941.
ben de bu dağların nesine geldim?..

aman be emmoğlu sen de neyine geldin bu dağların? neyini özledin? hani neyi var da neyine geldin?.. manasında olduğunu düşünmediğim, aksine emin olduğum, o arabesk parçanın bilmezdim şu cazvari gönlümü bu denli etkileyebileceğini.

niçin dinlediğimi bile bilmediğim halde caz versiyonundan sıkılıp açıp ferdi tayfur'dan dinlediğimde niçin ağladığımı bile anlamadım. hala niçin açıp açıp dinliyorum?..

şu kent yaşamında yüzyıllardır devam ederken ailemin; kuzuların meleşmesinde ne zevk, ne hayranlık allah'ım.
sanki yine yaz gelecek bütün arkadaşlarım köylerine tatile gidecek ben de arkalarından imrenip kalacağım. kentinde otur. kendinle otur. sıkılırsan tatil köylerine koylarına koyul.
aman ne bahtiyarlık ne mutluluk....

şehirde üç gün yas sonrası yaşamın yine seyri...
mezarında beş karış otlar bitmeyince, gönül geçmiyor emmoğlu.
beş karış ne kadar zaman?
gönül geçmemek ne demek?
emmoğlu ne demek?
ne demek yaa ne demek?...

buradan
devamını gör...
942.
imdaaaaaat! mala bağladım.

bin kere dedim kendime bak gerizekalı, sakın sakın iş hayatıyla özel hayatı birbirine karıştırma. iş yerinden kimseyle dışarda arkadaş olma. orada olan orda kalsın, çalış, konuşma, dinleme, çalış, dön evine.

gerizekalı gibi bi’ boş bakış, bi’ yarım gülüşe kanmak üzereyim. belki de kandım, henüz o raddedemiyim emin olamıyorum.

çok kibar birine sırf gözleri güzel diye, çene yapısı ve dişleri güzel görünüyor diye, sırf onunla çalışmak, diğer insanları görmekten daha iyi hissettiriyor diye, çok güzel kirpikleri var diye, okumayı seven biri diye, kültürlü ve hoşgörülü diye, sırf diğerleriyle dalga geçip benle geçmiyor sessizce birlikte gülmeye başladık diğerlerine diye, sırf burnu güzel diye, bi’ kaç kelime türkçe biliyor ve beni gördüğünde türkçe günaydın diyor diye, başkalarından bunalıp, gözleriyle beni arayıp, gözlerini deviriyor o insandan şikayetçiymişcesine diye, beni güldürmeye çalışıyor diye, sırf ses tonu bana yumuşak diğerlerine hoyrat diye tutulmak üzereyim. engel olamıyorum onun bana kitap okuması nasıl olurdu, benimle aynı evde yaşaması nasıl olurdu diyen düşüncelerime…

bugün çalışmadığım halde düzenli yapılan teste gittim iş yerindeki. bu mecburi bir şey. her çalışan gelmek zorunda. onun vardiyası bitmiş bahçede diğer çalışanlarla oturuyordu. küçük bebeğimle gördü bizi, uzaktan selamladı, çok bakmadı. artık diğerleri anlamasın diye mi? bakmak istemedi diyemi? bilmiyorum. boşandığımı biliyor. hayat hakkında konuşuyorduk çalışırken vs… neyse, bugüne dönelim.

ben evrak bekliyorum diye oturuyorum, o evine gitmeden arkadaşlarıyla konuşmak için oturuyor. benim evrak hala gelmedi. o ortamından kalktı, bebeğimle benim yanıma geldi. normalde diğer bebeğim yanımdaysa herkes onu seviyor, küçük bebeğimi çok görmüyorlar bile… o geldi, bana gülümsedi, bebeğimin yanına eğildi, onunla konuştu, adını sordu, elini sıktı ve en kalbimin dışardan duyuluyor mu şuan dediğim şey gerçekleşti;
bebeğimin saçını okşadı ve başından öpmek için uzandı. bu arada nasıl tutuyorum kendimi, aşırı tepki vermemeliyim, sadece gülümse geç, sakın gülme, çok mutlu olduğunu gösterme diye nasıl kasıyorum anlatamam. içim kıpır kıpır… tınlanmayan bebeğimle ilgilendi. ben nerelere gideyim? ben manyak oldum galiba.

havadan nem mi kapıyorum ya? bi’ ince harekete düşecek kadar mı kötü davranıldı bana? yemin ederim çözemiyorum.

of offf. bitmedi.

ben salak eve geldim, kırk bin yıl önce kapanan devirdeki facebook olayına girdim. adı soyadı zaten ezberimde, direkt onu arattım, ve tüm ihtişamıyla orada duruyordu. ilkokuldan tut, şimdiye kadar kimle çalıştıysam, patronlarım dahil herkesi arkadaş ekledim. gerizekalıyım ben. iş hayatını hiç karıştırmadım özel hayatıma bak al mis gibim oldu şimdi. sonra dank etti. lan dedim burada arkadaşlarını gizleme olayı vardı. kitleyim bari de 5 kişiyle rezil olmayayım. hahahahahhahahahhaha… yaaa! nasıl… neyse…

zaaaaaar, zor, mideme kramp girdi düşünmekten. acabalarda boğuldum. yine de o boku yedim evet.

adını milyonuncu kez arat… arkadaş ekle. done.
devamını gör...
943.
canım çok sıkılıyo diyorum napim olum diyo sen bi şey yap diye söylemedim zaten diyorum o zaman niye söyledin diyo belirtme ihtiyacı duyamaz mıyım diyorum yok olmaz diyo niye diyorum cevap vermiyo olum söylesene niye diyorum ya bilmiyorum öylesine dedim diyo lan diyorum ne adamsın sen ne adamım diyo kalitesiz bi haysiyetsizsin diyorum sağol diyo rica ederim diyorum akşam vurcaz mı diyo işin gücün vurmak diyorum aynen öyle diyo iyi tamam vururuz o zaman diyorum neden belirtme ihtiyacın olamaz dedim biliyo musun diyo neden diyorum canım seni terslemek istedi diyo.
devamını gör...
944.
insan ve son. kül ve toz. acıklı yok oluşu şatafatlı ömürlerin. ah o yere göğe sığmaz güzellik, devletlere diz çöktüren yiğitlik. nihayetin böyle mi olacaktı. neydin, ne oldun. ihtişamını hangi hırsız çaldı, tutkularını hangi deniz yuttu, o yıldırım öfkeni hangi gök söndürdü. yirmi gramlık ruhla mı kibirlendin şu mavi gezegende. ah sen. göğsü hırsla dolu varlık. neden hor görürsün başka toprakları. peki. sen bilirsin, sev ya da karanlığa dönüşüp kahrol. sen bilirsin, o deniz, o gemi, o ufuk senin.
devamını gör...
945.
ağlamak isteyip, ağlayamanın vücut bulmuş haliyim.

yahu niye olmuyor, niye? sevgisizlik acıtıyor ruhumu. çekilmez bir adama dönüyorum. "onun" sevgisine ihtiyacım var ama onun kim olduğunu bilmiyorum.

o beni sevsin, şefkat göstersin, beni istesin, beni arzulasın, benimle olsun, her şeyi benimle yapsın,

içimde öyle bir öfke birikiyor ki, tüm dünyaya, alayınıza ve topunuza bedel bir öfke. bir insanın bu kadar öfkeyi bir bünyede barındırır mı? hataları yüzünden, hatalarından fazlasını bedel olarak ödüyorum.

halbuki "onun" sevgisiyle, ben iyi olurum. çünkü ben doydum yalnızlığa. eyvallah ben de çok çekilir bir adam değilim ama ne bileyim şiirler okurum, onu düşünürüm, onu özlerim, onu şefkatimle sararım ve her şeyden, herkesden korurum. o istemese bile ben korurum.

intihar fena fikir değil de, hem aileme, hem kendime kıyamıyorum. hem de dinim maalesef buna engel.

sevin, beni geçtim, beni hangi kadın sevsin? kimim oğlum ben. ama siz sevin, benim gibi ikinci bir "dexterın biri" yapmayın.

sevgisizlikten benim gibi kalbiniz sıkışmasın. benim gibi gözleriniz dolup dolup, akmamazlık yapmasın.

benim gibi saçlarınız şimdiden birkaç tel beyazlamasın, şimdiden benim gibi tüm dünyaya yetecek öfkeye sahip olmayın.

benim gibi sevgisiz bir dallama, bir hıyar, bir gerzek olmayın. karşınızda bir dallama var. öz eleştiri yapabilen bir dallama hem de.

demek ki ben sevgiyi hak etmiyorum. hak etsem olurdu ya ne bileyim, olmayınca olmuyor ama zorluyorum.

yaşamak için zorluyorum, bu çukurda nefes alabilmek için zorluyorum. belki de çok anlam yüklüyorsun diyen olacak, evet ama öyle açım ki sevgiye, yetimhane çocuğunun aile açlığı gibi ki ailem de beni seviyor, canım aile onlar olmasa şu durumda daha da kötü olurdum.

ancak kendi sevgimi, kendi yuvamı arıyorum ama bulamıyorum. olmayacak, ol(a)mayacak yuvamı. olmayacak işte! umut etmene tüküreyim senin ben be adam. neyse, bugün de sevilmedik ve ağlayamadık.

tam bu satırı yazarken kalbim yine sıkışmaya başladı. uyku ölüm güzel şey, çok temiz ha. yarın ola, hayrola. tabii uyanırsam.
devamını gör...
946.
gecenin üçünde, gözlerinin içine baktığımda kendimi alamadığım kızla aynı minibüse bindim. şimdi diyeceksiniz ki, sayın vadetmeyen alkolü fazla mı kaçırdınız acaba? hayır. yanımda arkadaşlarım vardı. onlar da o kız olduğunu onayladılar. peki o zaman sorun ne? yanında sevgilisi vardı. evet. olur öyle arkadaşlar. her istediğiniz olmaz. bazen hiçbir istediğiniz olmaz, uzunca bir süre. napalım. belki biraz daha alkol?
devamını gör...
947.
bil bakim karalama defteri.
bu gün de yağmur var, duman var, sis var.
ankara'nın güneşini özletti bana bu yağmurlar, bu gri bulutlar.
çok şükür henüz sel olmadı.
yarın dönüyorum.
daha da olmaz inşallah.
aklı, fikri, gözü karadeniz'de olan varsa tam şimdi gelsin buralara.
gelsin, ıslansın, nemlensin, gökyüzünü kaplayan gri bulutları görsün, dönsün.
tamam kabul ediyorum, yeşil olması hoş, mavi olması hoş, ama siz de kabul edin gri olması hoş değil.
asap bozuyor.
haluk levent alışamadım ben bu şehre şarkısını trabzon için yazdı.
alışmayanı zorluyor, unutanı yoruyor.
memleket, tabiki en sevdiğim
tabiki o bir yana,dünya bir yana ama işte, o gri bulutları bir gün olsun görmeseydim iyiydi.
bir yandan kızıp bir yandan şimdiden özlüyorum.
acaba diyorum geldiğimden beri yağan yağmur, ben buraları çok özlemeyeyim diye mi yağdı.
şu kadın iki sene üstüne geliyor, evine dönerken çok üzülmesin, burdaki arkadaşlarını, burdaki anılarını çok düşünmesin, bezsin burdan, diye düşünülmüş olunabilir.
olur mu olur?
korunduğuma kollandığıma inanırım ben.
derken anacığımın kahvaltıyı hazırla sesi geldi.
saat kaç oldu diyor.
duygusala bağlamayayım diye de bu geldi.
yok ben kollanıyorum.
realist olayım, duygusala bağlamayayım dağılmayayım diye tüm bunlar.
dün de büyük oğlumla tartışmıştık.
hep bunlar benim için.
söz sana dünya, kimseyi, hiç bir şeyi merkezine koymuycam.
o merkezde hep ben olacağım.
ikimiz beraber döneceğiz, dileyen de eksenimizde dönecek.
devamını gör...
948.
bazı aşklar imkanla inkar arasındadır. bense imkan verdiğince inkar ettim aşkımı, ağzımla söyledim, kulağımla duydum, yaptıklarımla inkar ettim. ama şunu anladım. ne kadar sevsem de bu işin herhangi bir oluru yok. oluru varsa bile karşılıklı gururumuzdan asla ödün vermeyiz.

rüyalarımdan defol artık. sevmiyorum, istemiyorum. yeter.
devamını gör...
949.
offf. koyde yaşıyorum daha yeni sular geldi, evet yanlış duymadınız su yeni geldi. 1 haftadır gelmediği için mutsuzdum. neyse babaanemle yaşıyorum burada ama çok yaşlandılar insan bi düşünüyor ulan ölseler nasıl bakacaksin hayatına... kötü şeyler düşünmeyi acilen bırakmam gerekiyor. istanbul'a döneceğim ise girmek ayrı dert okula gitmek ayrı dert. hepsi üst üste geliyor, umarım gelecekte güzel bir hayatım olur çünkü şu an pek yaşadığım söylenemez.
devamını gör...
950.
ön yargı

bir dal bulmuştu kendine. sığınacak bir dal. dalın bundan haberi olmasa da o hep dala sığınmak istiyordu. daldan ise arada rüzgarın etkisiyle sesler gelse de ağzını çıt açmıyordu. (odunsu şey işte,ne bekliyoruz ki?)

canı sıkkın olduğunda dalın gölgesi altında ağlar,mutlu olduğunda kütüğüne sarılır, sevgisini güzel hissettirirdi minik. dalımız ne yapardı peki? dalına bir kuş konsa ve hareket etse yaprakları bizim küçük ilgi arsizimizin kafasına değip okşasa minik mutlu olurdu. dal,kolay kolay hareket etmezdi minik ilgi arsizina. o anca güneşe kucak açar, uçan kuşu alır koynuna, yağmuru bünyesine hapseder, diğer dalları selamlardı. sevgi ve ilgi arsizi miniğin bunlardan hiç haberi yoktu. hoş olsa da gözü görmezdi. sevgiden gözü kör olan minik "ölene kadar her gün uğrayacağım yanına",dedi dal parçasına. ılgi ve sevgi arsizi minik,hiç sıkılmadan anlattı dertlerini, mutluluklarını, yalnızlıklarını, sevgisini ve hislerini...

dağdan ses geldi de bizim dal parçasından ses gelmedi yine. bu kez de buna ağladı minik ilgi arsızı. sinirlendi. yükseldi ayak uçlarına ve dalı kopardı gövdesinden. ayaklarıyla ezdi,zıpladı üstünde. tüm sinirini çıkardı dal parçasından.

o sırada kirdigi dal parçalarının arasında,yer de gözüne çarpan bir papatya gördü. sevindi hemen ,yüzü güldü. siniri yok oldu. çünkü canını acittigi,kırdığı ve onu artık ölüme terkettigi daldan özür mahiyetinde bir hediye sandı. aldı papatyayı eline ve koştura koştura eve gitti. ilk çiçeğiydi bu daldan, ilk jestiydi dalın. hemen aldı bi küçük kaba koydu papatyayı. "her gün bakacağım sana, hiç solmayacaksın "dedi. (2 gün sonra olacaklardan habersiz...)

gelelim dal parçasına. günlerce ezilen parçaları yattı yerde. öylece kalakaldılar. yabani hayvanlar çiğnedi bazen üstünü, bazen sele kapıldı baziları. uçan kuşlar bile yüzüne bakmadı. ayni çatı altında yaşadığı diğer akran dalları bile görmezden geldi onu. ne vardi güzelce ve kolayca sevgisini hissettirebilseydi ilgi ve sevgi arsızı miniğe.

"sevgi her şeyin üstesinden gelirdi hani"? dedi dal parçası. o minik için elinden geleni yapmıştı. zor günlerinde yanında olmuştu, o mutluyken yapraklarını yeşile boyamıştı. "sen mutluysan ben de mutluyum" demişti. kötülüklerden koruyup gölgesinin altına almıştı onu. rüzgarı ikna etmeye çalışırdı ki, miniğin kafasını oksayabilsin ve ben "hep burdayım" diye bilsin ,diye. ama minik kız bunları hiç görememişti. kırmıştı dallarını, acıtmıştı canını. onu son gördüğünde elinde bi papatya ile uzaklaşmıştı yanından. en çok bu canını yapmıştı dal parçasının. (dal parçası dersin hamurunda odunluk yatıyor dersin,ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir işte. zarifligine ve naifliğine, ince düşüncesine bakar mısınız?)

üstünden bir fil ordusu geçmeden önce son kez nefes aldı ve bakındı etrafına dal parçası. gözleri son kez miniği aradı. gördüğü tek şey canının acıdığıydı. minik bir fil geçti üstünden önce. sonra diğer büyük filler. toz gibi ufalandı. minik kızın saçlarını okşamak için rüşvet verdiği rüzgar öyle bir esti ki... kendisinden geriye sadece kurumuş tek tük yaprakları kaldı.
devamını gör...
951.
sus artık dedi.
sert bir dimağ karşıladı bu sesi.

bu bir hoş geldin sayılmazdı. adeta,
bu boğuk atmosfere mahkumsun der gibiydi.
sus demek yerine dinle der gibi bir karşılamaydı.

özgürlüğün şifreleri sanki bu mahkumiyette gizliydi.
tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır mı?
gardiyan hadi aç kapıyı da çıkalım. lütfen!
kapı açık mı?
arkadaşlar kapı açıkmış, çıkabilen çıksın...
devamını gör...
952.
kafam karışık son zamanlarda
ruhum bedenimden daha yorgun belki de
dizlerim, çocukluğuma kanıyor
ben hala senin peşinde

oturuyorum gözyaşı iskelesinde
çıplak ayaklarım suyun yüzeyinde
sen uzakta bir gemide
ben ellerinin derdinde

canım yanıyor çok defa
susmak da yetmiyor sanırım
şiirlerim yakıyor ağıtlarımı
sinemde koca bir ağırlık

yaşamım ve varlığım
bir bir seriliyor önüme
ah keşke bir bilsen
daha neler var da,neyse...

deliliğimin gerçekliği vuruyor yüzüme
doktorun sözleri kurcalıyor aklımı
sözlerim yalnızlığımı acıtıyor
paylaşıyoruz uzaklığın yakınlığını
devamını gör...
953.
albert’in yalanı

albert bir yalancıdır!
şimdi bu parmaklıklar arkasında hissedebileceğim son duygu mutluluktur herhalde. kendimi bu kadar kötü hissettiğim başka bir zaman dilimi olmamıştı hayatım boyunca. bu kadar kapana kısılmamıştım hiçbir zaman. yalnız kalmak aklıma getirebileceğim son şeydi. her zaman yanımda birileri mutlaka olurdu.
konuşabileceğim, sorunlarımı paylaşabileceğim, sevişebileceğim, kavga edebileceğim. ama mutlaka biri ya da birileri. vicdan azaplarım da her zaman gelip geçici olurdu. asla beni, şu an olduğu gibi esir almazdı, altına alıp çiğnemezdi.

albert bir yalancıdır!
hiç mutlu değilim çünkü. sevgilim beni terk etti, haklıydı da. ona kötü davranmaya, onu umursamamaya, yok saymaya başlamıştım. ona karşı hissettiğim bütün iyi, güzel duygularımı öldürmek için kendimle savaşmıştım. sanırım başarmıştım da. bunları yaparken tek istediğim mutlu bir şekilde yaşamak ve bu şekilde ölmekti. hapse tıkıldığımdan bu yana ziyaretime hiç gelmedi. onu ciddiye almamamın bir sonucuydu bu, biliyorum. yine de gelmesini isterdim ziyaretime, görmek isterdim, belki dokunmak bir kez daha. ama olmuyor işte. sadece o mu, mutlu olmak adına kırdığım bütün arkadaşlarım kaybolup gitti hayatımdan. sigara külü gibi, püff!!, yok oldular.

konuşamıyorum dört duvar arasında kimseyle, zaten bu öyküyü okumanızın nedeni de budur. bari sizinle paylaşayım bu suç öyküsünü ve nedenlerini.
aslında yalnız kalmak o kadar kötü olmayabilirdi. bu vicdan azabı dokunduğum her yerden fışkırmasaydı eğer. neden yaptım, nasıl yaptım, o an ne hissettim tam olarak bilemiyorum. ama mutlu olmak fikri sarıp sarmalamıştı beni. tetiği çektiğim an mutluluk sanki ani beliren bir güneş ışığı gibi kuşatacaktı beni. olmadı. birden namludan gelen o sağır edici ve kurşunun bir bedene saplanırken çıkarttığı korku verici ve koltuk değneklerini yere düşerken ortama saldığı mide bulandırıcı sesler beni karanlık bir kuyunun dibine doğru itti. yapmamalıydım biliyorum, şimdi olsa yapmazdım da. ama o an için o kadar doğru bir hareket gelmişti ki bana yapmasam olmazdı.

neler oldu o gün ve o günden önce?
yıllar önce yabancı bir şehirde dolaşırken tanışmıştık onunla. uzun süreli de bir dostluğumuz olmuştu. onu öldürmeseydim eğer ( bu ikinci cinayetimdi ve yargılanmadım bile) daha uzun yıllar sürecekti aramızdaki bu bağ. 1958 yılında bir bahar ayında bana elinde tuttuğu bir top kağıdı uzatıp, “bunları oku” demişti. ben de soluk almadan bir gecede okumuştum yazdığı ne varsa. defalarca okumuştum yazdıklarını. bedenim gibi zihnimin de kontrolü elimden kaçıp gitmişti yüzüncü okumamda. albert bana yapmam gerekenleri anlatmıştı. yazdığı bu metin benim için bir yol haritasıydı adeta. beni iyi tanırdı albert, mutsuzluğumu en iyi o görürdü. bu metinin yazılma amacı da buydu zaten; benim mutsuzluğum. bir sene kadar görüşmedik albert’le. yani bu metni bana verdiği günden onun öldürdüğüm güne kadar.
onunla ikinci görüşmemizden önce yapmak gerekenleri yapmıştım. birkaç sokak ötede oturan koltuk değnekleriyle yürüyen, tek ayağı diğerinden kısa olan adamı hiçbir haklı gerekçem yokken öldürmüştüm. aslında tekerlekli sandalyede olan birini aramıştım uzun süre ama maalesef yoktu çevremde böyle biri. ben de gözüme ilk kurbanımı kestirmiştim. onunla tanışmaya karar verdikten bir iki gün sonra kendimi evine davet ettirdim. eve gireceğimiz zaman tabancamı kontrol ettim. içeri girdiğimizde çok renkli bir karaktere sahip olduğunu hemen anlamıştım. evi harika dekore edilmişti. oturma odası bir renk cümbüşüydü adeta, perdeler, biblolar, tablolar, her şey uyum içindeydi. bir an onun eşcinsel olabileceği geldi aklıma ama bu tür düşüncelerle kurbanıma bir insan gibi yaklaşabilirdim. o yüzden düşüncelerimi yarım bırakıp, mutfak kapısından görünen kurbanıma doğru tek bir adım attım. silahı doğrulttum ve bana bakmasına bile fırsat vermeden iki el ateş ettim. tam anda işte kuyuya düşüşüm başladı. aklımda ne para vardı o anda ne de mutluluk. sadece oradan çıkıp gitmeyi düşünüyordum. silahı bırakmayı akıl edemedim, oysa albert bunu yapmamı özellikle belirtmişti. kapı arkamdan kapanırken beynimde hiçbir şey yoktu, sadece albert’e duyduğum nefret.
ne yapacağımı şaşırmıştım. hemen bir karakola gidip teslim olmam gerektiğini biliyordum elbet ama yapmadım. aralık ayıydı. kar yağmaktaydı. yeni yıla birkaç gün vardı. albert’i aradım, buluşmamız gerektiğini söyledim. albert küçük bir kasabadaydı o gün. bana 1 hafta sonra döneceğini o zaman görüşebileceğimi söyledi. o kadar vaktim yoktu. hemen bulunduğu küçük kasabaya gitmek için yola çıkmaya karar verdim. albert beni orda karşılayacaktı. uzun bir tren yolculuğundan sonra oraya varmıştım. bu arada onun içimde kendim için de birer tren bileti almıştım. trenler dönerken yolda işini bitirecektim. planım buydu ama olmadı. oraya vardığımda albert kendini tanıyan insanlarla meşguldü. o yüzden beni bir arkadaşı karşıladı. birlikte kaldıkları küçük otele gittik. albert beni yüzünde mutlu bir gülümsemeyle karşıladı. yüzündeki bu tomurcuk aslında onun sonunu hazırlamıştı. o an onu öldürmek konusunda en ufak bir tereddüdüm kalmamıştı.

o geceyi otelde geçirdik. onu burada öldüremeyeceğim kesindi. o yüzden geri dönüş yoluna çıkana kadar beklemem şarttı. 4 ocak dönüş tarihimizdi. o güne kadar sabretmeliydim. öyle de yaptım. dönüş tarihi gelene kadar sohbetlerimizi olabildiğince kısa tuttum, onu korkutacak bir taşkınlık yapabilirdim. aslında yaptım da ama albert bunu yorgunluğuma ve mutsuzluğuma verdi sanırım.

bir gün öğle yemeği sırasında bana verdiği metni okuyup okumadığımı sorduğunda beynimden vurulmuşa döndüm, ona saldırmamak için kendimi zor tuttum önce elimdeki bardağı kırdım, sonra da kalkıp yemek odasından dışarı çıktım. bir sigara yakıp kendimi toplamaya çalışırken albert yanıma geldi, sırtıma dostça dokundu, beni anladığını, elinden gelen her şeyi yapmak istediğini söyledi. yapacağı bir şey olmadığını söyledim, hem özür diledim hem de teşekkür ettim. dünya üzerinde en nefret ettiğim varlıktan özür dilemiştim, ama asıl özür dilemesi gereken oydu. intikam garip bir şekilde zihnimi ele geçirmişti ve 4 ocak benim için bir milat olacaktı.

4 ocak geldiğinde gidiş hazırlıkları hızlandı ama bu telaş içinde benim heyecanı belli olmuyordu, bu da benim için müthiş bir kamuflajdı. kimse benim heyecanımı yolculuk heyecanından ayrı tutmuyordu. ben de bunu kullandım, en iyi biçimde. hazırlıklara yardım ettim, ara sıra sohbetlere katıldım, kahvaltıda elimden geldiğince neşeli görünmeye çalıştım ama son anda benim geç öğrendiğim bir durum canımı fena halde sıktı. yolculuk bir arabayla yapılacaktı; facel vega marka bir araçla. benim planıma göreyse biz trenle gidecektik tren biletlerinden biri benim cebimde öteki ise albert’teydi. ama unutkanlıktan olsa gerek ya da benden şüphelendiği için albert otomobil yolculuğu yapacağımızı bana söyleme gereği duymamıştı ve öğrendiğimde ise planım alt üst olmuştu bile.

araç çalıştığında albert ile ben arkada oturuyorduk, albert’in yayıncı arkadaşıysa şoförün yanındaydı. bunu lehime kullanabilirdim. aklımdan bin bir türlü cinayet planı geçiyordu ama hiç biri uygulanacak gibi değildi. şartlar albert’i öldürmemi engellemek için el ele vermişlerdi adeta. onu bıçaklamam mümkün değildi, arabayı durdurup bir köşede öldürebilirdim ama ya diğer ikisini de öldürmek zorunda kalırdım o zaman, ya da planım toptan başarısız olurdu. albert’i arabadan itebilirdim ama bu da garanti bir ölüm olmazdı. bu düşüncelerden kurtulmak ve daha sakin düşünebilmek için kendimi yolun akışkanlığına verdim. yol çizgilerini yutan aracın çıkardığı sesleri dinleyerek daha akıllıca bir yol olarak albert’i yolculuk sonunda öldürmeye karar verdim.
tam bu kararı aldığımda büyük bir gürültüyle önce yol çizgileri sonra da içinde bulunduğumuz araç alt üst oldu. büyük bir kaza ve beklenmedik ölümler. şoför ve yayımcı önde oturmalarının şanssızlığıyla anında can verdiler. albert’in şanssızlığı ise bu yolculukta yanında oturan kişinin ben olmamdı. kaza olduğunda albert hafif bir baygınlık geçirmişti ve şans eseri ben sapasağlamdım. albert’in bu baygınlığından istifade ederek ilk yardım çantasıyla kafasına sertçe vurdum. bütün hıncımı bu vuruşta toplamıştım. albert de orada sonsuzluğa doğru akarken benim vicdanımda en ufak bir rahatlama olmamıştı. kendimi yine mutsuz hissediyordum. içimden geçen tek düşünce “keşke albert sağ olsaydı” oldu. çünkü sağ olsaydı onu bir kez daha öldürebilirdim.
şimdi bu kapalı kutunun içinde, parmaklıklarla gölgelenen yüzümü insanlardan saklayarak düşünüyorum. içeride oluşumun nedeni sakat bir adamı öldürmek. diğer cinayetimdense yargılanmadım bile. ilk cinayetim için beni suçlayabilirsiniz ama albert’i öldürmem konusunda asla çünkü;
albert bir yalancıdır!
devamını gör...
954.
tuhaf bir insanım...
tüm tuhaflığım bir abide gibi. böyle kaskatı, keskin, dikenli tel gibi... kimsenin yaklaşması mümkün değil.
mutlu olmak yerine, insanların mutsuzluğunu toplayıp kendime pay çıkarıyorum. bu durum şundan kaynaklı olabilir mi diye düşünüyorum hep.

bahsedilen şu; birinin mutsuzluğunu, derdini öğrendiğin zaman; yarasını keşfettiğin zaman; ortak bir payda bulduğun zaman derdini hafifletirsin. derdini hafifletirken kendine yük etmiyor musun aslında? kimin umurunda ki? tükenip tükenip bir hiç olmak istiyorum.

mutlulukları paylaşmak karşısında ne hissediyorum peki? bu noktada hissizim. güzel gibi, sıkıcı gibi. biri mutlu; ama mevzubahis biri sen değilsin. dinliyorsun, gülüyorsun, öyle miydi diyorsun. gerçekten öyle mi?

olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. bu zamana kadar hep bir şeyleri zorladım. bundan sonra zorlamayacağım. mutlu olmaya zorlamayacağım. mutsuz olmaya da zorlamayacağım. sevmek için de zorlamayacağım.

burada duraksıyorum. sevmeye, daha doğrusu sevilmeye ihtiyacımız olduğu muhakkak. çiçeklenmek mümkün. en çok gözlerimin gülmesini seviyorum. nasıl mı oluyor? sevince... sonuçta sevildiğimi, en önemlisi "ne kadar" sevildiğimi hiçbir zaman bilemedim. sadece güzel sevdim. bunu hep bildim.

işte bundan sonra kendimi, sevmek için de zorlamayacağım. beklentisiz bir hayat sundum kendime. belki biraz bencilce. böyle olması gerekiyor.

he şu da var: açık bir kapı hep var. yeter ki elinde bir kalem, bir taş, bir tebeşir veyahut parmağınla çizebildiğin hayali bir çizgi olsun. o kapı her türlü çizilir ve her türlü açık bırakılır.

yine bir gün çok saçmaladım. daldan dala atlamalı bi karalama defteri oldu. karalama defterinin özelliği de o değil mi canım... allaa allaa. *
devamını gör...
955.
bir hafta yokum sözlük kendine iyi bak. haftaya görüşürüz..
devamını gör...
956.
ailemi özledim hem de çok... o kadar çok ki özlemleri içimi kavuruyor. ağlamaktan helak oldum. pandemiden dolayı 1.5 senedir görmedim babamları. bilet aldım gitmek istedim yanlarına her şeye rağmen. fakat pek dikkatli değiller hijyen konusunda, aşı bile olmamışlar henüz. ben yalnız gitsem neyse de minik bir çocuğum var ona bir şey olur diye endişeleniyorum. bileti iptal ettiğimden beri ağlıyorum işte. ne olurdu biraz dikkatli olsalardı sanki. hiç mi özlemedi onlar da beni?
devamını gör...
957.
bir paragraf bile yazamayacak kadar tükenmişti zihni. yıllarca durmadan yazmıştı fakat o yangının olduğu gece, yazdıklarıyla beraber silinmişti dünyadan. kül olmuştu adeta. o anları hatırlayınca yangından kalan sağ bileğindeki yanık izi sızlamaya başladı ve birer birer akın etti zihnine o gece yaşananlar. anıların aniden zihnini doldurmasını yüreği belli ki kaldıramamıştı, titremeye başladı ve elindeki çakmağı benzinle ıslanmış zemine atıp bu sefer ailesini görmeyi diledi.
devamını gör...
958.
dünyaya geleli 35 yıl olmuş

yolu yarıladın desene

sanmam, yolda olduğumuza inanırım fakat yolun başlangıcı ile sonu arasında bir nefesten fazlasının olduğuna inanmam. dolayısıyla bana göre bu yolun yarısı diye bir sey olamaz.

boş yapıyorsun, yaşlanıyorsun, kabul et

bedenimdeki çürümenin hızlandığını kabul ediyorum, değişimi, dönüşmeyi. yalnız ilk çocukluk yıllarımda koşmaktan nasıl heyecan duyuyorsam bugün de aynı heyecanı duyuyorum. bir güler yüz bir tatlı söz beni o yıllarda nasıl mesud ediyorsa bugün de öyle. böylelikle, dostum, yaşlandığım konusunda seninle aynı fikirde değilim.

normal konuşmayı hiç bir zaman beceremedin, hep alangirli laflar.

normalden ne anlıyorsun?

ne anlaması. çoban rüstem gibi konuşmuyorsun işte. kasap hasan gibi de, manifaturacı hulusi bey gibi de. hep başka havalar var senin konuşmanda. biliyordum ben zaten sen o felsefe mi nedir onu okumaya gittiğin gün biliyordum başka başka halların olacağını.

iki çay söyle de senin hallarını konuşalım madem.

çay içerim amma hal filan sorma bana.

o niye o

zalımın kızı boşuna umutlanma sana varmam ben dedi. şehirli biriyle evlenip bu kasabadan gidecekmiş.

desene asıl sen yaşlanmaya başlamışsın, kara sevda adamı yer bitirir

essah diyon. yok mu bunun çaresi

var tabi, olmaz mı.
devamını gör...
959.
sevgilim, gitmenin en güzel yanı döndüğünde seni kimin ne kadar beklediğini görmektir. beklemek ise dönecek olana verilen kıymet kadar. bazen bekler insan, usanmaz. diyorum ki en güzel ben giderim. bir yerlerde birileri bir şey kaybedecekse, en iyi ben kaybederim. anlıyor musun?
devamını gör...
960.
sanrıım artık deftere yazacak yaşı ve saati geçtik aklımızdan geçenleri klavyenin tuşlarına bsarak yazıyoruz. öyle bir durum ki akli melekelerin yardımı ollursa. benim gibi insanların fazla yazmadığını düşünürsek, çoğu inasn kopyala yapıştır veyahut alınt yapıyor . ben ise alkol firmalarının bana verdiği destek ile yazıyorum yada dediğiniz gib karalıyorum. bugüne kadar yazdım kibar olmaya çaluıştım elimden geldiğince. ama artık kaldıramıyorum . susamıyorum. sadece içip yazıyorum . anlayışla karşlayanlara saygı sevgim sonsuz. sanırım ben eski ben değilim korkuyorum kendimi kaybetmekten. ne kadar sıkabilirim. ne kadar durabbilriim bilmiyorum sadece içiyorum . ve yazıyorum . dertleşecek insanlar uzak bana . konuşacak kişiler gitti yakınlardan . tek başımıza kaldık korkuyordum başıma geldi. yanlılz kaldım. her anlamda. bir insan ne kadar saçmalarsa o kadar saçmaladım. bir de sanırım o kadar yazım hatası yaptım . beni bi sen anladın sen de yanlış anladın sözlük. sanırım bu kadar oluyor karalama defteri. daha uzunu bilmyiorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim