normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
4561.
ter kokuyom ya, daha bugun yikandim. bu ne olm bu kadar kokar mi 1 insan. parfum de alamiyom, param yok. olsa da parfume vermem zaten. parfumu kim icat etti acaba, hangi kadin icat etti. erkek icat etmis olamaz. kesin bi erkegin karisi icat etmistir, doguda icat edilmistir. kokusundan kadin napsin, tek yolu mucit olmakti. o da gitti buldu parfumu. valla koltukaltlarimda ayri 1 mikrop gezegeni olustu da bagimsizliklarini ilan edecekler diye korkuyorum. suan birak gezegeni, orda galaksi olusmustur suan.
arada 1 mesela yikaninca, hani sacimizda kepekvar ya. kafami sampuanlarken, kafamdaki kepekleri hayal ediyom. onlarin da dogal afeti bu ya, hepsini yakip sulara gark ediyom.
bazen onlarin bole can cekistiklerini hayal ediyom dusta yikanirken, sonra ahahaaha geberin koleler diyom kendi kendime. kafamda ayri 1 apokaliptik senaryo canlandirip tarantino edasiyla 1 film cekiyorum. adi da kepekler cehennemi. ama eglenceli, dusunmesi de oyle zaten.
skype devri de bitti, gerci hic kullanmadim. ama gene de varligi iyi hissettiriyodu. vardir ya oyle seyler, kullanmazsin ama iyi gelir, skype da oyleydi la. vardi anladin mi,orda o da vardi. windows'u yuklerdin, ekranda mavis logosuyla belirirdi. windows 7 falan.
bu arada scarlett johannson da guzel hatun da bana bakmaz. yani benim umudum yok. belki bakar, 70'ine gelince bakar illa eger ajda pekkan gibi durmazsa. son care, ben kalirim yani.
ama size de oluyomu bazen, la scarlett bana bakmaz da, tanisa sever be iyi insanim falan dediginiz.
ben kuruyom oyle hayaller,scarlett, ben, annem, ayse teyze, fatma abla oturmusuz, scarlett'e yayik ayrani denetiyom, its, yayik ayran diyom. yayik milk, ayran, its, turkish tradition drink. tradision, gelenek gorenek, turkish drink.
oyle seyler, kendi yoremin, talis yemekleri falan, pilavlar falan, its pillow diyom. tavuklu pillow. yiyoruz. o da, wooow, its awsomee diyo.
sonra im not like gavur girl, please say after me diyom, siri'yi iman ettiren sozler kosku fatih yagci dasiyla, eshadu en laa diyom boyle. o diyemiyo tabi, ashad...what? diyo. en sonda iman ediyo.
adini da buket koyuyoz, buket johannson. ben de muhammed johannson. ogluma da carl ismini veririm, carl johannson olur, cj deriz falan.
ıyi olurdu be, scarlettle sevgili olsak. baya anlasirdik bence.
arada 1 mesela yikaninca, hani sacimizda kepekvar ya. kafami sampuanlarken, kafamdaki kepekleri hayal ediyom. onlarin da dogal afeti bu ya, hepsini yakip sulara gark ediyom.
bazen onlarin bole can cekistiklerini hayal ediyom dusta yikanirken, sonra ahahaaha geberin koleler diyom kendi kendime. kafamda ayri 1 apokaliptik senaryo canlandirip tarantino edasiyla 1 film cekiyorum. adi da kepekler cehennemi. ama eglenceli, dusunmesi de oyle zaten.
skype devri de bitti, gerci hic kullanmadim. ama gene de varligi iyi hissettiriyodu. vardir ya oyle seyler, kullanmazsin ama iyi gelir, skype da oyleydi la. vardi anladin mi,orda o da vardi. windows'u yuklerdin, ekranda mavis logosuyla belirirdi. windows 7 falan.
bu arada scarlett johannson da guzel hatun da bana bakmaz. yani benim umudum yok. belki bakar, 70'ine gelince bakar illa eger ajda pekkan gibi durmazsa. son care, ben kalirim yani.
ama size de oluyomu bazen, la scarlett bana bakmaz da, tanisa sever be iyi insanim falan dediginiz.
ben kuruyom oyle hayaller,scarlett, ben, annem, ayse teyze, fatma abla oturmusuz, scarlett'e yayik ayrani denetiyom, its, yayik ayran diyom. yayik milk, ayran, its, turkish tradition drink. tradision, gelenek gorenek, turkish drink.
oyle seyler, kendi yoremin, talis yemekleri falan, pilavlar falan, its pillow diyom. tavuklu pillow. yiyoruz. o da, wooow, its awsomee diyo.
sonra im not like gavur girl, please say after me diyom, siri'yi iman ettiren sozler kosku fatih yagci dasiyla, eshadu en laa diyom boyle. o diyemiyo tabi, ashad...what? diyo. en sonda iman ediyo.
adini da buket koyuyoz, buket johannson. ben de muhammed johannson. ogluma da carl ismini veririm, carl johannson olur, cj deriz falan.
ıyi olurdu be, scarlettle sevgili olsak. baya anlasirdik bence.
devamını gör...
4562.
öyle bir noktaya gelmek istemiyorum ama bunu sen istedin. herkes görsün, herkes bilsin değil mi? bakalım beğenecekler mi?
devamını gör...
4563.
vivaldi şu an benimle bu sıcağı yaşıyor olsa, sırtından ter aka aka beşinci mevsimi yazardı.
kandırıldık vivaldi!
kandırıldık vivaldi!
devamını gör...
4564.
huzursuzluğumun artık kaçıncı makamındayım bilmiyorum. nefret bir gecenin koynunda zaman geçtikçe daha derine gömülüyorum. huzur desen.. terk edeli çok oluyor. mutluluk desen bu malikanede hiç var olmadı ki. kitabımda yazmayan o kabullenmişlik akıbetini şimdi irinli bir jiletle vücuduma kazıyorlar. hayat dediğin bu rezil dünyada artık kendini öldürmekte para etmiyor. kimsesizliğin pençesinde her gün kanarken yok olmak için dua eder hale geliyorsun oysa ki mutlu bir yuvadan gayrı ne istedin ki
devamını gör...
4565.
ben yine bir seçim arefesindeyim ama ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. seçim yapmak istemiyorum ama seçim yapmak zorundayım, çok kararsızım. kararlı insanlara imreniyorum, ben o kadar çok ihtimali düşünüyorum ki birde bakmışım konudan tamamen uzaklaşmışım. aynı anda birçok işi yapmaya çalışıp hiçbir şey yapmamak tam beni tanımlıyor. kendime çok yükleniyorum, çünkü benim kafa baskıda çalışıyor ama bunun yaşattığı mental çöküşün geri dönüşü kötü oluyor. her neyse çok yorgunum karar almam gerek ama ben dikkatimi toplamak yerine daha çok dağıtıyorum.
karalama defteri başlığıni amacı doğrultusunda kullandığımdan emin değilim!
karalama defteri başlığıni amacı doğrultusunda kullandığımdan emin değilim!
devamını gör...
4566.
yaklaşık 2,5 3 haftadır bir dershanede broşür dağıtıcılığı ve stand görevliliği yapıyorum. esasen paraya ihtiyacım yok, kazanmış ve kazanmakta olduğum burslar yeterli harcamalarıma. buna ek olarak bu yaz hedefim evde biriken okunmamış kitapları okumak ve film-dizi izlemekti bolca ancak bu mümkün olmadı. akrabalar "okulu tatilde, çalışmıyor. boş işler müdürü." şeklinde bir düşünceye kapıldığı için her türlü işe beni çağırmaya falan başladılar, pek bahaneden anlayan insanlar da değiller. dolayısıyla onlardan yakayı sıyırmak için işe girdim, günde 6 saat.
bugüne kadar yaptığım gözlemler sonucunda ise şu kanıya vardım: her türlü özel eğitim kurumları kapatılmalı. bu kanıya varmamda iş şartlarının hiçbir etkisi yok, iş şartları iyi bile hatta. kanımın sebebi bu kurumların eğitimi ticarete çevirmiş olmaları. mesela stanttayım, karşıdan bir aile geliyor. ailenin öğrencisinin tipinden okulla falan ilişkisi olmadığını direkt anlıyorum zaten ama çevirsem, binaya yönlendirsem çocuğun evebeynleri onu dershaneye göndermeleri gerektiğine ikna olacaklar. 40-50 bin lira parayı yok yere gömecekler. sene sonunda ise çocuk maksimum yapacak 500k sıralama, bu sefer onu azarlayacaklar. şimdi aileler böyle zengin falan olsalar neyse ama işçi-esnaf ailesi belli yani.
bu çocukların da suçu yok, mesela ben yks için dershaneye giderken bizim sınıfın çoğu bu çocuklardan oluşuyordu. eyvallah derse kabiliyetleri yoktu da mesela içlerinden biri vardı mesela, bir kere yerli malı gibi bir şey yaptığımızda bizzat kendi yaptığı cheesecakei getirmişti. 17 yaşında erkek çocuğunun yaptığı kek çoğu aşçıya taş çıkarırdı yemin ederim. üzücü olan bu çocuk bir meslek lisesinde aşçılık öğrenmiyordu, düz liseden bozma bir anadolu lisesi'nde bence sürünüyordu. diğerlerinin de başka zenaatlara kabiliyeti vardı tabii, aklımda bu arkadaş kalmış sadece.
tekrar söyleyeyim, bu çocuklara hakaret etmiyorum. herkes okuyacak diye bir şey yok, ben de mesela zenaattan zerre anlamam. sıkıntı bu çocukların yok yere okutulması. meslek liseleri düzeltilse, burada kabiliyetlerine göre eğitimler alsalar hayatları çok daha iyi olacak. 5 sene ilkokul okumalı bir öğrenci, 7 sene lise eğitimi almalı. derse değil zenaata kabiliyeti olan öğrenci 7 senede berber de olur, terzi de olur, marangoz da olur; olur da olur yani. bunları dershaneye getirince hem bu meslekleri öğrenmeleri mümkün olmuyor hem de saçma sapan yerlerde 4 sene daha harcamalarına neden olunuyor.
bunun için de meslek liseleri'nde devrim falan yapılması lazım. buralar düzeltildikten sonra halka öğrencilerin burada aldığı eğitimle de güzel bir hayat kurabileceğinin anlatılması lazım. eskiden mesela anadolu lisesi dediğin yer 7 seneymiş, mezun olduğunda ingilizce'yi gayet iyi öğrenmiş ve oldukça kaliteli bir eğitim almış olarak mezun oluyorsun; bedava. işçi-esnaf çocuğu için muazzam bir nimet bu. askerler 28 şubat ile imam-hatipler'in orta kısımlarını kapatmak için 8 yıl zorunlu eğitim deyince değişmiş bu, akp'nin hem imam-hatipler'in ortasını geri getirip hem 4+4+4 ilan etmesi ile iyice b.ka sarmış her şey.
bunun yerine şu izlenebilirdi, anadolu liselerinin 3 yıllık kısmından mezun olanlar ya geri kalan 4 yıllık kısmı okur ya da geri kalan 4 yılı imam-hatip lisesi'nde okurdu. imam-hatipler'in orta kısımları kapatılmalı ama, o yaştaki çocuğa çok ağır o eğitim. ayrıca katsayı geri gelmeli, 7 sene fen lisesi okuyan adama kolaylık tabii ki sağlanmalı mühendislik/tıp sıralamasında. yoksa kimse çekmez 7 sene fen lisesi'nin zorluğunu.
genel olarak bir eğitim devrimi lazım kısacası.
bugüne kadar yaptığım gözlemler sonucunda ise şu kanıya vardım: her türlü özel eğitim kurumları kapatılmalı. bu kanıya varmamda iş şartlarının hiçbir etkisi yok, iş şartları iyi bile hatta. kanımın sebebi bu kurumların eğitimi ticarete çevirmiş olmaları. mesela stanttayım, karşıdan bir aile geliyor. ailenin öğrencisinin tipinden okulla falan ilişkisi olmadığını direkt anlıyorum zaten ama çevirsem, binaya yönlendirsem çocuğun evebeynleri onu dershaneye göndermeleri gerektiğine ikna olacaklar. 40-50 bin lira parayı yok yere gömecekler. sene sonunda ise çocuk maksimum yapacak 500k sıralama, bu sefer onu azarlayacaklar. şimdi aileler böyle zengin falan olsalar neyse ama işçi-esnaf ailesi belli yani.
bu çocukların da suçu yok, mesela ben yks için dershaneye giderken bizim sınıfın çoğu bu çocuklardan oluşuyordu. eyvallah derse kabiliyetleri yoktu da mesela içlerinden biri vardı mesela, bir kere yerli malı gibi bir şey yaptığımızda bizzat kendi yaptığı cheesecakei getirmişti. 17 yaşında erkek çocuğunun yaptığı kek çoğu aşçıya taş çıkarırdı yemin ederim. üzücü olan bu çocuk bir meslek lisesinde aşçılık öğrenmiyordu, düz liseden bozma bir anadolu lisesi'nde bence sürünüyordu. diğerlerinin de başka zenaatlara kabiliyeti vardı tabii, aklımda bu arkadaş kalmış sadece.
tekrar söyleyeyim, bu çocuklara hakaret etmiyorum. herkes okuyacak diye bir şey yok, ben de mesela zenaattan zerre anlamam. sıkıntı bu çocukların yok yere okutulması. meslek liseleri düzeltilse, burada kabiliyetlerine göre eğitimler alsalar hayatları çok daha iyi olacak. 5 sene ilkokul okumalı bir öğrenci, 7 sene lise eğitimi almalı. derse değil zenaata kabiliyeti olan öğrenci 7 senede berber de olur, terzi de olur, marangoz da olur; olur da olur yani. bunları dershaneye getirince hem bu meslekleri öğrenmeleri mümkün olmuyor hem de saçma sapan yerlerde 4 sene daha harcamalarına neden olunuyor.
bunun için de meslek liseleri'nde devrim falan yapılması lazım. buralar düzeltildikten sonra halka öğrencilerin burada aldığı eğitimle de güzel bir hayat kurabileceğinin anlatılması lazım. eskiden mesela anadolu lisesi dediğin yer 7 seneymiş, mezun olduğunda ingilizce'yi gayet iyi öğrenmiş ve oldukça kaliteli bir eğitim almış olarak mezun oluyorsun; bedava. işçi-esnaf çocuğu için muazzam bir nimet bu. askerler 28 şubat ile imam-hatipler'in orta kısımlarını kapatmak için 8 yıl zorunlu eğitim deyince değişmiş bu, akp'nin hem imam-hatipler'in ortasını geri getirip hem 4+4+4 ilan etmesi ile iyice b.ka sarmış her şey.
bunun yerine şu izlenebilirdi, anadolu liselerinin 3 yıllık kısmından mezun olanlar ya geri kalan 4 yıllık kısmı okur ya da geri kalan 4 yılı imam-hatip lisesi'nde okurdu. imam-hatipler'in orta kısımları kapatılmalı ama, o yaştaki çocuğa çok ağır o eğitim. ayrıca katsayı geri gelmeli, 7 sene fen lisesi okuyan adama kolaylık tabii ki sağlanmalı mühendislik/tıp sıralamasında. yoksa kimse çekmez 7 sene fen lisesi'nin zorluğunu.
genel olarak bir eğitim devrimi lazım kısacası.
devamını gör...
4567.
sandığın gibi değişmedim, üstelik hiçbir şeyi de değiştiremem ama dönüşmek ya da değiştiremeyeceğimiz şeylerle kavga etmemek hepimizin elini rahatlatabilir.
devamını gör...
4568.
yakın zamana kadar büyümek nedir deseler bir cevabım yoktu. bugünlerde anlıyorum ki büyümek biraz da tahammülsüzlükmüş.
insan çocukken (en azından ruhen) herkese sınırsızca kendinden verebiliyormuş. zamanla insanda kendinden o kadar az kalıyor ki bir zerrenizi bile harcamak istemiyorsunuz. her bir zerreceğiniz için o kadar mücadele etmiş oluyorsunuz ki artık kendinize o kadar hoyrat olmak istemiyorsunuz. kalabalıklar sıkıyor, sohbetler ilginizi çekmiyor. bunu bir tükenmişlik değil de yeni bir hayat gibi kabul ediyorsunuz. yeni bir sukünet, kimseye kendiniz olduğunuz için vermek istemediğiniz hesaplarla olmaktan hoşlanıyorsunuz. büyük kavgalar, büyük oyunlar, büyük sorunlar istemiyorsunuz. gösterişli olmanın gösterişsiz, ispata ihtiyaç duymadan nefes almak olduğunu idrak ediyorsunuz.
insanlar ördüğünüz duvarları aşamasın istiyorsunuz. o duvarlar size karanlık değil de sığınak oluyor. aldığınız nefesi bile tüketmeyecek insanlar istiyorsunuz.
çocukken hep hemen büyümek isterdim. büyümenin birçok çeşit acıdan, hayal kırıklığından ve yalandan geçtiğini bilseydim sanırım hiç büyümezdim.
insan çocukken (en azından ruhen) herkese sınırsızca kendinden verebiliyormuş. zamanla insanda kendinden o kadar az kalıyor ki bir zerrenizi bile harcamak istemiyorsunuz. her bir zerreceğiniz için o kadar mücadele etmiş oluyorsunuz ki artık kendinize o kadar hoyrat olmak istemiyorsunuz. kalabalıklar sıkıyor, sohbetler ilginizi çekmiyor. bunu bir tükenmişlik değil de yeni bir hayat gibi kabul ediyorsunuz. yeni bir sukünet, kimseye kendiniz olduğunuz için vermek istemediğiniz hesaplarla olmaktan hoşlanıyorsunuz. büyük kavgalar, büyük oyunlar, büyük sorunlar istemiyorsunuz. gösterişli olmanın gösterişsiz, ispata ihtiyaç duymadan nefes almak olduğunu idrak ediyorsunuz.
insanlar ördüğünüz duvarları aşamasın istiyorsunuz. o duvarlar size karanlık değil de sığınak oluyor. aldığınız nefesi bile tüketmeyecek insanlar istiyorsunuz.
çocukken hep hemen büyümek isterdim. büyümenin birçok çeşit acıdan, hayal kırıklığından ve yalandan geçtiğini bilseydim sanırım hiç büyümezdim.
devamını gör...
4569.
bence bu sıcaklarda ulusal yas ilan edip resmî tatil verilmeli. çalışamıyorum anlamıyor musunuz? performans tırt. beynim marsmallow kıvamında.
devamını gör...
4570.
daha olumlu bakıyorum artık bir çok şeye, eskisinden daha çok şükrediyorum. neredeyim şimdi ben, çok şükür köy evindeyim. tozlu yerlere dokunmak rahatsız etmiyor burada beni. eski resimlerin olduğu kutuyu açmak istemedi canım, kitaplarıma dokundum, yanan iki kibrit çöpünü döktüğüm tuvale baktım birkaç dakika, müzik kutusunu çevirdim kısa süreliğine, mermilerime baktım ne bileyim sonra bir anda kalktım iki kitap alıp balkona kaçtım. sağda dut uzamış gitmiş solda garipdost. ayın kaçı bugün bilmiyorum ama kitapların kelimelerini aydınlatıyor yeterince, küçükken bu evin damında yatak serer ay ışığında kitap okuyarak uyuyakalırdım sonra gecenin köründe üzerime yağan çiyin ıslaklığıyla uyanır kitabın kapağının yarıya kadar kıvrılmasını farkedip of yine mi diyerek aşağı inerdim. o kadar özledim ki o kadar özledim ki basit sorunları dağlar taşlar sandığım o yaşları. ağlayınca geçecek olma ihtimalinin yüksekliğini o kadar çok özledim ki,, ama yapacak bir şey yok, şükredip yola devam edeceğiz, olur biter geçer.
neyse artık, bunları bir köşeye bırakıyorum bu yazıyı da sonlandırıyorum yavaş yavaş çünkü bir sivrisinek daha ısırırsa ellerimi üşenmeyip sinek avına çıkacağım* o yüzden şimdi kalkıp kendime cibindirik bulmaya gidiyorum. özlemi içinde taşa dönüşenlere ve bir de ne diyor bu gece gece diyerek bu yazıyı okuyanlara iyi geceler.

neyse artık, bunları bir köşeye bırakıyorum bu yazıyı da sonlandırıyorum yavaş yavaş çünkü bir sivrisinek daha ısırırsa ellerimi üşenmeyip sinek avına çıkacağım* o yüzden şimdi kalkıp kendime cibindirik bulmaya gidiyorum. özlemi içinde taşa dönüşenlere ve bir de ne diyor bu gece gece diyerek bu yazıyı okuyanlara iyi geceler.


devamını gör...
4571.
rüzgar olduğunda denizden gelen o ekşi yosun ve
yoğun deniz kokusu sarardı etrafı,
dalgalar büyük bir hiddetle kaldırımlara çarpar,
yükselen su yürüyenleri ıslatırdı.
o günlerde sohbetin ışıkları ta merkezden bile gözükürdü
gece mavisi, tek bir ışıktı bu, gitmese bile bilirdi herkes.
çok acayip mekanların olduğu bir yerdi o zamanlar burası.
bugün istanbul'da bile zor bulacağınız antin kuntin bir hediyelik eşyacı,
bilumum elektronik eşyanın olduğu elektronikçiler,
denize sıfır, birinci sınıf oyuncak dükkanları,
denize sıfır rock bar, pub ve ilginç denemeler.
neden diyordu insan? burada ne alaka?
kim bu insanlar, nereden geliyor akıllarına bu fikirler?
ileride kim bilir nasıl gelişecek buraları derdim.
meğerse çok büyük halt etmişim, her şey tersine döndü zamanla,
o halinden günümüzdeki haline geldi burası,
denize sıfır rock bar'dan, denize sıfır tantunicilere
marul ve salatalığın hemen yanında pis kokan balık satan manavlara.
ama bunların da bir önemi yok,
ben hep görmek istediğim, hatırlamak istediğim gibi
görüyor ve hatırlıyorum burayı,
ben iskele meydanını hep o çok fazla akmayan havuzla,
çalışmayan fıskiyeler ile hatırlıyorum.
veya bugün kimsenin geçerken bakmadığı o çay bahçesindeki masada
eski tanıdıkları, bizi görüyorum, kapıdan sonra deniz tarafındaki o masalarda.
veya benzeri binlerce olan kozmetikçide o günlerde çocuk ve ergenlerin
en önemli ve uğrak yeri olan fame city'i, o günlerin atari salonunu görüyorum.
onun denize girdiği taşlıklarda bugün amuğa goyyyim hoohohihiii diye
anırarak gülen keko yaratıkları yok sayıyorum ve arkadaşları ile onu görüyorum.
bazen de en güzel günlerimizin geçtiği sokakta arap ülkelerinin birinden kopmuş
arapları değil, kolçak amcayı, güven bey'i ve daha nice efendi insanı görüyorum.
zamanlar içiçe bazen.
çok iyi hatırlıyorum, köseoğlu apartmanını,
henüz daha inşaat halindeyken satın almıştık orayı,
kapı ve ahşap doğramalardaki cila kokuları henüz çok taze,
yağlı boyası capcanlı, fayans ve mermerleri sıfırdı.
ve daha birçok yeri bitmemişti evimizin.
sonrasında oraya taşındığımızda en çok aklımda kalan şey
gökyüzü manzarası idi, geceleri gökyüzü net bir şekilde gözükür
yıldızlar ve uçaklar cam gibi gözükürdü.
orayı inşaatken gezdiğimizde aklımdaki tek şey heyecandı,
ne yaşayacağımıza, bizi hangi güzel günlerin beklediğine dair heyecan.
şimdi ise o heyecan yok, hiçbirimizde.
kesin ve emin bir boşvermişlik,
büyük bir tatsızlık, içimizde sonrasında olanların yarattığı hasar
ve yaralar ve kapanmayan çukurlar,
gün dolduruyoruz artık biz, takvim deviriyoruz,
her sene bir rakamı büyütüyoruz, 2021,2022...
ama bazı şeyler büyümüyor hiç,
düzelmiyor, geri gelmiyor, tersine derinleşiyor,
hayat kaçıyor, geçiyor, akıyor,
aslında her şey eskisi gibi olacakken,
nedense olmuyor ve kararlılıkla istemediğim bir şekilde yitip gidiyor.
yoğun deniz kokusu sarardı etrafı,
dalgalar büyük bir hiddetle kaldırımlara çarpar,
yükselen su yürüyenleri ıslatırdı.
o günlerde sohbetin ışıkları ta merkezden bile gözükürdü
gece mavisi, tek bir ışıktı bu, gitmese bile bilirdi herkes.
çok acayip mekanların olduğu bir yerdi o zamanlar burası.
bugün istanbul'da bile zor bulacağınız antin kuntin bir hediyelik eşyacı,
bilumum elektronik eşyanın olduğu elektronikçiler,
denize sıfır, birinci sınıf oyuncak dükkanları,
denize sıfır rock bar, pub ve ilginç denemeler.
neden diyordu insan? burada ne alaka?
kim bu insanlar, nereden geliyor akıllarına bu fikirler?
ileride kim bilir nasıl gelişecek buraları derdim.
meğerse çok büyük halt etmişim, her şey tersine döndü zamanla,
o halinden günümüzdeki haline geldi burası,
denize sıfır rock bar'dan, denize sıfır tantunicilere
marul ve salatalığın hemen yanında pis kokan balık satan manavlara.
ama bunların da bir önemi yok,
ben hep görmek istediğim, hatırlamak istediğim gibi
görüyor ve hatırlıyorum burayı,
ben iskele meydanını hep o çok fazla akmayan havuzla,
çalışmayan fıskiyeler ile hatırlıyorum.
veya bugün kimsenin geçerken bakmadığı o çay bahçesindeki masada
eski tanıdıkları, bizi görüyorum, kapıdan sonra deniz tarafındaki o masalarda.
veya benzeri binlerce olan kozmetikçide o günlerde çocuk ve ergenlerin
en önemli ve uğrak yeri olan fame city'i, o günlerin atari salonunu görüyorum.
onun denize girdiği taşlıklarda bugün amuğa goyyyim hoohohihiii diye
anırarak gülen keko yaratıkları yok sayıyorum ve arkadaşları ile onu görüyorum.
bazen de en güzel günlerimizin geçtiği sokakta arap ülkelerinin birinden kopmuş
arapları değil, kolçak amcayı, güven bey'i ve daha nice efendi insanı görüyorum.
zamanlar içiçe bazen.
çok iyi hatırlıyorum, köseoğlu apartmanını,
henüz daha inşaat halindeyken satın almıştık orayı,
kapı ve ahşap doğramalardaki cila kokuları henüz çok taze,
yağlı boyası capcanlı, fayans ve mermerleri sıfırdı.
ve daha birçok yeri bitmemişti evimizin.
sonrasında oraya taşındığımızda en çok aklımda kalan şey
gökyüzü manzarası idi, geceleri gökyüzü net bir şekilde gözükür
yıldızlar ve uçaklar cam gibi gözükürdü.
orayı inşaatken gezdiğimizde aklımdaki tek şey heyecandı,
ne yaşayacağımıza, bizi hangi güzel günlerin beklediğine dair heyecan.
şimdi ise o heyecan yok, hiçbirimizde.
kesin ve emin bir boşvermişlik,
büyük bir tatsızlık, içimizde sonrasında olanların yarattığı hasar
ve yaralar ve kapanmayan çukurlar,
gün dolduruyoruz artık biz, takvim deviriyoruz,
her sene bir rakamı büyütüyoruz, 2021,2022...
ama bazı şeyler büyümüyor hiç,
düzelmiyor, geri gelmiyor, tersine derinleşiyor,
hayat kaçıyor, geçiyor, akıyor,
aslında her şey eskisi gibi olacakken,
nedense olmuyor ve kararlılıkla istemediğim bir şekilde yitip gidiyor.
devamını gör...
4572.
bugün, hayatımın ilk post prodüksiyon ve kurgu işini aldım. heyecanlanamıyorum olm, unutmuşum. boşluk hissi içime işlemiş.
devamını gör...
4573.
gerçekten devamlı soru sorulmasından, merak edilmekten, geçmişim hakkında yaşadıklarımla alakalı tavsiye verilmesinden, yaralarımın deşilmesinden, sadece konuşmak için konuşulmasından ben rahatsız oluyorum.
herkesin yaşadığı kendine, herkesin yükü kendine, herkesin yaraları içinde gizli bir yerde.
bir insanla beraber vakit geçirirken keyif amacı olmalı. amaç mutlu etmek, yüzde bir tebessüm bırakabilmek olmalı.
herkesin yaşadığı kendine, herkesin yükü kendine, herkesin yaraları içinde gizli bir yerde.
bir insanla beraber vakit geçirirken keyif amacı olmalı. amaç mutlu etmek, yüzde bir tebessüm bırakabilmek olmalı.
devamını gör...
4574.
bir yapboz düşün füsun masanın üstünde tüm parçaları düz bir halde duruyor hiçbir parça birleşmemiş sadece bazıları birbirine daha yakın. işte tüm o parçalar aile bireyleri füsun, hepsi bir masada yani aslında bir evde toplanmış fakat birleştirilmemiş hepsi ayrı ayrı aynı evin içinde bir tablo haline getirilmemiş tek eksikleri bu.bazıları birbirine yakın demiştim demek ki o evde sevgi de var belki de parçaların birleşmesi için sevgi yeterli değildi eksik olan şey tam olarak nedir bilemiyorum belki de boş bir beklentiden başka bir şey değildir o masada birleştirilmeyi beklemek. ya sonrası? sonrasında belki başka bir yapbozun içine tablo olacağım ne bileyim füsun…
devamını gör...
4575.
sayın arkadaşlarım.
yazmakta bulunduğum bir kitaptan bir kısmı sizlerle paylaşmak isterim.
ben, burada, bu dünyada, sizlerden biraz ırakta neredeyse tam 30 yıldır bir başıma; cebimde nereden geldiğini bilmediğim tohumları ekip hasat ediyorum. o kadar dikkatli ve kaliteli bir ırgatım ki ektiğim her tohumun meyvesini zarar vermeden keseme koymak için elimden geleni yapıyorum. bakın işte bu yazılarımda sizlere parça parça, kısım kısım meyvelerimden ikram ediyorum. sizin dünyanızda imece usulü, aynı torbadan çıkmış tohumlardan yediğiniz meyveler var, bana tatsız gelen ve en nihayetinde hiç de ikram etmediğiniz. umarım benim biçimsiz ve garip meyvelerimi sindirebilirsiniz. hayır hayır yine büyüklenmiyorum. bu meyveleri sindirebilmenize, özümseyebilmenize o kadar ihtiyaç duyuyorum ki. ne olur, bir lokma daha alın. sonra bir daha ve bir daha. kara borsaya düşürmem sizleri alışın, korkmayın. alışmanız beni anlamanız demektir. ah! azıcık da olsa anlaşılmak için neleri verebileceğimi, hem de tek kalemde! bir bilseniz, belki de biraz denerdiniz. maalesef biliyorum ki anlamak gibi koca bir emeği insan ancak en sevdiklerine verir ve sevgi hak edilmesi gereken kavramların nitel olarak en yücesidir. ben sevgiyi hak edecek kadar yüce görmüyorum kendimi. yine de arkadaşça, dostça, bir dilenci gibi kapanıyorum ayaklarınıza dostlarım. biraz daha yiyin şu meyvelerden. sakın korkmayın, bu adem ve havva’nın elması değildir, kovulmayacaksınız cennetinizden. belki elimden tutup beni de alırsınız yanınıza. şu karanlık, kabustan hallice ve yalnızca nefes alabildiğim bu rüyada bir kez olsun yeşil ve güzel manzaralar eşliğinde ölmek isterim. lütfen, beni anlayınız.
yazmakta bulunduğum bir kitaptan bir kısmı sizlerle paylaşmak isterim.
ben, burada, bu dünyada, sizlerden biraz ırakta neredeyse tam 30 yıldır bir başıma; cebimde nereden geldiğini bilmediğim tohumları ekip hasat ediyorum. o kadar dikkatli ve kaliteli bir ırgatım ki ektiğim her tohumun meyvesini zarar vermeden keseme koymak için elimden geleni yapıyorum. bakın işte bu yazılarımda sizlere parça parça, kısım kısım meyvelerimden ikram ediyorum. sizin dünyanızda imece usulü, aynı torbadan çıkmış tohumlardan yediğiniz meyveler var, bana tatsız gelen ve en nihayetinde hiç de ikram etmediğiniz. umarım benim biçimsiz ve garip meyvelerimi sindirebilirsiniz. hayır hayır yine büyüklenmiyorum. bu meyveleri sindirebilmenize, özümseyebilmenize o kadar ihtiyaç duyuyorum ki. ne olur, bir lokma daha alın. sonra bir daha ve bir daha. kara borsaya düşürmem sizleri alışın, korkmayın. alışmanız beni anlamanız demektir. ah! azıcık da olsa anlaşılmak için neleri verebileceğimi, hem de tek kalemde! bir bilseniz, belki de biraz denerdiniz. maalesef biliyorum ki anlamak gibi koca bir emeği insan ancak en sevdiklerine verir ve sevgi hak edilmesi gereken kavramların nitel olarak en yücesidir. ben sevgiyi hak edecek kadar yüce görmüyorum kendimi. yine de arkadaşça, dostça, bir dilenci gibi kapanıyorum ayaklarınıza dostlarım. biraz daha yiyin şu meyvelerden. sakın korkmayın, bu adem ve havva’nın elması değildir, kovulmayacaksınız cennetinizden. belki elimden tutup beni de alırsınız yanınıza. şu karanlık, kabustan hallice ve yalnızca nefes alabildiğim bu rüyada bir kez olsun yeşil ve güzel manzaralar eşliğinde ölmek isterim. lütfen, beni anlayınız.
devamını gör...
4576.
google photos bildirim yollamış, 10 sene önce bugün diye.

baktım, bir daha baktım.
duvarın boşluğuna kitaplık yaptığım günün fotoğrafları, sen yoktun, annen ile yazlıktaydın, ben sürpriz yapmak istemiştim, kitaplar / kitaplarımız artık sığmıyordu yere göğe, canın sıkılıyordu buna.
ve senin canın sıkıldığında ben olmuşumdan bitmişimden nefret eder hale geliyordum.
becerdim ama, hatta kalanlardan uyduruk da olsa bir kahve sehpası yapmıştım.
çiçek almıştım bir de senin gelmene yakın.
evin en güzel yeri olmuştu o oda.
şu koltuğa oturup kucağındaki salak kedimizi okşarken kitap okuduğun zamanlar daha dün gibi.
ya da olmaz zamanlara sığdırılan gülüşmelerini daha çok görebilmek için kahve yapıp yanına sokulduğum anlar.
oda güzeldi, o da güzeldi.
hayat çok güzeldi.

baktım, bir daha baktım.
duvarın boşluğuna kitaplık yaptığım günün fotoğrafları, sen yoktun, annen ile yazlıktaydın, ben sürpriz yapmak istemiştim, kitaplar / kitaplarımız artık sığmıyordu yere göğe, canın sıkılıyordu buna.
ve senin canın sıkıldığında ben olmuşumdan bitmişimden nefret eder hale geliyordum.
becerdim ama, hatta kalanlardan uyduruk da olsa bir kahve sehpası yapmıştım.
çiçek almıştım bir de senin gelmene yakın.
evin en güzel yeri olmuştu o oda.
şu koltuğa oturup kucağındaki salak kedimizi okşarken kitap okuduğun zamanlar daha dün gibi.
ya da olmaz zamanlara sığdırılan gülüşmelerini daha çok görebilmek için kahve yapıp yanına sokulduğum anlar.
oda güzeldi, o da güzeldi.
hayat çok güzeldi.
devamını gör...
4577.
hayaller cannes, hayatlar adana altın koza... haydi görem.
devamını gör...
4578.
çoğumuz, artık karşımızdakini dinlemiyorduk. dinlemeden cevaplar hazırlıyorduk. birbirimizi anlamaya çalışmıyorduk.bazen yanlış anlıyorduk, bazen yanlış anlamak istiyorduk. bütün diyaloglar başka yerlere çıkıyordu. anlaşamıyorduk.
sokaklarda dolaşıyordum, otobüslere vapurlara biniyordum, marketlere gidiyordum. eve dönünce de oralarda şahit olduğum saçma şeylere, duyduğum saçma konuşmalara saçma bir iki kelime daha ekliyordum. hemen mízah oluveriyordu.
sonra korkunç bir pandemi, çok ağır ekonomik kriz ve feci savaşlar geldi. sonunda hem dünya hem biz tam olduk. şimdilerde her alanda, her an, her türden dev saçmalıkların zirvelerinde raks ediyoruz. gazze'de on binlerce insan katledilirken abd'nin başkanı, diye diye "amcamı yamyamlar yedi.." diyor. bizler, banka reklamlarına bakarsanız mutlu bir halk olarak ellerimizde kredi kartlarıyla sokaklarda göbek atıyoruz. artık ne yapsak, neyi neye eklesek daha saçma olmuyor. saçmanın da bu kadarı çok saçma artik
sokaklarda dolaşıyordum, otobüslere vapurlara biniyordum, marketlere gidiyordum. eve dönünce de oralarda şahit olduğum saçma şeylere, duyduğum saçma konuşmalara saçma bir iki kelime daha ekliyordum. hemen mízah oluveriyordu.
sonra korkunç bir pandemi, çok ağır ekonomik kriz ve feci savaşlar geldi. sonunda hem dünya hem biz tam olduk. şimdilerde her alanda, her an, her türden dev saçmalıkların zirvelerinde raks ediyoruz. gazze'de on binlerce insan katledilirken abd'nin başkanı, diye diye "amcamı yamyamlar yedi.." diyor. bizler, banka reklamlarına bakarsanız mutlu bir halk olarak ellerimizde kredi kartlarıyla sokaklarda göbek atıyoruz. artık ne yapsak, neyi neye eklesek daha saçma olmuyor. saçmanın da bu kadarı çok saçma artik
devamını gör...
4579.
çok acayip tipler görüyorum burada peder. belki de sürekli aynı tipleri görüyorum da nick çeşitliliğinden hepsini bir reyon, bir tezgah gibi görüyorum. tezgah, evet.
aslında ben çok çeşitli gibi görünen birçok şeydeki aynılıkları görüyorum ve gördüğüm şeylerden hiç hoşlanmıyorum.
karşılıklı birbirine bağıran heriflere rastlıyorum bazen mesela. kabaran boyun damarlarından kızaran suratlarına abandıkça abanıyorlar. hiçbir şey duymuyorum. sadece, o esnada vücut bütünlüğü gereği suratlarıyla aynı anda kasılıp gevşeyen kızarmış makat delikleri canlanıyor gözümde. bundan siz de hoşlanmazsınız. bağırmanın haklılık, çoğunluğun doğruluk, kalabalığın cesaret kaynağı görüldüğü, şeklin ve güç bağımlılığının çok ama çok önemsendiği bir silsile bu.
geleneksel bir pc oyununda, oyunun sürekli ve seri biçimde üzerinize gönderdiği düşük level robotik boss kombinleri gibi eksilen hangisi, yerine gelen hangisi pek ayırt edilemiyor. sen sıkılıp bırakmadıkça sonsuza kadar sürüp gidecek bir tekdüzelik sıkıntısı çöküyor adamın içine.
merdaneli çamaşır makineleri vardı eskiden. elbisenin bir ucunu tutturdun mu merdaneye, gerisini kendi çekip diğer ucuna kadar suyunu çıkarırdı.
öyle hüp diye kapmak geliyor bunları bazen taşan yerlerinden, farkına dahi varmadan ayak parmaklarından süzülen kirli sularda cıp cıp edip dursunlar. eskiden eğlenceliydi böyle şeyler, maalesef artık dıngılımda değil.
aslında ben çok çeşitli gibi görünen birçok şeydeki aynılıkları görüyorum ve gördüğüm şeylerden hiç hoşlanmıyorum.
karşılıklı birbirine bağıran heriflere rastlıyorum bazen mesela. kabaran boyun damarlarından kızaran suratlarına abandıkça abanıyorlar. hiçbir şey duymuyorum. sadece, o esnada vücut bütünlüğü gereği suratlarıyla aynı anda kasılıp gevşeyen kızarmış makat delikleri canlanıyor gözümde. bundan siz de hoşlanmazsınız. bağırmanın haklılık, çoğunluğun doğruluk, kalabalığın cesaret kaynağı görüldüğü, şeklin ve güç bağımlılığının çok ama çok önemsendiği bir silsile bu.
geleneksel bir pc oyununda, oyunun sürekli ve seri biçimde üzerinize gönderdiği düşük level robotik boss kombinleri gibi eksilen hangisi, yerine gelen hangisi pek ayırt edilemiyor. sen sıkılıp bırakmadıkça sonsuza kadar sürüp gidecek bir tekdüzelik sıkıntısı çöküyor adamın içine.
merdaneli çamaşır makineleri vardı eskiden. elbisenin bir ucunu tutturdun mu merdaneye, gerisini kendi çekip diğer ucuna kadar suyunu çıkarırdı.
öyle hüp diye kapmak geliyor bunları bazen taşan yerlerinden, farkına dahi varmadan ayak parmaklarından süzülen kirli sularda cıp cıp edip dursunlar. eskiden eğlenceliydi böyle şeyler, maalesef artık dıngılımda değil.
devamını gör...
4580.
ulan oğlak dolunayı, oğlak burcu erkeğinden çektiklerimiz yetmedi bir de sen vurdun. alacağın olsun.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2