1.
sokak röportajında akademisyen zeliha burtek'in konuşmasında yer alan ifadedir.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/12/19/wbgyvhewuh4va3zq-t.jpg)
türkiye'nin şu anda en büyük sorununun sosyal çürüme olduğunu ifade eden burtek; "dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. bir sürü krizler görüldü.
ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz. şu anda türkiye'de sosyal çürüme var. bunun düzelmesi için çok zor, çok zor dönüşü olmayan bir yerdeyiz." ifadelerini kullandı.
burek, sosyal çürümeyi ise; "sosyal çürüme şu etik denen şeyin yok olması, etik yaşam felsefesi demek. türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. yani şöyle bir şey söyleyeyim, yani türk edebiyatını, türk sinemasını, türk tiyatrosunu düşünün. bu edebiyatta bu tiyatroda, sanatta hiçbir şekilde yazında ve düşün de hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya ya da işte kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. ama şu anda biz yavaş yavaş kültürel anlamda bütün ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. sosyal çürüme bu demek başka bir toplum olduk. biz güney amerika ülkesi değildik ama güney amerika ülkesi olmaya başladık. çok tuhaf değil mi?" sözleriyle tanımladı.
buradan
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/12/19/wbgyvhewuh4va3zq-t.jpg)
türkiye'nin şu anda en büyük sorununun sosyal çürüme olduğunu ifade eden burtek; "dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. bir sürü krizler görüldü.
ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz. şu anda türkiye'de sosyal çürüme var. bunun düzelmesi için çok zor, çok zor dönüşü olmayan bir yerdeyiz." ifadelerini kullandı.
burek, sosyal çürümeyi ise; "sosyal çürüme şu etik denen şeyin yok olması, etik yaşam felsefesi demek. türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. yani şöyle bir şey söyleyeyim, yani türk edebiyatını, türk sinemasını, türk tiyatrosunu düşünün. bu edebiyatta bu tiyatroda, sanatta hiçbir şekilde yazında ve düşün de hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya ya da işte kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. ama şu anda biz yavaş yavaş kültürel anlamda bütün ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. sosyal çürüme bu demek başka bir toplum olduk. biz güney amerika ülkesi değildik ama güney amerika ülkesi olmaya başladık. çok tuhaf değil mi?" sözleriyle tanımladı.
buradan
devamını gör...
2.
çoğu yerde bürtek olarak yazılmış soyadı.
mimarlık, sanat tarihi ve felsefe alanlarında akademik kariyer yapan zeliha burtek, 21 yıl boyunca çeşitli üniversitelerde ders verdi. 25 yıldır sokak hayvanlarını beslemeye kendisini adayan burtek hayvan sevgisiyle öne çıkan bir isim.
zeliha burtek, msgü'de (mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi) sosyoloji doktorası, galatasaray üniversitesi'nde de felsefe masterı yaptı.
mimarlık, sanat tarihi ve felsefe alanlarında akademik kariyer yapan zeliha burtek, 21 yıl boyunca çeşitli üniversitelerde ders verdi. 25 yıldır sokak hayvanlarını beslemeye kendisini adayan burtek hayvan sevgisiyle öne çıkan bir isim.
zeliha burtek, msgü'de (mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi) sosyoloji doktorası, galatasaray üniversitesi'nde de felsefe masterı yaptı.
devamını gör...
3.
dünya her alanda hızla değişirken bizlerde bireyler ve toplumlar olarak buna zamanın ruhu açısından interdisipliner-multidisipliner yaklaşımlarla uyum sağlamamız gerekirken ama maalesef toplumdaki hızla artan iletişim zayıflığı, ahlaki çürüme, eğitimsizlik, vasatlığın olağan karşılanması ile geçmişten gelen o feodal düşünce yapısından kurtulamıyoruz. yani geçmişten günümüze gücün tekamül etmesiyle birlikte kadın erkek fark etmez halen kaba kuvvet ile bir yere varabileceğini zanneden bir çoğunluğun olduğu toplumda yaşıyoruz.
devamını gör...
4.
çürümenin ekonomi-politiği
eğer biyolojiden bahsetmiyorsak “çürüme” bilimsel bir kavram değildir; ancak yine de onu bir metafor olarak kullanıp içinden geçtiğimiz dönemi bir “çürüme dönemi” olarak adlandırmak, olan biteni “çürüme” başlığında değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır
8 yaşındaki bir kız çocuğunun kim tarafından ve neden öldürüldüğünü elli günün sonunda hala bilmiyor oluşumuz, iki genç kızı birisini kafasını kesecek şekilde öldüren ve sonra intihar eden delilikle ilgili öğrendiklerimiz, gençlik arasında hızla yayılan uyuşturucu alışkanlığı, mafyalaşmanın ve çeteleşmenin boyutu, suç oranlarındaki, cinayet oranlarındaki ve intihar oranlarındaki artış, rüşvet, yolsuzluk, kayırmacılık, şiddet…
tüm bunların hepsini “çürüme fenomenleri” olarak bir “çürüme tablosu”nun içerisine yerleştirebilir ve o tabloya bakarak karşımızda tekil, münferit vakaların değil yapısal bir meselenin olduğunu görebiliriz, bu yapısal meselenin gerisinde ise ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik ve toplumsal koşullar bulunmaktadır. yani çürümenin bir ekonomi-politiği vardır ve çürümeden çıkışın yolu “çürümenin ekonomi-politiği”ni anlamaktan geçmektedir.
erdoğan türkiye ekonomisinin bütün dengelerini “nas” adı altında bozduktan sonra çıkışı tekrar “rasyonel” politikalara dönüşte görmüş ve 14-28 mayıs seçimleri sonrası ekonomi yönetimini bir kez daha mehmet şimşek’e emanet etmiş, o da klasik “acı reçete”ye dayalı programını hızlı bir şekilde yürürlüğe sokmuştu hatırlayacağınız üzere.
peki nedir acı reçete, kimlere içirilir, anlatalım hemen.
neoliberal iktisatçılar için “fiyatlar genel düzeyindeki artış”, yani enflasyon, her zaman talep kaynaklıdır ve enflasyonla mücadelenin yolu her zaman talebin düşmesinden, aşağıya çekilmesinden geçmektedir.
peki talep nasıl düşürülecektir?
bunun için halkın reel/gerçek alım gücünün düşürülmesi, yani halkın gelirlerindeki artışın enflasyondaki artışın altında kalması gerekir; böylece halk daha az tüketecek ve bu da talebi düşürecek, talepteki düşüş ise beraberinde enflasyondaki düşüşü getirecektir.
işte tam olarak burada sınıfsal bir tercih devreye girmiştir; çünkü alım gücü düşürülenler toplumun emek gücüyle, ücretle geçinen, yoksul kesimleridir. üst gelir gruplarının talebe olan etkisi, onların alım gücünün düşürülmesi akla dahi gelmez. “enflasyonla mücadele”nin faturası geniş halk kesimlerinin sırtına yüklenir, yoksulluk ve işsizlik daha da derinleştirilir ve böylece gelir dağılımı da alt üst olur.
bugün türkiye’de halk, iktidarın ekonomi politikaları aracılığıyla ve “enflasyonla mücadele” adı altında planlı, programlı bir şekilde yoksullaştırılmaktadır yani, mesele yeteneksizlik, beceriksizlik vs. değildir hiçbir şekilde.
üstelik bu yoksulluğu bir şekilde telafi edebilecek sosyal devlet mekanizmaları da mevcut değildir türkiye’de; yoksulluğun yönetimi iktidar belediyelerine ve onlarla işbirliği içerisindeki tarikat ve cemaatlere devredilmiştir büyük ölçüde ve bu da sosyal devlet değil sadaka devleti anlamına gelmektedir.
ancak içinde bulunduğumuz durum sadece şimşek programıyla açıklanamaz; “enflasyonla mücadele” programının da ötesine geçip türkiye kapitalizminin genel görünümüne bakmak gerekir.
türkiye kapitalizmi kronik döviz bağımlısı bir ülkedir ve yeterince dövize ulaşamadığı zamanlarda krize girmektedir; bu döviz bağımlılığı nedeniyle türkiye sermaye sınıfı döviz kazanmak adına türkiye kapitalizmini 24 ocak 1980 kararları’yla neoliberalizme açmış, türkiye 12 eylül 1980 darbesiyle uluslararası işbölümüne “ihracata dayalı birikim modeli”yle dahil edilmiştir.
türkiye gibi ülkeler böyle bir birikim modelini benimsediklerinde şirketler uluslararası pazarlardaki rakipleriyle ancak fiyat rekabetine girişebilirler; yani sattıkları ürün ne kadar ucuz olursa ona yönelik talep de artacaktır.
ürünün fiyatını ucuzlatmanın yolu ise maliyetleri düşürmekten geçer ve bunun için de elde iki araç vardır: bir yandan süreklileşmiş devalüasyon aracılığıyla yerli paranın değerini düşürürsünüz, diğer yandan ise reel ücretleri aşağı çekersiniz.
dolayısıyla türkiye kapitalizminin bugün daha çok ihracat yapabilmesinin yolu cebimizdeki paranın sürekli değer kaybetmesinden ve süreklileşmiş bir şekilde yoksullaşmamızdan geçmektedir.
süreklileşmiş yoksulluk hali nasıl yönetilecektir peki? en başta emeğin örgütsüzleştirilmesi yazılmalıdır. emek örgütsüz olacaktır ki, sendikalı olup greve gitmeyecektir ki, ücretler aşağı seviyelerde tutulabilsin.
ama bu da yetmez. örgütlü olmayan emeği yönetmek de gerekir. işte bu noktada, din, tarikatlar, cemaatler, milliyetçi hamaset devreye girer. türk sağı tam da bu noktada iş başındadır ve zikir sesleriyle “ırmağının akışına ölürüm türkiyem” seslerinin birbirine karıştığı yer tam olarak burasıdır.
hızla yoksullaşan, ekmeği küçülen, ama dinle ve milliyetçilikle zehirlenmiş, örgütsüz, hakkının, hukukunun peşinde koşmayan, kolektif bir irade geliştiremeyen toplumlarda çürüme derinleşir; çünkü yoksulluk insanın haysiyetini de yoksullaştırır, sadece ekmeğini değil gururunu da çürütür.
ama mesele basitçe dinci-milliyetçi zehir değildir; türkiye’nin döviz bağımlısı sermaye düzeni, o bağımlılığı tatmin edebilmek için illegal yöntemlere de muhtaçtır. uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, insan ticareti vs… bunların hiçbiri türkiye’nin sermaye düzenine dair “anomali”ler olarak görülemez, hepsi bu düzene içkindir.
bu ise elbette ki mafyalaşmayı ve çeteleşmeyi beraberinde getirir ve dünyanın her yerinde mafya kendisine devlet ve siyasetçiler içinden destek bulmadan yaşayamaz; mafyanın devletleştiği, devletin de mafyalaştığı dönemlerde çürüme daha da derinleşir. çünkü özellikle gençler çakallığa, racon kesmeye, köşe dönmeciliğe özendirilir, buradan bir erkeklik edebiyatı doğar, giyim kuşamdan hal ve hareketlere beş para etmez bir erkeklik moda haline getirilir ve bunun üzerine bir de “ezan kuran bayrak” örtüsü örtülür.
türkiye’nin düzeni mafyatik ilişkilerle birlikte kayırmacı ilişkiler üzerine de kuruludur. kamu ihalelerinin gittiği yer bellidir, kimlerden vergi alınmadığı, kimlerin vergilerinin affedildiği bellidir. bu ise aynı zamanda rüşvet ve yolsuzluk demektir; kayırmacılık özellikle bürokrasi ve siyasetçileri rüşvet çarkının bir parçası yapmaktadır. devletin işleyişine kayırmacılık damgasını vurduğu için türkiye’de kamu yararı kavramı da ortadan kalkmış, küçük bir azınlığın özel çıkarları ülkenin geleceğini teslim almıştır.
gelinen noktada hukuk sistemi ve yargı da çürümekte, adalet sistemi de çökmektedir, toplumun hukuka ve adalete güveni kalmamış, cezasızlık politikaları alıp başını gitmiş, yargı sarayın yargısına dönüşmüş, ülke zaten fiili bir anayasasızlaştırma sürecinin içerisindeyken hukuk ve hukuk devleti de giderek görünmez hale gelmiştir.
anlaşılacağı üzere çürümenin bir ekonomi-politiği vardır ve “çürümenin ekonomi-politiği” türkiye’nin sermaye düzeniyle ilgilidir. türkiye kapitalizminin bekası, halkın daha fazla yoksullaştırılmasından, bu yoksulluğun yönetilebilmesi için de daha fazla çürümeden geçmektedir.
o halde çözüm bellidir; sermayenin bekası adına kendilerine yoksulluk ve çürüme reva görülenler, aklı iğdiş edilenler, bir araya gelmeleri, kolektif bir irade geliştirmeleri, siyasete müdahil olmaları istenmeyenler, bir araya gelecek, ayağa kalkacak, ses çıkaracaklardır.
bugün türkiye’de düzenin bütün mekanizmaları halkın halk olmaktan başka her şeye benzemesi adına işlemektedir; bu çürümeyi durdurabilecek tek şey ise halkın emeği adına, ekmeği adına, geleceği adına yeniden halk haline gelmesi, bir halk gibi hareket etmesidir. patronu, tarikatı, cemaati, mafyası, çetesiyle türkiye’nin düzeninin en büyük korkusu budur.
fatih yaşlı, 9 ekim 2024
devamını gör...
5.
dinsizlesmeyle yasanandir. hep dinsizler mi dine sallayacak, azicik biz de dinsizlere sallayalim. evet.
devamını gör...
6.
bir toplumun temel sosyal yapıları, kültürel değerleri, ahlaki normları ve sosyal kurumlarının zamanla zayıflaması veya çökmesi durumu.
bu durum, toplumda değer kaybı, güven azalması ve toplumsal düzen bozulması gibi sonuçlara yol açabiliyor.
tanıdık geldi, di mi?
bu durum, toplumda değer kaybı, güven azalması ve toplumsal düzen bozulması gibi sonuçlara yol açabiliyor.
tanıdık geldi, di mi?
devamını gör...
"sosyal çürüme" ile benzer başlıklar
sosyal fobi
191