadar ölmemiştim.
20
erhan gidiyor, haydi bakalım
iyi de yalnızlık yerinde duruyor, ölüm, acı…
bari ben yazdığımla kalayım
21
ey, yarasa
ölüm
yarasın sana!
devamını gör...
8.
çözemediğim çok şeyler var hayatımda ahmet abi...
devamını gör...
9.
''anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?'' kısmı ile beni benden alan şiirin şairidir.
gülşiir
geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da..
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa.
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası...mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar...
şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile...
dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülsarap
gülaşk, gülsiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
yatağımda bedeninden bir oyuk.
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü..
çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi.
sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
adını çoktan unuttun yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana..
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?'' kısmı ile beni benden alan şiirin şairidir.
gülşiir
geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da..
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa.
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası...mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar...
şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile...
dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülsarap
gülaşk, gülsiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
yatağımda bedeninden bir oyuk.
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü..
çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi.
sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
adını çoktan unuttun yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana..
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
devamını gör...
10.
"sensin, sevgilimsin, beni bilirsin
usandım artık dünyayı sorgulamaktan
yardım et bana, kendimle barışayım
kanıtlar devşirerek taştan, topraktan..."
usandım artık dünyayı sorgulamaktan
yardım et bana, kendimle barışayım
kanıtlar devşirerek taştan, topraktan..."
devamını gör...
11.
bir gün discorda girdim baktım şiir dinletisi etkinliği yapılıyor durur muyum hemen girdim yanlarına neyse dinliyorum; aa bu ne böyle kasıntı sesler, vıcık vıcık romantik şiirler... bi de bir kibarlar varya... bazıları da kendi şiirlerini okuyor baya kötü ama herkes harikaydı, ne güzel okudun bilmem ne... ayol dayanamadım el kaldırdım; mikrofonumu açtılar ''ben de okuyacağım.'' dedim. tabii buyrun lütfen yasakneayol hanım bilmem ne... kırılacaklar kibarlıktan.
sonra ahmet erhan'ın james dean diye bir çocuk... şiirinden bir kesiti başladım okumaya;
james dean diye bir çocuk
ne aradığını biliyor ne bulduğunu
sokağın ortasında bir koltuğun üstünde
otururken bağırıyor,elbette bağırır :
-sizin canınız sıkılmıyor mu orospu çocukları ! (burda haykırarak okudum -istiklal marşını salya sümük okuyan veledler gibi-)
tam 30 saniye hiç kimse bir şey demedi normalde linç edecekler de işte usta yazmış şiiri sıkıysa laf et! herkese bayıldık muhteşemdi ağzına sağlık dediler. bana ise uzun sessizliği armağan ettiler. ayol istediğim o zaten bi susun da kafa dinleyelim diye yaptım.
kısacası erhan bana yine en can sıkıcı anlardan birinde şiirini hatırlatarak keyfimi yerine getirmiştir. iyi ki vardın diyelim.
yönetime not: oradaki küfür sanattır silerseniz sanat düşmanı olarak anılırsınız, yapmayın.
sonra ahmet erhan'ın james dean diye bir çocuk... şiirinden bir kesiti başladım okumaya;
james dean diye bir çocuk
ne aradığını biliyor ne bulduğunu
sokağın ortasında bir koltuğun üstünde
otururken bağırıyor,elbette bağırır :
-sizin canınız sıkılmıyor mu orospu çocukları ! (burda haykırarak okudum -istiklal marşını salya sümük okuyan veledler gibi-)
tam 30 saniye hiç kimse bir şey demedi normalde linç edecekler de işte usta yazmış şiiri sıkıysa laf et! herkese bayıldık muhteşemdi ağzına sağlık dediler. bana ise uzun sessizliği armağan ettiler. ayol istediğim o zaten bi susun da kafa dinleyelim diye yaptım.
kısacası erhan bana yine en can sıkıcı anlardan birinde şiirini hatırlatarak keyfimi yerine getirmiştir. iyi ki vardın diyelim.
yönetime not: oradaki küfür sanattır silerseniz sanat düşmanı olarak anılırsınız, yapmayın.
devamını gör...
12.
anne ben geldim şiirini çok çok severim. her yaz memlekete giderken muhakkak selda bağcan'ın kaseti bilmem kaç tur çalardı ve ben bu şiiri selda bağcan'ın sesinden o kadar çok dinledim ki. sonradan klibini de izledim de klibi pek sevmedim. benim yolda kafamda döndürdüğüm daha güzeldi tabii ki.
devamını gör...
13.
bugün doğum günüymüş. kutlu olsun.
"ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?"
(ahmet erhan)
"ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?"
(ahmet erhan)
devamını gör...
14.
sana artık ahmet erhan diyorlar
akdeniz 1958, 1.72, 60 kg.
evli, karısı hamile. iki paket sigara.
sabah dokuz akşam yedi.
-sahi ne vardı başka?
evet, diyorlar ve ekliyorlar:
önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık sonunda götürse götürse çiçek götürür kendi mezarına.
akdeniz 1958, 1.72, 60 kg.
evli, karısı hamile. iki paket sigara.
sabah dokuz akşam yedi.
-sahi ne vardı başka?
evet, diyorlar ve ekliyorlar:
önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık sonunda götürse götürse çiçek götürür kendi mezarına.
devamını gör...
15.
aklımdan çıkmayan iki dizesi var.
bugün oturdum ölümü düşündüm, 20 yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
diğeri de;
moruk diyorum artık, benimle büyüyenlere...
t/ bir şairdir.
bugün oturdum ölümü düşündüm, 20 yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
diğeri de;
moruk diyorum artık, benimle büyüyenlere...
t/ bir şairdir.
devamını gör...
16.
80'lilerin hüzünlü şairidir.
"annem ben geldim hayirsizin."
"annem ben geldim hayirsizin."
devamını gör...
17.
8 şubat 1954 doğumludur. asıl adı erhan bozkurt'tur ama babasının adını almış ve adını ahmet erhan olarak kullanmıştır. gazi üniversitesi türk dili ve edebiyatı mezunudur ve döneminin en hüzünlü şairidir. 1980 dönemi toplumcu gerçekçi şiirinin önde gelenlerinden biridir. şiirlerinde ölümü en derinden hissettirmiştir, babasının ölümünden sonra bu durum daha da çoğalmıştır.
iki kere evlenmiş ve ahmet deniz adında bir oğlu olmuştur.
gırtlak kanserine yakalanmış, sesini kaybetmiş ve elli beş yaşında, 4 ağustos 2013'te ölmüştür. mezarını, çok sevdiğim ahmed arif'in biricik oğlu filinta önal yapmıştır.

yüreğimde hiçbir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var.
günlerce hiç kımıldamadan oturmuş ya da kendimi duvarlara vurmuş gibiyim. hayat karşısında yorgunum artık ve zindeyim ölümün karşısında.
iki kere evlenmiş ve ahmet deniz adında bir oğlu olmuştur.
gırtlak kanserine yakalanmış, sesini kaybetmiş ve elli beş yaşında, 4 ağustos 2013'te ölmüştür. mezarını, çok sevdiğim ahmed arif'in biricik oğlu filinta önal yapmıştır.

yüreğimde hiçbir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var.
günlerce hiç kımıldamadan oturmuş ya da kendimi duvarlara vurmuş gibiyim. hayat karşısında yorgunum artık ve zindeyim ölümün karşısında.
devamını gör...