düzenli uykunun çok ama çok önemli olması
annemin açtığı başlıktır.
tamam anne tamam gece yatmam sabah kalkmam tamam biliyorum.
hayır kadın uyuyayım diye sözlüğe girip başlık açmış yahu.
tamam anne tamam gece yatmam sabah kalkmam tamam biliyorum.
hayır kadın uyuyayım diye sözlüğe girip başlık açmış yahu.
devamını gör...
karikatürler efendisi
(bkz: bengaripsengüzeldünyaumutlu)
devamını gör...
özel hayattan insan silmek
mutfak tezgahını silmek daha zor benim için. anında silerim.
devamını gör...
kıskanmak ve imrenmek arasındaki fark
söylerken bile kavramlar kendi farklarını ortaya koymaktadır.
kıskanmak, serttir. onda olmasın sadece bende olsun.
imrenmek, naiftir. paylaşımcıdır. ikimizde de olsundur.
kıskanmak, serttir. onda olmasın sadece bende olsun.
imrenmek, naiftir. paylaşımcıdır. ikimizde de olsundur.
devamını gör...
bir
muazzam bir pentagram şarkısıdır. bir kere dinledikten sonra bağımlısı olunabilir*.
ateş toprak hava olmuş
yağmur olmuş hayat vermiş sana
kalbin olmuş ruhun olmuş
aklın olmuş yol göstermiş sana
bir ömürlük maceranda
hikayeni anlat bana
ne anlam verdin sen buna
ruhunda neler var senin
korkma ondan bundan
ne ölümden ne hayattan
bu dünyada gördüklerinin
hepsi bir hepsi haktan
atalarına malum olmuş
kitap yazmış anlatmışlar sana
imam rahip rehber olmuş
yalan yanlış aktarmışlar sana
günümüzün dünyasında
hepsi aynı hepsi ala
isa musa muhammed buda
neyin varsa bilmiş senin
insanoğlu kendini arar
dünya döner milim milim
eğer göçüp gidersen bugün
yarım kalan işin var senin
korkma ondan bundan
ne ölümden ne hayattan
bu dünyada gördüklerinin
hepsi bir hepsi haktan
korkma ondan bundan
ne cehennem ne de şeytan
bu dünyada bildiklerinin
hepsi bir hepsi haktan
ateş toprak hava olmuş
yağmur olmuş hayat vermiş sana
kalbin olmuş ruhun olmuş
aklın olmuş yol göstermiş sana
bir ömürlük maceranda
hikayeni anlat bana
ne anlam verdin sen buna
ruhunda neler var senin
korkma ondan bundan
ne ölümden ne hayattan
bu dünyada gördüklerinin
hepsi bir hepsi haktan
atalarına malum olmuş
kitap yazmış anlatmışlar sana
imam rahip rehber olmuş
yalan yanlış aktarmışlar sana
günümüzün dünyasında
hepsi aynı hepsi ala
isa musa muhammed buda
neyin varsa bilmiş senin
insanoğlu kendini arar
dünya döner milim milim
eğer göçüp gidersen bugün
yarım kalan işin var senin
korkma ondan bundan
ne ölümden ne hayattan
bu dünyada gördüklerinin
hepsi bir hepsi haktan
korkma ondan bundan
ne cehennem ne de şeytan
bu dünyada bildiklerinin
hepsi bir hepsi haktan
devamını gör...
normal sözlük'e giriş serüveni
#1011438 #26130
birebir aynı serüvenler.ekşi de uzun zamandır çaylaktım. çaylaklıktan nasıl kurtulurum başlığına sitem bıraktım. pat bir yeşillik. çok online olmayın burada online oldukça çaylaklık süreniz uzuyorla başlayıp zaten bildiğim bir iki noktaya değinmişti. sonra isterseniz bir iki sözlük daha var oralara üye olun buralarda beklemeyin zamanınızı harcamayın zaten siz online sürenizi düşürünce sizi yazar yapacaklardır dedi. o gün bugündür buradayım. hoş çokta olmadı 10 gün olmuş bugün. ama iyi ki olmuş. kıyas yapmayı, geldiğim bıraktığım yeri kötülemeyi sevmem ama son zamanlar biraz kalite düşmüştü. uykusuzkahve'ye çokça selamlar. hepinizi kucaklıyorum ekşizedeler hihihihhh.
birebir aynı serüvenler.ekşi de uzun zamandır çaylaktım. çaylaklıktan nasıl kurtulurum başlığına sitem bıraktım. pat bir yeşillik. çok online olmayın burada online oldukça çaylaklık süreniz uzuyorla başlayıp zaten bildiğim bir iki noktaya değinmişti. sonra isterseniz bir iki sözlük daha var oralara üye olun buralarda beklemeyin zamanınızı harcamayın zaten siz online sürenizi düşürünce sizi yazar yapacaklardır dedi. o gün bugündür buradayım. hoş çokta olmadı 10 gün olmuş bugün. ama iyi ki olmuş. kıyas yapmayı, geldiğim bıraktığım yeri kötülemeyi sevmem ama son zamanlar biraz kalite düşmüştü. uykusuzkahve'ye çokça selamlar. hepinizi kucaklıyorum ekşizedeler hihihihhh.
devamını gör...
oruç tutmayanın başı ağrısın
(bkz: barkodsuz mal)
çok severek söylediğim "aklın terk-i diyar eylemiş" cümlesini bu yobaz için bir daha, bir daha söylüyoruuum "aklın terk-i diyar eylemiş.." sevgili yaratık*
çok severek söylediğim "aklın terk-i diyar eylemiş" cümlesini bu yobaz için bir daha, bir daha söylüyoruuum "aklın terk-i diyar eylemiş.." sevgili yaratık*
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
çok uzun yıllar sonra ilk kez kontrolümü kaybettim,bedenim ara ara kontrolümden çıktı.
içgüdüsel olarak eğitimlerim devreye girdi kendi bedenimde üç kişi gibiydim.
çocukluğunu bildiğim koruduğum kolladığım eşek şakaları yaptığım yapmasına müsaade ettiğim tek insanı ani bir kalp krizi sonucu kaybettim...
çok ölüm gördüm ailemden dostlarımdan arkadaşlarımdan ve dahi düşmanlarımdan herkesin o gününde yanında olmaya gayret ettim tüm işlemleri soğukkanlı bir şekilde hep ben hallederdim.
ilk defa sevdiğim birinin kefenlenmiş yüzünü açamadım onu son yolculuğunda yıkayamadım öylece çöküp bir duvar dibine sigara içip durdum...
duyup gelen herkesin acısını göğsümde bastırdım gömleğim ıslandı gözyaşlarından haykırışlardan...
koca adam 1.90 lık boyu 95 kilosu olan koca adamı bir tüy gibi kucaklayıp tek başıma toprağa indirdim kefeninin bağlarını çözüp ellerimi sürerek dualar okuyarak yumuşattım yatacağı toprağını...herkesi toparlayıp götürmek yine bana düştü dağılmış bana...
günler geçti üzerinden durup durup gözlerim yaşarıyor,gece çığlıklar ile uyanıyorum uyuduğum bir iki saatte...
sevdiğim kadın çevremde pervane birşeyler yapmak istiyor acımı dindirmek için,avucunu öpüyorum usulca rahat olsun diye...
geceleri banyoda havluyu ısırıp ağlıyorum ben bu ölümü hazm edemiyorum...
içgüdüsel olarak eğitimlerim devreye girdi kendi bedenimde üç kişi gibiydim.
çocukluğunu bildiğim koruduğum kolladığım eşek şakaları yaptığım yapmasına müsaade ettiğim tek insanı ani bir kalp krizi sonucu kaybettim...
çok ölüm gördüm ailemden dostlarımdan arkadaşlarımdan ve dahi düşmanlarımdan herkesin o gününde yanında olmaya gayret ettim tüm işlemleri soğukkanlı bir şekilde hep ben hallederdim.
ilk defa sevdiğim birinin kefenlenmiş yüzünü açamadım onu son yolculuğunda yıkayamadım öylece çöküp bir duvar dibine sigara içip durdum...
duyup gelen herkesin acısını göğsümde bastırdım gömleğim ıslandı gözyaşlarından haykırışlardan...
koca adam 1.90 lık boyu 95 kilosu olan koca adamı bir tüy gibi kucaklayıp tek başıma toprağa indirdim kefeninin bağlarını çözüp ellerimi sürerek dualar okuyarak yumuşattım yatacağı toprağını...herkesi toparlayıp götürmek yine bana düştü dağılmış bana...
günler geçti üzerinden durup durup gözlerim yaşarıyor,gece çığlıklar ile uyanıyorum uyuduğum bir iki saatte...
sevdiğim kadın çevremde pervane birşeyler yapmak istiyor acımı dindirmek için,avucunu öpüyorum usulca rahat olsun diye...
geceleri banyoda havluyu ısırıp ağlıyorum ben bu ölümü hazm edemiyorum...
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
han sarhoş hancı sarhoş türküsünü isteyen yoldaş acaba bize bi mesaj mı vermek istemektedir?
nerden mi çıktı? e bakın. aylar öncesinden konuşuldu bu konu! (bkz: yoldaş benjamin'in alkolik olması).
nerden mi çıktı? e bakın. aylar öncesinden konuşuldu bu konu! (bkz: yoldaş benjamin'in alkolik olması).
devamını gör...
annenin ölmesi
evsiz kalmaktır. annen gittikten sonra hangi yüreğe sığabilirsin daha? kim o kadar sevebilir kim öyle şefkatle sarabilir seni?
kalbini canlı canlı sökerler sanki. ya ne demek bir daha nefes alamaz dersin. annem bu; benim nefesim benim canım benim yoldaşım. insanın annesinin ölmesi bu kadar kolay mı be kardeşim!
isyan edersin. o nefes alamıyorken sen nefes alıyorsun. onun göremediği tüm renkleri görüyorsun. karanlığa gömülsün istediğin dünya yeşiliyle mavisiyle devam ediyor.
ya o gitti, dünya neden dönüyor!
kalbini canlı canlı sökerler sanki. ya ne demek bir daha nefes alamaz dersin. annem bu; benim nefesim benim canım benim yoldaşım. insanın annesinin ölmesi bu kadar kolay mı be kardeşim!
isyan edersin. o nefes alamıyorken sen nefes alıyorsun. onun göremediği tüm renkleri görüyorsun. karanlığa gömülsün istediğin dünya yeşiliyle mavisiyle devam ediyor.
ya o gitti, dünya neden dönüyor!
devamını gör...
türkiye'de tartışma kültürü
genel manada yoktur.
tartışma kelimesi, "tartma" kökünden gelmektedir. tartma; iki birimi birbiri ile kıyaslama mantığına dayanır. gelenekselci bir toplum anlayışına sahip olduğumuz için; kıyas yeteneğimiz gelişmemiştir.
öncelikle şunu belirtmeliyim; tartışma kültürü gelişmiş toplumlarda, çok seslilik durumu ortaya çıkar. biz çok sesli bir toplum değiliz. toplumun siyasi eğilimi, toplumun yapısına iyi bir örnektir;
şöyle türkiye haritasını gözümüzün önüne getirelim;
ülkenin doğusu hangi parti seçmeni, ülkenin güneyi hangi parti seçmeni, kuzey ve batısı hangi parti seçmeni aşağı yukarı bize birşeyler anlatır.demografik yapımız dahi, bizim kabullenen bir toplum anlayışımız olduğunu bas bas bağırıyor.
dini algılayış şeklimizin de iyi bir örnek olacağı kanaatindeyim;
doğu, güneydoğu anadolu şafii mezhebini benimsemiş iken, batı, iç anadolu ve karadeniz bölgesi; hanifi mezhebini benimsemiştir. iç anadolu da bir iki şehirde bektaşi aleviliği benimsenmiş iken, suriye ye yakın olan illerimizde nusayri aleviliği, irana yakın olan illerimizde de caferilik benimsenmiştir. (yani görüleceği üzre geleneksel bir kabulleniş söz konusudur.)
gelenekçi olmak salt kötü bir düşünce değildir. artıları ve eksileri vardır. ama tartışma kültürünün gelişmemesi gelenekselci düşünce yapısı ile alakalıdır.
tartışma kelimesi, "tartma" kökünden gelmektedir. tartma; iki birimi birbiri ile kıyaslama mantığına dayanır. gelenekselci bir toplum anlayışına sahip olduğumuz için; kıyas yeteneğimiz gelişmemiştir.
öncelikle şunu belirtmeliyim; tartışma kültürü gelişmiş toplumlarda, çok seslilik durumu ortaya çıkar. biz çok sesli bir toplum değiliz. toplumun siyasi eğilimi, toplumun yapısına iyi bir örnektir;
şöyle türkiye haritasını gözümüzün önüne getirelim;
ülkenin doğusu hangi parti seçmeni, ülkenin güneyi hangi parti seçmeni, kuzey ve batısı hangi parti seçmeni aşağı yukarı bize birşeyler anlatır.demografik yapımız dahi, bizim kabullenen bir toplum anlayışımız olduğunu bas bas bağırıyor.
dini algılayış şeklimizin de iyi bir örnek olacağı kanaatindeyim;
doğu, güneydoğu anadolu şafii mezhebini benimsemiş iken, batı, iç anadolu ve karadeniz bölgesi; hanifi mezhebini benimsemiştir. iç anadolu da bir iki şehirde bektaşi aleviliği benimsenmiş iken, suriye ye yakın olan illerimizde nusayri aleviliği, irana yakın olan illerimizde de caferilik benimsenmiştir. (yani görüleceği üzre geleneksel bir kabulleniş söz konusudur.)
gelenekçi olmak salt kötü bir düşünce değildir. artıları ve eksileri vardır. ama tartışma kültürünün gelişmemesi gelenekselci düşünce yapısı ile alakalıdır.
devamını gör...
çok doğru bir tespit entrysinin tespiti yapandan fazla beğeni alması
adam başlığı düşünmüş, açmış, yarım sayfa yazı yazmış dört beğeni almış ikinci entry çok doğru bir tespit yazmış dokuz beğeni almış. bu işte bir yanlışlık var o da şu ki sözlük kullanıcıları başarılı entry e değil yazara oy verme eğiliminde. şimdi çok doğru tespit diyip beğeni toplama zamanı.
devamını gör...
kordaj
tenis ile alakalı bi kavram.
tenis raketinin teline deniliyor. şöyle derler en basitinden, haftada kaç kere oynuyorsanız yılda o kadar kordaj değiştirmeniz gerekir. yani hafta 3 kere oynuyorsanız, yılda 3 kere yani 4 ayda bir kordaj değişimi tavsiye edilir ama ben yılda 1 değiştiriyorum yeterli oluyor.
onun haricinden kordajın çok fazla çeşitleri var ki bu arada tenis uzaktan basit gibi gözüken ama çok fazla ayrıntısı ile beni şaşırtan bir spor.
kordaj seçimi için internette kaynaklar var bunun için uzun uzadıya anlatan.
ama başlangıç ve orta seviye oyuncular için ucuz bişi ( wilson bu aralar 60 liraya var ) gayet yeterli oluyor daha fazlasını vermeye gerek olduğunu orta seviye ve başlangıç seviyesi için düşünmüyorum.
bunun haricinden raket verimliliğinde, raket verimliliğinin yarısı çerçevesindne yani raketin kendisinden, diğer yarısı ise kordajın kendisinden gelir derler.
kordaj çekimi ise kordaj makineleri ile yapılmakta ve ortalama 40 / 45 liraya çekilmekte. kordaj çekim süresi ise ortalama 30 dk.
şimdilik benden bu kadar esen kalın.
tenis raketinin teline deniliyor. şöyle derler en basitinden, haftada kaç kere oynuyorsanız yılda o kadar kordaj değiştirmeniz gerekir. yani hafta 3 kere oynuyorsanız, yılda 3 kere yani 4 ayda bir kordaj değişimi tavsiye edilir ama ben yılda 1 değiştiriyorum yeterli oluyor.
onun haricinden kordajın çok fazla çeşitleri var ki bu arada tenis uzaktan basit gibi gözüken ama çok fazla ayrıntısı ile beni şaşırtan bir spor.
kordaj seçimi için internette kaynaklar var bunun için uzun uzadıya anlatan.
ama başlangıç ve orta seviye oyuncular için ucuz bişi ( wilson bu aralar 60 liraya var ) gayet yeterli oluyor daha fazlasını vermeye gerek olduğunu orta seviye ve başlangıç seviyesi için düşünmüyorum.
bunun haricinden raket verimliliğinde, raket verimliliğinin yarısı çerçevesindne yani raketin kendisinden, diğer yarısı ise kordajın kendisinden gelir derler.
kordaj çekimi ise kordaj makineleri ile yapılmakta ve ortalama 40 / 45 liraya çekilmekte. kordaj çekim süresi ise ortalama 30 dk.
şimdilik benden bu kadar esen kalın.
devamını gör...
tragedyalar
"hepimiz tanrı kaldık, kimse mutluyum demesin."
edip cansever'in hayatın sağından solundan kesip aldığı ve bir yapboz parçası gibi bir araya getirdiği karakterler ile yazdığı başyapıt. esasında beş tragedya bulunur fakat v. tragedya toplam yedi bölümden oluştuğu için ufak bir karmaşa ortaya çıkıyor zaman zaman. edip cansever neden edip cansever diye sorulduğunda yanıtı tragedyalarda yatar. lusin, zavallı lusin ve doğduğu için hiç ölmeyecek olan stepan, ismi stepan olduğu için asla satranç oyuncusu olamayacak stepan. iskambil kağıtları, biraz alkol, yapayalnız kalmaktaki eylemimizi suçlayan alkol. ah benim sevgili vartuhi ve çürük ilkyaz ağacı diran. geceye değgin bir ölümlünün kendini tanrıya yok dedirtmesi ve hepsi. onlarca şey okudum hiçbiri böyle kolumu kanadımı kırmadı benim. edip cansever şöyle demiştir tragedyalar için:
"gene hepsinin bir masalın sonundaki gibi yok oluşu, geleceğin geçmişe karşı bir utkusu olmalıydı.
evet, kısa bir değinme işte... bana umutsuz, toplumdan kopuk diyenlere de bir yanıt belki."
"yani kutsal kitaplardaki değil ve çağdaş felsefedeki
seçkin bir dili abartırkenki görkemli
bir korku değil
değil de, ne romalı bir köleninki
ne engizisyon mahkemelerindeki, ne de
barışsever bir yahudinin
avlanırken duyduğu
bir korku da değil bu
ve bütün insan avlarında duyulan
konuşmaya ya da telaşlanmaya
hiç mi hiç vakit bırakmadan
tüyler, anılar bir daha yaşasın, bırakmadan
kocaman bir “vur!” sesi
var ya
o bile değil."
"duymuyorum ben acılarımı. ve yitirdim çoktan
yitirdim bütün karşıtlıkları. ne umut
ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
kurtaramaz varlığımı benim. ve yoğun bir anlamsızlığın
içinde
sanki renksiz, boyutsuz
ve göksüz, zamansız bir evrende
tek çıkar yol yaşamaksa lusin
yaşıyorum ben de kaygısız
değişmez bir anlamsızlığı böylece."
"çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz
herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği
bir cümlede durmuş gibiyiz
ki bütün mektupların, telgrafların
durmadan yanlış verildiği"
"unutulmuş gibiyim ben. ve insan
bir bakıma unutulmuş gibidir
bilmem ki, nasıl anlatmalı, yalnız bile değilim.
belki de yalnızlıktan
daha fazla bir şey bu
unuttum ben kendimi de stepan."
"ağıt
gün bitti. saat kaç. bitecek mi bir gün savaşımız
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
dönüp dönüp arkamıza baktığımız
bir dünya kalıntısı üstünde
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
koro başı
daha bir sürü böyle
silahlar eleştirecek sizi belki de
işte siz
toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri
bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine
gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz
ne korku, ne kin, ne de yenilme
ve asıl günleriniz olacak, günleriniz
duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
dünyanın tekdüzenli renginde."
"stepan
elini verir misin, elini?
benim anladığımca sen
bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
bu böyle olunca da, o zaman
şaşırma bir gün mutluluk yerine
daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan.
lusin
bir acıyla.. daha hiç denenmemiş!.
stepan
bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
ve düşün, insanlığının en alımlı katında
her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana?"
"çünkü belki isa’nın
acıdan ve uzun boylu bir korkudan
çıkarılmış bir homoseksüelliği götürüp
bir gökyüzü boşluğunda biçimlendirdiği zaman
ve sonra yeniden doğduğu zaman. işte vartuhi
görmek için bunları birtakım din kitaplarından"
"ve alkol olmasaydı biz ölümsüz kalırdık
dayanılmaz acısında bir ölümsüzlüğün
biz öylece kalırdık
imgelerin ve bütün çözüm yollarının bir öte dünyasında
yani bir gerilimde, her şeyin bir kavram olup aktığı kanımızda
oralarda
sevişirken kalırdık
akarsular alkollere girer kalırdı
balıklar soğuk soğuk devinirdi, kalırdı
içe ingin gözlerimiz vardı, kalırdı
bir sessizlik gününün durmadan kutlandığı
oralarda kalırdı."
"yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
içimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar
bir yarasa ayaklanır. aç gözlü bir kuş
varır kocaman bir şey olmanın bilincine
birden bir ses biçiminde, radyomuzun içinde
duyurur iki caz parçası arasından biri
ya gülünç bir yas töreni
ya toptan bir öldürme.
belki de
soğumaya yüz tutmuş bir fincan sütlü kahve
dönüşür ellerimizde kanlı, kırbaçlı
bastırılmış bir greve, yırtılmış dövizlere
örneğin üç yüz ölü, bir o kadar yaralı
ve sömürge şapkalı ve sten tabancalı
gözü dönmüş biriyle
o güvenlik manşetleri birtakım gazetelerde.
yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar
damlayan bir musluktur yerine göre
yoksa bir enkaz altında bir ölüm
ya da puslu bir havada, bir cinayette
bir ölüm
ölümün anlamı ne?"
" stepan
beni güçlendiriyorsun lusin. ne var ki
istemiyorum güçlenmeyi ben. daha doğrusu
bulunmuş bir eşyayım da sanki, örneğin
bir para cüzdanı, bir anahtar zinciri
ya da eski bir saat… her neyse
kullanıyorum kendimi bulduğum gibi.
lusin
bilmiyorum stepan. bildiğim bir şey varsa
öyle bir satranç taşının oyuncusuyla
çok zorlu bir durumda konuşması gibi
konuşmaya geldim seninle.
stepan
mutluydun. dokunulmaz bir içgüdüyle
yaşıyordun ölümsüzlüğünü. ve tanrı
yetiyordu sanırım bütün isteklerine.
lusin
yitirdim inançlarımı stepan. ve nasıl alabildiğine
sorumsuz dolaşırsa kan vücutta
bir yandan bir parçası olarak insanın
bir yandan büsbütün yabancı insana
giderek tanrıyı buldum ben de. tanrıysa
yitirdi kesinliğini bir insan kılığında.
stepan
ve sonra dayanılmaz bir yalnızlığın altında
insanları -gördün birden ve bütün kasvetleri
diyebilirim ki, kapatılmış bir özgürlük isteği seni
çekiverdi sanki odama.
lusin
bir özgürlük de değil bu, daha çok
bir özgürlük duygusu belki
bence bu duygunun bir karşılığı olmalı
tanrıya inandıkça tanrının olması gibi.
stepan
bilmem ki, nasıl anlaşırız bu durumda
çünkü ben mi yöneteceğim seni, yoksa
sen mi alacaksın buyruğuna beni
hiç değilse dengeyi kim sağlayacak
ayrıca böylesi bir denge gerekli mi, değil mi."
kimseyi sokmadığın o taşkın havasında
ve ölüm sonrası bir yaratık gibi kendini
yaşamaya zorladığın kurşunla
sen
çılgın
yani bir çılgınlığı anlamanın
çağdaş ve seyircisiz tanrısı
günüyüz, görkemiyiz bir seni kutlamanın."
"olmayan insanlarız. üstelik olmamaya
tanığız, kararlıyız.
sanki bir hayat komasından çıktık da
görünsün istiyoruz yeniden
hep aynı biçimde yeniden
yeniden, yeniden, yeniden çıldırdığımız."
yangınsız, cehennemsiz
bir ölüm mü kalıyor sanki geriye
ve ölüm ki nedir bay yargıç
çok garip bir şekilde kirlenmenin
adıdır ölüm
sonra soğuk ve eski
ve sonsuz bir dilekçenin
altındaki pullar gibidir
imzası görünmezse de çürümüş iskeletlerimizin."
"adım stepan, lusin. yani ben bir satranç oyuncusu olamam."
" lusin
yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
bu yitiriş kendini, bu çöküş
sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana
stepan
bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. ve gelecekteki
bir önseziyi kuruyorum şimdiden.
lusin
asıl iş bir sonuca varmakta.
stepan
varabilir misin?
lusin
öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu.
stepan
bir konyak daha içer misin?"
ve belki..
bir kurşun!
sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
sadece avlandınız
ağız dil bilmez söylemeyi."
" stepan
bak lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
her türlü çirkinliğin içinde
her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
içinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
ve kırılaraktan durmadan
öyleyse bir kurtuluş bu mu? bana kalırsa
ölümünü içinde taşıyan bir isyan.
lusin
isyandı tanrıya başkaldırmak da. öyleyse
ben şimdi neye inanacağım
yalnızsam, beni yalnız bırakan
ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
başkalarına mı?
yoksa kendime mi stepan, ne dersin?
hep böyle baş eğmek mi? istemiyorum bunu stepan
düşmeli bir çirkinliğin içine. ve yavaş yavaş
aşmalı çirkinliği.
stepan
sadece bir anlaşma! ne çıkar anlaşsak da biz
ve bütün anlaşmaların dünyada
sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz.
lusin
öyleyse yalnız da değilsin sen. ayrıca
tutsaksın yalnızlığına stepan.
stepan
bunu yadsımıyorum ki lusin. yadsımıyorum da
demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
iki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi?
yok sanki bir şey yapacak..
lusin
belki de var.. ama nasıl?
stepan
zorlasak mı acaba bizim olmayan
görünmez bir mutluluğun yollarını
her türlü acılarla yılmadan
savaşsak mı geleceği kurtarmak için
ama gelecek ne lusin, bilmem ki
bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim?"
stepan
olsa olsa bunca çıkmazı
sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi.
lusin
kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. ayrıca
katı, ilgisiz, iğreti…
stepan
ve diyebilirsin ki lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
öyle bir buz çağını yaşıyorum da
içkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi.
lusin
hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte.
stepan
belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
doğarak acılarıma her an yeniden
ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."
"ve umutlar sonsuzdur.
çünkü en büyük yaslar
en büyük ölümlerden sonra tutulur."
"çıkagelmesi bir gün. ve nasıl
nefretin en çağdaş biçimiyle
bir şeyler çözülüyor, bir şeyler yıkılıyor, anlıyorum
öyleyse
sayılar neden böyle yumuşak
neden hiç kimseler konuşmuyor
ben neden yalnızım?"
"herkesin ölü bir şeyi vardır. ölüler çoğaldıkça
artık hiçbir şey ölemez.
ve bu yüzden olacak armenak ölümü tanımıyor
yollar var arasında ölümle
aşamaz o yolları. aşmak için
hiçbir şey yapamaz armenak"
"yapayalnız kalmaktaki eylemimizi
suçlayan bir şeydi alkol
öyleydi.
ve yaşam söylemekti bay yargıç
bilip de söyleyemediklerimizi
eski bir umut kadar eskidik. ve eski
yaralarımızı gösterelim size, çürüklerimizi"
"ve alkol tanrının dengesini yitirdiği
gibi bir gürültüyle çıtırdıyor
ve tanrının uçsuz bucaksız denizlerde güneşlendiği
bir günde alkol
dünya bir sıkıntının yönetiminde ve uzun
herkes biraz içiyor"
"bırakınca giderdik. sonra her şey giderdi. ve artık
bir silah patlasa, bir kurşun
doğayı baştanbaşa kanatan
bir kurşun olurdu. içkilere dönerdik"
" sirkler ve bütün sirkler, atlıkarıncalar öyle
çılgınca dönerlerdi sesimizde
biz bütün görme gücüyle görürdük sesimizi
renksizdi
ve nasıl kirliydi ki, her günkü kuşkulardan"
"kalmak hep böyle kalmak mı yeni bir yağmur yağıncaya dağlarda dağlarda ve soğuk her yerimizde, çağlarda yılgınız çünkü sen, ey soğumak korkusu
ey umut, ey beyaz örtülerin tükenmez uzunluğu
kimse bir gün sana koşmaktan kendini alamaz."
" ve öyle çok sesten katı bir sessizliğe geçerkenki
bulanık, kirli
biçiminde bir yaz ayini. upuzun kokulu tabutunda
bilmeden yer değiştiren bir süryani
solgun balmumu çiçeğinden o hiç anlatılmayana
bakarkenki
kızgın demir yüzlü bir su hayvanından
yansımış kızgın yüzünü bildirerek böylece, insanın en muthiş bir yerinde, insanın
kimselerden oğrenmediği bir gülüşe
kimselerden öğrenmediği bir gülüşle
başkalarınca işitilmedik bir yerinde
acısızlık açınca ölmemekteki renklerini...
başlar ceplerinizin alkolle işleyen saatleri."
" ve günün her saatinde fal açan bir adamın
şu sinek onlusunu bir türlü kullanamadığı.
her şey ne kadar beyaz!
her şey ne kadar beyaz içimizde sakladıklarımızın birazı
sesimiz ve bütün düşündüklerimiz, her şey
yolcular, o soğuk istasyonlar, bizim her günkü tekrarlarımız
değil mi. ne kadar beyaz gemiler
fenerler ve bütün yol göstericiler parmak uçlarımız
kim bilir kime yazdığımız bin yıllık dilekçeler
o buz tutmuş güneşler, eski eşya satıcıları
ve sirkler
ey büyük sirk tanrısı, sen bizim her türlü aşkınlığımız
ve yalnız."
"çamuruyla buluşan sayısız eylemlerin utkunun, aşkın ve yenilginin
sonra her şeyin artık, birden her şeyin yıllanmış isteklerin, ateşsiz cehennemlerin
o ölüm günlerinde, o süssüz törenlerde alanlarda dirilen korkusuz,
yeğin"
"hepimiz tanrı kaldık, kimse mutluyum demesin."
edip cansever'in hayatın sağından solundan kesip aldığı ve bir yapboz parçası gibi bir araya getirdiği karakterler ile yazdığı başyapıt. esasında beş tragedya bulunur fakat v. tragedya toplam yedi bölümden oluştuğu için ufak bir karmaşa ortaya çıkıyor zaman zaman. edip cansever neden edip cansever diye sorulduğunda yanıtı tragedyalarda yatar. lusin, zavallı lusin ve doğduğu için hiç ölmeyecek olan stepan, ismi stepan olduğu için asla satranç oyuncusu olamayacak stepan. iskambil kağıtları, biraz alkol, yapayalnız kalmaktaki eylemimizi suçlayan alkol. ah benim sevgili vartuhi ve çürük ilkyaz ağacı diran. geceye değgin bir ölümlünün kendini tanrıya yok dedirtmesi ve hepsi. onlarca şey okudum hiçbiri böyle kolumu kanadımı kırmadı benim. edip cansever şöyle demiştir tragedyalar için:
"gene hepsinin bir masalın sonundaki gibi yok oluşu, geleceğin geçmişe karşı bir utkusu olmalıydı.
evet, kısa bir değinme işte... bana umutsuz, toplumdan kopuk diyenlere de bir yanıt belki."
"yani kutsal kitaplardaki değil ve çağdaş felsefedeki
seçkin bir dili abartırkenki görkemli
bir korku değil
değil de, ne romalı bir köleninki
ne engizisyon mahkemelerindeki, ne de
barışsever bir yahudinin
avlanırken duyduğu
bir korku da değil bu
ve bütün insan avlarında duyulan
konuşmaya ya da telaşlanmaya
hiç mi hiç vakit bırakmadan
tüyler, anılar bir daha yaşasın, bırakmadan
kocaman bir “vur!” sesi
var ya
o bile değil."
"duymuyorum ben acılarımı. ve yitirdim çoktan
yitirdim bütün karşıtlıkları. ne umut
ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
kurtaramaz varlığımı benim. ve yoğun bir anlamsızlığın
içinde
sanki renksiz, boyutsuz
ve göksüz, zamansız bir evrende
tek çıkar yol yaşamaksa lusin
yaşıyorum ben de kaygısız
değişmez bir anlamsızlığı böylece."
"çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz
herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği
bir cümlede durmuş gibiyiz
ki bütün mektupların, telgrafların
durmadan yanlış verildiği"
"unutulmuş gibiyim ben. ve insan
bir bakıma unutulmuş gibidir
bilmem ki, nasıl anlatmalı, yalnız bile değilim.
belki de yalnızlıktan
daha fazla bir şey bu
unuttum ben kendimi de stepan."
"ağıt
gün bitti. saat kaç. bitecek mi bir gün savaşımız
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
dönüp dönüp arkamıza baktığımız
bir dünya kalıntısı üstünde
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.
koro başı
daha bir sürü böyle
silahlar eleştirecek sizi belki de
işte siz
toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri
bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine
gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz
ne korku, ne kin, ne de yenilme
ve asıl günleriniz olacak, günleriniz
duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
dünyanın tekdüzenli renginde."
"stepan
elini verir misin, elini?
benim anladığımca sen
bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
bu böyle olunca da, o zaman
şaşırma bir gün mutluluk yerine
daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan.
lusin
bir acıyla.. daha hiç denenmemiş!.
stepan
bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
ve düşün, insanlığının en alımlı katında
her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana?"
"çünkü belki isa’nın
acıdan ve uzun boylu bir korkudan
çıkarılmış bir homoseksüelliği götürüp
bir gökyüzü boşluğunda biçimlendirdiği zaman
ve sonra yeniden doğduğu zaman. işte vartuhi
görmek için bunları birtakım din kitaplarından"
"ve alkol olmasaydı biz ölümsüz kalırdık
dayanılmaz acısında bir ölümsüzlüğün
biz öylece kalırdık
imgelerin ve bütün çözüm yollarının bir öte dünyasında
yani bir gerilimde, her şeyin bir kavram olup aktığı kanımızda
oralarda
sevişirken kalırdık
akarsular alkollere girer kalırdı
balıklar soğuk soğuk devinirdi, kalırdı
içe ingin gözlerimiz vardı, kalırdı
bir sessizlik gününün durmadan kutlandığı
oralarda kalırdı."
"yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
içimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar
bir yarasa ayaklanır. aç gözlü bir kuş
varır kocaman bir şey olmanın bilincine
birden bir ses biçiminde, radyomuzun içinde
duyurur iki caz parçası arasından biri
ya gülünç bir yas töreni
ya toptan bir öldürme.
belki de
soğumaya yüz tutmuş bir fincan sütlü kahve
dönüşür ellerimizde kanlı, kırbaçlı
bastırılmış bir greve, yırtılmış dövizlere
örneğin üç yüz ölü, bir o kadar yaralı
ve sömürge şapkalı ve sten tabancalı
gözü dönmüş biriyle
o güvenlik manşetleri birtakım gazetelerde.
yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar
damlayan bir musluktur yerine göre
yoksa bir enkaz altında bir ölüm
ya da puslu bir havada, bir cinayette
bir ölüm
ölümün anlamı ne?"
" stepan
beni güçlendiriyorsun lusin. ne var ki
istemiyorum güçlenmeyi ben. daha doğrusu
bulunmuş bir eşyayım da sanki, örneğin
bir para cüzdanı, bir anahtar zinciri
ya da eski bir saat… her neyse
kullanıyorum kendimi bulduğum gibi.
lusin
bilmiyorum stepan. bildiğim bir şey varsa
öyle bir satranç taşının oyuncusuyla
çok zorlu bir durumda konuşması gibi
konuşmaya geldim seninle.
stepan
mutluydun. dokunulmaz bir içgüdüyle
yaşıyordun ölümsüzlüğünü. ve tanrı
yetiyordu sanırım bütün isteklerine.
lusin
yitirdim inançlarımı stepan. ve nasıl alabildiğine
sorumsuz dolaşırsa kan vücutta
bir yandan bir parçası olarak insanın
bir yandan büsbütün yabancı insana
giderek tanrıyı buldum ben de. tanrıysa
yitirdi kesinliğini bir insan kılığında.
stepan
ve sonra dayanılmaz bir yalnızlığın altında
insanları -gördün birden ve bütün kasvetleri
diyebilirim ki, kapatılmış bir özgürlük isteği seni
çekiverdi sanki odama.
lusin
bir özgürlük de değil bu, daha çok
bir özgürlük duygusu belki
bence bu duygunun bir karşılığı olmalı
tanrıya inandıkça tanrının olması gibi.
stepan
bilmem ki, nasıl anlaşırız bu durumda
çünkü ben mi yöneteceğim seni, yoksa
sen mi alacaksın buyruğuna beni
hiç değilse dengeyi kim sağlayacak
ayrıca böylesi bir denge gerekli mi, değil mi."
kimseyi sokmadığın o taşkın havasında
ve ölüm sonrası bir yaratık gibi kendini
yaşamaya zorladığın kurşunla
sen
çılgın
yani bir çılgınlığı anlamanın
çağdaş ve seyircisiz tanrısı
günüyüz, görkemiyiz bir seni kutlamanın."
"olmayan insanlarız. üstelik olmamaya
tanığız, kararlıyız.
sanki bir hayat komasından çıktık da
görünsün istiyoruz yeniden
hep aynı biçimde yeniden
yeniden, yeniden, yeniden çıldırdığımız."
yangınsız, cehennemsiz
bir ölüm mü kalıyor sanki geriye
ve ölüm ki nedir bay yargıç
çok garip bir şekilde kirlenmenin
adıdır ölüm
sonra soğuk ve eski
ve sonsuz bir dilekçenin
altındaki pullar gibidir
imzası görünmezse de çürümüş iskeletlerimizin."
"adım stepan, lusin. yani ben bir satranç oyuncusu olamam."
" lusin
yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
bu yitiriş kendini, bu çöküş
sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana
stepan
bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. ve gelecekteki
bir önseziyi kuruyorum şimdiden.
lusin
asıl iş bir sonuca varmakta.
stepan
varabilir misin?
lusin
öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu.
stepan
bir konyak daha içer misin?"
ve belki..
bir kurşun!
sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi
düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız
sadece avlandınız
ağız dil bilmez söylemeyi."
" stepan
bak lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
her türlü çirkinliğin içinde
her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
içinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
ve kırılaraktan durmadan
öyleyse bir kurtuluş bu mu? bana kalırsa
ölümünü içinde taşıyan bir isyan.
lusin
isyandı tanrıya başkaldırmak da. öyleyse
ben şimdi neye inanacağım
yalnızsam, beni yalnız bırakan
ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
başkalarına mı?
yoksa kendime mi stepan, ne dersin?
hep böyle baş eğmek mi? istemiyorum bunu stepan
düşmeli bir çirkinliğin içine. ve yavaş yavaş
aşmalı çirkinliği.
stepan
sadece bir anlaşma! ne çıkar anlaşsak da biz
ve bütün anlaşmaların dünyada
sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz.
lusin
öyleyse yalnız da değilsin sen. ayrıca
tutsaksın yalnızlığına stepan.
stepan
bunu yadsımıyorum ki lusin. yadsımıyorum da
demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
iki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi?
yok sanki bir şey yapacak..
lusin
belki de var.. ama nasıl?
stepan
zorlasak mı acaba bizim olmayan
görünmez bir mutluluğun yollarını
her türlü acılarla yılmadan
savaşsak mı geleceği kurtarmak için
ama gelecek ne lusin, bilmem ki
bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim?"
stepan
olsa olsa bunca çıkmazı
sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi.
lusin
kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. ayrıca
katı, ilgisiz, iğreti…
stepan
ve diyebilirsin ki lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
öyle bir buz çağını yaşıyorum da
içkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi.
lusin
hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte.
stepan
belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
doğarak acılarıma her an yeniden
ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."
"ve umutlar sonsuzdur.
çünkü en büyük yaslar
en büyük ölümlerden sonra tutulur."
"çıkagelmesi bir gün. ve nasıl
nefretin en çağdaş biçimiyle
bir şeyler çözülüyor, bir şeyler yıkılıyor, anlıyorum
öyleyse
sayılar neden böyle yumuşak
neden hiç kimseler konuşmuyor
ben neden yalnızım?"
"herkesin ölü bir şeyi vardır. ölüler çoğaldıkça
artık hiçbir şey ölemez.
ve bu yüzden olacak armenak ölümü tanımıyor
yollar var arasında ölümle
aşamaz o yolları. aşmak için
hiçbir şey yapamaz armenak"
"yapayalnız kalmaktaki eylemimizi
suçlayan bir şeydi alkol
öyleydi.
ve yaşam söylemekti bay yargıç
bilip de söyleyemediklerimizi
eski bir umut kadar eskidik. ve eski
yaralarımızı gösterelim size, çürüklerimizi"
"ve alkol tanrının dengesini yitirdiği
gibi bir gürültüyle çıtırdıyor
ve tanrının uçsuz bucaksız denizlerde güneşlendiği
bir günde alkol
dünya bir sıkıntının yönetiminde ve uzun
herkes biraz içiyor"
"bırakınca giderdik. sonra her şey giderdi. ve artık
bir silah patlasa, bir kurşun
doğayı baştanbaşa kanatan
bir kurşun olurdu. içkilere dönerdik"
" sirkler ve bütün sirkler, atlıkarıncalar öyle
çılgınca dönerlerdi sesimizde
biz bütün görme gücüyle görürdük sesimizi
renksizdi
ve nasıl kirliydi ki, her günkü kuşkulardan"
"kalmak hep böyle kalmak mı yeni bir yağmur yağıncaya dağlarda dağlarda ve soğuk her yerimizde, çağlarda yılgınız çünkü sen, ey soğumak korkusu
ey umut, ey beyaz örtülerin tükenmez uzunluğu
kimse bir gün sana koşmaktan kendini alamaz."
" ve öyle çok sesten katı bir sessizliğe geçerkenki
bulanık, kirli
biçiminde bir yaz ayini. upuzun kokulu tabutunda
bilmeden yer değiştiren bir süryani
solgun balmumu çiçeğinden o hiç anlatılmayana
bakarkenki
kızgın demir yüzlü bir su hayvanından
yansımış kızgın yüzünü bildirerek böylece, insanın en muthiş bir yerinde, insanın
kimselerden oğrenmediği bir gülüşe
kimselerden öğrenmediği bir gülüşle
başkalarınca işitilmedik bir yerinde
acısızlık açınca ölmemekteki renklerini...
başlar ceplerinizin alkolle işleyen saatleri."
" ve günün her saatinde fal açan bir adamın
şu sinek onlusunu bir türlü kullanamadığı.
her şey ne kadar beyaz!
her şey ne kadar beyaz içimizde sakladıklarımızın birazı
sesimiz ve bütün düşündüklerimiz, her şey
yolcular, o soğuk istasyonlar, bizim her günkü tekrarlarımız
değil mi. ne kadar beyaz gemiler
fenerler ve bütün yol göstericiler parmak uçlarımız
kim bilir kime yazdığımız bin yıllık dilekçeler
o buz tutmuş güneşler, eski eşya satıcıları
ve sirkler
ey büyük sirk tanrısı, sen bizim her türlü aşkınlığımız
ve yalnız."
"çamuruyla buluşan sayısız eylemlerin utkunun, aşkın ve yenilginin
sonra her şeyin artık, birden her şeyin yıllanmış isteklerin, ateşsiz cehennemlerin
o ölüm günlerinde, o süssüz törenlerde alanlarda dirilen korkusuz,
yeğin"
"hepimiz tanrı kaldık, kimse mutluyum demesin."
devamını gör...
galileo galilei
serbest düşen cisimlerin,hafif veya ağır olsunlar,aynı sabit ivmeye sahip olacaklarını ve tamamen düzgün yatay bir yüzeyde hareket eden
cisimlerin hızlanmayacağını veya yavaşlamayacağını söylemiştir.
cisimlerin hızlanmayacağını veya yavaşlamayacağını söylemiştir.
devamını gör...
sözlükteki bazı yazarların densiz samimiyeti
gece gece böyle başlık açıp ilgiye maruz kalmış ergen kız triplerinde gözükmez istemezdim ama dünden beri üç erkek yazar girdilerle ilgili mesajlar atıp yazıyor arkadaşça bir üslup ile cevap verince de yüzyıllık bir samimiyetimiz varmışcasına "bebeğim, yavrum vs gibi" hitaplar kullanılıyor. belki ben fazla resmiyim ama normal mi bu sizce?
***arkadaşlar engelle gitsin diyorsunuz elbette engelliyorum ama bunu normal görmediğim için tepkimi belirtme amaçlı başlık açtım.
***arkadaşlar engelle gitsin diyorsunuz elbette engelliyorum ama bunu normal görmediğim için tepkimi belirtme amaçlı başlık açtım.
devamını gör...
yazıp yazıp silinen mesajlar
yazıp yazıp siliniyorsa konu derindir. derin konuları da sakin olunan bir zamanda yüz yüze konuşmak en iyisi.. yoksa, bir derdini anlatmaya çalışırken, ortaya başka bir dert çıkıyor, sonra ayıkla pirincin taşını..
bir de yüz yüze konuşurken karşı tarafa duygunuzu geçirme imkanınız var ama mesajda karşı taraf hangi duygu tonundaysa mesajı öyle yorumluyor, yani kendinizi onun duygularının insafına bırakmış oluyorsunuz ki bu da çok riskli bir durum..
bir de yüz yüze konuşurken karşı tarafa duygunuzu geçirme imkanınız var ama mesajda karşı taraf hangi duygu tonundaysa mesajı öyle yorumluyor, yani kendinizi onun duygularının insafına bırakmış oluyorsunuz ki bu da çok riskli bir durum..
devamını gör...
canım kardeşim
başrollerde halit akçatepe, tarık akan ve kahraman kıra'yı gördüğümüz 1973 yapımı dram filmi. efenim izlediğimde tabii ki dram olduğunu bilmiyordum, bilsem izler miydim? aslında başta izlemezdim diyecektim fakat sanırım üzülsem de izlerdim.
kahraman, evin küçük çocuğudur ve tek istediği bir televizyonunun olmasıdır. şimdi birçok kişinin evinde ikişer üçer televizyon olduğunu düşününce belki tam olarak empati yapmak zor olabilir fakat hiç de imkansız değildir. kahraman televizyon ister fakat abisinin alacak gücü yoktur. buradaki televizyon, eşit haklara sahip olmayan çocukları/ insanları vurgular. özellikle sağlık, barınma, eğitim gibi konularda eşit haklara sahip olmayanları.. hani gelişmemiş ülkelerde çocuklar hala sırf aşı olamadıkları için kızamıktan ve su çiçeğinden ölüyor ya, hah işte tam da o küresel eşitsizlik'e vurgu yapar.
bir anda ''sağlık'' konusuna nerden geldin demeyin, kahraman lösemidir. abisinin sırf ona yemek yedirebilmek için, hayali olan televizyonu ona almak için kendi kanını sattığı çocuktur. izlemeyeninin olmadığını düşünsem de gerisi tat kaçıran bilgiye (spoiler) gireceğinden anlatmamayı tercih ediyorum.
--- alıntı ---
çağır kardeşim, çağır beyim. polis çağır, jandarmaya haber ver. hapse tıksınlar. dilersen garsonlarına dövdür beni. kanını satarak kardeşine yemek yedirdi diye istersen astır beni. hadi durma! ne duruyorsun, çağırsana polisi!
kahraman, evin küçük çocuğudur ve tek istediği bir televizyonunun olmasıdır. şimdi birçok kişinin evinde ikişer üçer televizyon olduğunu düşününce belki tam olarak empati yapmak zor olabilir fakat hiç de imkansız değildir. kahraman televizyon ister fakat abisinin alacak gücü yoktur. buradaki televizyon, eşit haklara sahip olmayan çocukları/ insanları vurgular. özellikle sağlık, barınma, eğitim gibi konularda eşit haklara sahip olmayanları.. hani gelişmemiş ülkelerde çocuklar hala sırf aşı olamadıkları için kızamıktan ve su çiçeğinden ölüyor ya, hah işte tam da o küresel eşitsizlik'e vurgu yapar.
bir anda ''sağlık'' konusuna nerden geldin demeyin, kahraman lösemidir. abisinin sırf ona yemek yedirebilmek için, hayali olan televizyonu ona almak için kendi kanını sattığı çocuktur. izlemeyeninin olmadığını düşünsem de gerisi tat kaçıran bilgiye (spoiler) gireceğinden anlatmamayı tercih ediyorum.
--- alıntı ---
çağır kardeşim, çağır beyim. polis çağır, jandarmaya haber ver. hapse tıksınlar. dilersen garsonlarına dövdür beni. kanını satarak kardeşine yemek yedirdi diye istersen astır beni. hadi durma! ne duruyorsun, çağırsana polisi!
devamını gör...