geceye bir sanat eseri bırak
devamını gör...
tüm yazarların profilinde kurucu yazması
günlerdir baskı yapıyoruz, yoldaş koltuğu birisine bırak diye. adam hepimize bırakmış.* en temizi.
kurucu olduğuma göre, store'dan istediğimi alabiliyor muyum, alamıyor muyum? gidip kavga edeyim bari, "buralar benim, ne demek istediğinizi alamazsınız" diyen kasa görevlisiyle.
kurucu olduğuma göre, store'dan istediğimi alabiliyor muyum, alamıyor muyum? gidip kavga edeyim bari, "buralar benim, ne demek istediğinizi alamazsınız" diyen kasa görevlisiyle.
devamını gör...
ekolojik döngü
ekolojik döngü temel olarak elementlerin/bileşiklerin, canlı ve cansız ortamdaki devinimidir. bahsi geçen maddeler su, mineraller, azot, oksijen ve karbon gibi maddelerin, canlılar, su, hava ve toprak arasında çeşitli formlara dönüşerek yer değiştirmesi, doğada sürekli dolaşımıdır. ekolojik döngü diğer biyolojik tanımlar gibi çok keskin sınırlarla belirlenemez. en geniş ekolojik ortam mikro etmenleri saymazsak (gök taşları gibi) atmosferin en üst tabakasının altında kalan tüm alandır. evinizde oluşturduğunuz (bkz: vivaryum) bu ekosistemin oldukça alt seviyerinde kalan bir ekolojik döngü içerir.
ekolojik döngüde farklı moleküllerin farklı döngüleri vardır. örneğin fosfat havada bulunmadığı için döngüsü canlı, sıvı arasında devam eder. oysa azotun ekolojik döngüsü içerisinde hava da bulunmaktadır.
ekolojik döngünün bozulduğu durumlarda çevresel değişimler, kayıt altındaki veriler ile karşılaştırılarak doğal döngüsünden çıkan veya ortama karışan denge dışı moleküller incelenir.
söz gelimi marmara denizinde görülen müsilaj, ekolojik döngünün taşıma kapasitesinin üzerinde maddenin seyreltilme dahi olmaksızın suya salınması sonucu oluşmuştur. her maddenin doğada bir tüketicisi vardır. burada tüketici mikro alglerdir. ekolojik döngü normale döndüğünde (kapasite üzeri salım durduğunda) denge yeniden kurulacak ve müsilaj tabakası ortamdaki besin tükendiğinde ortadan kendiliğinden kalkacaktır (tabi ki hemen yarın değil). yalnız burada ekolojik döngünün bir ekolojik denge oluşturacağını da bilmek gerekir. ortamda bulunan müsilaj içerisindeki madde yığımı pek tabi başka organizmaların da besin kaynağı olacağından müsilajın ortadan kalkması sorunun tek başına ortadan kalktığını göstermeyecektir.
ekolojik döngü her ne kadar moleküllerin devinimi olarak basitçe özetlenebilse de, modellemeleri hem mikro hem makro düzeyde oldukça karmaşık sonuçlara açıktır.
ekolojik döngüde farklı moleküllerin farklı döngüleri vardır. örneğin fosfat havada bulunmadığı için döngüsü canlı, sıvı arasında devam eder. oysa azotun ekolojik döngüsü içerisinde hava da bulunmaktadır.
ekolojik döngünün bozulduğu durumlarda çevresel değişimler, kayıt altındaki veriler ile karşılaştırılarak doğal döngüsünden çıkan veya ortama karışan denge dışı moleküller incelenir.
söz gelimi marmara denizinde görülen müsilaj, ekolojik döngünün taşıma kapasitesinin üzerinde maddenin seyreltilme dahi olmaksızın suya salınması sonucu oluşmuştur. her maddenin doğada bir tüketicisi vardır. burada tüketici mikro alglerdir. ekolojik döngü normale döndüğünde (kapasite üzeri salım durduğunda) denge yeniden kurulacak ve müsilaj tabakası ortamdaki besin tükendiğinde ortadan kendiliğinden kalkacaktır (tabi ki hemen yarın değil). yalnız burada ekolojik döngünün bir ekolojik denge oluşturacağını da bilmek gerekir. ortamda bulunan müsilaj içerisindeki madde yığımı pek tabi başka organizmaların da besin kaynağı olacağından müsilajın ortadan kalkması sorunun tek başına ortadan kalktığını göstermeyecektir.
ekolojik döngü her ne kadar moleküllerin devinimi olarak basitçe özetlenebilse de, modellemeleri hem mikro hem makro düzeyde oldukça karmaşık sonuçlara açıktır.
devamını gör...
regl olayının çok abartılması
abartmak..?! ''ucundan azcık'' temalı: maşallaaaah ve çeyrek altınların havada uçuştuğu, davul-zurna eşliğinde göbekler atıldığı sünnet düğünü gibi..? haa onlar erkek tarafı pardon ;)
devamını gör...
555k
cemal süreya şiiridir.
...
"iktidarın baskılarından bunalan gençlik, 5 mayıs’ta bir protesto gösterisi yapmayı kararlaştırır. eylemin parolası “555k”, kulaktan kulağa fısıldanarak yaygınlaştırılır. parola, “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te kızılay’da” demektir. o gün çok büyük bir gösteri gerçekleşir.
başbakan adnan menderes, öfkeli kalabalığın elinden güçlükle kurtarılır ve bir gazetecinin otomobiline bindirilerek alandan kaçırılır…
cemal süreya, yedek subay olarak içinde yer aldığı bu olayın şiirini yazar ve papirüs dergisinin ilk sayısında “555k” adıyla yayımlar:"
şimdi bursa’da ipek çeken kızlar
bir karasevda halinde söylemektedir:
görmeğe alıştığımız nice yazlar
kimleri alıp götürdüler ama kimleri
karanfil bıyıklı genç teğmenleri
ak saçlı profesörleri, öğrencileri
adları şuramıza işlemektedir
ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
bir karasevda halinde söylemektedir
şimdi bursa’da ipek çeken kızlar
şimdi erzurum’da çift sürenlerin
geçit vermez kaşlarının altında
derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
sabanın demiri girdikçe toprağa
hınçlarını gömmektedir içine yerin.
çünkü millet hayınları ankaralarda
çünkü izmirlerde, çünkü istanbullarda
çünkü başka yerlerinde memleketin
kanına girdiler masum gençlerin
işte onun için karanlıktır gözleri
şimdi erzurum’da çift sürenlerin.
şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
şimdi acının ve hüznün göklerinde
umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
uykumuzun bir ucunda bombalar
bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
ingiliz usulü piyade tüfekleriyle
insanca yaşamanın onuru arasında
milletcek bir gidip bir geliyoruz
şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
şimdi ay doğar bulutlar arasından
kavat derebeyleri yüreksiz bolu beyleri
hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
cebren ve hile ile haklarımızı alan
zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen
biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
türküleri duyuyor musunuz nice derin
yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
karanlığı tutuşturup bir köşesinden
geceyi gündüze çevirenlerin
biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.
(papirüs, ağustos 1960)
kaynak
eniyisipencere ukdesi.
...
"iktidarın baskılarından bunalan gençlik, 5 mayıs’ta bir protesto gösterisi yapmayı kararlaştırır. eylemin parolası “555k”, kulaktan kulağa fısıldanarak yaygınlaştırılır. parola, “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te kızılay’da” demektir. o gün çok büyük bir gösteri gerçekleşir.
başbakan adnan menderes, öfkeli kalabalığın elinden güçlükle kurtarılır ve bir gazetecinin otomobiline bindirilerek alandan kaçırılır…
cemal süreya, yedek subay olarak içinde yer aldığı bu olayın şiirini yazar ve papirüs dergisinin ilk sayısında “555k” adıyla yayımlar:"
şimdi bursa’da ipek çeken kızlar
bir karasevda halinde söylemektedir:
görmeğe alıştığımız nice yazlar
kimleri alıp götürdüler ama kimleri
karanfil bıyıklı genç teğmenleri
ak saçlı profesörleri, öğrencileri
adları şuramıza işlemektedir
ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
bir karasevda halinde söylemektedir
şimdi bursa’da ipek çeken kızlar
şimdi erzurum’da çift sürenlerin
geçit vermez kaşlarının altında
derindir, ıssızdır, korkunçtur gözleri
sabanın demiri girdikçe toprağa
hınçlarını gömmektedir içine yerin.
çünkü millet hayınları ankaralarda
çünkü izmirlerde, çünkü istanbullarda
çünkü başka yerlerinde memleketin
kanına girdiler masum gençlerin
işte onun için karanlıktır gözleri
şimdi erzurum’da çift sürenlerin.
şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
gündüzü kısalttılar geceyi uzattılar
şimdi acının ve hüznün göklerinde
umudun yıldızı sarı yıldız mavi yıldız
uykumuzun bir ucunda bombalar
bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar
ingiliz usulü piyade tüfekleriyle
insanca yaşamanın onuru arasında
milletcek bir gidip bir geliyoruz
şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
şimdi ay doğar bulutlar arasından
kavat derebeyleri yüreksiz bolu beyleri
hırsızlar, yüzde oncular, kumar erleri
cebren ve hile ile haklarımızı alan
zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçgen
biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi
türküleri duyuyor musunuz nice derin
yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda
karanlığı tutuşturup bir köşesinden
geceyi gündüze çevirenlerin
biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.
(papirüs, ağustos 1960)
kaynak
eniyisipencere ukdesi.
devamını gör...
hiçbir zaman evlenemeyeceğini anlamak
uzun zaman önce fark ettim. böylesi daha iyi diye düşünüyorum. ama hayırlısı bu işler tabii.
devamını gör...
kanser
'neoplastik' bir hastalıktır.
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
devamını gör...
gece gece kokoreç yeme isteği
ansızın gelen bir istektir yakaladımı bırakmaz.
devamını gör...
şöyle koyayım böyle koyayım
“...oradan atlayıp böyle koyayım, ters çevirip düz koyayım...” şeklinde devam eden yoldaş söylemi. yoldaş'ın hayal gücünü gözler önüne sermiştir. yeni bir bkz olma yolunda merdivenleri üçer-beşer çıkmaktadır. hayırlı olsundur.
devamını gör...
hint generalden türkiye'ye ege'de tehdit
dün inek sidiği içenler bugün bizi tehdit eder olmuş.
devamını gör...
çocuk yapabilme ehliyeti
iyi bir egitim ve ahlak bilgisi verilmeyen,anne babanın sıkıntılı bireyler olması sonucunda psikolojik sıkıntıları olan çocuklar yetişiyor.ilerde kendine yararı olmuyor ki çevresine yarari olsun.bu bir kısır döngü böyle bir ehliyet olsa keske dediğim durum.
devamını gör...
normal sözlük'teki aile ortamı
serserisi olmayı kabul edeceğim ailedir. herkes uyuduktan sonra mutfakta gürültü yaparım ama.
devamını gör...
yavru kedilerime isim buluyoruz kampanyası
devamını gör...
keyif pezevengi
keyfinden ödün vermeyen kişilere karşı "sefa pezevengi" olarak da kullanılan ama sefa isimli insanlara karşı saygısızlık olduğunu düşündüğüm sözcük grubu.
devamını gör...
çul çürüten
hiç bir kaygısı olmadan yaşayan.gamsız.
devamını gör...
yanlış anlamayın dilenci değilim
sadece biraz karma puan isteyecektim diye devam edebilecek sözdür. malum kafa store ateş pahası*.
devamını gör...
kuran-ı kerim imza günü
tevrat telif atacağı için toplatılacaktır.
devamını gör...
içinde hapsolmak istediğiniz yıl
2012.
devamını gör...
köygöçüren
fakir baykurt'un romanı.
kantarma köyünün, susuzluk ile olan hikayesini ve bu hikayenin tam orta yerindeki köygöçüren bitkisinin orta anadolu halkı ile olan ilişkisini anlatır.
kantarma köyünün, susuzluk ile olan hikayesini ve bu hikayenin tam orta yerindeki köygöçüren bitkisinin orta anadolu halkı ile olan ilişkisini anlatır.
devamını gör...