agora meyhanesi radyo yayını
herkese selamlar, sevgiler. şu sözlükte en çok program yapmak istediğim insan coldboy! ve bu akşam agora meyhanesine konuk oluyorum, aşırı mutluyum!
antik dönemden günümüze rüyaları eleştirip bir o kadar da kendi gördüğüm saçma ama analiz ettiğim rüyalarımı anlatacağım size; çok da sıkmam korkmayın.
zamanınız varsa gelin, bekliyor olacağım! istediğiniz soruları da cevaplayabilirim sevgili sözlük.
buraya kalp şeysi koymak istiyorum ama kurallara aykırı olduğu için kalp yazıyorum. kocaman kalpler. pembe pembe kalpler.
antik dönemden günümüze rüyaları eleştirip bir o kadar da kendi gördüğüm saçma ama analiz ettiğim rüyalarımı anlatacağım size; çok da sıkmam korkmayın.
zamanınız varsa gelin, bekliyor olacağım! istediğiniz soruları da cevaplayabilirim sevgili sözlük.
buraya kalp şeysi koymak istiyorum ama kurallara aykırı olduğu için kalp yazıyorum. kocaman kalpler. pembe pembe kalpler.
devamını gör...
quapaw
bir diğer ismi ogahpah olan, a.b.d'de yaşayan, siouan dili konuşan ve farkında olmadan arkansas eyaletine ismini veren kızılderili kabilesidir.
eskiden ohio vadisinde yaşarken iroquoi saldırıları sonucu bugünkü arkansas topraklarına gittiler. onları ilk gören fransız kürk tacirleri, yanlarındaki algonkin'lere onların ismini sormuşlar. düşmanları olan algonkinler ise güneydekiler anlamında akansa demişler. fransızlar bu kelimeyi kabilenin ismi sanmışlar ve haritalarına akansa'ların yaşadığı yer diye kaydetmişler.
fransızlar sonraları quapaw'larla ticaret yapmış, sıkı fıkı olmuş, birçok kızılderili kadınla evlenmişlerdir. louisiana civarındaki natchez kabilesinin fransızlara karşı verdiği savaşta quapaw'lar ne yazıkki fransızları desteklemiştir.
amerikalılar geldikten sonra batıya gitmeleri söylenmiş, onlarda savaşmadan kabul etmişlerdir. bugün oklahoma'da bulunan bir rezervasyonda yaşamaktadırlar.
eskiden ohio vadisinde yaşarken iroquoi saldırıları sonucu bugünkü arkansas topraklarına gittiler. onları ilk gören fransız kürk tacirleri, yanlarındaki algonkin'lere onların ismini sormuşlar. düşmanları olan algonkinler ise güneydekiler anlamında akansa demişler. fransızlar bu kelimeyi kabilenin ismi sanmışlar ve haritalarına akansa'ların yaşadığı yer diye kaydetmişler.
fransızlar sonraları quapaw'larla ticaret yapmış, sıkı fıkı olmuş, birçok kızılderili kadınla evlenmişlerdir. louisiana civarındaki natchez kabilesinin fransızlara karşı verdiği savaşta quapaw'lar ne yazıkki fransızları desteklemiştir.
amerikalılar geldikten sonra batıya gitmeleri söylenmiş, onlarda savaşmadan kabul etmişlerdir. bugün oklahoma'da bulunan bir rezervasyonda yaşamaktadırlar.
devamını gör...
kafa açan radyo meet the crew
bugünkü kafa açan kesitimizde kafa sözlük radyosu ekibini tanıyacağız. öncelikle sesleri bana ulaştırdığı için gomercan’a ve tüm ekibe teşekkürlerimi sunarım.
yorum bırakmayı , kafa açan kesitleri takip etmeyi unutmayalım. *
kafa açan radyo izlemek için;
buradan izleyebilirsiniz
diğer tüm kesitler için;
(bkz: kafa açan kesitler)
yorum bırakmayı , kafa açan kesitleri takip etmeyi unutmayalım. *
kafa açan radyo izlemek için;
buradan izleyebilirsiniz
diğer tüm kesitler için;
(bkz: kafa açan kesitler)
devamını gör...
koleksiyon yapmak
bir gün zengin olursam saat koleksiyonu yapacağım .
devamını gör...
zacharius usta
bir kitabı neden yazıldığı döneme göre değerlendirmemiz gerektiğini bir kez daha gösteren jules verne eseri.
hemen okuyup bitirilecek bir kitap, onda sorun yok. fakat eğer bulunduğumuz döneme göre değerlendirme hatasına düşersek, basit bir kibir hikayesi diyebiliriz. oysa jules verne eserlerinde hep zamanının çok öncesinde tahminlerde bulunup hayal dünyasını ve ileri görüşlülüğünü yansıtmıştır.
zacharius usta kendisine göre dünyanın en önemli saat ustasıdır çünkü saatçilikte dönüm noktası kabul edilen ''saat maşası''nı icat etmiştir. yaptığı saatlere ruhunu verdiğini düşünür, kibrinden gözü hiçbir şeyi görmez ve kendisini tanrıyla bir tutar. ''tanrı insanları yarattıysa ben de saat maşasını yarattım'' kafasındadır. yani kibir insan bedeninde can bulsa zacharius usta'nın bedeni bunun için biçilmiş kaftandır. hikayede şeytan da insan kılığındadır yani kişileşmiş olarak karşımıza çıkar ve sanırım kitaptaki en çok hoşuma giden kısım burası oldu.
bir gün zacharius usta'nın o kendisini tanrıyla bir tutmasına sebep olan saatleri nedenini bilmediği bir şekilde durmaya başlar. bundan sonra kibrin çaresizliğine ve verdiği kararlara şahit oluruz.
saatlerine ruhunu verdiğini söyleyen ve yaptığı saatleri bir anda durmaya başladığından şeytanın adımlarını takip eden zacharius usta'ya ne olacaktır?
okuyup cevabını bulabilirsiniz*. iyi okumalar.
hemen okuyup bitirilecek bir kitap, onda sorun yok. fakat eğer bulunduğumuz döneme göre değerlendirme hatasına düşersek, basit bir kibir hikayesi diyebiliriz. oysa jules verne eserlerinde hep zamanının çok öncesinde tahminlerde bulunup hayal dünyasını ve ileri görüşlülüğünü yansıtmıştır.
zacharius usta kendisine göre dünyanın en önemli saat ustasıdır çünkü saatçilikte dönüm noktası kabul edilen ''saat maşası''nı icat etmiştir. yaptığı saatlere ruhunu verdiğini düşünür, kibrinden gözü hiçbir şeyi görmez ve kendisini tanrıyla bir tutar. ''tanrı insanları yarattıysa ben de saat maşasını yarattım'' kafasındadır. yani kibir insan bedeninde can bulsa zacharius usta'nın bedeni bunun için biçilmiş kaftandır. hikayede şeytan da insan kılığındadır yani kişileşmiş olarak karşımıza çıkar ve sanırım kitaptaki en çok hoşuma giden kısım burası oldu.
bir gün zacharius usta'nın o kendisini tanrıyla bir tutmasına sebep olan saatleri nedenini bilmediği bir şekilde durmaya başlar. bundan sonra kibrin çaresizliğine ve verdiği kararlara şahit oluruz.
saatlerine ruhunu verdiğini söyleyen ve yaptığı saatleri bir anda durmaya başladığından şeytanın adımlarını takip eden zacharius usta'ya ne olacaktır?
okuyup cevabını bulabilirsiniz*. iyi okumalar.
devamını gör...
evde kot pantolonla oturmak
pandemi döneminde dışarıdan gelip de üst baş çıkarmamak da ne bileyim . rahatina düşkün olmayan insan eylemi deyip geçerim. ev demek eşofman demek pijama demek şort demek .
devamını gör...
akıllı telefonlardan önce gençlerin yaptıkları şeyler
valla on numaraydı, kız arkadaşıma attığım bir sms şu anki sayfalarca wp yazışmasından on kat daha keyifliydi. ve gerçekten özlemek vardı, ayrıca saf odaklanabildiğimiz sohbetler vardı. en önemlisi de milletin ar damarı bu kadar çatlamamıştı.
devamını gör...
nitrogenheads
sanat yüklü bir yazar arkadaşımız.
takipteyiz efendim, nice güzel tanımlara...
takipteyiz efendim, nice güzel tanımlara...
devamını gör...
annelerin çöp diye attığı muhteşem şeyler
kedi!
karlı bir kış akşamı sahura kalkmıştım.gecenin bilmem kaçı.kedi sesi duydum.apar topar gittim aldım.peteğin altına bir kutu içinde koydum.sıcak süt ve sevgi verdim.sabah annem benden önce kalkmış,o mübarek hayvan da kutuya pislemiş ve çıkmış (temiz çocuk).annem onu görünce kutuyla kediyi kaptığı gibi yan devrilmiş olan çöp kutusuna attı,tabii attığı gibi onunda çıkması bir oldu.
bul beni kediiiiğğ*
karlı bir kış akşamı sahura kalkmıştım.gecenin bilmem kaçı.kedi sesi duydum.apar topar gittim aldım.peteğin altına bir kutu içinde koydum.sıcak süt ve sevgi verdim.sabah annem benden önce kalkmış,o mübarek hayvan da kutuya pislemiş ve çıkmış (temiz çocuk).annem onu görünce kutuyla kediyi kaptığı gibi yan devrilmiş olan çöp kutusuna attı,tabii attığı gibi onunda çıkması bir oldu.
bul beni kediiiiğğ*
devamını gör...
kazandibi
hemem hemen her sütlü tatlıyı sevdiğim gibi sevdiğim mükemmel ötesi tatlıdır.
bıkmadan 3-4 porsiyon bile yiyebilirim ama sonrası bıktırır.
bıkmadan 3-4 porsiyon bile yiyebilirim ama sonrası bıktırır.
devamını gör...
rte'nin hayvan sevgisi
- kalbimi insanlardan fazla yumuşatan hayvanlar var.
+ allah allah!
buradaki allah allah acayip bir cümle, ne diyon lan sen değişik der gibi bir anlamda kullanıyor, inanmamakla dalga geçmek arası bir ifade.
danışıklı dövüşte bile bir kibir var.
- ben de beş tane hayvan var!
sanki koyun, kuzu, inek vs var gibi söylüyor.
rte insanlarla bağ kuramıyor, hayvanlarla bağ kursa benim 2 kedim, 1 köpeğim, 2 muhabbet kuşum var derdi.
öldürdün mü de tam bu yüzden ağzından çıkıyor. ne karşısındaki gazeteciyle ne de adamın muhabbet kuşuyla bir bağ kuramıyor, kurmuyor.
insanlar rte'nin ifadelerini eleştirirken nüfusun en az %70'i o ifadeleri doğru buluyor.
+ allah allah!
buradaki allah allah acayip bir cümle, ne diyon lan sen değişik der gibi bir anlamda kullanıyor, inanmamakla dalga geçmek arası bir ifade.
danışıklı dövüşte bile bir kibir var.
- ben de beş tane hayvan var!
sanki koyun, kuzu, inek vs var gibi söylüyor.
rte insanlarla bağ kuramıyor, hayvanlarla bağ kursa benim 2 kedim, 1 köpeğim, 2 muhabbet kuşum var derdi.
öldürdün mü de tam bu yüzden ağzından çıkıyor. ne karşısındaki gazeteciyle ne de adamın muhabbet kuşuyla bir bağ kuramıyor, kurmuyor.
insanlar rte'nin ifadelerini eleştirirken nüfusun en az %70'i o ifadeleri doğru buluyor.
devamını gör...
tanımadığın biriyle sohbet etmek
"çok iyi gelebilir, seni tanımıyor objektif yorumlar yapar, belki iyi bir arkadaşlık başlar" diyen hayalperest tarafım ve hayalperest tarafımın kafasına levye ile vurup "huyunu bilmezsin suyunu bilmezsin, ya sohbet ayağına elli kere bıçaklayıp göz retinalarını çaldıktan sonra cesedini yakarsa" diye bağıran ruh hastası tarafım...
devamını gör...
entry'i yollar yollamaz düzenleye basmak
bir tür hastalık. bu hastanın baş eşeği de benim büyük ihtimal. gönder tuşuna basar basmaz başka bir şey daha aklıma geliyor ya da yanlış bir kelime yazdığımı fark edip ışık hızında editliyorum. biliyorum aramızdasınız. siz de yapıyorsunuz bunu.
devamını gör...
normal sözlük bug'ları
#939232 işte sözlüğün kıymetimi bildiği durumlardan biri. ben iki kişilik beğeniyorum.
devamını gör...
çocukların masum olmaması
akran zorbalığı yapan ve çevresindekilere hakaret etmekten çekinmeyen çocukları düşününce doğru bulduğum önerme. bunda yetiştirilme faktörüde önemli, sonuçta karakter çocukken oluşuyor ve ileride müdahale etmesi zorlaşıyor.
devamını gör...
sami kanı
sameblod (sami blood), amanda kernell’in yazıp yönettiği, 2016 yapımı bir film. filmde sami halkının isveç’te yaşadıkları ve maruz kaldıkları ayrımcı davranışlar genç bir kız özelinde anlatılıyor. film, kendisine “christina” olarak seslenilen yaşlı bir kadının, kızkardeşinin cenaze töreni dolayısıyla, çocukluğunun geçtiği yere oğlu ve torunu ile birlikte dönmesiyle başlıyor. buradan sonrasını biraz spoiler'lı anlatacağım.
--! spoiler !--
christina orada olmayı pek istemiyor, yolculuk esnasında oğluna samileri sevmediğini, onların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. dillerini konuşmayı reddediyor ve anlamadığını söylüyor, kızkardeşinin ailesinin olduğu yerde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. sonrasında geriye dönüşlerle kadının gençlik yıllarına tanık oluyoruz.
elle marja, 14 yaşında bir sami kızı ve 1930’lu yıllarda küçük kızkardeşi njenna’yla yatılı bir okulda okumaya yollanıyor. burası, katı sınırları olan ve kurallara uymadıklarında dövülerek cezalandırıldıkları bir yer. isveççe öğrenmek zorundalar ve onların kültürüne uyum sağlamalılar, ancak yine de bir “lapon” olduklarını da unutmamalılar. hatta biyoloji araştırmaları için kafataslarının ölçülerinin alınmasına ve çırılçıplak fotoğraflarının çekilmesine de ses çıkarmamaları bekleniyor. ayrıca mahalledeki erkek çocukların ırkçı hakaretlerle onlara laf atmaları da katlanmaları gereken başka bir konu. ama bir gün elle marja daha fazla dayanamayıp babasından kalan bıçağını çekerek sözlerini geri almalarını istediğinde, gruptakiler onun elinden bıçağını alarak onu kulağından yaralıyorlar (samiler geyikleri damgalamak için onların kulağına kesik atıyorlar, erkek çocuklar da bu törenin bir taklidini yapıyor).
elle marja yoldan geçen genç isveçli askerlerin onu dansa davet etmesinden sonra, öğretmenin kıyafetlerini çalarak gizlice dansa gidiyor ve orada onu oraya çağıran niklas’la tanışıyor, ama çok geçmeden yakalanıp okula geri götürülüyor ve dövülerek cezalandırılıyor. danstayken onu aramaya gelen kardeşi njenna’yı tanımamazlıktan gelmesi ve aşağılaması, kardeşinin ve okuldaki diğer çocukların ona soğuk davranmasına neden oluyor. elle marja, yaşadığı tüm olumsuzlukların sebebinin “lapon” olması olduğunu düşünerek, ailesi ve geçmişiyle bağlarını koparmak ve öğretmen olmak için uppsala şehrine kaçıyor. orada kendini “christina” olarak tanıttığı niklas’ın evinde bir gece kaldıktan sonra niklas’ın ailesi nedeniyle oradan ayrılıyor ve geceyi parkta geçirip oradaki okula kaydoluyor. biraz zor da olsa okula kabul edilmesi ve kendine yeni bir arkadaş çevresi edinmesinin ardından ise, eline 200 kronluk okul faturası tutuşturuluyor.
yeni adıyla “christina”, faturayı ödeyebilmek için niklas’tan yardım istemek üzere onun evine gidiyor. ancak niklas’ın doğum günü partisi için orada bulunan arkadaşları onun sami olduğundan haberdarlar ve onu türlü aşağılamalara maruz bırakıyorlar. christina, niklas’tan da istediği yardımı alamayınca, parayı bulabilmek için ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor. annesine durumu anlatıp babasından kalan gümüş kuşağı satmak istediğini söylüyor, annesi izin vermediğinde de onlarla yaşamak istemediğini anlatıyor ve annesi de bunun üzerine onu kovuyor. ancak ertesi sabah yine de istediği gümüş kuşağı ona verip tek kelime etmeden yanından ayrılıyor.
tüm bu yaşadıklarını düşünen yaşlı kadın, otelde eğlenen kalabalığın yanından ayrılarak kız kardeşinin tabutunun yanına gidiyor ve ondan kendisini affetmesini istiyor, ardından bir tepeye çıkarak samilerin yaşadığı yere gittiğinde film sona eriyor.
filmde beni en çok etkileyen sahnelerden ilki, araştırma için okula gelen biyologların olduğu sahneydi. elle maria, isveççe okumada başarılı olduğu için gelen ekibi okulun önünde karşılama sözlerini söyleme ve hediyelerini takdim etme görevine seçilmişti. biraz utangaçtı, ama biraz da mutluluk duyuyordu; fakat daha sonra neler olacağından habersizdi. içeriye geçmeleri söylendikten sonra kafasının çeşitli yerleri ölçüldü, ancak onun tüm bunların ne için olduğu sorusuna kimse cevap vermeye bile tenezzül etmedi. daha sonra kıyafetlerini çıkarmalarını istediklerinde de ondan örnek bir öğrenci olmasını bekliyorlardı, o da istemeye istemeye sustu ve dediklerini yapmak zorunda kaldı. sıra diğer öğrencilere ve kardeşine geldiğinde, artık her flaş patlayışında irkiliyordu.
benim için bir diğer etkileyici sahne, isveçli öğretmenin elle maria’yla olan konuşmasıydı. genç kız, uppsala’daki okula geçmek istediğini söyleyip ne yapması gerektiğini sormuştu. öğretmeni de orada okumasının zor olduğunu, sertifika ve evrak gerektiğini, ona referans olamayacağını söyleyip başından savmak için cevaplar sıralarken elle maria’nın ısrar etmesiyle şu cevabı vermişti: “zekan sadece buraya yeterli. bilimsel raporlara göre şehre uygun insanlar değilsiniz. beyniniz… gerekli donanıma sahip değilsiniz. ya burada kalırsın ya da ölürsün.”
son olarak, elle maria’nın gördüğü rüya sahnesinden etkilendim. annesine onlarla yaşamak istemediğini söyledikten sonra çadırdan kovulmuş, dışarıda uyuyordu. rüyasında ise sisler içerisinde, etrafında bir ren geyiği sürüsüyle birlikteydi. elindeki ipi öfkeyle sağa sola savurduktan sonra ren geyiklerinden birini boynuzundan yakalamış, ardından büyük bir çaba sarf ederek onu yanına çekip öldürmüştü. öldürdükten sonra nefes nefese yerdeki kan birikintisine bakıyordu. sabah, annesi yanına gelip gümüş kemeri ona verdiğinde o da tek kelime etmemişti, artık onun da damarlarında sami kanı yoktu.
--! spoiler !--
--! spoiler !--
christina orada olmayı pek istemiyor, yolculuk esnasında oğluna samileri sevmediğini, onların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. dillerini konuşmayı reddediyor ve anlamadığını söylüyor, kızkardeşinin ailesinin olduğu yerde kalmak yerine otelde kalmayı tercih ediyor. sonrasında geriye dönüşlerle kadının gençlik yıllarına tanık oluyoruz.
elle marja, 14 yaşında bir sami kızı ve 1930’lu yıllarda küçük kızkardeşi njenna’yla yatılı bir okulda okumaya yollanıyor. burası, katı sınırları olan ve kurallara uymadıklarında dövülerek cezalandırıldıkları bir yer. isveççe öğrenmek zorundalar ve onların kültürüne uyum sağlamalılar, ancak yine de bir “lapon” olduklarını da unutmamalılar. hatta biyoloji araştırmaları için kafataslarının ölçülerinin alınmasına ve çırılçıplak fotoğraflarının çekilmesine de ses çıkarmamaları bekleniyor. ayrıca mahalledeki erkek çocukların ırkçı hakaretlerle onlara laf atmaları da katlanmaları gereken başka bir konu. ama bir gün elle marja daha fazla dayanamayıp babasından kalan bıçağını çekerek sözlerini geri almalarını istediğinde, gruptakiler onun elinden bıçağını alarak onu kulağından yaralıyorlar (samiler geyikleri damgalamak için onların kulağına kesik atıyorlar, erkek çocuklar da bu törenin bir taklidini yapıyor).
elle marja yoldan geçen genç isveçli askerlerin onu dansa davet etmesinden sonra, öğretmenin kıyafetlerini çalarak gizlice dansa gidiyor ve orada onu oraya çağıran niklas’la tanışıyor, ama çok geçmeden yakalanıp okula geri götürülüyor ve dövülerek cezalandırılıyor. danstayken onu aramaya gelen kardeşi njenna’yı tanımamazlıktan gelmesi ve aşağılaması, kardeşinin ve okuldaki diğer çocukların ona soğuk davranmasına neden oluyor. elle marja, yaşadığı tüm olumsuzlukların sebebinin “lapon” olması olduğunu düşünerek, ailesi ve geçmişiyle bağlarını koparmak ve öğretmen olmak için uppsala şehrine kaçıyor. orada kendini “christina” olarak tanıttığı niklas’ın evinde bir gece kaldıktan sonra niklas’ın ailesi nedeniyle oradan ayrılıyor ve geceyi parkta geçirip oradaki okula kaydoluyor. biraz zor da olsa okula kabul edilmesi ve kendine yeni bir arkadaş çevresi edinmesinin ardından ise, eline 200 kronluk okul faturası tutuşturuluyor.
yeni adıyla “christina”, faturayı ödeyebilmek için niklas’tan yardım istemek üzere onun evine gidiyor. ancak niklas’ın doğum günü partisi için orada bulunan arkadaşları onun sami olduğundan haberdarlar ve onu türlü aşağılamalara maruz bırakıyorlar. christina, niklas’tan da istediği yardımı alamayınca, parayı bulabilmek için ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor. annesine durumu anlatıp babasından kalan gümüş kuşağı satmak istediğini söylüyor, annesi izin vermediğinde de onlarla yaşamak istemediğini anlatıyor ve annesi de bunun üzerine onu kovuyor. ancak ertesi sabah yine de istediği gümüş kuşağı ona verip tek kelime etmeden yanından ayrılıyor.
tüm bu yaşadıklarını düşünen yaşlı kadın, otelde eğlenen kalabalığın yanından ayrılarak kız kardeşinin tabutunun yanına gidiyor ve ondan kendisini affetmesini istiyor, ardından bir tepeye çıkarak samilerin yaşadığı yere gittiğinde film sona eriyor.
filmde beni en çok etkileyen sahnelerden ilki, araştırma için okula gelen biyologların olduğu sahneydi. elle maria, isveççe okumada başarılı olduğu için gelen ekibi okulun önünde karşılama sözlerini söyleme ve hediyelerini takdim etme görevine seçilmişti. biraz utangaçtı, ama biraz da mutluluk duyuyordu; fakat daha sonra neler olacağından habersizdi. içeriye geçmeleri söylendikten sonra kafasının çeşitli yerleri ölçüldü, ancak onun tüm bunların ne için olduğu sorusuna kimse cevap vermeye bile tenezzül etmedi. daha sonra kıyafetlerini çıkarmalarını istediklerinde de ondan örnek bir öğrenci olmasını bekliyorlardı, o da istemeye istemeye sustu ve dediklerini yapmak zorunda kaldı. sıra diğer öğrencilere ve kardeşine geldiğinde, artık her flaş patlayışında irkiliyordu.
benim için bir diğer etkileyici sahne, isveçli öğretmenin elle maria’yla olan konuşmasıydı. genç kız, uppsala’daki okula geçmek istediğini söyleyip ne yapması gerektiğini sormuştu. öğretmeni de orada okumasının zor olduğunu, sertifika ve evrak gerektiğini, ona referans olamayacağını söyleyip başından savmak için cevaplar sıralarken elle maria’nın ısrar etmesiyle şu cevabı vermişti: “zekan sadece buraya yeterli. bilimsel raporlara göre şehre uygun insanlar değilsiniz. beyniniz… gerekli donanıma sahip değilsiniz. ya burada kalırsın ya da ölürsün.”
son olarak, elle maria’nın gördüğü rüya sahnesinden etkilendim. annesine onlarla yaşamak istemediğini söyledikten sonra çadırdan kovulmuş, dışarıda uyuyordu. rüyasında ise sisler içerisinde, etrafında bir ren geyiği sürüsüyle birlikteydi. elindeki ipi öfkeyle sağa sola savurduktan sonra ren geyiklerinden birini boynuzundan yakalamış, ardından büyük bir çaba sarf ederek onu yanına çekip öldürmüştü. öldürdükten sonra nefes nefese yerdeki kan birikintisine bakıyordu. sabah, annesi yanına gelip gümüş kemeri ona verdiğinde o da tek kelime etmemişti, artık onun da damarlarında sami kanı yoktu.
--! spoiler !--
devamını gör...
ses tiyatrosu
tiyatroya girerken kapısında ferhan şensoy'un kendine has mizahıyla bu tiyatro ferhangi şeyler oyununu izleyen 112.437 tiyatroseverin ödediği bilet parasıyla halk tarafından onarılmıştır yazıyor.
devamını gör...


