bir deyim. gerçekleşeceği belli olmayan bir şey için önceden hazırlık yapmak manasına gelir.
örnek olarak aklıma 2009-2010 süper lig şampiyonluğu yarışı geldi.
fenerbahçelilerin kendilerini şampiyon zannedip işin aslı ortaya çıkınca perişan olmaları ve bazı kişilerin stadı yakması.***
devamını gör...

antalya ve fethiye arasında bulunan yaklaşık 500 km olan tarihi yürüyüş yolu/parkur.
devamını gör...

böyün ramazanın 25. günü bildiğim kadarıyla,hayırlı sahurlar sözlük.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

unutmamalı, unutturmamalı.

sözlükle ilgili bir çok konuda, hususta, soruda, sorunda içtenlikle yardımını esirgemeyen yazar ve moderatör. güzel insanlar iyi ki varlar. ama o güzel insanlar da güzel atlarına binip gittikleri zaman yine yardım aramayı sürdürüyoruz.
devamını gör...

bir demet tiyatro'da laz bakkal'ın yardımcısı olan karakterin lakabı.

gerçek ismi gürdal tosundur.
devamını gör...

dördünü de çektirdiğim sevimsiz diş türü.

tecrübelerimi yazayım çektirecek olanlar için. belki fikir verir.

herkeste aynı olmadığı gibi, kişinin her yirmilik dişi için de aynı olmuyor çektirme işi. 3 tanesi çok rahat çekildi bende. hatta doktor ağzıma bakarken "şunu tutar mısın 1 dakika" diyerek elime tutuşturduğu peçetenin içine koyuvermişti dişi bir keresinde. ben de daha dişim çekilecek diye bekliyorum. "bak içine" dedi, açtım diş orada... ne acı, ne sızı...

üstteki 2 tane eğri çıkmıştı, hafiften dışa doğru. ama tamamen çıktıkları için kesinlikle çok rahat çekildiler. alttakilerden biri de aynı şekilde... yani gömülü olmayanlar sorunsuz çekiliyor birkaç saniye içerisinde. anestezi sağ olsun... iğne fobiniz varsa ona bir şey diyemem tabi.

fakat attaki son diş yarı gömülüydü ve ameliyatla alındı. hafif sivri olan kenarıyla yanağımın iç kısmını oymuştu resmen. o nedenle önce antibiyotik yazıldı ki mikrop kapma falan gibi riskler olmasın. yara geçtikten sonra çektirmeye geldi sıra.

merak etmeyin, çekilirken hiçbir şey hissetmiyorsunuz anestezi nedeniyle. çekildikten sonra dikiş atıldığı için o süreç biraz sancılı olabilir ama dünyanın sonu değil elbette. boğaza doğru patates kadar şişme gerçekleşti. zaten doktor uyarmıştı şişecek, haberin olsun diyerek. bildiğiniz yamuldu sağ tarafım aşağıya doğru. bir de sinir bozucu bir boğaz ağrısı yaşattı birkaç gün.

tabi hepsinin çekilmesi sonrasında yeme içme fırçalama konusunda dikkatli olmalısınız bir müddet.

sonuca bakarsak, harika bir his! gerçekten ağız içindeki varlıkları sinir bozucu olabiliyor. dilinizle oynayıp duruyorsunuz dişin varlığını hissedince. ağız kokusu da yapabiliyor duruma göre. ağız içini aşındırıp yara eden epey zorlaştırmıştı benim hayatımı, yeme içme konusunda mesela. kocaman bir aft düşünün... öyle bir his.

varlığı nedeniyle sorun yaşamayan arkadaşlar dikkatli olsun. sinsi sinsi çürürse yine sıkıntı yaratır. ımkânınız varsa pandemi sonrasında çektirin derim.
devamını gör...

çokça dolmuş kullanan bir insan olarak defalarca şahit olduğum ifadedir. rahatsız edici boyuta varmadığı sürece ben de onlara aynı kayıtsızlıkla yaklaşırım ama eğer bu kayıtsızlık aşağılama evresine doğru kayarsa mutlaka öyle ya da böyle huzurlarını kaçırmak için elimden geleni yaparım. çünkü herkes bilmelidir ki yakarsa dünyayı garipler yakar.

bunun bir aşağılık kompleksi itirafı olduğunu düşünebilirsiniz. bence düşünün de. ilk paragrafı okuyup da böyle düşünmeyen varsa hemen düşünsün. çünkü bence bu bir aşağılık kompleksi. cebimde ne kadar para olursa olsun ruhumdaki garibandan kurtulamıyorum ben. hala beyaz örtülü masaları olan lokantalarda oturmam mesela. pringles almaktan korkuyorum hala. çünkü pringles yiyen insanlar zengindir bana göre. ben yemem. alacak param yok değil ama alsam da bir yatırım aracı olarak kullanmak olur amacım. arkadaşlarımla bir yerlere gidince param yoksa “ bugün biriniz bana yemek ısmarlayın, hiç param yok” diyemem. zenginler bunu kolayca söylüyor. özeniyorum. ne zaman bir yere gitsek topluca hesabı ben öderim, çünkü benim ruhum fakir.

bugün dolmuşta cam kenarında oturmuş elektrik direklerini sayarken dolmuş durdu ve içeriye bembeyaz zengin saçları olan, zengin bir deri mont giymiş, zengin bir güneş gözlüğü takmış, zengin parfüm kokusunu içeri salan bir adamla; onun elini tutarak dolmuşa binen zengin sarısı saçları olan, en az elini tuttuğu adamınki kadar zengin bir deri mont giymiş, zengin kokuları yayan, zengin bir yürüyüşü de olan bir kadın girdi.

ben zengin olmadığım için önce onların zengin olduğunu anlamadım ama sonra sundukları veriler ışığında zengin oldukları kanısına vardım. adam zengin bir havayla elini cebine attı ve biraz para çıkardı. ben de elimi cebime attım hemen. benim cebimde kesinlikle daha çok para vardı ama zengin olan oydu çünkü benim zihnimde bir gecekondu mahallesi var.

on lira uzatıp iki kişi almasını istedi şoförden. ben bir kişi almasını istemiştim. yine ben fakir o zengin. keşke ben de iki kişi deseydim bindiğimde, sonuçta şoför nerden anlayacak tek olduğumu. neyse işte demedim ve yine fakir oldum.

bindikleri andan itibaren yüz ifadelerini özellikle izledim bu zengin çiftin. tam bir kayıtsızlık. derin bir ifadesizlik. sanki dolmuşta onlardan başkası yok. o kadar zenginler ki birbirleriyle bile konuşmadılar. ifadeleri bozulmasın diye sağa sola bile dönmediler. ama ben yüz ifadelerindeki kayıtsızlıktan çok şey okudum. arabalarını servise bıraktıkları için binmişlerdi dolmuşa, normalde hiç binmezlerdi, alışkın da değillerdi. bir daha da kolay kolay binmezlerdi. sanayiden bindikleri için bunu anlamak kolaydı belki. ama hissettim işte böyle olduğunu. ben arabamı wolksvagen servisine bırakmıştım. talihsizlik işte. onlar zengindi, ben fakir.

o yüz ifadesini ben de denedim ama benim yüzümde son sigarasını tersinden yakmış bir insanın şaşkın bir ifadesi gibi durdu. hiç yakışmadı bana. belki zihnime bir gün bir piyango vurur da ben de zengin olurum. çıkmaz demeyeyim şansımı deneyeyim.
devamını gör...

rafet el roman-leyla.
devamını gör...

'evlenilecek kız - evlenilmeyecek kız' diyen erkekleri baltayla kovalayan kızdır.
devamını gör...

hayat hikayesini dinlemek için; dinle - izle

feodor dostoyevski bir isyancı, dünyadan nefret eden, maraz, herkese ve her şeye karşı şüpheci, uslanmak bilmeyen bir kumarbazdı. ama pek az rastlanan bir edebiyat dâhisi olduğu da inkar edilemez.

henüz 28 yaşında olan dostoyevski rus edebiyatında adını duyurmuş ve gelmiş geçmiş en ünlü bir yazar olmaya aday biri haline gelmişti. babası aynı zamanda askeri operatör doktor olan mihail andreyeviç dostoyevski 1821 yılında st mary hastanesinde doğan oğluna feodor mihailoviç adını vermişti.

ailesini sıkı bir disiplin altında yöneten doktorun en büyük tutkusu içkiydi. kocaman kızlarını asla sokağa yalnız başına göndermezdi ve arkadaşlarına ya da komşularına gittikleri zaman mutlaka yanlarında bulunurdu. dört oğluna ise ruh hastası bir başçavuşun sertliği ile davranırdı. öfkeli bir adamdı, doğal olarak bütün çocuklar ondan çok korkardı. bu adamı dizginleyebilen tek insan ise zayıf ve güzel bir kadın olan karısıydı. sayısız defa bu öfke nöbetlerinde çocukları adamın elinden kurtarmıştı.

adamın bir diğer özelliği çok cimri olmasıydı. çocuklar 18 yaşına gelene kadar asla cep harçlığı vermemişti. fakat onları iyi okullarda okutmayı ihmal etmedi. yaz aylarını tula’da geçiren ailede feodor’un hayatındaki ilk değişikler burada oldu. babasına hizmet eden hizmetçi ve köleleri bu sırada tanımıştı ve bu insanlara çok bağlandı. gelecekteki yaşantısını değiştiren en önemli etkenlerin başında bu geliyordu.

1837 yılında feodor ve abisi mühendislik okuluna başvurdu. aynı sene anneleri öldü. eşi ölen doktor artık tamamen zıvanadan çıkmıştı. alkolü abartan doktor artık mesleğini yerine getiremediği için topraklarına dönmüştü. orada hizmetçi ve kölelerine çok kötü davranan doktor ne yazık ki bu insanlar tarafından öldürüldü.
dostoyevski babasının bu tutumu yüzünden onun ölmesini arzulardı. babası ölünce de bu düşünceler onu depresyona soktu. ilk sara nöbetlerini bu dönemde yaşadı.
feodor mühendislik okulunu bitirdikten sonra gönüllü olarak orduya katıldı. kendisi için hiçbir anlam ifade etmeyen bir hayata dalmıştı. maaşına ve babasından kalan topraklardaki payından aldığı 5 bin rublelik gelire rağmen her zaman sıkıntı içindeydi. bilardoya merak salmıştı ve her zaman kaybediyordu. hayatı boyunca gösterişli davranışları ile dikkati çekti ancak son birkaç yılı içinde dev romanlarının kendisine kazandırdığı büyük ün dışında daima yoksulluk içindeydi.
bu garip, kontrol dışı davranışlara karşılık hayatını baştanbaşa değiştirecek bir olay artık yavaş yavaş yaklaşıyordu. edebiyat.

edebiyat alanında yaptığı ilk iş balzac’ın “eugenie grandet” kitabını rusça’ya çevirmekti. ordudaki görevinden de ziyadesiyle bunalmıştı. ağabeyine gönderdiği mektubun bir kısmında şunlar yazıyordu. “askerlikten, patatesten nefret ettiğim kadar iğreniyorum.” ertesi yılın sonunda artık sabrı tükenen dostoyevski istifasını vermişti. yine kararını ağabeyine yazdığı mektupla haber verirken şunları yazmıştı. “hiç pişman değilim. bir ümidim var. romanımı bitirmek üzereyim. orijinal bir eser olacak.”

dostoyevski romanını o zamanın ünlü edebiyat dergilerinden birinde yayınlatmak istedi. fakat romanı içinde değişiklikler yapmadığı sürece yayınlamayı reddetmişlerdi. o da istenilen değişiklikleri yapmak yerine eseri kendi hesabıyla bastırmayı tercih etti. ağabeyine yazdığı mektupta; “roman gerçekten başarılı ise, yalnız ziyan olmaktan kurtulmakla kalmayacak, ayrıca bana borçlarımı ödemem için gereken parayı da sağlayacak. başarılı olamazsam, o zaman kendimi asabilirim…”

böylece 1846 yılında ekstra borç altına girip ilk kitabı “insancıklar” ı yayınladı. zamanın ileri gelen eleştirmenlerinden birisi olan belinski bu kitap için dostoyevski’ye mektup gönderdi. mektupta şunlar yazıyordu;
“siz sorunun ruhunun en derinlerine varmış ve birkaç çizgide büyük bir gerçeği ortaya koymuşsunuz. sizden rica ediyorum, yeteneğinizi değerlendirin ve ona karşı hep dürüst davranın. böylece büyük bir yazar olabilirsiniz.”

dostoyevski birden ünlü olmuştu ama bunu karşılayışı çok garip oldu. hayranlarına ve ona yardım etmek isteyenlere karşı küstahlaştı. böylece insancıklar kitabından kazandığı ün çok kısa sürmüş oldu.

kazandığı bu kısa başarılı dönemden sonra artık başarısız bir dönem içine girdi ve borçları başına dert oluyor ve çalışmalarını engelliyordu. aynı zamanda tekrar başarılı olabileceğine de inanmamaya başlamıştı çünkü hayranlarına olan tavrından sonra edebiyat dünyasınca alay edilen biri haline gelmişti ve bu tutum artarak devam ediyordu.

dostoyevski artık yönünü değiştirmeliydi, bu kaçınılmazdı. böylece reform isteyen insanların çevresine katılmayı seçti. tam bu sırada da hükümet söz özgürlüğünü yasaklayan ve köylülerin kölelikten kurtulmalarını öngören yazıları sansür edecek çalışmalar yapıyordu. her ikisi de dostoyevski’yi ilgilendiren konuydu. ilki yazar olarak ikincisi ise babasından kalan topraklar yüzünden. fakir köylülerin lehinde davranışlarının en hızlı çağında daha yatağındayken 23 nisan 1849 yılında yakalanıp tutuklandı. 22 aralık’ta kurşuna dizilmek üzere semyonevski alanına götürüldüler.
işte en başta okuduğum idam sehpasından dönen adam dostoyevski kurtuldu ve omsk’a gönderildi. burada 4 yıl boyunca çektiği korkunç acıları 1861 yılında yayınlanan “ölüler evinden anılar” adlı kitabında anlattı. mahkûmiyetinden sonra bir ara sürgün olarak semipalatinsk şehrine gönderilmişti. daha sonra biraz olsun toparlanabilmek için orduya er olarak katıldı. mahkum olmasından dolayı önceki rütbesi geri alınmıştı.

önce yüzbaşıyla daha sonra da sibirya başsavcısı ile dost olan dostoyevski daha rahat bir sürgün hayatı yaşamaya başladı. burada da “ölü evi” ni yazmaya başladı. asker olduğu sırada bir subayın karısı olan mariya ıssayev’e âşık oldu. genç kadın da ona âşık olmuştu ve 1957’de dul kaldığı zaman evlenmeye karar verdiler.
1858’de sürgün dönemi sona erdi ve başkente dönmesine izin verildi. “ölüler evinden anılar” kitabını tamamladı fakat kitap olarak yayınlanmadan önce “vremya” adlı dergide bölümler halinde yayınlanmaya başladı.

sibirya’daki tver şehrine dönüp bu durumu lehine çeviren dostoyevski yurt dışına çıkma imkanı yakaladı. 1862 yılında paris, londra ve cenevre’ye gitti. 1863 yılında roma’ya geçti. ardından da almanya ve danimarka’yı dolaştı. sürekli para sıkıntısı çeken dostoyevski karısı verem hastası olunca hastalığında ona yardımcı olma amacıyla geri döndü. ayrıca karısının ilk kocasından olan çocuğuna da bakmak zorundaydı. bu yüzden edebiyattan kazandıklarını artırmak hevesiyle kumar oynamaya başladı.

1864 yılında karısını, ağebeyini ve vremya dergisinden dost edindiği meslektaşı apollon grigoriyev’i kaybetti. ağabeyi mihail ciddi borçlar bırakarak ölmüştü. kanuni olarak hiçbir zorunluluğu olmadığı halde dostoyevski bu borçları da üstlenmişti. böylece altında ezildiği yük biraz daha ağırlaşmıştı.
1862 ve 1863 yılında beraber yurtdışına çıktığı arkadaşı pauline suslov ile yeni bir evlilik düşünmüş ve nişanlanmıştı fakat bir süre sonre pauline dostoyevski’yi terk etmişti.

dostoyevski wiesbaden’de bulunduğu sırada “yeraltından mektuplar” ı yayınlandı. umutsuz bedbahtlığın egemen olduğu bu dönemde yeni bir deha ortaya çıkıyor ve eleştiricilerin ciddi olarak ilgisini çekiyordu.

suç ve ceza kitabı 1866’da tefrika halinde yayınlandı. bu sayede borçlarından kurtulabilir maddi yönden bolluğa kavuşabilirdi fakat bunun yerine daha kötü durumlara düştü. kitabı çeşitli tepkilerle karşılandı. psikolojik araştırmalar henüz pek yeniydi; ya anlaşılmıyordu ya da yanlış anlaşılıyordu. fakat bütün bunlara rağmen hiç kimse bunlarından ardında yatan dehayı reddedemiyordu. bu nedenle dostoyevski’nin heyecanla beklediği rubleler bir türlü gelmedi.
suç ve ceza bölüm bölüm yayınlandığı sırada yarıda bıraktı ve başka bir romana “kumarbaz” a başladı.

yazmak onun için tutkuya dönüşmüştü ve hiç durmadan yazmaya başladığı bu dönemde gözleri bozuldu. bu sebeple kendine bir steno tuttu. yani konuşmayı hızlı ve olduğu gibi yazabilen biriydi. adı anna snitkin. çok kısa sürede birbirine aşık olan çift 1867 yılında evlendi.

balayını avrupa’da geçirmek isteyen ve 3-4 ay kalma hesabı yapan çift rusya’ya 4 yıl sonra geri dönmüşlerdi. dostoyevski’nin hayatında yaptığı en iyi şey bu genç kadınla evlenmekti. genç kadın en başta kocasının garip yaşantısını, gürültücü akrabalarını ve durmadan kapıyı aşındıran alacaklıları yadırgadıysa da daha sonradan bu hayata ayak uydurmuştu. kendi çıkarlarını düşünen yayıncılarla o başetti. borçları ödemek için bile alacaklıları kapıda o sıraya sokmuştu. mümkün olduğunca dostoyevski’ye dertsiz tasasız bir yaşam sunmaya çalıştı.

avrupa’da bulunduğu sırada dostoyevski büyük ün kazandıran romanların üçünü orada yazdı. ecciniler, ebedi koca ve budala.
anna dostoyevski sayesinde artık büyük borçların altından kalkmışlardı ve sadece kendi hayatlarını sürdürebilecek bir paraya sahiplerdi. yazar ilk defa kendini mutlu hissediyordu. ülkesinin geleceği için fikirlerine ve gazeteciliğe ayıracak zaman bulabiliyordu. bunu vatanseverlik olarak görüyordu ve onu dinleyen birçok üniversiteli genç mevcuttu.

bu mutluluğu gölgeleyecek yeni bir hadise ortaya çıkmaya başladı. dostoyevski’nin gittikçe kötüleşen sağlığı bu mutluluğu gölgeliyordu. çocukluğunda ve gençlik döneminde onu yakalayan sara nöbetleri geri dönmüştü. yine de bozulan sağlığına rağmen 1879 yılında belki de eserleri arasındaki en önemlisini en büyüğünü “karamazov kardeşleri” yazmaya başladı.

aynı yılın sonunda “russki weistnik” dergisinde tefrika olarak yayınlanmaya başladı. 8 kasım 1880 yılında romanın son bölümü yayınlandı. yayınevine gönderdiği son bölümün içinde bir de mektup vardı. mektupta “izninizle size “elveda” demeyeyim. daha yirmi yıl yaşamak ve yazmak niyetindeyim.” demişti.
25 ocak 1881’de yeniden hastalandı. çağırılan doktor gece hastanın kriz geçireceğini söyledi. gerçekten de huzursuz gece geçiren dostoyevski artık daha fazla yaşayamayacağını anladı. karısına kendisine “sefahatten dönen oğul” dan parçalar okumasını istedi.

son hastalığına yakalanmadan bir gün önce kitaplarını yayınlayan yayınevinin sahibine şunu yazmıştı; “şimdi fena halde paraya ihtiyacım var. lütfen bana 4 bin ruble gönderin.”
bir papaz başında dualar okudu. akşam saat 8 buçukta yaşama gözlerini yumdu.
ölümünden sonra kitapları binlerce baskı yaptı ve hayatını hep para sıkıntısıyla geçiren dostoyevski varislerine milyonlarca ruble kazandırdı.
devamını gör...

anime izlemeyen, animeler hakkında pek bilgisi olmayanların ön yargısından kaynaklanan durum.
çoğu “live action” film ve diziyle kıyaslanamayacak kadar iyiler. hollywood’un hayal dahi edemeyeceği konuları en başarılı şekilde işliyorlar.
evet bazı davranışları ilk izlemede tuhaf geliyor, aşırı tepkileri bazen cringe olarak nitelendirilebiliyor ama alışınca o yoğun duyguyu hissedebiliyorsunuz.
ön yargılarınızı bırakıp zevkinize uygun bir anime bulursanız vazgeçemeyeceksiniz eminim.*
(bkz: anime önerisi)
devamını gör...

muhtelif tipler var burada. ben bazılarını yazayım gerisini de siz doldurun.
-düz yazarlar: sözlüğün çoğunluğunu oluşturan yazarlardır. okur ve kimselere bulaşmadan yazarlar. (bkz: sözlüğün düz yazarları)
-troller ya da troll görünümlü yazarlar: sözlükte nesilleri tükenmekte olan yazarlardır. neredesiniz?
-popüler yazarlar: takipçisi ve karması bol yazarlardır.
-kankacı ve sosyal yazarlar: nickaltları kalabalık, kulüp sahibi, doğum günleri kutlanan yazarlardır.
-işçi ya da emekçi yazarlar: sözlüğün en eski zamanlarından beri yazan vefalı yazarlardır.
-asi ve uçarı yazarlar: çoğu zaman isyan edip bazen de uçurulan yazarlardır.
-tematik ve madalyon sahibi yazarlar: akademik tiplemeli yazarlardır.
-goygoycu ve kurgucu yazarlar: sözlüğün eğlence tarafını oluşturan yazarlardır.
-lordlar kamarasına dahil olan yazarlar: sözlüğün kurumlarında makam sahibi olan yazarlardır. çakarlı tanım sahibidirler.
-yalnız yazarlar: kendi halinde mücadele veren tiplemelerdir.
-yanlış yazarlar: yanlışlıkla yazar olmuş ama bundan haberi olmayan yazarlardır.

eminim çok daha fazlası var. her halinizle sizi, sözlüğü seviyorum.
devamını gör...


herkese tanıdık geleceği üzere travmaların en önemli özelliklerinden biri onu anlatma ya da açığa çıkarma konusundaki yetersizliğimizdir. sadece kelimeleri kaybetmeyiz, aynı zamanda hafızamızla da ilgili kayıplarımız vardır.

travmatik bir olay sırasında, düşünce
süreçlerimiz öyle dağınık ve düzensiz hale
gelebilir ki asıl olaya ait anıları fark edemez
oluruz. bunun yerine anlarımız, görüntüler, bedensel algılar ve kelimeler halinde içimizde bir yerlere dağılır ve bilinçaltımızda depolanır.

sonra herhangi bir şeyle, hatta asıl deneyimi uzaktan andıran bir tetikleyici ile aktif hale gelir. bir defa tetiklendiğinde, adeta görünmez bir geri sarma tuşuna basılmış gibi asıl travmanın özelliklerinin günlük yaşamlarımızda yeniden canlanmasına neden olur. bilinçsizce, kendimizi belirli bazı insanlara, olaylara veya durumlara geçmişi yansıtan o tanıdık, eski yollarla benzeri tepkiler verirken bulabiliriz.

sigmund freud bu kalıbı yüz yıldan fazla süre önce tanımlamıştır. travmatik yeniden canlandırmalar veya freud'un adlandırdığı gibi "yineleme takıntısı" bilinçaltının çözülememiş şeyleri "hatasız yapmak" üzere tekrarlama girişimidir. geçmişteki olayları çözmek amacı güden bilinçaltından gelen bu dürtüler aile tarihinden gelebilir ve geçmişteki çözülmemiş travmalar gelecek nesillerde ortaya çıkabilir.
devamını gör...

'mikroskobik anatomi' olarak da bilinen bilim dalıdır.
devamını gör...

insanların sizin şeytan olduğunuzu düşünmesi, sağ elini kullanmak zorundasın denilip resmen sol elin okulda dövülmesi. haram yerken o kadar da önemli görmüyorlar ama sağ sol farketmiyor.
devamını gör...

mevcut yönetime büyük faydası var.

zira adamlar gözünü açmış, okumuş ve değerlendirme yapmasını bilen insanları sevmiyorlar.

istiyorlar ki haline şükreden fakirler olsun hep, bizleri seçsinler istediğimiz gibi at oynatalım.

ne demiş aziz nesin;"%70'i gerizekalı olan bir ülkede en geçerli ticaret din tüccarlığıdır" boşa dememiş işte.
devamını gör...

cehennem kapısı, ilahi komedya olarak bilinen, orijinal adı commedia veya daha popüler olarak la divina commedia, dante alighieri tarafından yazılmış, tüm edebi metinler içerisinde en bilinenlerden ve kendisinden sonra edebiyat, sinema, resim, heykel gibi birçok alanı etkilemiş şaheserin sahip olduğu en etkileyici tasvirlerinden birisi.

zaten tasvir konusunda muazzam olan kitap, adeta cehennemin soluk, soğuk (!), umutsuz, alacakaranlık hissini her aşamada yaşatmakta.

ancak öyle bir anlatım kısmı var ki, cehennemin kapısı, insanı önünde çaresizce dikiliyormuş gibi hissettirmekte.

uzatmadan sadede gelelim:

eserin başkahramanı kendisi olan dante; cehennem, araf ve cennetten oluşan gezisinin cehennem ayağında iken, cehennemin kapılarına geldiğinde şu ifadelerin yazılı olduğunu görür:

buradan gidilir acılar kentine,
buradan gidilir bitmek bilmeyen acıya,
buradan gidilir yitmiş insanlar arasına.
adalet yol gösterdi ulu rabbime,
kutsal güç, yüce bilgelik, ilk sevgi yarattı beni.
benden önce her şey sonsuzdu;
sonsuza dek süreceğim ben de.

içeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.


yeri gelmişken ileteyim, burada da görüldüğü üzere zekice laf oyunları nedeni ile eserin adı olan ilahi komedya’yı “ilahi hiciv” olarak da yorumlamak mümkün.

—-

peki ölmeden de görebilir miyiz bu cehennemin kapısını?

sanat zaten bunun için değil mi?

elbette çok fazla sanatsal çalışma var, ancak benim en sevdiğim bu:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir de cehennemin kapısından bahsedince akla ilk gelen eser var. sağolsun fransız sanatçı auguste rodin kitaptaki ilgili sahneyi (kapıyı) ustaca ete kemiğe büründürmüştür:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

görsel kaynak

eser 6 metre yüksekliğe, 4 metre genişliğe ve 1 metre derinliğe sahiptir.

—-

eğer konu ilginizi çekiyor ve daha derinlemesine dalmak isterseniz dücane cündioğlu’nun şu üçlemesi izlenesidir:

cehennemin ağzında felsefe: limbus (1)

cehennemin ağzında felsefe: limbus (2)

cehennemin ağzında felsefe: limbus (3)
devamını gör...

başlık ve altına yazılanlar nasıl bir kafanın ürünüyse artık, başkalarının özel hayatı için "yapmayın" falan diyor...

normalde böyle başlıklara yazmamak prensibimdir ama artık cidden şunu yaoan erkek bunu yapan kadın başlıklarından gına geldi. suç teşkil etmediği müddetçe kim ne isterse yapar bu kadar basit. kaldı ki bu, özel hayat.
bizim millet de bayılıyor ya özel hayat konusunda tavsiye vermeye. ikili ilişkiler hakkında bu kadar konuşup da bu konuda bu kadar başarısız olan başka bir millet yoktur bence.

ayrıca hanım ne alüminyum? şu, eşleri tanımlamak için kullanılan "hanım, bey, karı, koca" kelimelerini toptan yok etmek lazım aslında da malum, dil zihniyetin sebebi olmaktan ziyade; sonucu.

tanım: saçma sapan bir başlık.
devamını gör...

tam sayfalarca yazacak gibi olup vazgeçiyorum. belki de bir kaç günlüğüne başkasının hayatını yaşamak istiyorum. dinlenmek, sadece dinlenmek için.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim