cimrinin yaşantısında yalnız bir başına kalması gerek. arkadaşlığı kesmezseniz içinizi 'ben miyim tek enayi?' sorusu kemirir ki yok yere üzüntü demektir.
devamını gör...

zülfü livaneli'nin hayatımıza soktuğu kelimedir. huzursuzluk kitabında bahseder bu kelimeden. anlamı irdelenmesi düşünülmesi gereken son derece güzel bir kelimedir. şöyle bahseder.


harese nedir bilir misin oğlum? arapça eski bir kelimedir. bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. harese şudur evladım: develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. bunun adı haresedir. demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. bütün ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz.
kendi kanının tadından sarhoş olur.


bunu kitabına koyarak ne demek istediğini açıkça belli eder zülfü livaneli. var olsun.
devamını gör...

bu kadar takılmayın, benim beğeniye ihtiyacım yok. hiçbir tanımım beğeni almasa da zerre umurumda değil. ben buraya eğlenmeye ve vakit geçirmeye geliyorum, kim ne yapsın beğenileri. ayrıca genel olarak herkesi seri beğeniyorum. kimse kişisel algılamasın.
devamını gör...

hasibe eren'in hayat verdiği efsaneleşmiş bir karakter.

-anneeee kardan adam yapalım mı?
-sus kız "içi herif çekiyor" derler.
devamını gör...

başkasının hayatına burnunu sokmak . kendi yaptıklarını hasır altı edip başkasının özel yaşantısına karışmak . hakaret etmek, üstüne yürümek .
ve ayrıca sana ne, bana ne , kime ne?
devamını gör...

patrick modiano’nun kendine müslüman polisiye kitabıdır.

hafızanız en büyük servetiniz de olabilir en büyük lanetiniz de. onun sayesinden gözlerinizi kapatıp geçmişi düşünmeye başladığınız zaman muhteşem zamanların tadına yeniden varabilir, artık var olmayan insanları yanınıza geri çağırabilir, bir dönem yaşamış olduğunuz zevkleri tekrar canladırabilirsiniz. ya da hafızanız sizi geçmiş cehennemine gömebilir, acısının geçtiğini sandığınız yaraları kanatabilir, kurtulduğunuzu sandığınızı dertleri hortlatabilir. hafızanızın bir hazine mi yoksa cehenneme bir bilet mi olduğunu ancak onu kaybettiğiniz de ve bulmak için her şeyi yapmaya karar verdiğinizde anlayacaksınız?

hafıza kaybı herkes için zorlayıcı bir durumdur ama hele bir de özel dedektifseniz, işler iyice sarpa sarabilir. hafızasını kaybeden bir özel dedektif çapasını kaydeden bir çiftçi gibi elleri bomboş, ne yapacağını bilmez bir halde kalakalır orta yerde. ve onun için yapılacak tek şey, hatırlamadığı ama var olduklarına emin olduğu dedektiflik yeteneklerine güvenip kayı hafızayı yerine getirmektir.

patrick modiano, nobel ödüllü bir yazar. bu onu okumak için yeterli bir neden olmayabilir. ancak eğer okursanız neden nobel aldığını anlayacaksınız.
devamını gör...

bilişsel psikolojide, yeni bir bilgiyi algılayıp yorumlayabilmemiz için önceden sahip olduğumuz bilgileri kullandığımızı belirten bir süreç. yukarıdan aşağıya işleme anlamına gelir.

kişinin bilgisi, deneyimleri, beklentileri, kültürel faktörler ve hafızası gibi unsurların bilgi işlemedeki önemini belirtir. önceden edindiğimiz bu bilgi ve birikimleri; baktığımız, duyduğumuz veya herhangi bir algısal olayda o şeyin ne olduğunu anlayabilmek için kullanırız.

örneğin: ispanyolca bilmemenize rağmen o dildeki bir beyzbol oyununu izliyorsunuz. oyuncuların isimlerini veya beyzbol ile ilgili söylenen terimleri anlayabiliyorsunuz. işte bunun nedeni daha önceki bilgilerinizi kullanarak algılamanızdan yani top down processing gerçekleştirmenizden kaynaklanıyor.

dünyayı algılayabilmemiz ve her yeni şeye yabancıymış gibi bakıp kalmamamız için bu işleme önemlidir.

yaygın bilinen örneklerinden biri stroop etkisi'dir. şimdi aşağıdaki görselde önce yazılan kelimeleri okuyun, sonrasında ise o kelimelerin yazıldığı renkleri söylemeye çalışın bakalım. iki deneyimin de süresi sizce aynı mıydı yoksa birinde daha çok mu zorlandınız? eğer cevabınız evet ise, yukarıdan aşağıya işleme/ top down processing deneyimlediniz demektir. zıttı için (bkz: bottom up processing).

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
görsel kaynak
devamını gör...

saki olarak da tanınan ingiliz yazar h.h.munro’nun kısa öyküsünden yönetmen james rogan tarafından senaryolaştırılıp çekilen bir kısa filmdir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

korku çok şeyden kaynaklanabilir. korkuya neden olan olaylar saymakla bitmez daha doğrusu. mesela batıl inançlar korkuya neden olur çoğu zaman. geceleri su kenarında dolaşmak, gece vakit açık alanda işemek, kurbağaya basmak, gece sakız çiğnemek, gece ıslık çalmak... bunların hepsi üç harflilerin hücumuna uğramamıza neden olabilir ve bu da doğal olarak korkuya neden olur. annem tarafından bu konuda defalarca uyarıldığım için iyi biliyorum.

bilinmeyen şeyler de insanda korku yaratır. sakin sakin otururken nereden geldiğini anlamadığımızı kuvvetli bir gürültü irkilmemize neden olur mutlaka, daha önce hiç karşılaşmadığımız bir böcek karşımıza çıkarsa korkarız, nerden çıktığını anlamadığımız bir gölge yolda yürürken bizi stephen king romanlarına daldırıp çıkartabilir ya da.

oyunbaz bir insanın manasızca ve nedensizce koşulladığı zihnimiz de korku koridorlarında dolaşabilir tir tir titreyerek. zihnimiz bir konuya sistematik bir şekilde başka bir insan tarafından takıntılı hale getirilirse sonuç; her yerden çıkan samaralar görmek olabilir ve bu da çok korkutucudur.

saki müthiş bir yazar ve çok oyunbaz. zihninizle oynamasına müsade etmeyin.


open window
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ingilizcede akıl şeysi, beyin şeylemesi affedersiniz. genelde sonunda nassı yaa diye kalakaldığınız filmler için kullanılır. david lynch gibi , bazı yönetmenlerin tarzıdır. bir tane filmini yazayım:
mulholland drive
devamını gör...

bakıyorum ama görmüyorum.
sormuyorum çünkü biliyorum. hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.
duymuyorum zaten dinledim. ve anlamak istemediğim gerçeklerle yüzleştim.
fark etmiyor çünkü önemli olan o değil. bilincim kabul etmiyor.
zannettiğim şeylerle gerçekte olanlar arasındaki fark açıldıkça gerçek dünyaya s/açılma ve saçılanı toplamak daha zahmetli bir hal alıyor. doğaüstü ve gerçek bir şeylerin varlığı ilgi çekici. her şeyin mümkün olabildiği. güçlü bir inanç çok tesirli. zaman daralıyor. tik tak tik tak. labirentin de bir amacı var. kaybolmak.
devamını gör...

deniz kokusu ve yasemin kokusudur.
devamını gör...

daha ilkokula bile başlamamışım 5-6 yaşlarında falanım. bizimkiler tabi beni o yaşta sokağa oynamaya yollamıyor zaten apartmanın çevresinde de oynamaya müsait bi alan da yok. benim dünyayla tek bağım televizyon, radyo (evet o zamanlar radyo vardı), annem, babam ve arada bir bize gelen benden 5-6 yaş büyük annemin amcasının oğulları idi.

bu elemanlar benden büyük oldukları için annem onlarla apartmanın önündeki küçük bahçeye çıkmama izin verirdi, ben tabi bunlarla takılmak için çıldırıyorum, muhabbet edelim, oyun oynayalım diye darlıyorum. bu elemanlar bahçe duvarının üstüne oturuyorlar ben boyumun 1,5 katı duvara götüm götüm tırmanmaya çalışıyorum fırat gibi, ezikliğin sınırlarında çılgın atıyorum.

bi gün işte televizyonda izlediğim bişiyi anlatıyorum ben bunlara, aralarından biri tvde izlediğin insanlar seni görüyo dikkatli ol tadında bişiler söyledi, diğeri de evet doğru söylüyo vs diye destekleyince nohuttan hallice olan beynimle ben buna ciddi şekilde inandım ve benim için çok heyecanlı günler başladı.

o zamanlar icraatın içinden diye bi program vardı başbakan özal çıkıp şunu yaptık, bunu yaptık diye anlatırdı, neyse özal çıkıyo babam pijamalarıyla uzanıyor evde aklım almıyo babama bak be ne taşşaklı adam özal'ın karşısında pijamalarıyla uzanıyo diyorum içimden. bi yandan da özal çıkınca evde çok koşup sağa sola saldırmıyorum uslu durmaya çalışıyorum falan. program bitsin de sağa sola saldırayım diye dakikaları sayıyorum.

bi de o dönem adile naşit'in çocuklara masal anlattığı bir program var, ben adile naşit'in en ateşli fanıyım adile naşit çıkınca böyle gözlerinin içine bakıyorum, elimle öpücük yapıp yolluyorum falan, bizimkiler de demiyo olm mal mısın napıyosun.

işin en can alıcı olan kısmı ve dananın kuyruğunun koptuğu nokta ise, o zamanlar yine trt çocuk korosu var tvde, benim yaşıma yakın çocuklardan oluşan bi koro çıkıp şarkı söylüyolar işte küçük ayşe küçük ayşe neyin var bana söyle vs.

o koroda sarışın bi kız var ama nası var ya yıkılıyo, afet bişi. ben de buna kesiğim hafiften, koro çıkınca ben bu sarıya kitleniyorum başından sonuna kadar. bi yandan da artık kızın beni gördüğünü biliyorum tabi, gün içinde pijamalarıyla, elinde plastik kılıcı ile boyunun iki katı oyuncak pandanın üstünde he man diye koşturan ben tv de koro başlayacağı zaman gidip en güzel kıyafetlerimi giyiyorum saçlarıma su vurup tarıyorum tvnin karşısındaki kanepeye geçip bacak bacak üstüne atıp bi kolumu da koltuğa uzatıyorum (babam öyle oturduğuna göre bu havalı bi oturuş olmalıydı çünkü) koro çıkıyo ben kıza bakıyorum havalı havalı, kamera bazen kıza zoom yapıyo işte ben sanıyorum ki o da bana bakıyo, utanıyorum kafamı çeviriyorum falan böyle delikanlılığı da elden bırakmıyorum ama flört ediyoruz yani belli o da bana karşı boş değil.

bu durum böyle 1 hafta falan sürdü, sonra annem oğlum sen niye giyinip saçını tarıyosun her gün, seni gezmeye mi götüreyim onu mu demek istiyosun vs diye sorunca olay ortaya çıkmıştı. işte ilk o gün anlamıştım ne kadar seversen sev, imkansız aşk diye bişi olduğunu.
devamını gör...

buraya ilk kayıt olduğum da inanılmaz bir boşluktaydım. çok sevdiğim birini hayatımdan çıkarmış , moralman bitik bir haldeydim. hayatımdan çıkardığım kişi , hayatımın merkezindeydi. herkesin gözü kapalı güvendiği biri vardır ya hayatında hah!! işte benimki de oydu.

1 gün geçti. 2 gün geçti. sürekli bir şeylerle oyalanmaya , kafa dağıtmaya, o kişiyi düşünmemeye çalışıyorum ama olmuyor. insan boşluğa düşünce tutunacak bir dal arıyor. kafasını meşgul edecek bir şey. kitap okuyorum,aklıma geliyor " bana kitap almıştı" diye oturup ağlıyorum. sigara içiyorum. sigaraya o alıştırmıştı deyip daha da ağlıyorum.

neyse bir gün gittim alabildiğimce kaktüs aldım. 1-2 saat toprağını değiştir, saksisini değiştir derken onu düşünmemeye başladım.
bu kaktüs yetiştirme hobisi de bir yere kadar sürdü. sonra hooop başa tekrardan.

gel zaman git zaman uzun süre youtube üzerinden takip ettiğim bir youtuber sayesinde keşfettim burayi. ismini eski tanimlar da yazdım. o zaman kafa sözlüktü tabi buranın adı. neyse buralar çok önemli değil. oldu bitti yazarak içini dökenlerden olmadım ben ta-ki buraya yazana kadar. hep içime atardım. o yüzden de çok biriktirirdim içimde. tek sırdaşim oydu ve o artık yoktu.

ilk zamanlar amatörce belki de zamanla profesyonel okuyan -takip eden yazar arkadaşlarım daha iyi bilir , yazdıkça o kişiyi attım içimden. ona diyemediklerimi buraya yazdım. onu özledikçe buraya yazdım. çok çok özlediğim de kafa iznine çıktım. iyi kötü 1 seneyi geri de bıraktım.

gelinen nokta da artık onu tamamen hayatımdan çıkardım. insan hayatı böyle işte. biri gider 1000 kişi girer hayatına. burada çok kişiyle tanıştım, konuştum. çok güzel insanlar tanıdım. birçoğu ile sosyal medya hesaplarımızla takipleşiyoruz.

yazdıklarımı 1 kişi bile okuyorsa ne mutlu bana. çünkü bu beni yazmaya iter. çünkü ben yazmazsam, içimdekileri buraya dökemezsem eskiye tekrar dönerim. ayni şeyleri tekrar yaşamak istemiyorum.

bazen yazdıkça yazıyorum. bazen yazdıklarımı siliyorum. yayınladığım tanımı cık bu olmadı sil diyorum ve siliyorum. dakikam dakikasını tutmuyor.

kısaca bura bana yaşadığım şeyleri unutturuyor. saatlerce içimi birine dökmüşüm gibi rahatlatıyor. bazen insanları güldürmek zorundaymışım gibi hissediyorum. geri dönüşlerden anladığım kadarıyla yazdıklarıma gülenler de var * benim gibi birçok şey yaşayıp buraya içini döküp rahatlayan da.

ben yazabildiğim yere kadar yazmaya devam edeceğim. güldürmeye, ağlatmaya, bilgilendirmeye, insanları tanımaya, güzel dostluklar edinmeye devam edeceğim.
devamını gör...

up.
devamını gör...

zihin kirletici sektör. uzun süre izledikten sonra sosyal hayatta kendinizi bile rahatsız edecek bilinçaltınıza yerleşen iğrenç çağrışımlar yapacaktır. uzak durulmalıdır.

ek:
evrim ağacının hakkında şu makaleyi paylaştığı konudur
devamını gör...

aynısı bana da deniliyor ve hoş değil. ayrıca bu tip şeyleri karşıdaki hali hazırda sinirliyken demek aranızı fena bozulabilir. empati kurun yani; siz orada bir şeye sinirlisiniz ve ciddiye alınmıyorsunuz bile. bu ne şimdi?
devamını gör...

birden çok kralın olduğu yerde, şeytanın sözü geçer...*
devamını gör...

ne mutlu türküm diyene diyerek ırkımdan aşırı derece gurur duyuyorum. türk olmak herkese nasip olmaz, mutluyum ki o şanlılardan oldum. her ırka da saygı duyuyorum. kimse ırkını seçemez ve herkes ırkını yükseltmekle görevlidir.
devamını gör...

sanat bence sanat için olmalı eğer topluma gelişme, farklı bir bakış kazandırmak isteniyorsa. toplumun yapısına uygun olarak toplum için de yapılabilir sanat ama o zaman da toplumu ileriye götürmek, farklı bir bakış kazandırmak daha zor olabilir bence. (belki bu kararım değişir. öncesinde bu konuyu hiç düşünmemiştim.).
e: bu yazdıklarımdan sanatın halk için olduğu anlamı çıkıyor gibi ama değil. sanat sanat için olursa kendini devamlı ileriye götürür ama sanat halk için olursa halkın isteği doğrultusunda şekil almak zorundadır. örneğin sinema bir sanat dalıdır. recep ivedik halk için, nbc filmleri sanat için yapılıyor.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim