bazı şeyler yarım kalmalı belki. 100 metre koşusuna çıkmışsın da 40. metrede bacakların ile beynin arasındaki uyumsuzluğu farketmişsin ya da ciddi bir ağrı hissetmişsin de tökezleyerek yarışı en sonra sonlandırmışsın. hayatta da bazen bu uyumsuzluğun getirmiş olduğu vazgeçmişlik tramvaları vardır. yaşanması gerekir. vazgeçilmesi gerekir. ancak hiçbir koşu yarım bırakılamaz.. tekrar koşulmalıdır. sadece iyi bir antrenman gerekli..
devamını gör...
katil kuklalar

kuklaları toplattılar biliyor musunuz? hem de gün ağarmaya yeni başlamışken. kukla müzesine baskın düzenlediler. onlarca polis müzenin karşısındaki kaldırıma konuşlandı. ortalıkta aslında kimse yoktu. sokak kedilerinin haricinde. onlar da mart ayının hafif serin havasının tadını birbirleri üzerinde çıkarıyordu. koca ahşap kapıyı kırdı üç polis. eski taş yapının duvarlarında yankılandı yere düşüş sesi. binanın yanında duran zeytin ağacındaki kumrular gözlerini açtılar ve merakla izlemeye başladılar ne olacağını.

kapıyı kıran polislerin ardından baş komiser içeri daldı elinde telsiziyle.

girişte karşılama bankosunun üzeri boştu. yaklaştı ve kayıt defterini inceledi.
son bir haftadır deftere girilmiş isimlerin çoğunu biliyordu aslında. neredeyse hepsi şehrin belirli noktalarında ölü bulunmuştu bu insanların.
devamını gör...
pankedik.

kedinin arabanın tekerine girdiğini sadece bir adam görmüştü. çünkü sabahın altısında, güneş doğmak üzereyken başka kimse yoktu sokaklarda. siyah ve çirkin şey birden kaldırımın kenarına çıkmıştı çalıların arasından. sağına soluna baktıktan sonra ani bir hareketle önünde park etmiş arabanın tekerine girdi.
adamın bir an için nefesi boğazında düğümlendi. “sıçtık şimdi.” dedi cebinden elini çıkarırken. saçlarına götürdü parmaklarını. kırlaşmış kıvırcıkları karıştırdı. rugan ayakkabılarına şöyle bir baktı ve arabaya doğru yürümeye başladı sendeleyerek. kulağında hala pavyonun müziği çınlıyordu. yaşlı kurt seni!
kedi gözlerini kısmış tekerin jantlarının arasından adama bakıyordu ve “hadi dostum, hadi. gel buraya da şenlik başlasın.” dedi dişlerinin arasından.
adam kedinin lanet olası sesini duymamıştı.
tekerin yanına geldiğinde belini tutarak eğildi. ceketinin arkasındaki yırtmaç şöyle bir açıldı ve içindeki mavi kareli gömlek ortaya çıktı.
“gel pisi pisi…”
kedi işini biliyordu. en tatlı sesiyle miav dedi. hani ben burada sıkıştım beni kurtar miavı.
adam tekerin yanından elini uzattı, ulaşmak ümidiyle. o sırada kedi tekrar konuştu. “işte şimdi zamanı.”
uzun tırnaklarını geçirdi adamın eline. tek bir harekette beş derin çizik ve akan kan…
patisini kendisine çektiğinde keyifle gülümsüyordu.
ve işte ilk pankedik vakası gerçekleşmişti.
tarihe geçecek kediye bir isim verilmemişti.
işte, baktığınız bu resimdeki kedileri artık görmüyorsak hep kendileri yüzünden. onlar başlattılar savaşı. ve neredeyse kazanıyorlardı. o ilk tırmıkla geçen virüs insanlığın sonu olacaktı.
devamını gör...
-uzun ve yalnız bir yaz gecesinden. dolunay da vardı. -
terasın pervazından uzaklara, iyice yükselmiş dolunay ışığının hayal meyal aydınlattığı uzak mahallelerdeki uzak evlere baktım. birkaçı dışında ışığı yanan yoktu.
“neler vardır kim bilir o evlerde” dedim. “karanlıkları delen, karanlığı aydınlı eden bir dürbünümüz olsaydı keşke”
“bak” dedi. ayın ışığı bir spot lambasının ışığı gibi orada bir evin üstüne düştü. yaşlı bir kadın duvar dibindeki büyük bir komodinin önünde tahta bir sandalyeye oturmuş, eski, lambalı bir radyonun düğmeleriyle oynuyordu. mama sandalyesine oturmuş bir çocuk ağzını açmış annesinin uzattığı mama kaşığına hamle yapıyordu.
”büyüteyim senin için” dedi. oda bir yaz günü akşamüstü batan güneşinin kızıllığıyla doldu. radyodan gelecek cızırtılı sesi duymayı bekledim. ama gelmedi. radyo başındaki kadın çoktan ölmüş, üstündeki elbise, sırtındaki hırka lime lime olmuştu. kadın da bir iskeletti, tıpkı mama sandalyesinde oturan çocuk ve ona mama yediren kadın gibi. mama kaşığındaki mama küflenmiş, küf iplikler halinde kaşıktan aşağı sarkmıştı.
“hadi canım” dedim. akşam güneşi gitti. yaşlı kadın gitti. çocuk gitti, mama veren kadın gitti.
“kötü bir rüya gördüm” dedim. “öyle mi” dedi. “buraya bak o zaman”.

ışık falan yoktu. soğuk bir eve bakıyordum. temmuz sıcağında buz gibi bir eve… üstüne gri bir hırka giymiş beyaz, mavi çiçekli pazenden gecelikli yaşlı bir kadın, hayır çok yaşlı bir kadın yataktan doğruldu. çok çişi gelmişti. pencereden giren ay ışığı altında önce odasının ışığını açmaya, sonra da tuvalete gitmek üzere ayağa kalktı. ayaklarında rengini göremediğim kendisine bol gelen çoraplar vardı. terliklerini giydi. üç ya da dört adım attı. ayağının teki çoraptan çıktı ve bu yüzden ayağı kaydı. kıç üstü yere düştü.
genç biri olsaydı canı epeyce acımış olarak yerden kakardı. ama değildi ve iki kalça kemiği birden kırıldı.
yaz olmasaydı oturduğu apartmanda kendisinin ses alamayan komşuları merak eder eve girerlerdi. ama yazdı ve apartmanda kimse yoktu.
önce altına işedi. bir zaman sonra pisledi. kustu. kusması zaten zayıflamış ses tellerini iyice harap etti.
orada, sesini, halini kimseye duyuramadan yattı. yattı.

tatile gidenler tatilden döndüklerinde daireden çok kötü bir koku geldiğini fark ettiler.
devamını gör...
ve her insan ölür.
çoğu insan da daha yaşarken...
devamını gör...
gece gece sapıttım. bunu buraya bırakayım ama sonra devam edeceğim sanırım.

kırık kalp

ahmet abinin mahallenin travestisi hayati’ye nam-ı diğer ayla’ya musallat olacağı hiç aklıma gelmezdi.

kendi halinde bir adamdı en nihayetinde. ne içkisi ne kumarı ne de başka bir kötü alışkanlığı vardı.
nasıl oldu da hayati’nin evine gitti? ne zaman gitti? neden gitti?
bu soruların cevabı pek ala polis kayıtlarında mevcut. ama ben birinci ağızdan hayati’den dinlediğim kadarını size anlatabileceğim. iki haftadır her gün ziyaret ediyorum onu şehrin diğer ucundaki hapishanede. bir saatlik zaman diliminde bana anlatabildiğini anlatıyor. yaşananlar o kadar karmaşık ki daha ne kadar anlatacak bilmiyorum. ahmet abiyi nasıl öldürdüğüne bir türlü gelemiyor.
devamını gör...
yazmayın böyle aşırı duygusallaşıyorum. sısısısııs

bir öykü de benden..

sevişecekler apartmanının 2. katında kalıyordum. mahallede bekçi vardı o aralar. dütt dütt üflerdi düdüğünü. yanımda birisi varken uyuyamaz ama sevişirdim. sonra o uyurdu. ben düdüğün yankısını dinlerdim... yozgat bozkır güncesi 1970.
devamını gör...
balkon

saksıların içindeki sardunyaların kendi aralarındaki sohbetini dinlemek çok ayıp değil mi? şimdi soracaksınız, sardunyalar hiç sohbet eder mi? bu sanrıları olmayan biri için oldukça şaşırtıcı olabilir.
işte bu yüzden bir pazar akşamı balkonunda yıldızları seyrederken üç saksısında çiçekleri patlamış sardunyaların bir anda konuşmaya başlamaları aklı başındaki hülya’yı fazlasıyla endişelendirmişti. elindeki koca şarap kadehini masanın üzerine koymadan önce büyük bir yudum aldı. demir masanın cam kadehle buluşmasından tok bir ses çıkmasına çıktı ama sardunyaların konuşmaları arasından bunu duymadı.
eh sonunda kafayı yedim ve sesler duymaya başlıyorum, lanet olsun bu rakamlara dedi kendi kendine.
masanın üzerinde kül tablasının yanında duran "integralin ruhunu reddeden adamın öyküsü" adlı matematik kitabının kapağını kapattı biraz dikkatini toplamak, birazda kitabın artık saçmalamasından dolayı.
konuşmalar devam ediyordu saksıların içinde.
sence de hava güzel değil mi diyordu soldaki sardunyanın yaprakları.
ah bence de çok iyi diyordu ortadaki çiçekleri artık balkondan dışarı çıkan saksı.
üçüncüsü, erkek olan. amma da abarttınız tabi ki de güzel olacak yaz gelmedi mi artık diyordu.
bu sıradan ve havadan sudan muhabbetin nereye gideceğini merak etti hülya.
zaten hep meraklı bir kadın olmuştu. ortaokulda ölümü merak ettiğinden dolayı kendini beşinci kattan atınca doktor bu merakı kendisine zarar verdiği için bir takım ilaçlar yazmıştı ama onları içememenin daha mantıklı olacağını düşünmüş ve bir hafta sonra bırakmıştı küçük mucize hapları almayı. belki de ölümü merak etmeyi ölüme bırakmak gerek diye düşünmüştü ki bu oldukça aklı başında bir yaklaşımdı.
........
devamını gör...
gelişine...

bıyığından sarkan tek bir ter damlasının tiksindirici görüntüsünden kaçamadım sabah sabah. ofise girdiğimde sebilin orada duruyordu osman. gerilmiş göbeğini destek almak için duvara yaslamıştı. gözlerine bakmadan ve herhangi bir cümle alışverişi yapmadan yanından geçmeye kararlıydım ki topuklu ayakkabılarımın sesini hesaplamamıştım. kafasını kaldırdı. gülümsediğinde ortaya çıkan sarı dişleri sabahın karanlığını aydınlatmaya çalışan sarı ofis lambalarının altında sönük altın rengindeydi.
elindeki su dolu plastik bardağı havaya kaldırdı.
günaydın deren dedi tiz sesiyle. böyle bir vücuttan, böylesine büyük bir kafadan çıkan sese hiçbir zaman alışamayacaktım. tepeden tırnağa süzdü beni. göğüslerim üzerinde bir iki saniye daha fazla kaldı bakışları.
gözlerimin içini güldürmeden günaydın dedim.
hazır mısın toplantıya?
devamını gör...
öykünün ismi.
kendini anlatma çabası içerisinde kaybolan kadının hazin sonu
evet bir isim için ziyadesiyle uzun.
ve muhtemelen yarım kalacak bir öykü.
iyi bir başlangıç cümlesi bulmak gerekiyor.
mesela; saçlarındaki bitleri ayıklamak için kimyasalı dökerken gözlerine kaçırdı şule.
ya da; dudaklarına rujunu sürerken kurumuş deri parçalarını ayırmak için uğraşmadı filiz.
ama belki de bu gecenin şerefine şu şekilde başlamalı ve burada kalmalı.
masanın kenarında süzülen ve birazdan derisine nüfuz edecek böceği görmezden gelen eda yazmaya devam etti.
devamını gör...
kalktım tamam yerimden. bak şimdi dışarıdayım. şehir akarken ben de saldım kendimi denizin dalgaları gibi insanlara çarpıp duruyorum. omuzlarım ağrıyor. belim sızlıyor. dengemi kaybediyorum her seferinde. kopamazsın dediler insandan. sosyal varlıklarız en nihayetinde dediler. şimdi yüzlerindeki korkunç mutsuzluğa bakıyorum. o yorgun yüzlere. saçların dağılmış halleri. dudakların büzülmesi. gözlerin ışığının yok oluşu. bir bulaşıcı hastalık gibi bana da geçiyor bu mutsuzluk hali. bir trene biniyorum. bak dışarıdayım şimdi tam da istediğiniz gibi. ellerinde birer ekmek borulara tutunmaya çalışan yetmiş yaşındaki adamın yüzündeki ifade canımı yakıyor. iniyorum trenden. giriyorum plazaya ve çıkıyorum kırk ikinci kata. ne de çok seviyoruz gökyüzüne ulaşmayı. sanki kuşlar kadar özgür olacakmışız gibi. oysa hapsediyoruz kendimizi betonun ve camların arkasına. yapay havalandırmalarda kafa buluyoruz masa başlarında otururken. bir kadın karşılıyor beni. hoş geldiniz ne istemiştiniz diyor. başkanınızla konuşmak istiyorum diyorum. konu neydi diyor. bir başka plaza yapmayı düşünüyorum. bakın bu kartım diyorum. bembeyaz avuç içi kadar kartı uzatıyorum. kadın sanki çok anlıyormuş gibi bakıyor. bir başka sekreteri arıyor. koridorlardan geçiyorum. sarı ışıklarla bezenmiş. ahşaplar, mermerlerle süslenmiş. bu kadar yapay ortamda doğal malzemeler kullanarak özüne döneceğini düşünen ahmaklar sürüsü. ikinci sekreter karşılıyor biraz bekleteceğim sizi diyor. lütfen oturun. bizon derisinden koltuğa kıçımı yerleştiriyorum. bizonun son nefesini düşünüyorum. yılan derisinden çantalar geliyor gözümün önüne. tilkilerin kürkleri derilerine değince orgazm olan ülke yöneticilerinin karılarını düşünüyorum. ne kadar zaman geçtiğinin farkına varmadan sekreter ayağa kalkıp yol gösteriyor, tek eksenli kapıdan içeri giriyorum. geniş odanın ortasındaki masada oturan babam gökyüzüne arkasını dönmüş. bana bakıyor.
beklemiyordum seni diyor.
beklemeliydin oysa diyorum.
devamını gör...
yakın durması gerekirken uzaklaşan cismin dünyaya çarpma ihtimali yoktu. yine de uzmanlar bu konuda televizyonlarda aksini iddia eden açıklamalar yapıyorlardı.

bu mevzular dönerken uzak bir toprak parçasında, temiz bir sonbahar sabahı, gökyüzü mavinin türlü tonlarını denerken, köyün yaşlıları bile uyanmamışken bizim turkuaz gözlü küçük çocuk yatağın kenarında ayaklarını sallandırmaya başlamıştı. karnı aç ve dudakları kuruydu. çıplak ayaklarıyla, ortasında sadece küçük bir kilim bulunan odanın beton zeminine indi. kilimin desenlerine takıldı gözleri, sevmiyordu onları. karışık kuruşuk ve renkleri birbiriyle alakasız geliyordu. içgüdüsel estetik böyle bir şeydi belki de. çocuklarda görülürdü. bu oldukça tartışmalı bir konu aslında, çünkü çocuklar görerek de öğreniyor estetiği belki kalıplara girmeden ayıklıyorlardır.

turkuaz gözlü çocuk odanın kapısını açtı, derme çatma mutfağa girdi, üzeri lekelenmiş mermerin ucunda duran sürahiden kocaman bir yudum aldı. tam yerine koyacakken elinden kayıverdi camdan sürahi. yere düştüğünde sesin yankılanmasını sağlayacak boş duvarlar hazırdı bekliyorlardu bu kazayı. hemen çıkan gürültüyü çocuğun babaannesinin odasına taşıdılar.
kim o?
benim babanne, kalkma, kalkma.
yaşına rağmen hızlı hareket eden ömür hanım mutfağa bir dakika sonra gelmişti.
yerdeki kırık sürahiye baktı. ayaklarına baktı...
git bana terlik getir kani, televizyonu da aç.
tamam babaanne dedi kani.
kara kutuyu açtığında ekranda dünün haberleri tekrar ediyordu.
...ve göktaşının çapını belirleyen bilimadamları bunun dünyanın sonu olabilceğini kameralarımıza anlattılar. çarpması halinde bildiğimiz bütün canlılar ve insanlar yeryüzünden silinebilir...
kani mutfağa girerken,
babaanne sence çarpacak mı göktaşı?
ne çarpması oğlum, yok öyle bir şey. git faraşı getir.
..................................
devamını gör...
evde orman yakmak

demeyin ne olur… evde orman yakılmaz demeyin çünkü ben bizzat yaşadım bunu. odamdaydım sıcak bir temmuz akşamı. cırcır böcekleri yazlığı ablukaya almıştı. ev ahalisi, gecenin üçünde, hepimiz uyanıktık. biz böyle bir aileydik. geceleri uyanık, gündüzleri yarı uyuşuk ama hayata yine de tutunmuş.
gözlerimin altındaki morlukları kaşıyordum yatakta uzanmış. bir yandan bir bacağımı pikenin altından ara ara çıkarıp sallıyordum. debelenme, sağa sola dönme fazlasıyla tekrar etmiş, uyku bir şekilde beni ele geçirmek istemediği için sonunda kalktım yataktan. masamın başına geçtim, şapkası hafif yamuk duran abajurumu yaktım. selam veriyor gibi duruyordu ampül. ben de ona selam verdim kafamdaki hayali şapkayla. bilgisayarın açma düğmesine bastım, yeşil ışığı bir yandı bir söndü sonra sabitlendi.
devamını gör...
küllük bebeği
biten bir günün yorgunluğuyla kendimi eve atıyorum. çantayı bir köşeye fırlatıp mutfağa gidiyorum. her zamanki gibi buzlu soğuk siyah bir kahve yapıyorum kendime. odama giriyorum ve kapıdan bakıp tebessüm ederek belediye gelse kaç günde toplar acaba diye düşünüyorum. ben bu dağınık odaların insanıyım diyorum kendi kendime, hem insan dağıtmadan nasıl toplar ki... oturuyorum sandalyeme ve bir sigara yakıyorum. içime çeke çeke içiyorum.muhteşem bir zevk. sigarayla birlikte yanarken küllüğün tam ortasına bir mum yakıyorum. artık dört kişi olduk masada. ben sigaram kahvem ve mumum. arkadan nil burak'tan yalnızım ben şarkısı ortama eşlik ediyor. bir sigara daha yakıyorum. hayat aslında bunlardan ibaret diyorum. hayat andan ibaret. şu herkesten duyduğum klasik söz aklıma geliyor "anı yaşa". hadi be ordan diyorum. anı yaşa değil anı istediğin gibi yaşa. yaşamak istemiyorsan da yaşama. çok basit bir denklem. kahvem bitiyor ve bir an daha başlıyor. bardağın içinden ağzıma bir buz alıyorum ve bir fırt çekiyorum sigaramdan. nefis bir lezzet, harika bir haz... tüm ağzım acı bir tütün tadıyla doluyor. yutuyorum tüm acıyı. her zaman yaptığım gibi. bir sigara daha yakıyorum..benden tüm yalnızların şerefine diyorum... sigaradan serpilen küller adeta dans ediyor küllükte.. parmağımın ucunu ıslatıp daldırıyorum küllüğe. tadına bakıyorum bugünün külünün. enfes bir lezzet ... tuzun ve tütünün anlamlı buluşması.. ve bir sigara daha yakıyorum. yak yak nereye kadar elbette bitmiş sigaram.. seni küllük bebeği seni diyorum kendime.. vakit geç olmadan bir paket sigara uğruna bakkalın ketum suratını görmenin huzursuzluğu içinde yola çıkıyorum...
devamını gör...
ortaokulda bir kıza aşık olmuştum. o da beni seviyordu.
bir sabah okula gittim sırası boştu galiba hasta dedim. hayalimiz avukat olmaktı.o gün okula gelmedi.
ertesi gün öğrendim ki sobadan zehirlenerek ölmüş. dünyam başıma yıkıldı. çocukluk sevgilimdi. sonra avukat olmaktan vazgeçtim.
devamını gör...
lisede bir çocuğa aşık olmuştum. bana yaprakları gösterip bak sen tanrının işine diyordu. sonra bir gün bana bir dergi getirdi. dergiyi eve götürdüm. annem gördü. ertesi gün okulu bastı. çocuk okuldan atıldı. o gün bugündür okuyamıyorum. ama yazarım bak.
devamını gör...
hiçbir şey yarım kalamaz kardeş! ben elimden geleni yapıcam zaten bu iş için olmazsa o zaman kader derim.
devamını gör...
yüzleşme

portakalı soymadan, masanın başucuna koymadan, bıçağı kar tanelerine dikine saplayıp, tütünü yalamadan nereye gittiğini sanıyorsun? soysan da portakalı ince ince açabilecek misin zihninin içindeki zincirlerden oluşmuş bisküvi kırıntısı hafifliğindeki kelimeleri? masanın başucunu hadi boş verdim. ortasına koyabilecek misin kendine duyduğun öfkenin ve bedellerinin intikamını? şimdi sıra geldi kar tanelerine… hiçbiri birbirine benzemezmiş kar tanelerinin tıpkı eski sevgililerin gibi, havada süzülürken kendi hallerinde, sıcak ellerinle yakalayıp, bu varlıkların ölümlerinin sanki sorumlusu sen değilmişsin gibi bir de savaşacak mısın bıçaklarını savurup? parçalayacak mısın beyaz bulutları? eh bu kadar bıçakla oynarsan kendini keseceğin aşikardı dostum. şimdi sana bir paket tütün. ıslat ıslat dur yaralarına basacağın ilacı. ağzının içinde kan ve acı. nereye gidiyorsun? daha konuşacaklarımız var.
daha portakalı soyup masanın kenarına koyup şapkamızı önümüze alıp bir aynanın tersini çevirip konuşacağız yediğimiz haltları.
daha anlatacağız o hiçbiri birbirine benzemeyen ve ama aslında hepsi senin sudaki yansımanın ışıltısı olan sevgililerini. hani o çok göz bebeğin gibi baktığın, hani kendini saklambaç oynayan çocukların arasında mutluluk çığlıklarıyla koştururken gördüğün gibi coşkulu hissettiğin…
yanaşmıyorsun değil mi? bir tesadüf eseri alnına konan kar tanesinin verdiği mutluluğun sürdüğü saniyeleri uzatmak için yarattığın yalan dünyaları kendi elinle yok etmeni konuşmak istemiyorsun değil mi?
bu kaçak dövüş buraya kadar oysa.
delik yok bundan sonra saklanacak.
sen ve sen ve hatta ben ve ben şimdi, burada bir masanın kenarında, yanık bir portakal kabuğu kokusu burnumuzda konuşacağız ters ettiğimiz aynaya bakarak.
söyleyeceğiz gerçekleri siyah kumlamaya haykırarak.
siyahlık emecek gecenin karanlığındaki suskun yıldızların şahitliğinde ve belki bir ihtimal dostum, hani bir umut uyuyabileceksin bu gece
devamını gör...
edebiyattan soğutan öyk-öğük.
devamını gör...
cebinin derinliklerinden anahtarlarını çıkarmak için elini cebine attığında bir süre anahtarlarını bulmak için uğraştı. bu uğraş ona kalbinin ve düşüncelerinin derinliklerinden bulup çıkarmak istediği bazı kötü anılarını hatırlatmıştı. keşke her şey o anahtarı bulup çıkardığı gibi kolay olsaydı. öyle çok isterdi ki kalbinden ve düşüncelerinden de bir çırpıda bazı şeyleri öyle çıkarıp atabilmeyi.

anahtarlarını çıkardığında dudaklarının arasındaki sigarasından son bir nefes alıp sigarasını söndürdü. apartman kapısını açtıktan sonra geriye dönüp bakmadan kapıyı hafifçe ittirip kapadı. bu hareketi ona geriye dönüp bakmadan kapattığı onu rahatsız eden bazı kapıları hatırlatmıştı. tebessüm ederek yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. merdivenleri çıkarken de bu yavaş adımlarını hayatındaki gidişata benzetmişti.

son zamanlarda yaptığı her hareketi bazı metaforlarla ilintilendiriyordu. apartmanının kapısına geldiğinde kapıyı açmak için anahtarları denemeye başladı. bir türlü tek seferde kapıyı açan asıl anahtarı bulamıyordu. gerekli gereksiz bir sürü anahtarı anahtarlığında tutmasının sonucuydu bu. hayatı da bu metafora benzetiyordu işte. gerekli gereksiz bir sürü kişiyi hayatında barındırıyor ama ona kapıları açacak olan asıl anahtarları bulmakta hep zorlanıyordu. bu düşünceler arasında usulca evine girdi. günün getirmiş olduğu yorgunluk sanki eve adımını atar atmaz vücuduna tesir etmişti.

odasına girdiğinde derin bir ürperti ile birlikte korku yaşadı. karşısında kanlı canlı bir şekilde oturan kendisiyle karşılaşmıştı. rüya mı görüyordu yoksa deliriyor muydu? karşısında oturanlar yine kendisiydi ama birinin yüzü yorgun, gözaltları şiş ve sanki bir kavgadan çıkmışçasına soluktu. diğeri ise onun aksine bembeyaz ve tertemiz yüzüyle gözlerinin içi parıldar bir haldeydi.

yorgun gözüken hemen konuşmaya başladı. ‘’ benden kaçmak istesen de asla kaçamayacaksın. ben senin dününde var olduğum gibi şimdi de şu anındayım ve yarınında da olacağım. beni yok saymaya çalıştıkça ben senin hep bir adım arkandan gelmeye devam edeceğim. ansızın karşına çıkan bir fotoğraf karesinde, yolculuk yaptığın esnada dinlediğin müzikte, izlerken gördüğün bir film karesinde hep ben sana kendimi hatırlatacağım. çünkü ben senin geçmişinim. ‘’ diyordu.

bunu tebessümle dinleyen yanındaki ışıltılı gözleriyle konuşmaya başladı. ‘’ hayır, sen onu sadece beni inşa etmek için kullanacaksın. o, sadece dersler çıkardığın bir öğretici. onu sürekli yanımızda taşımak zorunda değiliz. gülmek istiyorsan onu bir kenara bırakıp öğrettiklerine teşekkür edip yolumuza birlikte devam edeceğiz. çünkü ben senin geleceğinim. ‘’ diyordu.

yorgun ve solgun yüzüne inat konuşmaktan geri kalmamaya inat edercesine geçmişi yine söz aldı. ‘’ sadece gülüyorum, onu yani geleceğini inşa etmek için bile bana yani geçmişine ihtiyacın varken beni yok sayarak yoluna nasıl devam edebilirsin ki? ‘’ dedi. aynı zihnindeki gibi burada da geçmişi sürekli konuşuyor geleceğe söz hakkı vermiyordu.

gelecek ise umut dolu bakan gözleriyle ‘’ geçmiş sadece kırılmış bir ayna, sen onların parçalarını birleştirmeye çalıştıkça sadece kendine zarar verecek ve ellerini keseceksin. bir türlü doğru görüntüyü bulamadığın gibi kendini de bulamayacaksın ve bu seni mahvedecek. ama ben yani geleceğin seni özgürleştirecek ‘’ dedi ve her ikisi de birden ortadan kayboldu.

uyandığında, saat henüz asıl uyanması gereken saat değildi. yatağında oturup bu tuhaf rüyasını düşündü. bu bir kabus muydu, yoksa…? kötü rüyalara kabus adını veren insanlar iyi ve güzel rüyalara neden sadece güzel demekle yetinmişlerdi? bu düşünceler arasında yatağından kalktığında ilk adımlarını geleceğe doğru atmaya karar vermişti. rüyasında da söylediği gibi; geleceği onu özgürleştirecekti…
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarından yarım kalmış öyküler" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim