nasılsın sorusu
nasıl mıyım? bahtsız bedeviden hallice işte buyrunnn;
mesaim olmadığı için sabaha karşı 5 gibi uyudum.
saat 9 da çok yoğun gel diye hastaneden aradılar.
kalktım gittim. ama hastane nasıl kalabalık, nasıl ana baba günü anlatamam. oturmadım desem yeridir. 5 - 10 dk ya oturuyorum, ya oturamıyorum.
saat 4 oldu mesaim bitti tam çıkmaya yeltendim, sistemsel bir sorunla karşılaştık ve onu o an halletmem lazım. yarım saat onun koşturmacasıyla uğraştım.
hastaneden çıktım, markete uğradım söylemesi ayıp tavuk aldım. sonra eve geldim. evde tavuğa bi baktım ana son tüketim tarihi bugün ve biz bugün tüketmeyeceğiz bunu.
atladım motora tekrar markete geldim. motoru park ettim tam bir adım attım baktım motor devriliyor. bir refleksle yakaladım . bi baktım motorun ayaklığı kırılmış * , neyse onu park ettim düzgünce, içeri girdim iade işlemleriyle uğraştım (markette nasıl kalabalık) 10 dk sıranın bana gelmesini bekledim).
çıktım marketten doğru motorcuya. abi dedim buna böyle bişi oldu adam da şaşırdı tabi allah allah bu nasıl olmuş yaawww falan diyor. dedim abi ne zamana olur sen bana onu söyle. 1 saate olur dedi. tamam dedim çıktım.
evle motorcu arası biraz uzak dedim ki git gel yapmayayım , yakınlarda bi tanıdığın evi var bi uğrayayım. kapıyı çalıyorum çalıyorum açan yok haydaaa. yine evi yakın sayılacak bir ablamı arıyorum , evdeyse ona gideceğim. telefonu açan yok. bu arada şarjım %1-2 falan ha bitti ha bitecek. neyse ablanın kardeşini aradım allaha şükür o açabildi, dedim evde misiniz ben geliyorum. gel gel evdeyiz dedi pıtı pıtı onlara gittim. 1 saat oturdum falan neyse geri motorcuya döndüm. bi baktım anca uğraşıyolar motorla , dediler 10-15 dk bekleticez seni. iyi dedim. yaktım bi sigara. ama nasıl yorgunum, nasıl bitmişim. en sonunda yapıldı motor, geri eve döndüm.
yani bir insan bir günde bu kadar şey yaşamamalı arkadaşlar.
nasıl mıyım?
yorgunluktan ölüyorum
mesaim olmadığı için sabaha karşı 5 gibi uyudum.
saat 9 da çok yoğun gel diye hastaneden aradılar.
kalktım gittim. ama hastane nasıl kalabalık, nasıl ana baba günü anlatamam. oturmadım desem yeridir. 5 - 10 dk ya oturuyorum, ya oturamıyorum.
saat 4 oldu mesaim bitti tam çıkmaya yeltendim, sistemsel bir sorunla karşılaştık ve onu o an halletmem lazım. yarım saat onun koşturmacasıyla uğraştım.
hastaneden çıktım, markete uğradım söylemesi ayıp tavuk aldım. sonra eve geldim. evde tavuğa bi baktım ana son tüketim tarihi bugün ve biz bugün tüketmeyeceğiz bunu.
atladım motora tekrar markete geldim. motoru park ettim tam bir adım attım baktım motor devriliyor. bir refleksle yakaladım . bi baktım motorun ayaklığı kırılmış * , neyse onu park ettim düzgünce, içeri girdim iade işlemleriyle uğraştım (markette nasıl kalabalık) 10 dk sıranın bana gelmesini bekledim).
çıktım marketten doğru motorcuya. abi dedim buna böyle bişi oldu adam da şaşırdı tabi allah allah bu nasıl olmuş yaawww falan diyor. dedim abi ne zamana olur sen bana onu söyle. 1 saate olur dedi. tamam dedim çıktım.
evle motorcu arası biraz uzak dedim ki git gel yapmayayım , yakınlarda bi tanıdığın evi var bi uğrayayım. kapıyı çalıyorum çalıyorum açan yok haydaaa. yine evi yakın sayılacak bir ablamı arıyorum , evdeyse ona gideceğim. telefonu açan yok. bu arada şarjım %1-2 falan ha bitti ha bitecek. neyse ablanın kardeşini aradım allaha şükür o açabildi, dedim evde misiniz ben geliyorum. gel gel evdeyiz dedi pıtı pıtı onlara gittim. 1 saat oturdum falan neyse geri motorcuya döndüm. bi baktım anca uğraşıyolar motorla , dediler 10-15 dk bekleticez seni. iyi dedim. yaktım bi sigara. ama nasıl yorgunum, nasıl bitmişim. en sonunda yapıldı motor, geri eve döndüm.
yani bir insan bir günde bu kadar şey yaşamamalı arkadaşlar.
nasıl mıyım?
yorgunluktan ölüyorum
devamını gör...
göbeklitepe
devamını gör...
özgürüz deyip küfretmeyi yasaklamak
benim özgürlüğüm başka birinin özgürlüğüne giriyorsa, ona taciz diyorum. en azından benim açımdan böyle.
alkol içmekte de özgürüz, cami avlusunda içmeye çalışmak özgürlük değil, taciz oluyor gibi düşünebiliriz.
alkol içmekte de özgürüz, cami avlusunda içmeye çalışmak özgürlük değil, taciz oluyor gibi düşünebiliriz.
devamını gör...
selim ileri
selim ileri (d. 30 nisan 1949, istanbul), türk yazar, senarist, eleştirmen. hayatı ve eserleri ile ilgili detaylı bilgi için buradan
kendisi günümüzdeki pek çok edebiyat ödülü yarismasinin jüri üyeliğini yapmaktadır. türkan soray hayranidir. pek çok röportajında aslında melankolik bir yapısı olmadığını ancak romanları ve kitaplarından öyle bir imaj oluştuğundan yakinmistir. 1992 yılında özel bir tv kanalında şen dullar dizisinde emel müftüoğlu ile birlikte rol almıştır.
sahsimin enn sevdigi yazarların başında gelmektedir.
kendisi günümüzdeki pek çok edebiyat ödülü yarismasinin jüri üyeliğini yapmaktadır. türkan soray hayranidir. pek çok röportajında aslında melankolik bir yapısı olmadığını ancak romanları ve kitaplarından öyle bir imaj oluştuğundan yakinmistir. 1992 yılında özel bir tv kanalında şen dullar dizisinde emel müftüoğlu ile birlikte rol almıştır.
sahsimin enn sevdigi yazarların başında gelmektedir.
devamını gör...
geleceğe umutla bakamayan insan
eğitim işleyişinin yanlış yürüdüğü ve üniversite mezunlarının da işsiz kaldığı bu dönemde geleceğe umutla değil, ne yazık ki tedirgin bakılıyor.
devamını gör...
klişe youtube yorumları
özellikle duman grubunun hüzünlü şarkılarında olan;
ahu ile kaan kavga etmişlerdi... cümlesiyle başlayan o uzun hikaye
ahu ile kaan kavga etmişlerdi... cümlesiyle başlayan o uzun hikaye
devamını gör...
yazarların bedava olmasını istediği 3 şey
pencere camı, soba borusu, ekmek
bkz. yılmaz güney
bkz. yılmaz güney
devamını gör...
normal sözlük vs ekşi sözlük
umarım ekşi’deki gibi her b*ku beğenmeme timleri oluşmaz.
devamını gör...
az bilinen görgü kuralları
er kişi olarak; merdiven çıkarken kadının arkasından çıkılır, inerken önünden inilir. olası bir tökezlemede hanımefendiyi tutabilmek için.
ya sen düşersen birader diyenlere; e bir zahmet düşme işte sende.
ya sen düşersen birader diyenlere; e bir zahmet düşme işte sende.
devamını gör...
hyppytyynytyydytys
diğer dillerde karşılığı olmayan fince bir kelime.
pufidik, yumuşacık bir mindere (u:yastığa belki uygun bir koltuğa)oturulduğu andaki hazzı, memnuniyeti ifade eder. *
hani bu minder böyle yumuşaklığı ile insanı sarar, hafifçe içine gömülünür ve ister istemez bu konfor bir mutluluk, bir rahatlama hissi getirir . işte tam olarak bu his.
*
pufidik, yumuşacık bir mindere (u:yastığa belki uygun bir koltuğa)oturulduğu andaki hazzı, memnuniyeti ifade eder. *
hani bu minder böyle yumuşaklığı ile insanı sarar, hafifçe içine gömülünür ve ister istemez bu konfor bir mutluluk, bir rahatlama hissi getirir . işte tam olarak bu his.
*
devamını gör...
gizliden gizliye zevk alınan ufak sapkınlıklar
dışarı çıkarken maskelerimi kitap aralarında saklıyorum. cıkarıp taktığımda kitap kokuyor.
devamını gör...
uykusuzkahve
geldi göynümün efendisi. iyi ki var kendileri. bu ne azim, bu ne güzel enerji efenim.
devamını gör...
sufle
tiyatroda sahnede unutulan replikleri seyircilere duyurmadan söyleyerek oyuncuya hatırlatma işi.
devamını gör...
it's my life
bon jovi'nin 2000 yılında çıkardığı crush albümünden bir şarkısının ismi. introsu ve gitar solosu tatlı ve hoştur.
devamını gör...
gemide
bir ara takmıştım, günde kaç kere dinlediğimi hatırlamam.
ekleme: laleli'de bir azize'nin devam filmi yanlış hatırlamıyorsam.
devamını gör...
edebiyat dedikoduları
mina urgan, urgan soyadını yakın dostu necip fazıl’ın önerdiğini söylemiştir. necip fazıl, kendisine soyadı olarak “urgan’ı seç” demiş.”urgan da ne demek?” diye sorduğunda, anadolu’da ip anlamına geldiğini açıklamış ve kahkahalar atarak, “solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun” diye eklemiş. 1930’lu yılların necip fazıl’ı ile 1940’lı yılların necip fazıl’ı arasında uzaktan yakından en küçük bir benzerlik yokmuş. bunlar iki ayrı kişiymiş sanki. mina urgan, birincisini çocukluğundan beri çok iyi tanırmış. annesinin bir yakın arkadaşına aşık olduğundan, onların evinden hiç çıkmazmış. ikincisini ise, hiç görmemiş, hiç tanımıyormuş. çünkü mina urgan ve bütün arkadaşları 1940’tan sonra tasavvufla tanışıp hayat tarzını epey değiştiren ve şeyhi abdulhakim arvasi ile manevi bağlılığı bulunan necip fazıl ile selamı sabahı kesmişler. bohem şair necip fazıl, süper-mürşite dönüşmüş ansızın. (bkz: bir dinozorun anıları)
devamını gör...
değeri bilinmeyen anlar
aile bireylerinin tam olduğu halde yapılan kahvaltı.
devamını gör...
sözlükte hep aynı yazarları görmek
bazı yazar arkadaşlara olduğu gibi bana da olan durumdur. sanırım birbirlerini beğenmekte olan belirli yazarlar var* sadece onlar beğeniyor, okuyor. diğer kalan kısım sözlükte nasıl vakit geçiriyor bilmiyorum fakat sözlük amacının dışına çıkıyorlar diye düşünüyorum.
devamını gör...
stephen blumberg
5,3 milyon dolar değerinde 23.600 tane kitabı çaldıktan sonra yakalanan bibliyoman.
[ (bkz: bibliyomani) ]
çocukken, yıkılması kararlaştırılan victoria dönemine ait evlerin kapı kollarını, renkli cam parçalarını falan toplayıp biriktirirmiş blumberg. o dönemin mimarisine olan ilgisi önce o konuyla ilgili kitaplarla tanıştırmış onu. daha sonra da kitapları biriktirmeye, hatta çalmaya başlamış.
90'lı yıllarda tutuklandığında 71 ay ve 200.000 dolar para cezasına çarptırılmış. duruşmanın yapıldığı zamanlarda olaya müdahil olan bir doktor, blumberg'in gençlik dönemlerinde şizofrenik sanrılar gördüğünü ve çok defa hastaneye kaldırıldığını ortaya çıkarmış. biriktirdiği/çaldığı şeyleri, yapılması planlanan yıkımlardan korumak amacıyla çaldığını itiraf etmiş. blumberg, önemli ve nadir eşyalara, sıradan insanların erişmesinin hükümet tarafından engellediğine inanıyormuş ve bu planı boşa çıkarmak için, bu eşyaları "özgürleştirmeye" karar vermiş. yani tüm bu çalma olaylarının arkasında, varlığına inandığı bir komplo teorisi yatmaktaymış.
tutuklandıktan bir süre sonra serbest kalmış ama birkaç sene sonra da antika hırsızlığından yeniden tutuklanmış. bir şekilde yeniden çıkmış ve birkaç yıl sonra da bir evi soyduğu için tekrar tutuklanmış.
***
tutuklanan insanların psikolojik rahatsızlığı olduğu tespit edildiğinde salınmaları ilginç. bir insanı işlediği bir suçtan sonra, durumuna bağlı olarak ya tedavi edersin ya da mahkûm. bırakıp bırakıp başkalarına zarar vermesine sebep olanları da tutuklamak gerek bence.
[ (bkz: bibliyomani) ]
çocukken, yıkılması kararlaştırılan victoria dönemine ait evlerin kapı kollarını, renkli cam parçalarını falan toplayıp biriktirirmiş blumberg. o dönemin mimarisine olan ilgisi önce o konuyla ilgili kitaplarla tanıştırmış onu. daha sonra da kitapları biriktirmeye, hatta çalmaya başlamış.
90'lı yıllarda tutuklandığında 71 ay ve 200.000 dolar para cezasına çarptırılmış. duruşmanın yapıldığı zamanlarda olaya müdahil olan bir doktor, blumberg'in gençlik dönemlerinde şizofrenik sanrılar gördüğünü ve çok defa hastaneye kaldırıldığını ortaya çıkarmış. biriktirdiği/çaldığı şeyleri, yapılması planlanan yıkımlardan korumak amacıyla çaldığını itiraf etmiş. blumberg, önemli ve nadir eşyalara, sıradan insanların erişmesinin hükümet tarafından engellediğine inanıyormuş ve bu planı boşa çıkarmak için, bu eşyaları "özgürleştirmeye" karar vermiş. yani tüm bu çalma olaylarının arkasında, varlığına inandığı bir komplo teorisi yatmaktaymış.
tutuklandıktan bir süre sonra serbest kalmış ama birkaç sene sonra da antika hırsızlığından yeniden tutuklanmış. bir şekilde yeniden çıkmış ve birkaç yıl sonra da bir evi soyduğu için tekrar tutuklanmış.
***
tutuklanan insanların psikolojik rahatsızlığı olduğu tespit edildiğinde salınmaları ilginç. bir insanı işlediği bir suçtan sonra, durumuna bağlı olarak ya tedavi edersin ya da mahkûm. bırakıp bırakıp başkalarına zarar vermesine sebep olanları da tutuklamak gerek bence.

devamını gör...