101.
şam şebeleği gibi dolanırsın ortada. kimseyi tanımıyorsun.ne giyeceksin karar veremiyorsun. kimse senle ilgilenmese de pistin ortasına atılmış dans bilmeyen dansöz gibi hissedersin. bitsin diye dua edersin .
devamını gör...
102.
ilk ders günüydü. amfiye girdiğimde herkesin önünde yer kapmak için yarıştığını fark ettim. ben de ortamı çözmeye çalışıyorum tabii. tam bir yere oturmuştum ki yanımdaki çocuk fısıldadı: “burası serkan’ın yeri.” kim lan bu serkan? hani ilkokul sıraları gibi, koltuk sahipliliği mi var? hadi geçtim yer kapma meselesini üniversitenin ilk gününden serkan burayı nasıl tapulamıştı? sonradan öğrendim ki sınıfın büyük çoğunluğu alttan ders alan üst sınıf öğrencileri.
serkan geldi. cüssesiyle bir nba pivotu gibi. bana bakıp dedi ki: “kanka kalkar mısın, burası benim mental huzur alanım.” mental huzur alanı mı? ulan burası felsefe dersi, spiritüel inziva değil. kaldı ki okuduğum bölümde neden felsefe dersi var bu da hep aklımda soru işareti olarak kaldı.
ben de tabii ortamı bozmayayım dedim, kalktım ama artistlik yapmayı da ihmal etmedim: “buyur kardeşim, mental huzurun bol olsun.”
boş bulduğum başka bir yere geçtim. derse hocayla birlikte bir sinema havası geldi. kadın, elinde lazer pointer'la uzaylı gibi dolanıyor. ilk cümlesi: “benimle iletişim kurmak istiyorsanız gözlerime değil, aurama bakın.” o an anladım ki bu üniversite başka bir evrende geçiyor. çünkü sınıfta herkes başka bir rolü oynuyor gibiydi. biri dizi repliği gibi konuşuyor, biri sürekli içinden şiir okur gibi bakıyordu, biri de kapşonunu kafasına geçirip “ben burada değilim” triplerine girmişti.
hocayla göz göze geldik, “sen hangi elementsin?” diye sordu. dedim, “valla hocam ben yeniyim, henüz bir element seçmeye fırsatım olmadi.” kadın başını sallayıp, “harika, bu sınıfın enerjisini sen dengeleyeceksin,” dedi. omzuma böyle bir yük yüklendi resmen. ne b.k yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok tabi ama hoca öyle deyince kendimi oryantal felsefeli, kişisel gelişimle dolu bir fantastik roman karakteri gibi hissettim. ama kantin fişi almak için sıraya girdiğimde her şey yine normale döndü. gerçi kantin görevlisi bana “sistemde yoksun” dedi. orası ayrı bir boyut olabilir.
kantin görevlisi “sistemde yoksun” diyince ben de hocamın üzerime yüklediği felsefi sorumluluk ile dedim ki, “yani varım ama yokum… kantin metafiziği bu mu hocam?” kadın hiç gülmeden “kart basmazsan tost veremem,” dedi. o an varoluşumu sorguladım. hem açım, hem yokum.
tost alamadım ama çıkarken kantin camında bir not gördüm: “gerçek öğrencilik, karnı açken de derse girebilmektir.” altında imza yoktu ama büyük ihtimalle mistik bir hocaya ait. belki de bu başka evrende rektör bir bilge…
derse geri döndüğümde sınıfın yarısı yerde meditasyona geçmişti, diğer yarısı grupça çember olmuş, enerjilerini hizalıyorlardı. ben de arka sıraya oturup çaktırmadan simit yedim. kimse fark etmedi çünkü biri sınıfın ortasında “ben bu okulun rüyasıyım!” diye bağırıyordu zaten.
ve o gün, o felsefe dersinde, bu dersi alttan alan tüm öğrenciler ile bu üniversiteye “okumaya” değil, “eğlenmeye” geldiğimi hissettim.
dersin sonunda hoca tahtaya döndü ve dedi ki: “bu dönem sınav yapmayacağım. hepiniz kendinize bir soru sorun. cevabı bulamazsanız, zaten kalmışsınızdır.”
dedim iyi lan ben de seneye bu dersi alttan alıp şu gördüğüm müptezeller gibi olmam rahat geçerim dersi.
bir arkadaş hemen parmak kaldırdı: “hocam soruyu bile soramıyorsak?”
hoca durdu, gözlerini kıstı, “işte o zaman okul sizi bırakmıştır,” dedi.
sonra yoklama yaptı. “burada olanlar ‘buradayım’ demesin, sadece hissediyorum desin.”
arkadaşlardan biri “hocam ben kendimi hissedemiyorum,” dedi.
hoca başını sallayıp deftere bir şeyler yazdı. muhtemelen not: “henüz uyanmamış.”
dersin sonunda hepimize birer yaprak verdi. “bu dönem ödeviniz bu. ne yaparsanız yapın, ama bu yaprak sizden bir şey öğrensin.”
ben yaprağa iddaa nasıl oynanır onu anlattım.
öğrencilerden biri yaprakla meditasyon yaptı, biri de origamiyle kartal yaptı, sonra camdan uçurdu.
o gün okuldan çıkarken kantindeki kadınla göz göze geldik.
ben: “artık var mıyım?”
kadın: “tost 35 lira.”
demek ki bu evrende hâlâ paranın hükmü geçiyordu.
koskoca 4 senem bu ilk günüm gibi geçerse harika anılar biriktiririm diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.
ama bu ilk gün, ilk felsefe dersi sadece fragmandı.
serkan geldi. cüssesiyle bir nba pivotu gibi. bana bakıp dedi ki: “kanka kalkar mısın, burası benim mental huzur alanım.” mental huzur alanı mı? ulan burası felsefe dersi, spiritüel inziva değil. kaldı ki okuduğum bölümde neden felsefe dersi var bu da hep aklımda soru işareti olarak kaldı.
ben de tabii ortamı bozmayayım dedim, kalktım ama artistlik yapmayı da ihmal etmedim: “buyur kardeşim, mental huzurun bol olsun.”
boş bulduğum başka bir yere geçtim. derse hocayla birlikte bir sinema havası geldi. kadın, elinde lazer pointer'la uzaylı gibi dolanıyor. ilk cümlesi: “benimle iletişim kurmak istiyorsanız gözlerime değil, aurama bakın.” o an anladım ki bu üniversite başka bir evrende geçiyor. çünkü sınıfta herkes başka bir rolü oynuyor gibiydi. biri dizi repliği gibi konuşuyor, biri sürekli içinden şiir okur gibi bakıyordu, biri de kapşonunu kafasına geçirip “ben burada değilim” triplerine girmişti.
hocayla göz göze geldik, “sen hangi elementsin?” diye sordu. dedim, “valla hocam ben yeniyim, henüz bir element seçmeye fırsatım olmadi.” kadın başını sallayıp, “harika, bu sınıfın enerjisini sen dengeleyeceksin,” dedi. omzuma böyle bir yük yüklendi resmen. ne b.k yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok tabi ama hoca öyle deyince kendimi oryantal felsefeli, kişisel gelişimle dolu bir fantastik roman karakteri gibi hissettim. ama kantin fişi almak için sıraya girdiğimde her şey yine normale döndü. gerçi kantin görevlisi bana “sistemde yoksun” dedi. orası ayrı bir boyut olabilir.
kantin görevlisi “sistemde yoksun” diyince ben de hocamın üzerime yüklediği felsefi sorumluluk ile dedim ki, “yani varım ama yokum… kantin metafiziği bu mu hocam?” kadın hiç gülmeden “kart basmazsan tost veremem,” dedi. o an varoluşumu sorguladım. hem açım, hem yokum.
tost alamadım ama çıkarken kantin camında bir not gördüm: “gerçek öğrencilik, karnı açken de derse girebilmektir.” altında imza yoktu ama büyük ihtimalle mistik bir hocaya ait. belki de bu başka evrende rektör bir bilge…
derse geri döndüğümde sınıfın yarısı yerde meditasyona geçmişti, diğer yarısı grupça çember olmuş, enerjilerini hizalıyorlardı. ben de arka sıraya oturup çaktırmadan simit yedim. kimse fark etmedi çünkü biri sınıfın ortasında “ben bu okulun rüyasıyım!” diye bağırıyordu zaten.
ve o gün, o felsefe dersinde, bu dersi alttan alan tüm öğrenciler ile bu üniversiteye “okumaya” değil, “eğlenmeye” geldiğimi hissettim.
dersin sonunda hoca tahtaya döndü ve dedi ki: “bu dönem sınav yapmayacağım. hepiniz kendinize bir soru sorun. cevabı bulamazsanız, zaten kalmışsınızdır.”
dedim iyi lan ben de seneye bu dersi alttan alıp şu gördüğüm müptezeller gibi olmam rahat geçerim dersi.
bir arkadaş hemen parmak kaldırdı: “hocam soruyu bile soramıyorsak?”
hoca durdu, gözlerini kıstı, “işte o zaman okul sizi bırakmıştır,” dedi.
sonra yoklama yaptı. “burada olanlar ‘buradayım’ demesin, sadece hissediyorum desin.”
arkadaşlardan biri “hocam ben kendimi hissedemiyorum,” dedi.
hoca başını sallayıp deftere bir şeyler yazdı. muhtemelen not: “henüz uyanmamış.”
dersin sonunda hepimize birer yaprak verdi. “bu dönem ödeviniz bu. ne yaparsanız yapın, ama bu yaprak sizden bir şey öğrensin.”
ben yaprağa iddaa nasıl oynanır onu anlattım.
öğrencilerden biri yaprakla meditasyon yaptı, biri de origamiyle kartal yaptı, sonra camdan uçurdu.
o gün okuldan çıkarken kantindeki kadınla göz göze geldik.
ben: “artık var mıyım?”
kadın: “tost 35 lira.”
demek ki bu evrende hâlâ paranın hükmü geçiyordu.
koskoca 4 senem bu ilk günüm gibi geçerse harika anılar biriktiririm diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.
ama bu ilk gün, ilk felsefe dersi sadece fragmandı.
devamını gör...