bir daire etrafında sekiz harf çizip ortasına çiçek kondurdu. mezarın başında ritüelin bitmesini bekleyen kalabalık kızın gözyaşlarının yağmurla karıştığını düşünüyordu ama işin gerçeği kız ağlamıyordu. kızın şanslı olduğu aşikardı çünkü kimse annesinin mezarı başında ağlamayan bir kız çocuğu görmek istemez.
devamını gör...
bir adam vardı. tükenmiş, ruhen ölü, karanlığa hapsolmuş bir adam. bir gece bir rüya gördü. bu rüya adeta karanlığı parçalayacak güçte bir ışıltıydı. adam ışıltıya aşık oldu. galiba bu sefer karanlıktan kurtulduğunu düşündü. ışık çok güzeldi, adamın ruhunun her zerresine zerk ediyordu.
ama kader vardı. her iyi şeye karışan, her rüyayı kabusa çeviren kader. yine sahne alacaktı.
adam kadere yine yenilmeye hazırlanıyordu.
baharda yağan yağmur sonrası toprak kokusu gibi, serin denizlerden gelen ferahlık gibi, kar taneleri gibi saf temiz olan o rüya artık kaderin elindeydi.
olmadı. adam rüyalarının en güzelini gördü ama kader yine kabusa çevirdi.
olmadı.
yarım kalan her hikâye gibi adamın gördüğü, yaşadığı, aşık olduğu bu rüya da yarım kaldı.
olmadı.
kader yine yapacağını yaptı.
olmadı.
devamını gör...
okuldan gelip eve girdiği anda mavi önlüğünü ve beyaz yakasını çıkartıp fırlatmış, kunduralarını ayağına geçirdiği gibi sokağa çıkmıştı. tıpkı arkadaşları gibi onun da başka bir ayakkabısı yoktu zaten. spor ayakkabı lükstü. yine de çocuklar buna aldırmıyor, çamurun içinde büyük bir aşka top peşinde koşuyorlardı. birinin annesinin yaptığı salçalı ekmek, hepsinin öğünüydü. hiçbiri diğerinin ırkını, mezhebini bilmez ama bunu sorun etmezdi.

sokaklarda su ve simit bile satmıştı küçücük yaşında. ama bir hayali vardı. neredeyse her çocuk gibi o da futbolcu olmak istiyordu. babasının onu bu hayalden uyandırması çok sürmedi...

.........

belediyede çalışmaya başladı. ne belediye işinden ne de futboldan zengin olup dünyasını değiştiremeyeceğini anlamaya başladığı zamanlar yolu bademcilerle kesişti. evine gitti. eşinin yüzüklü parmağını tuttu, gözlerinin içine baktı "hanım" dedi ve ekledi, "seni saraylarda yaşatacağım". bunca zaman sahip oldukları tek şey olan o yüzüğe bakan eşi inanmasa da gayri ihtiyari tebessüm etti. olacakları nereden bilebilirdi...
devamını gör...
gözlerinin ışığı idi benim güneşim,
ellerin idi benim hayat ile bağım,
gidelim deseydin dünyanın diğer ucuna giderdik,
tek istediğim hadi gidelim demendi. demedin.
hayat ışığım söndü,
ellerim hissisleşti,
kalbim bu kadar başka bir şey acıtamazdı,
hikayemizi yarım bıraktın, beni bitirdin.
devamını gör...
hiçbir şey yarım kalmış değil kaderimize ne yazıldı ise onu yaşıyoruz. bizim için hayırlı olanı en iyi allah bilir, bir şey yarım kaldıysa bizim için hayırlı olmadığı içindir.
devamını gör...
aslına bakarsanız tüm hayatlar, hayatlarımız ... hepsi birer yarım kalmış, çoğu en beklenmedik yerinde bitirilmiş öyküler olarak kalacak.. herkes kendince bir şeyler diyecek, anlamlandıracak belki.. ama bir tek yarım bırakıp gidenler bilecek, asıl anlatılmak istenen ve olması istenen öyküyü.. kim bilir..
devamını gör...
"trafoya giren farenin üzerindeki keneleri gördün mü" diye sordu ahmet oturdukları kaldırımda dizlerine ellerini koymuş, gözleri trafonun demir kapısında.
"hani nerede be?" dedi selma.
"bak kapının altında bir üç santimetrelik boşluk var, çöp tenekesinin oradan fırlayıp girdi içeri."
" iyi de keneleri nasıl gördün, fareler hızlı hareket eder."
"aslında görmedim" dedi ahmet, o sırada ayağa kalktı, sağına soluna baktı araba geliyor mu diye. "iki saattir konuşmuyorsun benimle. belki dikkatini çekerim diye yalan söyledim." dedi ve adımını attı caddeye.
"hey, ne yapıyorsun? içeri girme sakın." diye bağırdı arkasından selma ve sonra kutu kolasından bir yudum aldı.
küçük sarı trafo binasının önde iki büyük demir kapısı vardı ve bir el girecek kadar altlarına boşluk. mahallenin delikanlıları ama biraz anarşist olanları her gece bu iki kapı üzerine sprey boyayla çeşit çeşit şekiller çiziyordu. o kadar üst üste çizilmişti ki her şey, avrupa'da bir sanat galerisinde, modern sanat adı altında, tablo olarak sekiz bin beş yüz altmış beş dolar, otuz iki sente satılabilirdi. burada ise eğlenceden öteye gitmiyordu.
ahmet, elini rengarenk kapıya dayadı. kilidi incelemeye başlamıştı ki ayaklarının dibindeki hareketle dikkati dağıldı. çöp tenekesinin oradan çıkan yirmiye yakın fare sıra halinde kapının altındaki boşluktan giriyordu.
"ıııyyy çekilsene oradan!" diye bağırarak caddeyi geçip ahmet'in yanına geldi selma.
"içeride bir şeyler oluyor bence"
"ne olabilir ki?"
"bilmem belki fareleri avlayıp onları denek haline getiren bir adam içeride zehirli peynirlerden bir dağ yaratmış ve işkence etmek için fareleri torbalara dolduruyordur."
izmir'de ağustos ayının sıcağında kokuşmuş zehirli peynir dağı fikri ve görüntüsü yüzünden selma'nın yüzü mide bulantısından limon oldu.
içerideki jeneratör tıslamaya başladı. iki çocuk da kulaklarını grafitili kapıya dayadı ve bir şeyler duymayı umarken selma sandaletlerinin üzerinde bir şeyler hisseti. saniyeler içinde ayağının üzerine yapışmış fareyi atabilmek için tepinirken çığlıkları caddeden geçen arabaların sesini bastırıyordu.
devamını gör...
henüz hesabını yapmadan kelimeler ağzından çıkarak kendi başına yol almıştı bile.
yan yana duruyorlardı.
bir kaldırımın kenarında, trafiğin gürültüsü, kırmızı ışıkların bir yanıp bir söndüğü sarıların ifadesiz kaldığı tam bir şehir kavşağı. mecazi anlamda bir kavşak olsa diye düşünüyordu kelime karşı tarafın zihninde etkisini yaratmaya başladığında.
sen ne dediğinin farkında mısın? diye sordu kadın.
gayet farkındayım. dedi ellerini saçlarına götürerek.
yan yana duruyorlardı. trafik ışığı yeşile dönmüş. sinirli sürücüler birbirlerine korna çalma aşamasına geçmişti.
kadın bu sefer bütün vücudunu döndürdü adama doğru. adamın da aynı şeyi yapmasını bekledi. ama adam yeşilden sarıya geçmesini bekliyordu ışıkların. küçük oyununu kendi başına oynamaya devam edebilirdi.
ani bir frenle sarıyı gören ilk araba durduğunda açık camlarından bir şarkı bağırıyordu.
… bu atlar çok hain, eşekler daha iyi, bu eşekler daha iyi….
eşek miyim lan ben diye sinirlendi adam ve kadına döndü.
evet, boşanmak istiyorum.
devamını gör...
küçük melez koyunun portakal ağacı dibinde o akşam uyumasına hiçbir koyun ses çıkarmadı, sürünün çomarı uzaktan olan biteni izlemek için bir gün öncesinden uykusunu tam almıştı ve portakal ağacının tam çaprazına konumlanmıştı. gecenin rüzgarı portakalların kokusunu öbek öbek karların üzerine sindirirken gözlerini açık tutmaya çalışıyordu çomar. çitlerin dört bir yanına yerleştirilmiş büyük hoparlörden ince bir müzik kokuyla birlikte yayılırken çomar bir anlığına daldı ve işte o göz kapamasıyla birlikte bizim küçük melez koyunun değişimi başladı.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarından yarım kalmış öyküler" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim