savaş sanatı
müthiş detaylar müthiş taktikler içeren ince kitaptır. ince olduğu kadar kalındır aslında. şov yapmıyorum bence öyle.
yazarı sun zı (sun tzu) denen bir amcadır.
sadece savaşla ilgili değil aslında kriz çözümü ile ilgili bilgiler veren bir eserdir.
o yüzden iş hayatında çalışan insanların okuması gerektiğini düşünüyorum.
rivayete göre liderlik yeteneği olan insanlar veya liderler bu kitabı çok severlermiş.
ayrıca savaş denen olayda hilenin olabileceğini de anlatmıştır.
kendisi bütün savaşlar hileye dayanır diyor. kazanmak için her yol mübahtır gibi.
ayrıca savaşmadan kazanmayı öğütleyen bir kişidir yazarımız.
ilginçtir bu kitabın ne zaman yazıldığı bilinmiyor.
hatta böyle bir insanın olmadığı falan düşünülüyor.
mutlaka yazımı okuyup kitapa ilgisi olmayacak yazarlar olacaktır. savaş konusu ilgi çekici olmayabilir ama bu kitap sadece savaşla alakalı demek bir tık haksızlık olur.
hayattaki mücadeleler için çok önemli bir rehber olduğunu düşünüyorum.
hayatta bazen kendimizle bile savaşa giriyoruz.
ayrıca bu kitapla ilgili bir başka rivayet ise yıllarca saklandığıdır. bana pek mantıklı geldi.
adam çok güzel taktikler vermiş. saklamak ele geçmemesini istemek son derece normal geliyor.
sadece generaller ulaşabiliyormuş. tabi bunlar rivayet bilemiyoruz.
bu kitapla ilk tanıştığımda baya heyecanlanmıştım. offf savaş severim hadi okuyayım falan diye düşünmüştüm.
adı savaş sanatı olan bir kitabın ilk öğütlerinden birisi savaştan kaçılması gerektiğiydi. şaşırdım ve daha çok sevdim.
bu kitabın bir diğer özelliği ise ince ve sürekli okunabilecek bir şekilde olması. arada sırada açıyorum göz gezdiriyorum. güzel oluyor. yine başka bir rivayete göre şirketler bu kitabı yol haritası olarak görüyormuş.
okumayanlar varsa mutlaka tavsiye ederim.
düşmanı kuşatınca mutlaka kaçacağı bir tarafı boş bırakın ki düşman askerinin aklında daima kaçma seçeceğiz olsun. yoksa asker ölümüne savaşır.
yazarı sun zı (sun tzu) denen bir amcadır.
sadece savaşla ilgili değil aslında kriz çözümü ile ilgili bilgiler veren bir eserdir.
o yüzden iş hayatında çalışan insanların okuması gerektiğini düşünüyorum.
rivayete göre liderlik yeteneği olan insanlar veya liderler bu kitabı çok severlermiş.
ayrıca savaş denen olayda hilenin olabileceğini de anlatmıştır.
kendisi bütün savaşlar hileye dayanır diyor. kazanmak için her yol mübahtır gibi.
ayrıca savaşmadan kazanmayı öğütleyen bir kişidir yazarımız.
ilginçtir bu kitabın ne zaman yazıldığı bilinmiyor.
hatta böyle bir insanın olmadığı falan düşünülüyor.
mutlaka yazımı okuyup kitapa ilgisi olmayacak yazarlar olacaktır. savaş konusu ilgi çekici olmayabilir ama bu kitap sadece savaşla alakalı demek bir tık haksızlık olur.
hayattaki mücadeleler için çok önemli bir rehber olduğunu düşünüyorum.
hayatta bazen kendimizle bile savaşa giriyoruz.
ayrıca bu kitapla ilgili bir başka rivayet ise yıllarca saklandığıdır. bana pek mantıklı geldi.
adam çok güzel taktikler vermiş. saklamak ele geçmemesini istemek son derece normal geliyor.
sadece generaller ulaşabiliyormuş. tabi bunlar rivayet bilemiyoruz.
bu kitapla ilk tanıştığımda baya heyecanlanmıştım. offf savaş severim hadi okuyayım falan diye düşünmüştüm.
adı savaş sanatı olan bir kitabın ilk öğütlerinden birisi savaştan kaçılması gerektiğiydi. şaşırdım ve daha çok sevdim.
bu kitabın bir diğer özelliği ise ince ve sürekli okunabilecek bir şekilde olması. arada sırada açıyorum göz gezdiriyorum. güzel oluyor. yine başka bir rivayete göre şirketler bu kitabı yol haritası olarak görüyormuş.
okumayanlar varsa mutlaka tavsiye ederim.
düşmanı kuşatınca mutlaka kaçacağı bir tarafı boş bırakın ki düşman askerinin aklında daima kaçma seçeceğiz olsun. yoksa asker ölümüne savaşır.
devamını gör...
freud purosu
takibe daha önce neden almadığımı anlayamadığım yazar kişisi .
devamını gör...
kitaplıkta bulunması gereken kitaplar
suç ve ceza
devamını gör...
piknik yaptıktan sonra çöpünü doğaya bırakan insan
piknik yaptıktan sonra çöpünü doğaya bırakan nefes israfı canlı. üzücüdür. sahillerde de bolca karşılaşılır izmaritlerden, çekirdek kabuklarına, içecek kaplarına kadar çöpe çok yakın konumlarda dahil çöp bulunmakta olup, bizi her defasında medeniyetsiz bir ülke olduğumuz gerçeğiyle yüzleştiren canlıdır.
devamını gör...
22 şubat 2021 covid-19 vaka sayısının 8104 olması
bugün arabayla ilgili bir sıkıntı için sanayi bölgesine gittim.ilk girdiğim tamircide üç çalışan da maskesizdi.diğer girdiğim yerdeki beş kişinin tamamı maskesizdi.yazın da aynı görüntülere şahit oldum.onlarca iş yeri,yoğunluğun bitmediği bir nokta.şaşkınlıkla izledim o kadar.aylardır değişen bir şey olmamış.
devamını gör...
günaydın sözlük
bak, tavuklu pilav!

günaydın sözlük, günaydın diğerleri, günaydın hayatım.
amma uyumuşum ya?
şşşş, kalk çay koy bişi yap...

günaydın sözlük, günaydın diğerleri, günaydın hayatım.
amma uyumuşum ya?
şşşş, kalk çay koy bişi yap...
devamını gör...
yazarların öğrenmek istediği dil
tatlı dil ,yılanı deliğinden çıkaran.
devamını gör...
köroğlu
özellikle cüneyt arkın'ın olağan üstü filmiyle tanıdığımız bir destan... en azından bizim yaş grubunun.
bu destanda kahraman da, konu da ''at'' üzerine kuruludur.
yabana atılmamalıdır, çünkü; dünya edebiyatında ''büyük eserler'' arasında yer alır.
anadolu, azerbaycan, balkanlar, kırım ve kafkas, türkmen, özbek, uygur, kazak, karakalpak ve tacik gibi toplumlarda değişik versiyonları bulunmakta.
her türk destanında olduğu gibi at; kahramanın yardımcısı, yoldaşı, ve gerektiğinde yol göstericisi konumundadır. ruşen'in atı muhteşemdir. bir deniz aygırı sudan çıkarak, at sürüsü içinde bir kısrağı aşmasından doğar aşgar. bu sebeple muhteşemdir.
aşgar bir sürü destanda, ”atadan bidevdir anadan kühlan” sözleriyle tasvir edilmiştir. burada ki bidev; su aygırı'dır.
en iyi at yetiştiricisi olan ruşen ali'nin babasından bolu beyi, elindeki ''en iyi atı'' ister. baba söz namustur diyerek, elindeki en iyi atı bolu beyine gönderir. ancak, at çok çelimsiz görünmektedir ve bolu beyi kendine hakaret edildiğini düşünerek ruşen alinin babasının gözüne mil çektirir. at sürüleri elinden alınır.
ruşen ali'nin adı bundan gayri ''köroğlu''dur. elinde kalan iki şey vardır: kör babası ve ''aşgar''
40 gün karanlıkta, bakılır beslenir aşgar. ancak ahırın toplu iğne kadar bir noktası gün ışığı almıştır. .
çamur içinde koşturulmuş olan atın toynağı hiç çamur olmamaktadır. bu atın ayaklarının koşarken yere değmediğine delalettir. o gün ışığı girmese atın kanatları da çıkacaktır. (bkz: pegasus)
böylelikle zalım bolu beyine karşı köroğlu savaşırken, aşgar en büyük yardımcısı ve destekçisi olacaktır.
''
''
bu destanda kahraman da, konu da ''at'' üzerine kuruludur.
yabana atılmamalıdır, çünkü; dünya edebiyatında ''büyük eserler'' arasında yer alır.
anadolu, azerbaycan, balkanlar, kırım ve kafkas, türkmen, özbek, uygur, kazak, karakalpak ve tacik gibi toplumlarda değişik versiyonları bulunmakta.
her türk destanında olduğu gibi at; kahramanın yardımcısı, yoldaşı, ve gerektiğinde yol göstericisi konumundadır. ruşen'in atı muhteşemdir. bir deniz aygırı sudan çıkarak, at sürüsü içinde bir kısrağı aşmasından doğar aşgar. bu sebeple muhteşemdir.
aşgar bir sürü destanda, ”atadan bidevdir anadan kühlan” sözleriyle tasvir edilmiştir. burada ki bidev; su aygırı'dır.
en iyi at yetiştiricisi olan ruşen ali'nin babasından bolu beyi, elindeki ''en iyi atı'' ister. baba söz namustur diyerek, elindeki en iyi atı bolu beyine gönderir. ancak, at çok çelimsiz görünmektedir ve bolu beyi kendine hakaret edildiğini düşünerek ruşen alinin babasının gözüne mil çektirir. at sürüleri elinden alınır.
ruşen ali'nin adı bundan gayri ''köroğlu''dur. elinde kalan iki şey vardır: kör babası ve ''aşgar''
40 gün karanlıkta, bakılır beslenir aşgar. ancak ahırın toplu iğne kadar bir noktası gün ışığı almıştır. .
çamur içinde koşturulmuş olan atın toynağı hiç çamur olmamaktadır. bu atın ayaklarının koşarken yere değmediğine delalettir. o gün ışığı girmese atın kanatları da çıkacaktır. (bkz: pegasus)
böylelikle zalım bolu beyine karşı köroğlu savaşırken, aşgar en büyük yardımcısı ve destekçisi olacaktır.
''
.jpg)
devamını gör...
enver aysever'in günlük 13 bin 250 tl'ye yazarlık dersi verdiği iddiası
simge farklı, yandaş farklı, usul aynı. çok moralimi bozuyor bu tarz haberler herkes mi ahlaksız arkadaş... kimseden en azından yolsuzluk yapmayacak kadar ahlâklı olmasını bekleyemiyecek miyiz? harbiden toprakta mı bir bozukluk var. hani filozof "komşumuzu öldürmediğimiz için iyi komşu sayılmayız" diyor ya; yolsuzluk yapmasalar adam kayırmasalar aziz ilan edeceğiz ama yok. rezil insanlar.
devamını gör...
doğru söylüyor dedirten şarkı sözleri
"
.
şimdiyi sorarsanız bana
zamane zamanları sorarsanız
sokaklardan düşlerden
ve aşklardan
emekli olduğumuz
hiç mi hiç
görülmemiştir"*
.
şimdiyi sorarsanız bana
zamane zamanları sorarsanız
sokaklardan düşlerden
ve aşklardan
emekli olduğumuz
hiç mi hiç
görülmemiştir"*
devamını gör...
köy enstitüleri
beyaz zambaklar ülkesi'ni okuyanlar kırsaldaki korkunç sefaleti ve cehaleti bilir. osmanlı kırsalı o dönem belki fin kırsalından bile beterdi. dönemin anadolu kırsalını anlatan tek bir eser dahi okumuş birinin içi sızlamıyorsa köy enstitülerinden komünist yuvası diye bahsetmesi normaldir. aynı zihniyet üniversiteyi de fuhuş yuvası olarak görüyor.
1923 yılında 5 bin okulu ve yalnızca 10 bin öğretmeni olan, neredeyse hiç doktoru olmayan fakir cumhuriyet'in en önemli kalkınma hamlesidir. halkın %80'inin kırsalda yaşadığı düşünülürse yeterli kaynağı olmayan genç cumhuriyet için son derece akılcı bir çözümdür. sonraki yıllarda iklim ve kırsal alan anlamında türkiye'ye benzer ülkelere de bu kalkınma metodu bm tarafından önerilmiştir. bu enstitüler sadece okur yazarlık değil, tarım ve sağlık gibi osmanlı kırsalının yüzyıllardır kökünü kazıyan dertlere de çare oluyordu. zaten çok hızlı netice vermişti: okur-yazarlık hızla yükselmiş, tarımsal üretim artmış, bebek ölüm oranları düşmüş ve nüfus da haliyle artmıştı.
proje doğu vilayetlerinde de uygulanabilseydi ne aşiretler ne de feodalite kalır, pkk gibi bir derdimiz de olmazdı. köylüyü topraklandırma yasasına karşı çıkan büyük toprak sahibi adnan menderes tarafından abd talimatıyla sonlandırıldı. gerisi malum.
1923 yılında 5 bin okulu ve yalnızca 10 bin öğretmeni olan, neredeyse hiç doktoru olmayan fakir cumhuriyet'in en önemli kalkınma hamlesidir. halkın %80'inin kırsalda yaşadığı düşünülürse yeterli kaynağı olmayan genç cumhuriyet için son derece akılcı bir çözümdür. sonraki yıllarda iklim ve kırsal alan anlamında türkiye'ye benzer ülkelere de bu kalkınma metodu bm tarafından önerilmiştir. bu enstitüler sadece okur yazarlık değil, tarım ve sağlık gibi osmanlı kırsalının yüzyıllardır kökünü kazıyan dertlere de çare oluyordu. zaten çok hızlı netice vermişti: okur-yazarlık hızla yükselmiş, tarımsal üretim artmış, bebek ölüm oranları düşmüş ve nüfus da haliyle artmıştı.
proje doğu vilayetlerinde de uygulanabilseydi ne aşiretler ne de feodalite kalır, pkk gibi bir derdimiz de olmazdı. köylüyü topraklandırma yasasına karşı çıkan büyük toprak sahibi adnan menderes tarafından abd talimatıyla sonlandırıldı. gerisi malum.
devamını gör...
yüz bin kere tövbe edip yine şarap içmek
bir turhallı tövbe tutmazlığıdır.
devamını gör...
acıya alışmak
insanoğlu yaradılış gereği acı hissiyatına tepki vermeye programlanmıştır.
çok basittir denklemdir aslında, eğer bir şey acı veriyor ise, ondan uzak dur.
misal, eğer ateş elini yakıyor ise, bir daha dokunma veya yediğin bitki mideni ağrıttı ise bir daha onu yeme.
acı aslında vücudun bir koruma mekanizması olarak da düşünülebilir.
bir yerimizde sıkıntı çıktığında o bölge beyine sinyal yollar ve bu sinyalin karşılığı acı hissidir.
tabi bu her zaman fiziksel olmak zorunda değil, psikolojik ve duygusal kaynaklı çok ağır acılar da vardır.
can da öyle tatlıdır ki, insanlar acıdan korkmaya başlar zamanla.
fakat günümüz modern yaşam şeklinin getirdiği konfor insanları doğal yaşam alanlarından, doğanın içinden alıp betona hapis etmiştir. bunun yüzünden insanın fiziksel ve psikolojik gelişimi de değişime uğramıştır. şehir insanı yemeğini kazanmak için avlamak zorunda olmadığından veya göçebe bir hayat süremediği için ister istemez acının ne olduğunu unutmuştur aslında.
bu sebepten de, artık en ufak bir acı ihtimali bile strese sokar olmuştur onu. artık korkutuğu şey acının kendisi değil, acı yaşama fikridir. tabi burada bahsettiğim, nüfusun çoğunluğunu oluşturan şehir insanları.
bunların yanı sıra yine yaradılıştan gelen adapte olabilme/alışabilme güdüsü vardır insanoğlunun. bu da bizi evrim sürecinde ayakta tutan ve besin zincirinin en üstüne kadar çıkmamızı garantileyen bir hayatta kalma fonksiyonudur.
eğer birey yoğun ve sürekli olarak acı yaşıyor ise, adapte olma fonksiyonu zaman içerisine, yine hayatta kalma güdüsünden ötürü gelen acı fonksiyonunu baypas eder.
yani kişi elini ateşe götürdüğünde, bunun vücuda hasar verdiğini iletmek için uyarı veren, acı sinyalleri gönderen ve bunu koruma amaçlı yapan sistemin gönderdiği sinyali etkisizleştirir.
bunun nedeni ise aslında kişinin elini ateşe sokmaktan başka bir çaresinin olmadığını, adapte olma fonksiyonun algılaması fakat acı/uyarı fonksiyonunun algılayamamasıdır. kişinin akli sağlını korumak için, adapte olma fonksiyonunun, yine koruma amacı güden ama korumaktan çok zarar verdiğinin farkına varmayan acı/uyarı fonksiyonunu etkisiz hale getirmesi acıya alıştıran şeydir aslında.
bu yüzdendir ki zor günler geçiren,zor dönemler atlatmış, kayıplar vermiş insanlar, eğer hala ayaktalar ise kolay kolay yıkılmaz, etkilenmezler körpe acılardan.
üzerine kurulmuş felsefi bir okul da vardır bu düşüncenin stoa isminde.
şöyle güzel bir de sözleri vardır bu stoacıların;
"hayatın tamamı göz yaşları için ağlarken, kısımlarına ağlamak niye."
lucius annaeus seneca
çok basittir denklemdir aslında, eğer bir şey acı veriyor ise, ondan uzak dur.
misal, eğer ateş elini yakıyor ise, bir daha dokunma veya yediğin bitki mideni ağrıttı ise bir daha onu yeme.
acı aslında vücudun bir koruma mekanizması olarak da düşünülebilir.
bir yerimizde sıkıntı çıktığında o bölge beyine sinyal yollar ve bu sinyalin karşılığı acı hissidir.
tabi bu her zaman fiziksel olmak zorunda değil, psikolojik ve duygusal kaynaklı çok ağır acılar da vardır.
can da öyle tatlıdır ki, insanlar acıdan korkmaya başlar zamanla.
fakat günümüz modern yaşam şeklinin getirdiği konfor insanları doğal yaşam alanlarından, doğanın içinden alıp betona hapis etmiştir. bunun yüzünden insanın fiziksel ve psikolojik gelişimi de değişime uğramıştır. şehir insanı yemeğini kazanmak için avlamak zorunda olmadığından veya göçebe bir hayat süremediği için ister istemez acının ne olduğunu unutmuştur aslında.
bu sebepten de, artık en ufak bir acı ihtimali bile strese sokar olmuştur onu. artık korkutuğu şey acının kendisi değil, acı yaşama fikridir. tabi burada bahsettiğim, nüfusun çoğunluğunu oluşturan şehir insanları.
bunların yanı sıra yine yaradılıştan gelen adapte olabilme/alışabilme güdüsü vardır insanoğlunun. bu da bizi evrim sürecinde ayakta tutan ve besin zincirinin en üstüne kadar çıkmamızı garantileyen bir hayatta kalma fonksiyonudur.
eğer birey yoğun ve sürekli olarak acı yaşıyor ise, adapte olma fonksiyonu zaman içerisine, yine hayatta kalma güdüsünden ötürü gelen acı fonksiyonunu baypas eder.
yani kişi elini ateşe götürdüğünde, bunun vücuda hasar verdiğini iletmek için uyarı veren, acı sinyalleri gönderen ve bunu koruma amaçlı yapan sistemin gönderdiği sinyali etkisizleştirir.
bunun nedeni ise aslında kişinin elini ateşe sokmaktan başka bir çaresinin olmadığını, adapte olma fonksiyonun algılaması fakat acı/uyarı fonksiyonunun algılayamamasıdır. kişinin akli sağlını korumak için, adapte olma fonksiyonunun, yine koruma amacı güden ama korumaktan çok zarar verdiğinin farkına varmayan acı/uyarı fonksiyonunu etkisiz hale getirmesi acıya alıştıran şeydir aslında.
bu yüzdendir ki zor günler geçiren,zor dönemler atlatmış, kayıplar vermiş insanlar, eğer hala ayaktalar ise kolay kolay yıkılmaz, etkilenmezler körpe acılardan.
üzerine kurulmuş felsefi bir okul da vardır bu düşüncenin stoa isminde.
şöyle güzel bir de sözleri vardır bu stoacıların;
"hayatın tamamı göz yaşları için ağlarken, kısımlarına ağlamak niye."
lucius annaeus seneca
devamını gör...
değeri bilinmeyen anlar
bekarken anne ve babaya hiç ayırilmayan an'lar ;(
devamını gör...
yarasa
kendi halinde takılan hatta gündüzleri uçmayan yani sana zarar verme olasılığı minimum olan hayvanı öldürüp yersen böyle çekersin acısını diycemde tüm dünya çekiyoruz o acıyı bir takım "mahlukatlar" (bkz: kafa sözlük'te küfrün yasak olması) yüzünden.
devamını gör...
ülkenin geri kalmışlık belirtileri
sağ partilerin yüksek oy oranları.
devamını gör...
twitter'da fahrettin koca'yı taciz eden abla
ne oluyor dedirten başlıktır.
harbiden kafayı sıyırmışız ya!
fahrettin koca'ya da yürümezsin ablacım ya.
harbiden kafayı sıyırmışız ya!
fahrettin koca'ya da yürümezsin ablacım ya.
devamını gör...