#ödüllü filmler
drama / korku / bilim kurgu
7.3 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

yönetmenliğini coralie fargeat'in yaptığı ve başrollerinde demi moore, margaret qualley ve dennis quaid'in oynadığı body horror türünde ki filmin gösterim tarihi 20 eylül 2024.
devamını gör...
bu black mirror ortalığı öyle bir etkiledi ki son düzgün black mirror bölümünün üzerinden neredeyse on sene geçmesine rağmen hala tarz ve işleniş olarak aynı grotesk ve kendi içerisinde kara mizahı barındıran absürd çalışmalar hala prim yapıyor. konu orijinal değil. olması da gerekmiyor. hatta 1985'teki ikinci nesil the twilight zone ( alacakaranlık kuşağı) serisinin bir bölümünde bu mevzu çok daha soft bir tarzda ele alınmıştı. benim yakalayabildiğim referanslar en başta.

varan 1


- dorian gray'ın portresi ( oscar wilde)
-nedenini anlayamadığım şekilde the shining'teki tuvalet ve koridorun birebir tasviri.
- john carpenter'ın the thing filmi gibi içinden imitasyon çıkan yaratıklar ve biraz da alien
- son sahnedeki bariz (bkz: the elephant man) filmine ait i'am not an animal i am a human durumuna gönderme. karı neredeyse fil adamın kopyasıydı.
- kan banyosu ve toplu kaos brian de palma'nın (bkz: carrie) ( günah tohumu)
satisfaction diye sokuk bir şarkı vardı. onun göt dolu klibi


varan 2

film belki de tamamen elisabeth'in kabusuydu. bu arada elisabeth sparkle değil ama lisa sparkle adında bir porno film yıldızı yok muydu ? çok iyi bir black mirror bölümü olabilecekken, fransız bir kadın yönetmenin sapkın zihin dünyasının elinde entelektüel derdi olmayan caka satma aparatına dönüşmüş. yalnız dünyayı kadının eline bıraksak hatta bu tek bir kadın dahi olsa yine b.kuyla kavga edip, kaos çıkartabileceğini bu filmdeki lisa &sue çatışmasından görüyoruz. kadınlararası rekabet öyle manyakça bir şey ki şu platformda bile eskaza bir kadın yazarı fotoğrafı üzerinden övsen, bunu hazmedemeyip beğenilen yazara hakaretler savuran başka kadın yazarlar var. bir de renkli dünyada bu rekabetin boyutunu düşünün.

demi moore iyi iş çıkarmış. bu arada kendisi de estetik mucizesidir ama üryan kaldığı sahnede tanrı'nın kanunlarının işleyişini kimsenin geri çeviremeyeceğini görüyoruz. renkli ceketli prodüktör pezemengi bu işlere hep sen sebep oldun. o da (bkz: dennis quaid) imiş, tanıyamadım. devrinin en yakışıklı aktörlerindendi. yanındaki o orta yaşlı ve yaşlı erkeklerin sue'ya bakışı, hollywood'un değişmez kanunu. ihtiyar salyaların önüne atılan genç bedenler ve güzel olmayanın hiç bir hakkı olmadığı, yüzüne bir gülünmediği bir dünya. hele ki bir kadınsa. yeşil yol filminde gündüz kuşağı programına denk gelen huzurevi sakinlerinden birinin dediği gibi ''bunların hepsi seks ile ilgili''


son 20 dakikadaki saçmalık ve leyla ile mecnun'a rahmet okutacak absürdlük, konunun bir yere bağlanamaması yüzünden puanını kırıyorum. demi moore'un hatırına on üzerinden altı verdim.
devamını gör...
filmden azcık titane, carrie (özellikle son sahneler) ve requim for a dream hissiyatı aldım. ama gerek 90lar modası, plastik güzellik algısı, seks satar itemi, popülerite kaybı, yeme bozukluğu, freak show gibi birçok konuya değinen ve oyuncuların mükemmel bir iş çıkardığı bu yapım kesinlikle tüm övgüleri hakediyor. beni en etkileyen sahne ise elisabethin hazırlanıp buluşmaya gideceği ama kendini yetersiz hissedip aynada kendiyle acı bir şekilde yüzleştiği o meşhur sahnedir. o kadar gerçek bir sahne ki o, çoğu kadın hayatında en az bir kez öyle bir his yaşamıştır ve demi moore muazzam oynamış.
film bittikten sonra kafamda dönen sorular yaşlılık aynı zamanda bilgelik değil midir, egomuzu nasıl kontrol altına alabiliriz, sevgisizlik özgüveni ne kadar etkiliyor, arzuların bir sonu yok mu, beğenilmek neden bu kadar önemli ve eskimek ne kadar kötü bir his olabilir, sığ bir insan olmaktan ne zaman vazgeçebiliriz…. baştan sona altında çok anlam barındıran sahnelerle, renkler ve dolu dolu oyunculuklarla tatmin edici bir yapım olmuş.
son olarak o sarı palto beni benden aldı gerçekten.
devamını gör...
ben ne izledim dedirten bir film.
bilet fiyatlarından mütevellit mubiden izleyelim dedik, iyi ki de öyle yapmışız.
çarpıcı ve eleştirel bir yerden kök almış, çok daha farklı işlenebilirdi ama nasıl söyleyeyim absürtlüğü komedi derecesine vurmuş kötü bir bilim kurgu filmi.
hele son kısımları evlere şenlik. sinirim bozuldu, gülerek izledim.
yönetmen bir şey denemiş ya da trollemek istemiş bilmiyorum.
izlenmese olur, ben vaktime üzüldüm.
devamını gör...
ay her şeyden önce "allah belanı versin coralie fargeat" demek istiyorum... galiba golden glove dışında bu kadar kusma arifesinde izlediğim başka bir film daha olmadı. tekrar allah belanı versin coralie fargeat.

gerçekten ne izledim onu da bilmiyorum arkadaşlar. artık sonlara doğru filmin iyice zıvanadan çıktığını ve sapıttığını düşünüyorum. şimdi spoiler dolu yorumuma başlıyorum.


her şeyden önce galiba 20-21 yaşlarında, seçmeli olarak aldığım izleyici etiği ve eleştiri dersinden bana kalan, zaman zaman da beynimde yankılanan şu sözü hepimize bir daha hatırlatmak isterim: öz değişmez.

sonralıkla da hayatta en sevdiğim insanlardan biri olan ex aşkım vesikalı yarimin bir sohbet esnasında klavyesinden dökülen şu cümle ile devam etmek isterim: yeterince doyduysan, masadan kalkmayı da bilmek lazım sissy.

elisabeth sparkle yaşı geçmiş bir star, yıldız. sabah kuşağı için bir aerobik programı sunuyor. ancak artık emeklilik vaktinin geldiğine karar veren kanal yöneticisi işine son veriyor ve bu olayın da şokuyla bir trafik kazası geçiriyor. gittiği hastanede karşısına çıkan hemşir sinsi sinsi bir flaş bellek atıveriyor cebine.

bunun içinde anladığımız kadarıyla kendi reklamını fısıltı gazetesi ile yapan garip bir ürünün reklamı var. bir de telefon numarası. ürünü kullandığınız zaman, sizin genlerinizin mutasyona uğraması ve replike olması ile yepyeni bir siz doğuyorsunuz, mucitlerinin deyişi ile "bir üst versiyonunuzu" doğurmuş oluyorsunuz. elisabeth başta belleği çöpe atıverse de yaşlılığı kabullenemeyerek tabii ki arıyor burayı.

böylece asla görmediği insanlardan bi kendini doğurma kiti almış oluyor. bence zaten bu deneyin psikolojik ayağı da var, sadece biyolojik deney değil bu abi. yoksa deneklere yaklaşık 7000 sayfalık ne yaparsanız ne olur kullanım kılavuzu vermeniz gerek. ama yok tabi. 3 adet cümle, tam hatırlamıyorum ama "besleme yapmayı unutma, haftada bir değişim yap,istisnası yok ve ikisi de sensin" minvalinde hatırlatıcılar bunlar. elisabeth bunu kendisinde denediğinde anlıyoruz ki hakikaten içinden başka bi tane insan çıkıyor.

böylece iki farklı beden tek bir ruhu kullanarak yaşamaya başlıyor. tek bir "ruh" diyorum çünkü film ilerledikçe görüyoruz ki aynı beyni ve bilinci paylaşmıyorlar. birisi ötekinin bir hafta boyunca ne haltlar yediğini ancak evdeki eşyaların filan halinden anlayabiliyor.

böylece elisabeth'in genç-ikizi sue, aynı kanalda elisabeth yerine aynı programı yapmaya başlıyor ve inanılmaz bir sükse yapıyor. en başta birbirlerine şefkat duysalar (aslında duysalar demek de doğru değil, duyar gibi olsalar da) kısa zaman içerisinde sue daha çok zaman istiyor hayattan. ikisi aynı kişi ise, dolayısıyla bunu elisabeth de istiyor. orta yaşlı bir kadın olarak, kırışıklı buruşuklu bir kadın olarak aslında o da kendi yaşadığı zamanı, günleri, varlığını değerli bulmuyor. burada toplumdan öte (acı olan da bu) aslında elisabeth'in zihninde sue gibi olmayanın, genç, güzel ve kusursuz olmayanın yaşamaya hakkı yok. yaşamı ancak sue'lar hakediyor.

esas kaynak aslında elisabeth. sue onun omurgasından aldığı omurilik sıvısı ile hayatını sürdürebiliyor. her gün 1 tüp kendine enjekte etmesi ve bu esnada elisabeth'i damar yoluyla beslemesi gerekiyor. hafta bitince de yer değiştirmeleri ve bu sefer de elisabeth'in aynı yolla sue'yu beslemesi gerekiyor. her şeyin yolunda gitmesi için iki bedenin de hem kendi bedene hem öteki bedene iyi bakması lazım.

ancak sue zaman içerisinde daha fazlasını istediği için süre aşımları yapmaya başlıyor. elisabeth bu olay ilk olduğunda işaret parmağının yaşlandığını ve neredeyse çürüme emareleri göstermeye başladığını fark ediyor ve ürünü temin ettiği yeri arıyor. alınan, kullanılan kaynağın yerine konamayacağını bu şekilde öğrenmiş oluyor aslında, genç-ikizine kendi bedenini emanet etmesinin pek akıllıca olmayacağını da. aslında daha o an "bu nası iş kardeşim, ben son vermek istiyorum buna" diyebilir ama demiyor tabii ki.

böylece sue şöhret basamaklarını tırmandıkça hem iş yükü artıyor hem de genç, güzel, zengin ve ünlü bir kadın olarak daha fazla eğlenmek, daha fazla fingirdemek, daha fazla yaşamak istiyor. böylece günlerce elisabeth'i yalnızca bir "kaynak" olarak kullanıyor gerçekten. (bu arada bence filmin adını "cevher" değil "kaynak" diye çevirseler daha eyiymiş. neyse.) böylece elisabeth inanılmaz bir hızla yaşlanmaya başlıyor. kontrolün kendisinde olduğu zamanlarda ise sue'nun parıl parıl parlayışını ve başarılarını izliyor.

böylece sue da elisabeth de ikimiz biriz bilincinden uzaklaşıyor ve ilişkileri çıkar- nefret üzerine şekil alıyor. zaten kişi olarak da asla oturup sohbet etme ve birbirlerini tanıma imkanları olmadığı için birbrilerini kişi olarak algılamaları da çok zor.

bu deneyden ancak özdeğer duygusu çok yüksek ve etik ve idealist değerlerine inanılmaz bağlı bi insan evladı belki sağ çıkardı. zaten böyle bir insan da en başta kendinden daha genç versiyonunu doğurmaya kalkmazdı.

artık öyle bir noktaya geliyoruz ki sue, elisabeth'e midesi bulanmadan bakamıyor bile. bir sürü omurilik sıvısı depolayıp onu görmek zorunda bile kalmadan hayatına devam ediyor. bu kaynağı üretebilmek için elisabeth'in de hayat içerisinde var olması gerektiğini bu sayede öğreniyoruz, sue'nun tüm zulası bitince. ve ölmemek için değişimi yapmak zorunda. böylece ilk kez elisabeth'i uzun süre sonra yeniden görme fırsatımız oluyor.

kambur, kel, inanılmaz yaşlı, güçlükle hareket eden bir kadınla karşılaşıyoruz. elisabeth de kendisiyle öyle karşılaşıyor tabii ve derhal deneyi sonlandırmak istiyor. ancak onu da başaramıyor günün sonunda. kendisinin de söylediği gibi, kendinden nefret ediyor zaten. hayatı boyunca kariyeri ve görüntüsü dışında bir şeye yatırım yapmamış bir kadın yaşlanınca elbette ki kendisiyle yapayalnız kalmak zorunda. ailesi yok, dostları ve uğraşları yok. günlerce ortalıkta görünmediği zamanlarda "yahu bu elisabeth'e ne oldu" diye arayan bir kişi bile yok. hal böyle olunca sue'nun varlığını sonlandırmaya cesaret edemiyor ve böylece ikisinin de aynı anda uyanık olduğu bir an yakalanıyor. elisabeth'in kendisini öldürmeye kalktığını dehşetle farkeden sue'nun ilk tepkisi ona saldırmak oluyor. sue zaten farkında elisabeth'in aklının yerinde olmadığının ve kendisine zarar verebileceğinin. elisabeth de aynı şekilde. tüm bu süre boyunca asla bir güven bağı kurulmuş değil.

neyse, bu cinnet anında sue öldürüyor elisabeth'i ve canlı yayına çıkmak için tv kanalına gidiyor. ancak elisabeth olmazsa o da var olamaz. böylece orası burası yavaş yavaş dökülmeye başlıyor.

aslında film sue'nun düşen ön dişine, aynaya baktığı ve gülümsediği anda bitmiş olsa çok daha anlamlı ve vurucu olabilirdi. o sahne inanılmaz etkiledi beni. çünkü bizi güzel/ çirkin kılanın bütün içerisindeki uyum olduğunu aslında muazzam ifade ediyor. tüm o makyaj, ışıltılı elbiseler ve gençlik, bunun verdiği bir güzellik bir ön dişin yokluğu ile sarsılıyor, biçim değiştirip çirkinliğe dönüşüyor. daha garibi o ön dişin yokluğu yoluk saçlar ve kirli ve paspal giysiler içinde bir genç kadında asla o kadar büyük bir kusur olarak tezahür etmeyecekti.

devamında tabii sue da etken maddeyi kullanarak kendinin bir üst versiyonunu yaratmaya kalkıyor ve yanlışlıkla kendisi ile elisabeth'in karışımı, sürekli bi takım organlar çıkaran bir canavar yaratmış oluyor. buradan itibaren her şey bence çok gereksiz ve saçma.

buradan sonrasında yalnızca şuna tutunabiliriz biraz daha mana damıtmak adına, elisasue canavar günün sonunda sue'nun değil elisabeth'in fotoğrafını suratına yapıştırıp meydana çıkıyor ve bölüne bölüne kendini yok ederken dejenere olmayan tek yer elisabeth'in yüzü oluyor. çünkü suretimiz aslında gerçekten de kimliğimizdir. bizler de kendimizi kolumuzla bacağımızla değil yüzümüzle tanımlarız.
psikolojide/ psikiyatride "self-harm" davranışının ne kadar ciddi olduğu, ne kadar ölüme yönelik olduğu kadar hangi uzva yönelik olduğu da incelenir ve bunun bir nedeni var. kişilerde yaygın görülen davranış kollar, bacaklar, gövde gibi hayati olmayan bölgeleri kesmek / yakmaktır. cinsel organalara yönelik yaralama davranışı biraz daha dikkat çekse de yüz bütünlüğüne zarar veren davranışlar çok daha ciddiyetle ele alınır ve kişinin kimlik sorunu çok daha detaylı incelenir. bunlar da hep psikiyatri makalesi işe fksjkckd.

sonunda da ölüyo gidiyo ve ketçap lekesi gibi fıs fıs kaldırımdan temizleniyor koca kadın.


çok şükür böyle manyaklıklar yaşamadım ama elisabeth'in canavara dönüştüğünde yaşadığı "ulan güzelmişim aslında ben ben olarak" hissini 120+ kilo iken eski fotoğraflarıma baktığımda ben de yaşamıştım.

geçen sene ortaya çıktı ki erken ergenliğimden beri beden algım bozukmuş. yalnızca bunu büyük bir obsesyon haline getirmeden ve bununla savaşmadan sakin sakin çirkin olduğumu düşünerek yaşamakta da huzursuz bi tatmin bulmama neden olacak başka sorunlarım da varmış gksjckjd. buna da şükür arkadaşlar yoksa herhalde benim de erken ergenliğimde anoreksiyamı tedavi ediyo olurduk, öyle tahmin ediyorum.

neyse. bu sadece kilo ile alakalı da değil. yüzümü ve atıyorum gövde uzunluğumu veya bacak uzunluğumu da sizin algıladığınız gibi algılamıyorum ya da algılamıyordum. şimdi belki hafiflemiştir biraz, şimdi beğeniyom çünkü kendimi. baya sizin gördüğünüz şeyi görmüyorum kendime aynada bakınca. çok enteresan bi durum. çok ciddi bi deformasyon da görmediğim için, mesela burnumu alnımda görmediğim için de farkedilmemiş bu zamana dek. ya mesela 60 kilo 172 boyunda bir kız iken 42 / 44 beden pantolon deneyip üzerime büyük olunca şaşırıyordum falan. böyle bi algı sorunu bu. ben çok şişkoyum diye mızmızlanınca da insanlar bira göbeğimden şikayet ediyom, normal kız gibi davranıyom sanıyorlardı. ne bilsinler benim kendimi 90 kilo gibi algıladığımı.

neyse yani, bu aydınlanmayı da 120 kilo olduğum bir fotoğraf ile 60 kilo olduğum başka bir fotoğrafı yan yana görünce yaşamıştım. ya şu anda da, o aydınlanmadan sonra yani, ne bileyim 10 sene önceki halime bakınca yabancı birine bakıyomuş gibi hissediyorum bu arada. ama bu "ne değişmişim yea" gibi bi şey değil baya sanki o başka insanmış gibi, instada tesadüfen gördüğüm biriymiş gibi hissediyorum.

o elisabeth'in dehşetini az çok anlayabiliyorum yani. kendi kimliğinle barışamamak çok salak ve manyakça bi sorun. terapi çok yaşam kalitesi yükselten bir şey arkadaşlar. galiba 4 senedir falan terapi alıyorum ve şeyi anlıyorum yani, bi şekilde kendinle olan dertlerini çözdükçe, kendinle değil dış dünyayla, ötekilerle alakalı olduğunu sandığın dertletin de çözülüyor. süper sağlıklıyım psikolojik olarak demiyorum ama hayatımda daha sağlıklı olduğum bir zaman dilimi de olmadı bence şimdikine nazaran.

çok da saçma bir şekilde 1 yazda her şey yerine oturdu. şimdi mesela bedenimden baya memnunum. bir kere bedeninden memnun olmak bedenine bakmaya da teşvik ediyor. evime neler girdi tahmin edemezsiniz, çeşitli kozmetik ürünleri, kremler, serumlar, peeling ıbık zıbıkları, kömür maskesi. bi anda böyle romantik ilişkilerimde bağlanma tarzım nispeten sağlıklı bir yere kaydı. tam çözülmedi de işte, nispeten. birilerini hayatımdan çıkarmak daha kolay bir hal aldı. ilişkilerim sakız gibi uzamıyor, uzamadığı için karşı tarafa da öfkelenmeden kinlenmeden bitmesine imkan verebiliyorum. sonsuzca çirkinleşilmiş olmuyor çünkü. öbür taraftan lisedeki kadar narsisistik bir tavrım da yok. iç dünyamda da hissediyorum ayrıca, artık insanlar konuşurken daha az "ne dinliyorum emenika ya salak mı bu" diyorum içimden de. böyleli şeyler işte. kendinle barışmak çok mühim.

mesela nyx bi beetlejuice koleksiyonu yapmış. dün kendime o koleksiyondan çamur rengi bir lipgloss aldım, buna sevindim. gece gittim yüzümü yıkadım jelle, jel detayı önemli, ona sevindim. hayatta böyle kendine dönük saçma zevkler varmış mesela, insanın bunu 30 yaşında öğrenmesi çok üzücü. yani etrafta hiçbir seyirci olmadan ve gözle görülür bir etkisi de olmaksızın yüzünü jelle yıkadın diye ferahlamakta ve mutlu olmakta huzur var arkadaşlar.

narsisizmimle savaş falan dediysem hiç o kadar da yenmedim o yüzden bu güzide film yorumumu size yeni glossumu ve kendimi göstererek bitireyim, allah değilim, mükemmel olamam. *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
son zamanlarda çıkan filmlerden en beğendiklerimden, öyle ki beşte beş puanını verdim. bütçesi yüksek öğrenci filmi yorumu çok yapıldı ama bana göre yüksek hayal gücü gerektiren bir senaryo. sahnelerin rahatsız ediciliği müthiş derecede fazla ki bu filmi korku öğesi taşımadığı halde korkunç yapıyor.
tekrar izlemek isteyeceğim, izlerken rahatsızlıktan çıldırdığım bi filmdi.
devamını gör...
ilk izlediğimden bu yana geçen iki buçuk aydır insanların yorumlarını okudukça “allah allah, ben mi farklı bir kafayla izledim acaba” diye şüphelenip yeniden izlediğim ve maalesef fikrimin değişmediği film.

“maalesef”, çünkü ilk izlediğimde alamadığım keyfi ikinci izleyişimde aldığım filmler beni hep mutlu eder. bazı harici unsurlar yüzünden ilk seferimde önyargı oluşturduğum ama sonradan beğeneceğim güzel bir filmi ıskalamamış olmanın tatminini yaşatır. the substance, nazarımda bu filmlerin arasına giremedi.

cannes’da en iyi senaryo ödülü aldığını bilmesem belki çok daha farklı bir beklenti ile girip yalnızca eşsiz bir “sinema tecrübesi” yaşattığı için beni rahatsız eden özelliklerini umursamayabilirdim. ne var ki anlatmaya çalıştığı şeyi bir lisans ikinci sınıf ödevi derinliğinde anlatmasını, iğnelemesini kelimenin tam anlamıyla “kör göze parmak sokarak” yapmasını görmezden gelmekte yine başarısız oldum. bunu aşmama yardımcı olabilecek yan unsurların kararsızlığı da bu duruma yardımcı olmadı tabii.

peki neydi bu yan unsurlar? örneğin tercih ettiği mizahi ton. absürt anlatıma inanılmaz müsait bir hikayeyi incelikten uzak bir slapstick komedisiyle anlatması, filmin elindeki cevheri harcadığı bir açı bana kalırsa. halbuki daha az karikatürize karakterler, hikayenin ilerleyişini birazcık daha gerçekçi kılabilecek –nispeten- üstü kapalı bir mizahi ton hem hikayeye hem oyunculara daha çok yakışırdı, ki böyle kaliteli oyuncular da sanki bunu hak ediyordu, diye düşünüyorum.

bu noktada araya girerek neredeyse aynı konunun nasıl yer yer sesli güldürecek kadar komik anlatılabileceğini görmek isteyenlere yine 2024 yılında çıkan a different man’i önermek isterim.

filmin yüzeysel anlatımını şahsım için kabul edilebilir kılamayan bir diğer yan unsur ise orantısız body horror (beden korkusu?) kullanımı. daha incelikli anlatılsa halihazırda yeterince çarpıcı olabilecek bir konusu olan filmin –neredeyse- bütün çarpıcılığını seyircinin gözlerini ekrandan ayırmaya zorlayacak kadar rahatsız edici görseller içermeye borçlu olmasının zayıflatıcı bir unsur olduğunu düşünüyorum. bu, ancak filmin aktarmaya çalıştığı bir mesaj olmasaydı/bu kaygıyı gütmeseydi –ki buradaki mesaj ne kadar klişe olursa olsun güçlü bir mesaj- filmi zayıflatmaz, aksine daha güçlü kılabilirdi; fakat şu haliyle the substance komik olmadan güldüren, özünde güçlü bir korku unsuru barındırmadan rahatsız eden, düşündüren ama bunu happy tree friends ile aynı duyu kanallarını uyararak başarabilen ve bütün ağırlığını görselliğine bindirmiş 140 dakikalık bir video konumunda.

bu kadar çok sevilmesinin –ve belki cannes’da senaryo ödülünü de almasının- arkasında yeni bir soluk olarak, izleyicilere “ ‘eeh yetti lan sembolizminiz metaforunuz’ mu diyorsunuz? toplumun belli bir kesiminin beklentilerinden, yarattığı depresyondan nefret etmek, onu ağız tadıyla yargılamak mı istiyorsunuz? alın tepe tepe kullanın!” özgürlüğünü vermesi ve korku filmlerine pek aşina olmayan insanların görmeye dayanamayacağı sahneleri nispeten komik ve atlatılabilir bir kılıfta sunması diye düşünüyorum ve anlayışla karşılıyorum. haliyle katartik yaklaşımı sebebiyle –yahut başka herhangi bir sebeple- sevenlere saygı duymakla birlikte bana pek hitap etmediğini 400 küsür kelimedir çaktırmadıysam alenen dile getirerek filme yazdığım bu aşk mektubunu sonlandırmak isterim.
devamını gör...
arkadaşımın benden önce seyretmesi sebebi ile yaa film de baya iyiymiş demesi sebebi ile film ile ilgili merakım çarpı 1500 olmuştu. yaaağni konusunu okusaydım ne bileyim bir yorum okusaydım ne bileyim bir fragman falan seyretseydim seyreder miydim bilmiyorum. son 20 dakika ben ne seyrediyorum diyerek ekranın baya kapattım yani azıcık ucundan kıyısından göreyim diye o kadar şeyi midemin kaldıracağını düşünmüyorum zira. zaten hiç de sevmem böyle saçma sapan karaktervari insan olmayan bir şeyler izlemeyi.

ablam sen 50 yaşında taş gibi hatunsun neyin depresyonu neyin yetersizliği yani olmaz böyle. diğer içinden çıkan da küçük fare ya artist sen kendini ne sanıyorsun kadından daha iyi giderin var diye. nasıl kafalar bunlar.. yani bir daha seyretmem. giden seyredin de demem.

al sana güzellik algısı.
devamını gör...
bir coralie fargeat filmidir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
filmin senaryosunu da yönetmen coralie fargeat yazmıştır. filmde demi moore, margaret qualley, dennis quaid, edward hamilton clark, gore abrams, oscar lesage, christian erickson, robin greer, tom morton ve hugo diego garcia rol almıştır.

film cannes film festivalinde palme dor adayı olurken en iyi senaryo ödülünü de kazanmıştır. film altın küre ödüllerinde beş dalda adaylık elde etmiştir. bunlar dışında birçok festivalden ödül ve adaylıklarla dönen film oscar ödüllerinde adını duyuracak gibidir.

bir aerobik programı ile herkesin sevgilisi olan ve seksi görüntüsü ile erkekleri kendine hayran bırakan elisabeth artık yaşını almaya başlamış ve gözden düşmüştür. bunun üzerine kendisine önerilen bir ilacı kullanan elisabeth kendini kopyalayarak kendisini daha iyi, daha güzel, daha seksi ve elbette daha genç bir versiyonuna kavuşur.

ancak böyle bir durumun yan etkileri olmaması mümkün değildir elbette. elisabeth ve kendisinin bir başka versiyonu olan sue arasında bir savaş başlar.

çok iyi bir film olsa da bir o kadar da rahatsız edici bir filmdir. muhtemelen oscar ödüllerinde de kendine yer bulacaktır.
devamını gör...
film o kadar kötü ki, sinemaya giden insanlara, "ulan o kadar para verdiler, popo ve meme gösterelim ayıp olmasın..." diye düşündüler galiba.

inanılmaz çiğ instagram reklamlarından belliydi zaten. bok gibi film... filmden sonra iyi bir şeyler izlemek için werner herzog açtık...
devamını gör...
izlemesi kolay bir film olmadı. finalini dışarıda bırakıp değerlendirirseniz bence anlatmak istediğini anlatmayı başaran, bu yönüyle başarılı bulduğum bir film.

bir yeden sonra izlemeyi bıraktım. bu nedenle filmin finalini filmin tamamından ayırmak istiyorum çünkü sonuna kadar belli ölçüde rahatsız edici olsa da finalde geldiği rahatsız edicilik düzeyinin filmin geneline ya da anlatmak istediğine olmazsa olmaz bir katkı yapmadığını düşünüyorum.

bu film bana daha önce izlediğim
birdman veya (cahilliğin umulmayan erdemi) filmini hatırlattı.

iki filmde de gerçek kişiler olarak kariyerinin zirvesinde olan iki oyuncunun yaşlandığında artık tercih edilmeyen yıldızlar olmalarına da değiniliyor.

birdman filminde michael keaton 89 tarihli ilk batman filminde yarasa adam rolünü canlandırmıştı. birdman filmi de onun bu rolle kariyerinin zirvesine gelmesi ve oradan zamanla düşmesi üzerine kurulu.

gerçi michael keaton'ı en son knox goes away filminde izledim ve adam hala çok iyi işlere imza atıyor. belki batman filmi gibi hoplamalı zıplamalı filmlerle değil de dram yönü ağır basan filmleri seçiyor ama bence aynı demi moore gibi yaşlanma sürecini iyi yönettiğini düşünüyorum.

her oyuncu bu süreci yönetmekte başarılı olamadı. mesela bruce willis hastalandıktan sonra köşesine çekilmek yerine sadece adının afişte göründüğü 2-3 dakika oynandığı filmlerde yer almayı tercih etti.

elbette para önemli ama bence doksanlara damga vurmuş yıldız bir oyuncu böyle gitmemeliydi.
devamını gör...
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
sarsıcı ve çok etkileyici..
bayadır aklımda bu film. izledim izleyeceğim derken bugün müsait oldum. güzel bir şeyler bekliyordum açıcası az çok iyi bir yapım olduğunu belli ediyor. fakat itiraf ediyorum bu kadar sağlam olacağını düşünmemiştir. çok şey söylenir açıkcası, yüzüne tokat atarcasına da çakmışlar mesajı. iyi yapmışlar. metalaştırılan kadın bedenleri üzerine...
bu bedenler ölü ruhlarda parlak, diri, seksi yılbaşı paketi gibi her daim erkek egemen sistemin önüne sunulur vaziyette. her yerde estetik sanayisi adı altında tüm kadınların kesip biçilmesi olarak karşımıza çıkıyor. en güzeli, en başarılısı en coşkulu ve ateşlisi erkeğin beğenisi ile kendine yer buluyor. öyle mi? bu iğrenç sistemi yaratan kadınları başkalaştıran ve kendi içinde savaş vermesine zorlayan kötü bir dünyanın içindeyiz. ve bu dünya içimizi çürütüyor..


demi moore cesaret etmiş, oynamış. tebrik etmek lazım. 50 yaşından sonra kadın bitmiştir denilen bir yerde canla başla tutunmuş rolüne. kibir, hırs, başarı, beğenilmek, arzulanmak altında yatan sevilmek ve değer görmek duygusu güzel aktarılmış. keşke insan direkt anlayabilse mevzuyu.. sevilmek ve beğenilmek uğruna feda edilen beden ve ruhları izlemek isterseniz bu film tavsiye edilir.


özellikle son sahnelerde dizlerimin bağı çözüldü diyebilirim. son 20 dakikası gerçekten çok çarpıcıydı. nefes alış verişlerim bile değişti. ve film beni çok etkiledi... cesaret edin ve izleyin...
devamını gör...
öneri üzerine son 10dksını falan izledim. bu ne lan? böyle film mi olur? bir de oscar'da aday... amacınız ne arkadaşım?

edit: gişe başarısı türkiye için 16bin küsür izleyici. 70milyon usd hasılat yapmış. çok bile...
devamını gör...
altın küre ödülllerinde, filme dokundurma yapılma ve reklamını da devam ettirip hala gündemde tutma amacıyla ödül alan demi moore'nin elbisesinin aynısını margaret qualley'e de giydirilmesini ve aynı saç modeli yapılarak ikisinin de karşılıklı olarak birbirine baktığı anlar görmek isterdim filmi izledikten sonra. bence çok hoş bir etki bırakırdı ama olsun.
devamını gör...
son 1 saati gereksiz olan bir film

sen tarantino musun ey mübarek, neden bu kadar kan?
3-5 kati tarantino filmi etkisinde kalmak isteyenler icin bicilmis kaftan..
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim