öküzün dünyası, sürdüğü tarla kadardır.
devamını gör...

vay arkadaş sevincimizi paylaşmak için geldik ama başlığın açılmadığını görerek dumura uğradık iyi mi? kaldı mı başlık üzerimize. neyse kısa bir bilgi verip sonra sevincimizi paylaşırız artık. bunlar genelde tek tabanca takılır. kafalarına göre dağ bayır gezerler. 1 ila 4 arası yavru doğurabiliyorlar. bizdekiler genelde 1 tane doğurduğu için nesilleri tükenme tehlikesi altında. yoksa kaçak avlanma yasak avlanma falan böyle şeylere sebep olmaz zannetmiyorum (!) anadolu'nun bağrından kopmuş ender bir türü avlayacak kadar şeref yoksunu insan yoktur aramızda değil mi? yoktur. garipler zaten 10 ila 12 sene arasında yaşıyorlar. yavruların %50'si de öğrendiğime göre ilk bir yıl içinde ölüyormuş. birde bizim coğrafyada yaşıyor olmalarını hesaba katarsak varın siz düşünün hallerini. genelde öğünlerini küçük tutuyorlar. fare, tavşan, sincap gibi ufaklıklarla besleniyorlar. aç kaldıklarında köy kümeslerine dadandıkları da bir vakıa. hatta geçenlerde niğde'de bir tanesini köyde yakalamışlardı. allahtan canına kıymadılar da doğaya kazandırıldı. bolu'da ise yaralı bir vaşak bulup tedavi etmişlerdi. yani halen umut var diyebiliriz. ara ara karaca, ceylan falan da avlıyor bunlar. sanırım senede bir kutlama yemeği olarak büyük başlara yöneliyorlar. yeterli bilgiyi verdim. şimdi gelelim güzel habere. onun fotoğrafını aşağıya bırakayım.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bir kaç gün önce görüntülenmişler. neresi olduğu mühim değil. öğrenilirse olmadığını var saydığımız bazı haysiyet yoksunları peşlerine düşebilir. siz deyin tunceli ben diyeyim arhavi * üçü bir arada mis gibi bir görüntü. sağ olsun keratalar bir kaç gündür gülümsememe vesile oluyorlar. belki aranızdan bir kaç kişiyi daha gülümsetirler diye paylaşmış olayım dedim.

başlık açıldı. sevinç paylaşıldı. görev tamam. kalın sağlıcakla...
devamını gör...

altı çok doldurulan bir kavram. kendilerine bir yaş belirleyip o yaşlara yaklaştıkça bunaltmaya başlıyorlar. bir de yok mu "evde kaldın" demeler. evlenseniz bu sefer de çocuk ne zaman diye başlıyorlar. sanki sizin değil onların uzaktan yönettiği bir hayat. aynı evde yaşamanız için şart koşuyorlar. gözünüzde o kadar büyütüyorlar ki artık insan korkmaya başlıyor. yaşlandığınızı hissediyorsunuz. ayrıca 18 yaş bir tek bana mı bu kadar küçük geliyor evlilik için. liseyi daha yeni bitirmiş birisi nasıl çocuk büyütmeye bu kadar istekli oluyor? küçük bir çocuk gibi hissetmiyor musunuz kendinizi? babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?
devamını gör...

öncelikle bağımlılık ne demek onu irdelemek gerekiyor. bağımlılık bir maddeye eşyaya kişiye bir varlığa veya sözlüğe duyulan önlenemez istektir. sözlüğe kayıt olduğumdan beri ne dizi izleyebiliyorum ne kendime vakit ayırabiliyorum çünkü burada çok eğleniyorum çok öğreniyorum kendimi sözlükten uzak tutamıyorum tutmaya da çalışmıyorum sizde bu durumdaysanız eğer tebrikler kafa sözlük bağımlısı olmuşsunuz. ayrıca kafa sözlüğe duyulan isteğe kafa sözlük bağımlılığı denir. iyi sözlükler efenim.
devamını gör...

bütün gün sözlükten çıkmayacağız anlaşılan*, öyle güzel bir haber.
devamını gör...

böyle atılmamalı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

türklerin övünülecek bir tarihleri var. tarih bilirseniz ancak o zaman "ne mutlu türk'üm" sloganının manası vardır.

-prof. dr. halil inalcık.
devamını gör...

konuşmanın sonunda "güvenliği çağırmadan derhal terk et burayı!" diyerek kovulan adamdır.
devamını gör...

uǝq ɯᴉʎᴉʎị
devamını gör...

the shining’in devamı olan film. film uzun ve bu nedenle söyleyecek çok şey var hakkında.

the shining başlığında, sonuna sadık kalsalardı keşke demiştim. en azından bu filmde , malum son burada mevcut. belki ilkinde devam filmi çekilecek diye açık bırakmışlardır bilemiyorum. ama filme bu son yakışmış.

filmin başlangıcında the shining’in o meşhur müziğini kullanmalarına bayıldım. bir de gece modunda overlook oteline gidişteki gölün üzerindeki ağaçların açısal gösterimi ile iki filmi güzel bağlamışlar. danny’nin çalıştığı bakımevinde ilk ölen hastanın oda numarası ise ‘217’. burdan da kitaba güzel bir gönderme olmuş;malum ilk filmde çekimin yapıldığı otel , o odayı kimse istemez sonrasında diye, kullanılmayan oda numarası olan 237’yi kullanmalarını istemişti. 217 numarayı bir şekilde filme yerleştirmeleri çok hoş olmuş; hele ki bakımevinde danny’nin ilk kez karşılaşacağı ölecek hastanın odasına kondurulması yerindeydi. ahh dedim keşke jack torrance da olaydı; eee o da vardı zaten*. kan şelalesi, baltayla parçalanmış kapının aralığından bakması, annesini, babasını ve danny’nin küçüklüğünü benzer bulmaları harika bir dokunuş olmuş. ama ilk filmde o her sahnede olan ve evde otururken bile duyup ürktüğüm o meşhur dinmeyen kar fırtınası sesi de olsaydı on numara olacaktı. otelin o ürkütücülüğünü pekiştiriyordu çünkü o ses.

bunlar olumlu taraflar. olumsuz taraflarına gelirsem, ruh peşinde koşan bir grup insan gerçekten filmi korku havasından çıkarıp, fantastik boyuta sürüklemiş. demem o ki hem olmamış hem de çok saçma olmuş. ilk filmin tek mekan kasvetli havası bu filmde yoktu. kubrick’in çevirdiği film ile ilgili de çok komik bulduğum unsurlar olsa da , gerilim dozu iyiydi. bu filmde hiç gerilmedim ve hatta normal bir film izliyormuş gibi izledim. dr. sleep rolündeki ewan mcgregor’u çok başarılı bulsam da, otelde geçen sahnelerde nedense çok itici buldum. belki de babasını oynayan jack nicholson o kadar muazzam bir iş çıkarmıştı ki, başkası zaten onun üstüne çıkamazdı. adam gerçekten cinnet geçirmiş gibiydi; ilk filmi izleyenler bilir.

film ile ilgili genel kanıma gelirsem, olmamış. sadece ilk film ile bağlantıyı çok güzel kurmuşlar ve ilk filmdeki önemli detayları da filme yerinde ve sırıtmadan eklemişler. o dokunuş çok hoşuma gitti. ama geri kalanlar için ancak blade filmi gibi diyebilirim. izlemediyseniz iyi seyirler .
devamını gör...

çek yazar jiři weil tarafından 15 yıl boyunca üzerinde çalışılmış ve ölmeden hemen önce 1959 yılında tamamlanmış olan eser. littérature de la shoah ve/veya holokost edebiyatının önemli isimlerinden biri olan weil'in kendine has muazzam bir üslup geliştirdiğinin en kesin kanıtlarından biridir bu roman. rus edebiyatına yoğun ilgisi -ki doktora tezi dahi gogol üzerinedir- yaptığı vladimir mayakovski ve marina tsvetaeva çevirileri ile birlikte rus edebiyatına yatkın olmasının yanı sıra, 18. yüzyıl ingiliz edebiyatının da izleri eserde kendine bir parça yer buluyor ki busta básníkova'da sıkça sözünü ettiği sergei alexandrovich yesenin'in izlerini de weil'in kaleminde rahatlıkla seçebilmek mümkün.

weil'in kurgusu tamamen antisemitizm ekseninde dönüyor. işgal altındaki prag'da nazilerin varlığıyla değişen sıradan hayatların şiddetli ve alaycı bir tasvirini ortaya koyuyor ve her karakterini acımasız bir son ile buluşturuyor. reinhard heydrich prag'ın konser salonunda don giovanni performansına katıldığında, yahudi bir aileden gelen besteci felix mendelssohn'un heykelinin görüntüsünden rahatsız olur ve kaldırılmasını emreder. bu iş için görevlendirilen belediye yetkilisi ve ss adayı julius schlesinger, kaldırılması gereken heykellerin hangisi olduğunu çözemez ve bu yüzden patronu krug, bazı anlaşmazlıklardan sonra bilgili bir yahudi bulması için ss'nin elit muhafızlarına gider daha sonra hikayeye dahil olan dr. rabinovich ile olaylar gelişir. tamamen alaycı, acınası bir üzüntü ve aşağılama dolu bir hikayedir esasında. bu hikaye ile açılan eser daha sonra birbirine bağlantılı olan diğer hikayeler aracılığı ile devam eder. her bir hikayede öne çıkan detay weil'in özellikle sanat ve heykellerin üzerinde durmasıdır.


all that remains for him is music; it always helps when he feels tired; it offers peace and contentment; the tensions of the day melt away in it. he remembers listening to beethoven's fourth after the night of the long knives, remembers how it gave him strength to carry on, to continue interrogating enemies and beating confessions out of them. the music cleansed everything that time, even the blood.
devamını gör...

bekardan korkan ev sahiplerinin
kapıda kızlık heykelleri...


cahit zarifoğlu.
devamını gör...

kadıköy ve maltepe ilçe sınırlarını ayıran, bostancı ile küçükyalı arasında bulunan bir yer ismidir.
devamını gör...

kıbrıs'a has bir yemek. şeftali meyvesi ile ilgisi yok, sadece ismini öyle koymuşlar.
küçükbaş hayvanların gömlek denilen yağlı iç zarına sarılarak, içine soğan, kıyma, maydanoz eklenip ızgara olarak pişirilen bir dolma yemeği. zar, yağı ile hem içine lezzet verir, hem de ateşten korur. piştikten sonra zarı soyulup, dolmanın içi yenir.
devamını gör...

sözlüklerde farkına vardığım belirli bir düzen var; troller, enteller ve entel takılanlar ama aslında olmayanlar.

meja, bal porsuğu ve tenturdiyot gibi yazarlar, entelliği uçlarda yaşayan harikulade yazarlar. kendilerini her şekilde belli ediyorlar. sonsuz saygı duyuyorum efendim, var olun.
devamını gör...

lichess.org da an itibarıyla 70 kişi olduğumuz turnuva takımıdır. sen de katılmak istiyorsan discord.gg/VCbSnAe6 bu linkten discord kanalımıza gel ve aramıza katıl!!! kafa sözlüğün satrançsever yazarları olarak discorddayız.*
devamını gör...

üniversite zamanı eve dönerken yanlış trene binmemle başıma gelen olaylar silsilesi... başlıyorum!

istanbul'a giden değil de gelen trene arkadaşım tarafından "trenin geliyor, trenin geliyor" diye sepet misali bindirildim. önce anlaşılmıyor tabii, yarım saat geçtikten sonra bilet kontrol için biri geldi yanıma ve konuşma şöyle gerçekleşti:

-istanbul'a gidiyormuşsunuz?
-e tabii
-ama bu ankara treni!

ben adama bakıyorum, adam bana bakıyor e dedim yapacak bir şey yok ilk durakta ineyim geri bineyim bari diye konuşurken görevliden gelen cevap:

-ama bu ekspres tren yani durmuyor.

o andan itibaren artık ankaralı oldum yapacak hiçbir şey yoktu. derken biri konuşmaya şahit olmuş, resmen bana ölesiye acımış şeklinde bakarak ankara'da okuduğunu bana yardım edeceğini söyledi. iyi dedik gidiyoruz artık dağ tepe. sonra gene bir aksilik, oturduğum koltukta başkasının koltuğuymuş beni alıp arkalara bir yerlere oturttular. umudumun son kalesi, bana yardımcı olacak arkadaşı da kaybetmiş oldum.

o arada evdekiler de arıyor tabii. ben yanlış trene bindim diyorum evdekiler doğru söyle kaçtın mı diyor! yahu neden ankara'ya kaçayım. neden kaçmamı beklediler hala meraktayım tabii.

neyse tren bir şehir merkezinde durdu. insem mi diye düşünürken, hazır kayboldum son durağa kadar gideyim bari dedim. sonuç olarak son durakta indim. bir baktım bana acıyla bakan arkadaş arkamdan bağırıyor. sordum az önce bir yerde durdu tren orada inecektim aslında diye. olur mu ya orası sincan diyor. ne bileyim ben!

ikimiz yan yana dururken arkadaşı karşılamaya biri geldi. çocuk bir arkadaşına bakıyor bir bana bakıyor.
sevgilisi olsa tanır, değilse kimim ben? olayı açıklığa kavuşturdum hemen. yanlış trene binmişim arkadaşınız bana yardım ediyor diye anlattım. çocuk gülecek gülemiyor. güleceksen gül arkadaşım şu an çok absürt bir durumdayız alınmam yani dedim. orada bir sinirlerimiz boşaldı tabii.

veee beni aştiye gönderdiler. uğurlarken iyice tembih ettiler şuradan git buradan git diye. nasıl bir potansiyel gördülerse artık, benden çok korktular herhalde. bu da böyle bir anımdır.
devamını gör...

bir kadın olarak çok üzgünüm, çok öfkeliyim. daha ne kadar öldürülme korkusu ve faillerimin ceza alamama kaygısıyla bu ülkede yaşayabilirim bilmiyorum. ülke kocaman bir can pazarına döndü. salgın, geçim sıkıntısı, eşitsizlik, vandallık, şiddet, toplumsal yozlaşma... en acısı da bunlara alıştırılmış olmamız. şaşıramıyor oluşumuz. hissizleşmemiz. bu devran nasıl döner ne zaman döner bilmiyorum ama ben artık dayanamıyorum.
devamını gör...

serçeyi güvercinin yavrusu sanmam. hatta 13 yaşına kadar öyle biliyordum.
devamını gör...

medeniyet.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim