mona lisa
leonardo da vinci'nin en kült eseridir. bu kadar ünlü olmasının en önemli nedeni louvre müzesinden çalınmış olmasıdır. 2 yıl boyunca vincenzo peruggia'nın paris'te kaldığı eski otel odasındaki yatağının altındaki sandıkta beklemiştir. bu kişi aslında başka bir resmi çalmak için girdiği müzede, mona lisa'yla karşılaşınca resme karşı bir çekim oluşmuş ve diğer resimden vazgeçip mona lisa'yı çalmıştır. çalındığı süre boyunca hakkında o kadar çok konuşuldu ki, sakız paketlerinin üstünde bile artık mona lisa'nın resmi vardı. günümüzde de reprodüksiyonunun en çok yapıldığı eser olarak bilinir. çalınmasına dair o kadar çok söylenti vardı ki, pablo picasso'yu bile gözaltına almışlardı. ressamı mona lisa'yı çalmakla suçlamışlardı.
leonardo da vinci'nin yaklaşık 4 yıl boyunca bu eser için çalıştığı bilinenler arasında. kimisi leonardo'nun kendi otoportesini yaptığını iddia eder.
dadaizmin babası marcel duchamp ''bıyıklı mona lisa'' adlı eseri yapmıştır.
mona lisa'nın kayıp olduğu yıllarda yerine raffaello'nun bir resmi asıldı.
günde yaklaşık 25 bin kişi bu tabloyu görmek için louvre müzesi'ni ziyaret ediyor.
leonardo da vinci'nin yaklaşık 4 yıl boyunca bu eser için çalıştığı bilinenler arasında. kimisi leonardo'nun kendi otoportesini yaptığını iddia eder.
dadaizmin babası marcel duchamp ''bıyıklı mona lisa'' adlı eseri yapmıştır.
mona lisa'nın kayıp olduğu yıllarda yerine raffaello'nun bir resmi asıldı.
günde yaklaşık 25 bin kişi bu tabloyu görmek için louvre müzesi'ni ziyaret ediyor.
devamını gör...
küçükken inandığımız yalanlar
eğer tabağındakileri bitirmezsen arkandan ağlarlar denilince kıyamayıp yiyordum ben hep o yüzden de en inandığım yalan buydu maalesef .
devamını gör...
romeo ve juliet
william shakespeare'in gençlik yıllarında kaleme aldığı bir oyundur.
bu oyun için çoğunluktan farklı bir düşünceyi benimsemeye başladım sanırım. herkes romeo ve juliet'in hikayesinin ilk görüşte aşk olduğunu düşünür. öyle ki birbirleri için ölen, diğerinin nefesinin içinde bulunmadığı bir havayı içine çekmeye değer görmeyen iki aşık... peki, ya hikaye aslında bu kadar trajik değilse ya shakespeare sadece aşkla dalga geçiyorsa? kitabın başında ana karakterlerimizden biri olan romeo, rosaline adlı bir kadına kafayı taktığını dile getiriyor. ancak yakın bir zamanda, capuletlerin evinde olan bir maskeli baloda juliet'le tanışıp ona sırılsıklam aşık oluyor. aşk dediğimiz kavram bu kadar basit mi? dün aşkından kederlendiğin bir kadını unutmak ve bir anda tarihe adını yazdıracak bir hikayeye dönüşmek bu kadar kolay mı? hiç sanmıyorum. gerçi "yarayla alay edermiş yaralanmamış olan." belki bu yüzdendir yazarı ve milyarlarca insanı anlamıyor olmam.
bu oyun için çoğunluktan farklı bir düşünceyi benimsemeye başladım sanırım. herkes romeo ve juliet'in hikayesinin ilk görüşte aşk olduğunu düşünür. öyle ki birbirleri için ölen, diğerinin nefesinin içinde bulunmadığı bir havayı içine çekmeye değer görmeyen iki aşık... peki, ya hikaye aslında bu kadar trajik değilse ya shakespeare sadece aşkla dalga geçiyorsa? kitabın başında ana karakterlerimizden biri olan romeo, rosaline adlı bir kadına kafayı taktığını dile getiriyor. ancak yakın bir zamanda, capuletlerin evinde olan bir maskeli baloda juliet'le tanışıp ona sırılsıklam aşık oluyor. aşk dediğimiz kavram bu kadar basit mi? dün aşkından kederlendiğin bir kadını unutmak ve bir anda tarihe adını yazdıracak bir hikayeye dönüşmek bu kadar kolay mı? hiç sanmıyorum. gerçi "yarayla alay edermiş yaralanmamış olan." belki bu yüzdendir yazarı ve milyarlarca insanı anlamıyor olmam.
devamını gör...
iz bırakan kitap cümleleri
düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. işte bizim toplumumuzun yaptığı da bu!
mülksüzler, ursula k. le guin
mülksüzler, ursula k. le guin
devamını gör...
emel sayın
masal gibi eski türk filmleri'nin kendi güzel
sesi güzel
şarkıları güzel kadını.
bir gece ansızın gelebilirim.
sesi güzel
şarkıları güzel kadını.
bir gece ansızın gelebilirim.
devamını gör...
türkiye'de tartışma kültürü
arkadaşlar olmayan şeylerin tanımı yapmak mantıklı değil
devamını gör...
lise arkadaşlığı vs üniversite arkadaşlığı
lise arkadaşlıkları masumiyet ve saflık barındırır. ötekisi ise çıkarlar üzerine kuruludur.
devamını gör...
kadın hakemlerin futbol sahalarında artması
fransız stephanie frappart, uefa şampiyonlar ligi'nde maç yöneten ilk kadın hakem olup, başarılı olunca bu mesleğe kadınların ilgisi artmaya başladı. güzel hakem görünce oyuncuların daha iyi oynamaları, kadın hakemlerin futbolcular ile şakalaşıp iyi diyaloglar kurması, erkekler arasındaki kavgayı kolaylıkla ayırması, kararlarına itirazın az olması, kazayla oluşan sert hareketlerde bile kendilerini çabuk toparlamaları, seyircinin ilgisinin artması vb. faktörler “kadın hakemler maçları yönetse daha iyi olur” görüşüne neden oldu.
bir zamanlar dünya kupası’nda 3. olmuş a milli takımımız geçen sene uefa uluslar c ligi’ne düşmüştü. avrupa kupalarında güçlü rakiplerini ezip geçen futbol takımlarımız ise son senelerde zayıf rakipleri karşısında hezimetlere uğramıştı. liglerin kalitesinin çok düşmesi, halkın futboldan soğuması vb. sebeplerden ötürü “futbola kadın eli değerse düzelir” düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı.
merkez hakem kurulu “kadınların futbolun içinde çoğalması gerek, bunun destekçisiyiz” diye açıklama yapmıştı.
türkiye’de hem hakemlik hem de futbol üzerine doktora yapan tek kadın olan prof. dr. lale orta 2003 yılında uefa tarafından avrupa’nın en iyi 17 hakeminden biri olarak seçilmişti. fıfa kokartlı bazı kadın hakemlerimizin görüşleri.
cansu tiryaki: biz maç yönetince futbolcular, teknik adamlar, yöneticiler, seyircilerin itirazları sert ve yüksek olmuyor.
neslihan muratdağı: biz erkek hakemlerden daha çok çalışıyoruz.
mürvet yavuztürk: seyircilerden birisi bana küfür edince diğerleri “bak oğlum, o bizim bacımızdır' diye bağırınca çok duygulanmıştım.
seçim demirel: futbolcuların “hocam, çok güzelsiniz, gözleriniz çok güzelmiş hocam” gibi sözlerle beni etkileri altına almaya çalıştıkları oldu.
bir zamanlar dünya kupası’nda 3. olmuş a milli takımımız geçen sene uefa uluslar c ligi’ne düşmüştü. avrupa kupalarında güçlü rakiplerini ezip geçen futbol takımlarımız ise son senelerde zayıf rakipleri karşısında hezimetlere uğramıştı. liglerin kalitesinin çok düşmesi, halkın futboldan soğuması vb. sebeplerden ötürü “futbola kadın eli değerse düzelir” düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı.
merkez hakem kurulu “kadınların futbolun içinde çoğalması gerek, bunun destekçisiyiz” diye açıklama yapmıştı.
türkiye’de hem hakemlik hem de futbol üzerine doktora yapan tek kadın olan prof. dr. lale orta 2003 yılında uefa tarafından avrupa’nın en iyi 17 hakeminden biri olarak seçilmişti. fıfa kokartlı bazı kadın hakemlerimizin görüşleri.
cansu tiryaki: biz maç yönetince futbolcular, teknik adamlar, yöneticiler, seyircilerin itirazları sert ve yüksek olmuyor.
neslihan muratdağı: biz erkek hakemlerden daha çok çalışıyoruz.
mürvet yavuztürk: seyircilerden birisi bana küfür edince diğerleri “bak oğlum, o bizim bacımızdır' diye bağırınca çok duygulanmıştım.
seçim demirel: futbolcuların “hocam, çok güzelsiniz, gözleriniz çok güzelmiş hocam” gibi sözlerle beni etkileri altına almaya çalıştıkları oldu.
devamını gör...
karşıt düşünceyi yermek
gaye su akyol'un ''övgünüzle övünmem, yerginizle yerinmem'' sözlerini daima hatırlamak gerekir sanırım bu bağlamda. ve bu sözü kendi hayatının bir parçası yapanlar, düşüncesizlikler karşısında bir nebze de olsa motivasyon kaynağı bulabilirler.
karşıt düşünceler insanları besler fakat saygı çerçevesinde olması şartıyla. bu yüzden zekanızın dostu olmayanlarla ilişki de kurmayın.
karşıt düşünceler insanları besler fakat saygı çerçevesinde olması şartıyla. bu yüzden zekanızın dostu olmayanlarla ilişki de kurmayın.
devamını gör...
(tematik)
normal sözlük evlenecek eş aranıyor ilanları
10 sene sonra editleyeceğim başlıktır.
devamını gör...
50 yaşında adamın 6 yaşında kız ile nişanlanması
aynı adam, kız çocuğu 9 yaşına geldiğinde onunla evlenmiştir.
devamını gör...
dimyat
mısır'da nil nehri deltasında bulunan pirinci ile meşhur bir liman şehridir.
devamını gör...
çocuklara iki isim verme modası
3 çocuğa 6 isim vererek, benim de zamanında takip ettiğim moda.
dahaden çocuklarımın bundan muzdarip olduğunu görmedim. soyadı kısa olan herkes verebilir, uzun soyadlarında handikap yaratabilir.
dahaden çocuklarımın bundan muzdarip olduğunu görmedim. soyadı kısa olan herkes verebilir, uzun soyadlarında handikap yaratabilir.
devamını gör...
yıldız moran arun

1932- 1995 yılları arasında yaşamış türkiye'nin ilk kadın fotoğrafçılarından biri, belki ilki. aynı zamanda özdemir asaf'ın eşi, üç çocuğunun annesi.
robert kolej'de okumuş yıldız hanım, ingiltere'de fotoğrafçılık eğitimi almış. ilk sergisini 1953 yılında yurtdışında, henüz 21 yaşındayken açmış. 1954 yılında türkiye'ye dönüp istanbul'da kendisine bir atölye kurmuş. ve o yıl özdemir asaf ile tanışmış.

bu güzel fotoğraf çekimi de yine yıllar sonra eşi olacak yıldız moran arun'a ait.
1962 yılında özdemir asaf'tan ilk çocuğunu doğurur yıldız moran arun. henüz evli değillerdir. 1963 yılında evlenirler.
1950-1962 yıllarında başarıyla yaptığı fotoğraf sanatçılığını bırakır, evlenince.
yıldız moran arun, 1964 yılında özdemir asaf'ın 92 şiirini ingilizceye çevirir ve bu şiirler to go to adıyla yayınlanır.
şimdi yanyana aşiyan da yatıyor iki sevgili.

mezar taşında yazan şiir;
ikilem
sevgi ise, sevişeceğiz seninle ..
kavga ise, dövüşeceğiz seninle ..
ölümü de paylaştığımız yaşamda
ortaklaşa bölüşeceğiz seninle
kaynak : www.yildizmoran.com.tr/biog...
devamını gör...
ilk kez deniz görüldüğünde hissedilenler
lan bu ne kadar su....
devamını gör...
eski bir majeste
kıymetli dostlar, sevgili yoldaşlar,
kendi nickaltıma küçücük de olsa bir veda mesajıyla uzaklaşıcam buralardan. hiç de sevmem oysa ki vedaları ama bazen olması gereken bu oluyor, sanırım vakti geldi ayrılığın.
ilk 1000 yazardan biri olmanın gururunu taşırken sözlükten ayrı kalmak beni üzse de bunu yapmak zorundayım. çok güzel arkadaşlar edindim, çok güzel zamanlar geçirdim, çok keyf aldım ben “kafa sözlük”ten.
ilk yazarlık deneyimimin olduğu benim için özel olan bu platformdan istemeyerek de olsa gidiyorum.
sözlüğe dair bir şikayetim yok. biz herşeyiyle kocaman bir aileyiz burada. herşey dozunda ve kararında olduğu sürece, işler hakaret ve nefret boyutuna olmadıktan sonra herşeyden, her farklı görüşten yazarlarımızın olması bence renk katar.
zaten aynı şeyler sıkıcı değil midir? her gün aynı işi yapmak, hep aynı yemeği yemek vs. kısaca tekdüzelik sıkmaz mı zaten? monotonluk değil midir yoran? o yüzden farklılık lazım. farklılık olsun ki anlamı olsun. kendimizi geliştirebilelim. her açıdan bakmayı öğrenebilelim. ve daha keyifli olmaz mı farklılıkların olması. hepimiz aynı insanlar olsaydık sıkıntıdan patlardık bence.
en başta da kısacık bir veda mesajı yazacam demiştim ama yine uzattım sanırım*
yazdığım tanımlara istinaden bana gerek beğenileriyle gerek de mesajlarıyla destek veren, güzel düşüncelerini ileten tüm yazar arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum efenim.
güzel dostluklar, arkadaşlıklar edindim. hepinize ayrıca bir kez daha teşekkür ediyorum.
ve ayrıca yoldaş benjamin franklin sana da ayrıca çok teşekkür ediyorum. bu platformu oluşturarak böyle kıymetli insanları tanımamı sağladığın için.
bazen hüzünlü bazen mutlu ama hep umutluyduk.
sizleri çok özlücem. kavuşmak mı belki, daha ölmedik*
umutla kalın, sevgiyle kalın, hoş kalın, hoşça kalın.
kendi nickaltıma küçücük de olsa bir veda mesajıyla uzaklaşıcam buralardan. hiç de sevmem oysa ki vedaları ama bazen olması gereken bu oluyor, sanırım vakti geldi ayrılığın.
ilk 1000 yazardan biri olmanın gururunu taşırken sözlükten ayrı kalmak beni üzse de bunu yapmak zorundayım. çok güzel arkadaşlar edindim, çok güzel zamanlar geçirdim, çok keyf aldım ben “kafa sözlük”ten.
ilk yazarlık deneyimimin olduğu benim için özel olan bu platformdan istemeyerek de olsa gidiyorum.
sözlüğe dair bir şikayetim yok. biz herşeyiyle kocaman bir aileyiz burada. herşey dozunda ve kararında olduğu sürece, işler hakaret ve nefret boyutuna olmadıktan sonra herşeyden, her farklı görüşten yazarlarımızın olması bence renk katar.
zaten aynı şeyler sıkıcı değil midir? her gün aynı işi yapmak, hep aynı yemeği yemek vs. kısaca tekdüzelik sıkmaz mı zaten? monotonluk değil midir yoran? o yüzden farklılık lazım. farklılık olsun ki anlamı olsun. kendimizi geliştirebilelim. her açıdan bakmayı öğrenebilelim. ve daha keyifli olmaz mı farklılıkların olması. hepimiz aynı insanlar olsaydık sıkıntıdan patlardık bence.
en başta da kısacık bir veda mesajı yazacam demiştim ama yine uzattım sanırım*
yazdığım tanımlara istinaden bana gerek beğenileriyle gerek de mesajlarıyla destek veren, güzel düşüncelerini ileten tüm yazar arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum efenim.
güzel dostluklar, arkadaşlıklar edindim. hepinize ayrıca bir kez daha teşekkür ediyorum.
ve ayrıca yoldaş benjamin franklin sana da ayrıca çok teşekkür ediyorum. bu platformu oluşturarak böyle kıymetli insanları tanımamı sağladığın için.
bazen hüzünlü bazen mutlu ama hep umutluyduk.
sizleri çok özlücem. kavuşmak mı belki, daha ölmedik*
umutla kalın, sevgiyle kalın, hoş kalın, hoşça kalın.
devamını gör...
can bonomo
derda şarkısına mest olduğum başarılı karizmatik sanatçıdır.
devamını gör...
depresyon hırkası
kendimizi saldığımız ve hayatımızı kaydırdığımız dönemlerde giydiğimiz ve evden çıkmayıp pijama üzerine geçirdiğimiz salaş hırka.
devamını gör...
russell paradoksu
türkiye ve russel paradoksu:
russel paradoksunu kısaca şu şekilde ifade edebiliriz: “bir şey ne ise o değildir, ne değilse odur.” * bizler de aslında ne isek öyle değiliz ne değilsek oyuz.
biz ile russel paradoksu ilişkisine girmeden önce daha iyi anlaşılması için russel paradoksunu şöyle bir örnekle açıklamak uygun olur:
bir berber düşünün ki sadece kendi sakal tıraşını yapamayan insanları tıraş ediyor. kendini tıraş edenleri berber dükkanına almıyor bile. bu adam “kendini tıraş edemeyenlerin berberi.” şimdi paradoks burda başlıyor. peki bu berber kendini tıraş ediyor mu? eğer etmiyorsa kendini tıraş etmesi lazım çünkü o kendini tıraş etmeyenleri tıraş ediyor. eğer kendini tıraş ediyorsa bu durum hiç olmaz çünkü o kendi kendini traş edenleri traş etmez. sonuç olarak bu adam kendisinin berberiyse kendisinin berberi değil, kendisinin berberi değilse kendisinin berberi.
bu durumun bir örneğini kendi toplum yapımızda; sosyal ve siyasi oluşumumuzda da görüyoruz: osmanlı batılılaşmasının artık kaçınılmaz olduğu dönemde uygulanan iradi baskının doğurduğu netice nur topu gibi bir russel paradoksu dünyaya getirmiştir. esasında batılaşmanın amacı geleneği sürdürmekti. ne var ki batılılaşmak için islami gelenekten biraz olsun ayrılmak gerekirdi. yeni bir düzen istiyorsak yeni bir düzen istemiyorduk, eskiyle devam etmek istiyorsak eski düzeni devam ettirmek istemiyorduk.
bu olgu cumhuriyet dönemine de sirayet etti. türkiye, laik olmak istiyorsa islamlaşmaktan uzaklaşmalıydı. ancak kendi özgün yapısı içinde ayakta kalması için gelenekten kopmaması gerekiyordu. modernleştiği ölçüde islamlaşmaya devam etti. laik olduk ama islamlaştık. bu durumda yine paradoks bizi çağırdı: “türkiye laik bir ülkeyse laik değildir, eğer bir islam ülkesiyse bir islam ülkesi değildir.”*
russel paradoksunu kısaca şu şekilde ifade edebiliriz: “bir şey ne ise o değildir, ne değilse odur.” * bizler de aslında ne isek öyle değiliz ne değilsek oyuz.
biz ile russel paradoksu ilişkisine girmeden önce daha iyi anlaşılması için russel paradoksunu şöyle bir örnekle açıklamak uygun olur:
bir berber düşünün ki sadece kendi sakal tıraşını yapamayan insanları tıraş ediyor. kendini tıraş edenleri berber dükkanına almıyor bile. bu adam “kendini tıraş edemeyenlerin berberi.” şimdi paradoks burda başlıyor. peki bu berber kendini tıraş ediyor mu? eğer etmiyorsa kendini tıraş etmesi lazım çünkü o kendini tıraş etmeyenleri tıraş ediyor. eğer kendini tıraş ediyorsa bu durum hiç olmaz çünkü o kendi kendini traş edenleri traş etmez. sonuç olarak bu adam kendisinin berberiyse kendisinin berberi değil, kendisinin berberi değilse kendisinin berberi.
bu durumun bir örneğini kendi toplum yapımızda; sosyal ve siyasi oluşumumuzda da görüyoruz: osmanlı batılılaşmasının artık kaçınılmaz olduğu dönemde uygulanan iradi baskının doğurduğu netice nur topu gibi bir russel paradoksu dünyaya getirmiştir. esasında batılaşmanın amacı geleneği sürdürmekti. ne var ki batılılaşmak için islami gelenekten biraz olsun ayrılmak gerekirdi. yeni bir düzen istiyorsak yeni bir düzen istemiyorduk, eskiyle devam etmek istiyorsak eski düzeni devam ettirmek istemiyorduk.
bu olgu cumhuriyet dönemine de sirayet etti. türkiye, laik olmak istiyorsa islamlaşmaktan uzaklaşmalıydı. ancak kendi özgün yapısı içinde ayakta kalması için gelenekten kopmaması gerekiyordu. modernleştiği ölçüde islamlaşmaya devam etti. laik olduk ama islamlaştık. bu durumda yine paradoks bizi çağırdı: “türkiye laik bir ülkeyse laik değildir, eğer bir islam ülkesiyse bir islam ülkesi değildir.”*
devamını gör...