mafya sözlük olsa alınabilecek nick
alan çoktan almış. (bkz: şimdi ananı laciverde boyadım)
devamını gör...
sahibini arayan mektuplar
kendi kendime yazdığım başlığımdan yeniden merhabalar sevgili sözlük ahalisi *
günümüzde insanlar hatır bile sormaya üşenirken, en uzun kelimelerimiz kısaltmalardan ibaret olan slm, nbr ve en yoğun vakitlerimiz sosyal medya vs yerlerde cirit atmakla geçerken genel olarak, insanların sevdiklerine uzun uzun mektuplar yazdığı bir dönemi kaçırmış olmak ne kadar üzücü. herkes bizi sevsin istiyoruz ama sevmeye vaktimiz, daha da önemlisi gönlümüz yok gibi...
on sekizinci mektup
en güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa... biraz önce buradaydın, aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şeyde aydınlığın.
gittin mi? ben şimdi yalnız mıyım? duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri. tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. gözlerim kapıda belki yine de gelirsin diyorum. uzaktan ayak sesleri geliyor. sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir umut var içimde vazgeçemediğim.
bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. sonra ne yapacağını bilemeyen ellerime bakıyorum bir zaman. ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. oysa, o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğumun dayanılmazlığını anlatabilirim.
zaman hayli ilerledi. evine varmış olmalısın. kulağım telefon sesinde. beni aramanı bekliyorum. telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. kahroluyorum. senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık. ağır, dayanılmaz saatler geçiyor.
nihayet senin sesin telefonda. beni anlayan, o özlemli, kısık sesin. ''nasılsın'' derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. konuşuyor, konuşuyoruz ve ''allahaısmarladık'' diyorsun. sana düşündüklerimi söyleyemiyorum. ''ne olur, yine gel ve hiç gitme artık'' diyemiyorum. boğazıma bir şeyler düğümleniyor. ellerimde soğuk, hissiz bir aletle yapayalnız kalıyorum. sesin yerine çıldırtan bir uğultu kulaklarımda. biraz önce sesini bana ileten telefona düşmanım şimdi. hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman.
sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. birden seviniyorum. her şeye rağmen yine seninleyim, ne iyi. beşinci senfoniyi dinliyorum. odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. yüzyılların ardından bir beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. ve sonra bir başka plakta schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.
artık seni sevdiğime pişman değilim... *
günümüzde insanlar hatır bile sormaya üşenirken, en uzun kelimelerimiz kısaltmalardan ibaret olan slm, nbr ve en yoğun vakitlerimiz sosyal medya vs yerlerde cirit atmakla geçerken genel olarak, insanların sevdiklerine uzun uzun mektuplar yazdığı bir dönemi kaçırmış olmak ne kadar üzücü. herkes bizi sevsin istiyoruz ama sevmeye vaktimiz, daha da önemlisi gönlümüz yok gibi...
on sekizinci mektup
en güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa... biraz önce buradaydın, aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şeyde aydınlığın.
gittin mi? ben şimdi yalnız mıyım? duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri. tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. gözlerim kapıda belki yine de gelirsin diyorum. uzaktan ayak sesleri geliyor. sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir umut var içimde vazgeçemediğim.
bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. sonra ne yapacağını bilemeyen ellerime bakıyorum bir zaman. ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. oysa, o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğumun dayanılmazlığını anlatabilirim.
zaman hayli ilerledi. evine varmış olmalısın. kulağım telefon sesinde. beni aramanı bekliyorum. telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. kahroluyorum. senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık. ağır, dayanılmaz saatler geçiyor.
nihayet senin sesin telefonda. beni anlayan, o özlemli, kısık sesin. ''nasılsın'' derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. konuşuyor, konuşuyoruz ve ''allahaısmarladık'' diyorsun. sana düşündüklerimi söyleyemiyorum. ''ne olur, yine gel ve hiç gitme artık'' diyemiyorum. boğazıma bir şeyler düğümleniyor. ellerimde soğuk, hissiz bir aletle yapayalnız kalıyorum. sesin yerine çıldırtan bir uğultu kulaklarımda. biraz önce sesini bana ileten telefona düşmanım şimdi. hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman.
sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. birden seviniyorum. her şeye rağmen yine seninleyim, ne iyi. beşinci senfoniyi dinliyorum. odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. yüzyılların ardından bir beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. ve sonra bir başka plakta schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.
artık seni sevdiğime pişman değilim... *
devamını gör...
bir şey sorulmadıkça asla konuşmayan kişiler
benim icin ortama ve konuya gore degisiyor. bazen hic konusmaz, sadece dinleyici/okuyucu konumdayken, bazen susturamiyorlar.
devamını gör...
sezen aksu diyor ki
içimde yıllardan kalma birikim,
bilmem ne zaman patlar.
bilmem ne zaman patlar.
devamını gör...
kandil simidi
kandil günlerinde pastane ve ekmek fırınları vasıtasıyla aklımıza düşürülen, asıl bizi çekenin içindeki mahlep olduğunu düşündüğüm, iyi yapan bir yerden almazsanız akabinde midenizi yakacak olan, genel olarak 5'er adet susamlı ve sade şeklinde paketlenen, sevilen bir simit çeşididir. ben her iki halini de severim. yanlış mı hatırlıyorum bilmiyorum ama sanki eskiden kutular renk renk rafyalarla kapatılırdı ve onun bile ayrı bir güzelliği vardı.
biz çay ve peynir eşliğinde yedik * * ve evet midemiz yandı, ki aldığımız yer yılların fırını, ekmek ve normal simitleri harika yapar ama bunu yapamamış. *.
biz çay ve peynir eşliğinde yedik * * ve evet midemiz yandı, ki aldığımız yer yılların fırını, ekmek ve normal simitleri harika yapar ama bunu yapamamış. *.
devamını gör...
agora meyhanesi radyo yayını
canlı yayınsa zevkle dinleyeceğim, merak etmeyin.
geç kalmam söz.*
not: meteoroloji ile alakalı da acıcık konuşabilir misiniz biraz ? *
geç kalmam söz.*
not: meteoroloji ile alakalı da acıcık konuşabilir misiniz biraz ? *
devamını gör...
claranın dağdan aşağı yuvarlanan tekerlekli sandalyesi
doğum günüsü kutlu olsuun nice güzel yaşlara. iyi ki doğmuşsun*
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
sevgili günlük bugün meyveli kekim yere düştü. ağladım. ortmenim bana üç saniyede yerden alirsan bisey olmaz dedi.cahil bir örtmene sahibim. bu kadar günlük.
devamını gör...
felsefi soruşturmalar
ludwig wittgenstein'in kitabıdır. bu kitabında;felsefi lisan için oldukça farklı antropolojik görüş geliştirmiştir. çeşitli insan eylemlerinde, kelimeleri farklı kurallara göre kullanarak , bunlarla farklı lisan oyunları oynamıştır.
devamını gör...
dorian gray'in portresi
tek kelimeyle bir şaheser...
aslında ilk okumaya başladığımda 10.sayfadan sonra kitabın kapağını kapatmıştım fakat 2 ay sonra elime aldığımda çok farklı şeyler hissettim. ingiliz edebiyatı okuduğumda niyeyse hep böyle oluyor.kitabın konusu hakkında da bir şey bilmiyordum.
sizce bir insanın ruhundaki tüm sevgisini verdiği bir portre nasıl olur?
basil bunun tam anlamını bilmese de tabloya kendinden çok fazla şey kattığını hissetmişti.
lord henry ise dorian gray'ı bu olaylara sürükleyen kişidir yalnız eminim ki henry ona bu gençlik aforizmalarını yaparken böyle şeyler olacağını bilmiyordu.
dorian ise hala kafamda suçlu mu kurban mı olarak adlandıramadığım kişidir. büyük yeminden hatta tiyatrodaki geceden önceki dorian gray benim gözümde ikinci bir werther'di fakat o geceden sonra tablodaki ifadeyi gördüğü andan itibaren konuşması ve tavırları çok değişti.
kendi ruhunun kirlenmesinden zevk aldı ve çevresindekileri önemsemedi. günahlarını yansıtan tabloya baktıkça kendi gençliğini görüp bundan zevk aldı ama bir yere kadar.
en son sahne kitabın climax noktasıdır.dorian bir vane'nin daha ölümüne şahit olur ve bu hayatı geride bırakmak ister.artık günah işlemek istemiyordur ve bu günahlarını da görmek istemiyordur. tabloyu yok etmeye karar verir ama gerçekte kendisi kimdir?güzel bir surat mı yoksa günahlarla dolu bir insan mı? dorian kendisi olarak ölür...
oscar wilde bu romanda bize simgeleme yöntemiyle insan ruhunu açık ve en vahşi şekilde anlatmış. viktorya döneminde atılabilecek çok cesur bir adım.
aslında ilk okumaya başladığımda 10.sayfadan sonra kitabın kapağını kapatmıştım fakat 2 ay sonra elime aldığımda çok farklı şeyler hissettim. ingiliz edebiyatı okuduğumda niyeyse hep böyle oluyor.kitabın konusu hakkında da bir şey bilmiyordum.
sizce bir insanın ruhundaki tüm sevgisini verdiği bir portre nasıl olur?
basil bunun tam anlamını bilmese de tabloya kendinden çok fazla şey kattığını hissetmişti.
lord henry ise dorian gray'ı bu olaylara sürükleyen kişidir yalnız eminim ki henry ona bu gençlik aforizmalarını yaparken böyle şeyler olacağını bilmiyordu.
dorian ise hala kafamda suçlu mu kurban mı olarak adlandıramadığım kişidir. büyük yeminden hatta tiyatrodaki geceden önceki dorian gray benim gözümde ikinci bir werther'di fakat o geceden sonra tablodaki ifadeyi gördüğü andan itibaren konuşması ve tavırları çok değişti.
kendi ruhunun kirlenmesinden zevk aldı ve çevresindekileri önemsemedi. günahlarını yansıtan tabloya baktıkça kendi gençliğini görüp bundan zevk aldı ama bir yere kadar.
en son sahne kitabın climax noktasıdır.dorian bir vane'nin daha ölümüne şahit olur ve bu hayatı geride bırakmak ister.artık günah işlemek istemiyordur ve bu günahlarını da görmek istemiyordur. tabloyu yok etmeye karar verir ama gerçekte kendisi kimdir?güzel bir surat mı yoksa günahlarla dolu bir insan mı? dorian kendisi olarak ölür...
oscar wilde bu romanda bize simgeleme yöntemiyle insan ruhunu açık ve en vahşi şekilde anlatmış. viktorya döneminde atılabilecek çok cesur bir adım.
devamını gör...
ezberlenen en saçma şey
tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama. (bkz: bihter yöreoğlu)
devamını gör...
the book of eli
türkiye'de 'tanrının kitabı' adıyla vizyona giren, denzel washington'ın başrolünde olduğu film. (buradan itibaren spoiler vermemek için kasıyorum ama kimin neyden ne çıkaracağını bilemem tabii. neyse...) kabaca nükleer felaketlerden sonra kutsal bir kitabın son nüshasını korumaya çalışan adamımızın hikayesi denebilir. fena film değil bir kere, özellikle sanat ve görüntü yönetmenleri iyi iş çıkarmışlar. film iyi de başlıyor, güzel bir fikri var; dinlere giydiriyor filan, sonra yavaştan deist bir tabana doğru kayıyor, sonlara doğru da 'kalp gözü' temalı şeylere dalıp, sıçıp sıvıyor.
ha bir de gary oldman var filmde tabii ki, zaten ölüsü yeter ustanın nitekim yakışmış da ortamın yapısına. nihayetinde izlendiğinde bünyede pek bir atraksiyona sebebiyet vermeyecek bir film olmuş diyelim ve bitirelim.
ha bir de gary oldman var filmde tabii ki, zaten ölüsü yeter ustanın nitekim yakışmış da ortamın yapısına. nihayetinde izlendiğinde bünyede pek bir atraksiyona sebebiyet vermeyecek bir film olmuş diyelim ve bitirelim.
devamını gör...
kalbi kırılmış bir kadının yapabilecekleri
kariyer. kırık kalp karın doyurmuyor neticede.
devamını gör...
birinden hoşlandığında yaptığın en saçma hareketler
ortaokuldayken hoşlandığım çocuğa yanlışlıkla aşık olurum korkusuyla ona iğrenç davranmaya başlamıştım.1 yıl önce de hoşlandığım çocuğu görünce yere düşmek gibi bir huyum vardı . yaklaşık 2 ay önce de hoşlandığım çocuğun yanında mal gibi sırıtmaktan başka bir şey yapamadığım için onunla konuşamıyorduk bile. yok ya ben hoşlanmayayım birinden.
devamını gör...
yazarların kendilerini tanımlama şekli
tanımlayamam.
devamını gör...
müslümanların kendinden olmayan herkese düşman olması
genelleme yapmak yanlış, lakin zaman zaman benimde rastladığım durum.
en basitinden kendi akrabalarımdan örnek vereyim, aşırı dindarlar.
avrupa da yaşayıp her türlü vergi yolsuzluğunu bizzat yapıyorlar.
ama kendileri ile aynı dinden olmayan dürüst insanlara "yavur" yaftasını yakıştırıveriyorlar hemen.
sorsan bunlar müslüman, dindar, ehl-i namus falan.
ama birde gerçekler var. kaçak işte çalışıp kendini çalışmıyor gösterip sosyal yardım almak?
genellemelere katılmasam da bu konuda başlığı açan kardeşime hak veriyorum. ha birde aramızdaki kafatasçı kökten dincileri görmezden gelmek olmaz.
onlara da buradan, yallah arabistana soysuzlar diyorum.
en basitinden kendi akrabalarımdan örnek vereyim, aşırı dindarlar.
avrupa da yaşayıp her türlü vergi yolsuzluğunu bizzat yapıyorlar.
ama kendileri ile aynı dinden olmayan dürüst insanlara "yavur" yaftasını yakıştırıveriyorlar hemen.
sorsan bunlar müslüman, dindar, ehl-i namus falan.
ama birde gerçekler var. kaçak işte çalışıp kendini çalışmıyor gösterip sosyal yardım almak?
genellemelere katılmasam da bu konuda başlığı açan kardeşime hak veriyorum. ha birde aramızdaki kafatasçı kökten dincileri görmezden gelmek olmaz.
onlara da buradan, yallah arabistana soysuzlar diyorum.
devamını gör...
aldatmanın karakter meselesi olmadığı gerçeği
yine kendinden yola çıkıp genellemeler yapan yazarlar görüyorum alfred. ama haklısın, aldatmak karakter meselesi değildir, karaktersizlik meselesidir. ^_^
devamını gör...
kuran-ı kerime saygısı olmayan insan
inanmayan kişi edebi azapla tehdit ediliyor, buna karşın ondan saygı duyması isteniyor. biraz fazla ironik değil mi sizce de?
devamını gör...
soft erkek çekiciliği
dünya üzerindeki en tapılası erkek tipidir kanımca. hır gür etmeyen, sürekli bağırıp çığırmayan, bebek gibi, al bağrına bas minik minik öp saçlarından. şöyle biriyle geçse ömrüm,kesinlikle gözüm açık gitmezdim.
devamını gör...
genç nüfusun yüzde 68'inin türkiye'den gitmek istemesi
çok normaldir. hatta ben daha büyük bir kesimin gitmek istediğini düşünüyorum. eğitim sistemi bu haldeyken, adalet yokken, ekonomi bitmişken, bir de üstüne gençleri ciddiye almazsanız tabii ki gitmek isteyeceklerdir.
devamını gör...