vampirillo yazar profili

vampirillo kapak fotoğrafı
vampirillo profil fotoğrafı
rozet
kalbimiz seninle
karma: 10561 tanım: 2074 başlık: 22 takipçi: 58
hey there i am using whatsapp

son tanımları | başucu eserleri


ispanyolca

yıllar önce narcos dizisiyle birlikte öğrenme aşkımın depreştiği ve duolingo ile başlayıp bir süre sonra aslında hiçbir şey öğrenemediğimi farkettiğim dünyanın en güzel dili. sonra bu iş böyle olmayacak deyip bir gramer kitabı edinip çok kısa sürede gramerini söktüm. çünkü şaşırtıcı derece ingilizceye çok benziyordu. ikisinin de hint-avrupa dili olması bir yana, ingilizcedeki devasa latin kökenli kelimeler sayesinde zibilyon tane ortak kelime olduğunu farkettim.

benim için büyülü bir öğrenme süreciydi, her detayından inanılmaz keyif alıyordum. sırf orjinalinden okuyabilmek için yüzyıllık yalnızlık romanına bile başlamamıştım. sonra hellotalk denen uygulamayı keşfettim. hayatımda bu kadar hoşlandığım bir uygulama daha olmamıştır. burada tanıştığım insanlarla pratik yaparak daha da ilerlettim. sonra latin amerika'ya gittim, karış karış gezdim. arjantin'de yaşadığım aksan şoku, ingilizce yapabileceğim halde her işimi, her diyaloğumu ispanyolca yapmam, gün geçtikçe daha çok öğrendiğimi, anladığımı farketmem gerçekten müthişti.

artık çok iyi seviyede ispanyolcam var fakat yüzyıllık yalnızlık'ı hala orijinalinden okuyamıyorum (çünkü zor anasını satayım). kelimeler ilk başladığım zamanlardaki gibi büyülü gelmiyor artık kulağıma. hani derler ya yolun kendisi bir yere varmaktan daha güzeldir. öyleymiş gerçekten. yine de seviyorum seni ispanyolca. eres lo más bonito.
devamını gör...

kuran'ın insan yapısı olduğunun delilleri

meryem suresinde isa'nın annesi bakire meryem'den uzun uzun bahsederken 28. ayette birden bire "ey harun'un kız kardeşi" şeklinde bir giriş yapar. halbuki harun ve musa'nın kardeşi olan meryem ile isa'nın annesi olan meryem farklı kişilerdir. hatta aralarında 1500 yıl falan var. burada açıkça muhammed'in tarihi bir olaydan bahsederken kişileri karıştırdığı görülüyor.

garanik hadisesi olarak geçen olayda muhammed peygamber, o sıralar halen putperest olan kureyş kabilesinin desteğini almak için kabe'deki 3 büyük putu öven ayetler (necm 19-20-21) okumuş ve bunun üzerine müşrikler de secde etmiş fakat bir grup mümin putlara tapılmasını kabul etmeyince ortalık karışmış bunun üzerine ayetlere tekzip getirilmiş ve muhammed'in şeytan tarafından yanıltıldığı için bu ayetleri okuduğu ifade edilmiştir.

kuran'daki miras ayetleri matematiksel olarak hatalıdır. mirasçıların paylarını topladığınızda çoğu zaman 1'den büyük bazen de 1'den küçük çıkar, nadiren 1'e eşit çıkar. bu hata daha ilk zamanlar farkedilmiş ama kimse ağzını açıp da bu hatalıdır diyememiş fakat sorun öylesine içinden çıkılmaz bir hal almış ki çok geçmeden daha hz. ömer'in halifeliği sırasında (muhammed'in ölümünden bir kaç yıl sonrası) avliye yöntemi denen bir yöntemle sorun giderilmeye çalışılmış. fakat bu yöntemin sorunu kuran'da vadedilen oranları değiştirmesidir. yani aslında kuran'ın apaçık emrine karşı gelmektedir. öte yandan matematiğin de şakası yoktur.

hz muhammed'in pek çok eşi var. sayıları tam bilinmiyor fakat cariyeleri hariç en az 9 evlilik yaptığı düşünülüyor. 16 diyen de var. bütün eşlerin bir sırası var, her geceyi farklı biriyle geçiriyor. eşleri içinde en çok bildiğimiz ve bence çok ilginç bir karakter olan ayşe biraz inatçı, sözünü asla sakınmıyor. muhammed ile daha fazla gece geçirmek için ayrıcalık istediğinde bir anda ahzab 51 suresi iniyor: "(ey muhammed) onlardan (yani karılarından) diledigini geriye bırakır, diledigini öne alabilirsin..." yani kişiye özgü ve cimayla ilgili bir ayet iniyor?!?!

peygambere helal kılınan kadınlar muhteviyatlı ahzab 50 inince ise hz. ayşe dayanamıyor ve "görüyorum ki rabbin senin keyfine koşturuyor" diyor. ahzab 50 o günün standartlarına göre bile skandal bir ayet: "ey peygamber! mehirlerini verdigin eşlerini , allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber nikâhlamayı diledigi takdirde -müminlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere- kendisinin mehrini peygambere hibe eden mü'min kadını almanı helâl kılmışızdır..”

peygamber, cariyesi mariya ile cima halindeyken eşlerinden biri ve aynı zamanda hz. ömer'in de kızı olan hafsa tarafından basılır. olay hafsa'nın evinde ve hatta hafsa'nın yatağında gerçekleştiği için hafsa hakarete uğramış hisseder ve bu olaydan sonra deyim yerindeyse çarşı karışır. hz muhammed bir daha mariya ile yatmayacağına dair hafsa'ya yemin eder, olayı da kimseye anlatma der ama hafsa gidip ayşe'ye anlatır. hz muhammed eşlerini terkeder. onları boşadığı dedikodusu yayılır. bunun üzerine bir anda tahrim suresi'nin ilk beş ayeti iner. kaynak: taberi, camiu’l-beyân, 28/102

peygamber evlat edindiği zeyd'in karısını beğenir. zeyd bunu anlayınca durumu kendine yediremez ve karısını boşar. normalde o günün arap toplumu için bile yuh denebilecek bir girişim olan kendi evladının hanımıyla evlenme olayının önünü açmak için ahzab 37 iner.

pek çok ayette "allah'a andolsun ki" diyerek allah kendine and içer: meryem 68, mearic 40, nahl 56, nahl 63. bu ayetlerin apaçık bir insan tarafından söylendiği ortadadır.

hicr 72'de allah peygambere and içmektedir: “resulüm! ömrüne yemin olsun ki gerçekten onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı”

kuran'da kimin konuştuğu belli değil. bazı yerlerde allah konuşuyor. bazı yerlerde "o" diyor. bazı yerlerde muhammed konuşurken bazı yerlerde biz diyor?!?!

kaf 1 "şanı yüce kur’an’a yemin olsun!" diye başlar. fakat ortada henüz bir kuran yoktur. ayetlerin toplanıp ciltlenmesi ve kuran adının verilmesi çok sonraları olduğundan bu ayet ciltleme sırasında eklenmiş olabilir.

pek çok ayette gündüze, geceye, güneşe, aya, göğe, şafağa yemin etmektedir. allah niçin bunlara yemin etmektedir ki?

kuran sayısız yerde yemin ediyor, bazen yeminler yetmiyor olacak ki pekiştirme ihtiyacı hissediyor: "nasıl, bunlarda bir akıl sahibi için yemin var değil mi?" (fecr 5)

tevbe 30: "yahudiler üzeyir allah’ın oğludur dediler, hıristiyanlar da "mesih (isa) allah’ın oğludur" dediler. bunlar, daha önceki inkârcıların söylediklerine benzer biçimde ağızlarından çıkan sözlerdir. allah onları kahretsin! (gerçeklerden) nasıl da yüz çeviriyorlar!" bu ayette allah, "allah onları kahretsin" diyor?!?

kalem ve müdessir surelerinde velid için pek çok kereler sövüyor. soysuz diyor, aşağılık diyor, piç diyor, kaba saba diyor, saldırgan diyor. peki kim bu velid? acaba o mu? evet ta kendisi: halid bin velid. müminlerin yenilmez komutanı. aslında babasından bahsediyor ama ayette oğlundan da bahis var. kendisi olmasa bu kadar yayılamayacak olan, mükemmel bir askeri kariyeri olan, islami perspektiften bakınca çok değerli ve mübarek bir şahıs olması gereken halid bin velid'in islam sancağını zaferlere taşıyacağını önceden göremiyor allah ve babasına küfrediyor!

ay, güneş, dünya ve bunların hareketlerine dair son derece kafa karıştırıcı bilgiler vermektedir. bırakın sıradan bir insanı, eğitimli bir insanın dahi bu ayetleri okuyup bütünlüklü bir sonuca ulaşması imkansızdır. zaten ayetlerin tefsiri konusunda her kafadan ayrı bir ses çıkmaktadır. muhammed'in astronomi bilgisinin kulaktan dolma olduğu barizdir.

sperm ve yumurta hücrelerinin kaynağını yanlış vermektedir. (tarık 5-7)

göğü tıpkı antik filozoflar ve pagan dinlerindeki gibi tasvir etmektedir. yani dik duran ve düşmeyen bir kubbe gibi. hacc 65 "görmüyor musun ki, allah yeryüzündekileri ve o’nun emriyle denizde akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi! kendi izni olmadıkça yerkürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da o’dur."

bakara 62'de yahudilere ve hristiyanlara korkmasınlar, onlar da doğru yolda derken diğer pek çok ayette bu dedikleriyle çelişiyor. örneğin ali imran 85, tevbe 30, maide 64

nahl 101'de açıkça ayetlerin değişebileceğinden bahsediyor. bu da haliyle pek çok ayetin değiştirilmiş olabileceğine işarettir.

pek çok ayette göğü ve yeri 6 günde yarattığından bahsediyor. burada klasik savunma orada zaman algısı farklıdır şeklinde. peki bir de şu ayetlere bakalım:
mearic 4: “melekler ve ruh, miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar”
hacc 47: “..muhakkak ki, rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.”
secde 5: “allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde o'nun nezdine çıkar.”

fussilet 9-10'da sabit dağlar yerleştirdiğinden bahsediyor fakat dağlar sabit değildir, jeolojik oluşumlardır.

anlayın diye arapça indirdik diyor. zaten araplara inen bir kitap için neden bunu söylüyor? evrensel bir dinse o zaman neden arapça indiriyor?

kamer suresi ayın yarılmasından bahseder. ne var ki islam alimleri 1400 yıldır bu işin içinden çıkamamıştır. ayeti herkes farklı yorumlamakta ve bir sonuca varılamamaktadır. kuran'da bunun gibi yüzlerce ihtilaflı ayet vardır. mezhepler de zaten böyle doğmuştur. birinin ak dediğine diğeri kara demektedir. oysa ki kuran bizzat kendi ifadesiyle apaçıktır. hiçbir yardımcıya da ihtiyacı yoktur. pratikte ise bir satırlık ayetler paragraflarca süren tefsirlerle açıklanmaktadır. üstelik her mezhep ve mezheplerin de her kolu kendi bildiğince açıklamaktadır.

ahzab 53'te zırt pırt peygamberin evine gelip de çok oturmayın der. peygamber kendisi söylemekten çekindiği için allah'a söyletiyor.

kuran'da 29 ayet sadece harflerden oluşmaktadır. evet bildiğiniz harfler. yani kelime, cümle falan yok. elif lam mim (e-l-m) ya da ya sin (y-s) gibi. bunların ne olduğuna dair bugüne kadar doyurucu bir açıklama yapılmış değil. kimileri bunları allah ile elçisi arasında şifreli bir mesajlaşma olarak kabul ediyor. kimilerine göreyse bunlar hz muhammed'in sara krizlerine girdiği sırada ağzından çıkan anlamsız sözler. bu konuda bir kanıt yok fakat her konuda soru sormaktan çekinmeyen, gusül nasıl alınır bize göstersene diye hz ayşe'nin kapısına bile giden müminlerin bu harflerin anlamlarını bir kere bile sormaması ilginç.

kuran'da en sık geçen ve tekrardan ibaret olan ayetlerin sayısı yaklaşık 2 bin. toplam 6 bin küsür ayet olduğunu düşünürsek çok fazla boşluk doldurma var diyebiliriz. "her şey kuran'da anlatılamazdı, bu bir biyoloji ya da astronomi kitabı değil" diyenler için üzerinde düşünülmesini gerektirecek kadar büyük bir sayı.
devamını gör...

köy enstitüleri

beyaz zambaklar ülkesi'ni okuyanlar kırsaldaki korkunç sefaleti ve cehaleti bilir. osmanlı kırsalı o dönem belki fin kırsalından bile beterdi. dönemin anadolu kırsalını anlatan tek bir eser dahi okumuş birinin içi sızlamıyorsa köy enstitülerinden komünist yuvası diye bahsetmesi normaldir. aynı zihniyet üniversiteyi de fuhuş yuvası olarak görüyor.

1923 yılında 5 bin okulu ve yalnızca 10 bin öğretmeni olan, neredeyse hiç doktoru olmayan fakir cumhuriyet'in en önemli kalkınma hamlesidir. halkın %80'inin kırsalda yaşadığı düşünülürse yeterli kaynağı olmayan genç cumhuriyet için son derece akılcı bir çözümdür. sonraki yıllarda iklim ve kırsal alan anlamında türkiye'ye benzer ülkelere de bu kalkınma metodu bm tarafından önerilmiştir. bu enstitüler sadece okur yazarlık değil, tarım ve sağlık gibi osmanlı kırsalının yüzyıllardır kökünü kazıyan dertlere de çare oluyordu. zaten çok hızlı netice vermişti: okur-yazarlık hızla yükselmiş, tarımsal üretim artmış, bebek ölüm oranları düşmüş ve nüfus da haliyle artmıştı.

proje doğu vilayetlerinde de uygulanabilseydi ne aşiretler ne de feodalite kalır, pkk gibi bir derdimiz de olmazdı. köylüyü topraklandırma yasasına karşı çıkan büyük toprak sahibi adnan menderes tarafından abd talimatıyla sonlandırıldı. gerisi malum.
devamını gör...

dindarları cahil yobaz gerici sanmak

dindarların cahil, yobaz ve gerici olmadığını kanıtlamak için bin yıl önce yaşamış birini örnek gösteren fantastik önerme. var mı daha yakın tarihli örneğiniz. şöyle 300-500 yıl olsa da olur hahah.

tarihten bulunur tabii 3-5 isim de, bu kadar az istisnayla neyi kanıtlamaya çalışıyorsun? genel popülasyonda cehalet, yobazlık, gericilik var mı? var. cehaletin yüceltilmesi var mı? var. örgütlü cehalete "batı hayranı" oldukları gerekçesiyle kurban edilen aydın gençlik var mı? var. daha ne olsun? en son 5 asır önce fikir üretimi yapmış islam dünyasına bakıp cehalet yok demek için kör olmak lazım.

dünya haritasını önünüze alın. sahra altı afrikasını bir kenara ayırdıktan sonra dünyadaki en leş coğrafyanın islam dünyası olmadığını iddia edebilecek biri var mı? islam dünyasında çıkmış az sayıdaki düşünen adamı da islam uğruna katleden dindarlar değilmiş gibi gericilik yok demek nedir?

neyse kolayını buldunuz zaten: "şu dıj güjler olmasa islam dünyası aslında süper ağbi."

siz bu ülkeden çıkmış milli mücadeleyi bile islam karşıtlığı ilan etmiş heriflersiniz kime ne masalı anlatıyorsun?
devamını gör...

arjantin

bana "bugüne kadar ben et yememişim ki" dedirten ülke. arjantin'de muhteşem bir parilla yani ızgara kültürü var ama asıl olay kullanılan ette. artık havasından mı suyundan mı, patagonya'nın çayırlarından mıdır bilinmez et bildiğin lokum. daha da enteresanı kaliteli restorana da gitsen, esnaf lokantası da olsa, hatta süpermarketten bile alsan et her yerde kaliteli. ama sınırın bir adım ötesine git, şili'de kayış gibi oluyor o etler. daha da güzeli süper ucuz olması. mesela dananın sırt kısmı ki en pahalı ve lezzetli kısım bu, 30 tl civarıydı. aynı cins et türkiye'de o dönem 70 liraydı. tabi bunda biraz arjantin pezosunun dandik bir para birimi olması da etkili. dananın diğer kısımları daha da ucuz, domuz eti hepten ucuz. ayrıyetten eti coşturan chimichurri adında bir sosları var ki enfes. biftek dışında asado dedikleri kaburga konusunda uzman bu herifler. zaten konu üzerine cilt cilt yazmışlar. bunun dışında bütün latin amerika ülkelerinde bulabileceğiniz cazuela, empanada, a lo pobre gibi yiyecekler de mevcut. ha bir de unutmadan buenos aires'de çok güzel pizza yapıyorlar.

yalnız kahvaltı kültürü çok zayıf. yok gibi bir şey. kruvasan+kahve en standart kahvaltı. bir de arjantinlilerin kendilerine has bir sandviçi var. miga denen yumuşacık ekmekle yapılıyor. başka da alternatif yok. bir de bu herifler dulce de leche ile yatıyor, dulce de leche ile kalkıyor. sütten yapılan bir çeşit tatlı krema. ekmeğe falan sürülüyor.

bir de bu ülke muhteşem malbec şaraplarının anavatanı. tanen açısından zengin olduğu için kırmızı etle muhteşem bir ikili oluyor. işin bonusu şarabın çok ucuz olması. fiyatlar 10-100 tl arasındaydı ben oradayken, her fiyat skalasını denedim kötü ya da berbat dediğim tek bir şişe bile çıkmadı. ülkenin en sevdiğim bölgesi haliyle şarap memleketi mendoza olmuştu. ha bir de mate var. herkes, her yerde, her dakika mate içiyor. hatta mate otomatları kurmuş adamlar :) mate bir çeşit bitki, bunun çayını yapıyorlar, özel kupası ve pipetiyle içiliyor. kahve kadar olmasa da kafein açısından zengin.

arjantin ispanyolcasına gelince, yeni başlayan için zordur. alışması zaman alır, biraz kulak tırmalar. bu ülkenin insanları da cidden çok kafa. inanılmaz sıcak kanlılar ve hoşsohbetler. bir masaya oturduğunuzda gülmekten karnınıza ağrılar girmeden kalkamazsınız. kısacası güzel ülkedir. buzullarından bağlarına, patagonyasından şehirlerine kadar güzel memleket.
devamını gör...

milliyetçilik

çökmüş, köhnemiş, yozlaşmış fransa krallığı'nı ayağa kaldıran ideolojidir. milliyetçiliğin avantajı ülkenin yetenek havuzunu ve kaynak tabanını neredeyse maliyetsiz bir şekilde genişletmesidir. açalım;

modern devletin temelini ordu ve bu orduyu besleyecek vergi ve toprak rejimini sürdüren bürokrasi oluşturur. monarşilerde bu mekanizmaların yönetimi bir avuç aristokrat ve din adamının elindedir. örneğin ordu komutanlıkları ve subaylar aristokratlara ihale edilir, kilisenin elinde bol miktarda toprak vardır vs... halk bunun neresinde diye soracak olursanız, halkı ikiye ayırmak lazım. biri binlerce yıldır ezilen, sıfır siyasal hakka sahip yarı serf statüsündeki köylü, öbürü ise artık değişen teknoloji ve ticaret ile zenginleşen fakat yine de siyasi hakları olmayan burjuvazi. fransız devrimi dediğimiz şey aslında bir burjuva devrimidir. burjuva bu devrimi yapabilmek için halkı yanına çekmiş adına da halk devrimi demiştir. milliyetçilik bu dönemde doğmuştur.

ideolojinin ülke açısından yararı şudur: artık meşruiyeti sorgulanır durumda olan monarşi ve kilisenin yerini daha meşru bir yönetim yani cumhuriyet almıştır. meşruiyet toplumun hak ve sınıfları kendiliğinden kabullenmesi ve itiraz etmemesi demektir. artık kral için savaşmak istemeyen, kiliseye para vermek istemeyen tebaa, cumhuriyet sayesinde vatanları için vergi ödeyen, askerlik yapan yurttaşlara dönüştürülmüştür. bu öylesine büyük bir sinerji yaratmıştı ki, normalde asker bulmakta zorlanan dönem ordularına kıyasla napolyon savaşları döneminde fransa'da yaklaşık 2 milyon kişi askere alınmıştı. yani modern devletin en büyük eksiği olan para ve insan kaynağı sorunu giderilmişti. bu dönemde fransız yurttaşları coşkuyla askere yazılırken, ingilizler sağdan soldan topladıkları çapulcuları, suçluları zorla askere kaydettiriyor, ruslar köylerden topladıkları askerleri zincire vurarak götürüyordu.

ideolojinin ikinci yararı yetenek havuzunun genişlemesidir. eskiden komutan ve subay pozisyonları yeteneklerine bakılmaksızın aristokratların hakimiyetindeyken artık tamamen liyakatle dağıtılır hale gelmiştir. yani kendini kanıtlayan herkes sınırsız bir şekilde basamakları atlayabiliyordu. bunun en büyük örneği napolyon olsa da onunla sınırlı değildir. avrupa'nın bin yıllık tarihinde görülmemiş sayıda yetenekli komutan bu 15 yıllık kısacık dönemde fransa'dan çıkmıştır. sonuç: bütün avrupa'nın işgali.

ideoloji zamanla geri kalmış ulusların gelişmiş uluslarla arayı kapatmak için başvurdukları bir yöntem haline gelmiştir. fin, macar, balkan ve son olarak türk milliyetçiliği hep bu model üzerine kurulmuştur. toplumda büyük bir sinerji yaratan bu girişimle cehaletin kökü kazınmış, dogmacılıkla mücadele edilmiş , eğitim ve sağlık reformları hızla yapılabilir olmuştur. mesela taşra taşra gezen idealist öğretmen figürü bu dönemde ortaya çıkmıştır. alın size düşük maliyetle kalkınma.

ikinci dünya savaşından sonra kalkınmaya dayanan pozitif milliyetçilik yerini reaksiyoner milliyetçiliğe bırakmıştır. kısaca buna popülizm diyoruz. bütün sorunları "ulusun doğal düşmanları"nda gören, soyutlayıcı bir anlayış. günümüzde neredeyse bütün dünya gittikçe kangren haline gelen bu tür bir milliyetçiliğin pençesi altında.
devamını gör...

türkiye'de islamın çok yanlış yaşanılması

islam'da kabaca üç temel akım var:

1- mutezile: bunlar akılcıdır. kuran'ı dahi akla uygun yorumlamayı savunur. bunlar islam'ın daha güçlü akımları tarafından kafir ilan edilip kanlı bir şekilde yok edilmiştir. günümüzdeki modernist ya da tarihselci denilen ilahıyatçıların bu akımın devamı olduğu söylenebilir. halkta karşılığı kalmamıştır.

2- hariciler: bunlar islam'ı en katı yorumlayan gruptur. ne yazıyorsa o kardeşim düsturundadır. bilim ve sanata "dini" sebeplerle karşıdırlar ve bütün modern değerlere de kafirlik olduğu gerekçesiyle karşıdırlar. günümüzdeki selefilik, vahhabilik buradan gelir. en güncel örneği de ışid.

3- ehl-i sünnet: bunlar ise ikisinin arasında orta yolcu. aman ağzımızın tadı kaçmasın ali rıza efendi modunda takılırlar. bu akım aklı küçümsemese de itikad konularında haricilere daha yakındır. akıl konusunda da sorgulayıcı değil teslimiyetçidirler. yani "allah öyle yaptıysa öyledir, sorgulamak gereksiz hatta tehlikelidir" anlayışı var. en önemli kolu da eşarilik.

işte bu üçüncü akım, gazzali ve selçukluların nizamiye medreseleriyle islam dünyasında hakim akım haline geldi. diğer akımlar ya tebliğle asimile edildi ya da şiddet kullanılarak bastırıldı. bu akımdan önce anadolu'daki islam orta asya gelenekleriyle harmanlanmış, özünde iyi insan olma felsefesi olan kucaklayıcı bir müslümanlıktı. bunların temsilcileri bektaşilik, mevlevilik falandır. bilim ve sanata karşı olmadıkları gibi icra da ederlerdi. yunus emre gibi halk ozanlarında dahi bu tarz müslümanlığın esaslarını görürsünüz. hatta şanslıysanız dedenizde ninenizde bile bunu görebilirsiniz. fakat özellikle 80 darbesi sonrası köyler dahi nakşibendi tarikatlarına adeta teslim edildi. o insan sevmeyen, kötü bakışlı, çıkar cep telefonunu diyen dayılar işte o neslin ürünü. maalesef.

fakat bu kapsayıcı, bilimle, sanatla, hayatla kavgacı değil kucaklayıcı olan bu anlayış, maalesef nizamiye medreseleri üzerinden yayılan ehl-i sünnet anlayışıyla yok oldu. bugün mevlevilik deyince mevlana'nın bir iki sözü ya da turistik olarak yapılan sema gösterisinden başka bir şey aklımıza gelmiyor fakat bir zamanlar bu anlayışın anadolu'ya hakim olduğu unutulmasın. ben bu akımı 12. asır rönesansı'nda dini temelli de olsa bilgi ve sanat üreten kiliseye çok benzetiyorum. o birikim sayesinde avrupa'nın rönesans yapabildiği unutulmasın. islam dünyasında neden çıkmadığı da şimdi belki daha iyi anlaşılır.

ek bilgi için bkz:

imam gazzali
septem artes liberales

gazzali'nin yayılmasında önemli katkılarda bulunduğu ehl-i sünnet anlayışı* ise tamamen teslimiyetçi ve kadercidir. isyan ve sivil itaatsizlik yoktur. devletin bekası için din korunmalıdır anlayışı hakimdir. haliyle iktidarlar açısından da son derece faydalı bir araç olarak görülmüştür. bu akımın anadolu'ya yerleşmesi çok hızlı olmadı aslında fakat özellikle 19. yy'dan itibaren nakşibendilik ile birlikte kırsal kesimlere kadar nüfuz etmeye başladılar.

hakkını her daim arayıp osmanlı'ya dahi ayaklanmış anadolu köylüsü gitti, yerine kaderci, isyanı günah sayan, devlet büyükleri için ölen-öldüren, uslu mu uslu adeta "vur kafasına al ağzından lokmayı" diyebileceğimiz bir halk geldi. özellikle son dalga olan nakşibendilik, mantar gibi türemesi, biraz da ulaşım-iletişim araçlarının gelişmesiyle çok kısa zamanda tümden zehirledi bu coğrafyayı. zehirlemekle de kalmadı, devletin içine de çöreklendiler. bugün ülkücüler kendini nimetten saysa da devlette, bürokraside borusu öten grup nakşibendilerdir. said nursi'nin kendisinin de bir nakşi olduğunu belirteyim. onun kurduğu nurculuk da nakşiliğin bir koludur aslında. fethullah gülen cemaatinin de nurcuların bir kolu olduğunu unutmayın. milli mücadele sırası ve sonrasındaki dini isyanların alayının nakşibendiler tarafından yapıldığını da ekleyeyim. bunların en önemli taktiği ise kendilerine yapılan saldırıları islamiyete yapılıyormuş gibi göstermektir. sözlükte iki gündür avaz avaz bağıran cemaat destekçilerinde bile bu nevaleyi görebilirsiniz. hani diyorsunuz ya "yine mi mağdursunuz" diye, evet işte bunların taktiği budur. ne kadar tehlikeli olduklarını anlatmaya gerek yok, tarih yazıyor.

işte kaderci, teslimiyetçi, şarlatanların para, oy ve emek deposu haline gelmiş olan anadolu halkının kısa tarihidir bu.
devamını gör...

şarap

üzüm şırasının fermante edilmesiyle ortaya çıkan nefis içecek. şarabın insanlar tarafından tesadüfen keşfedildiğine inanılır çünkü bir miktar ezilmiş üzüm bile rahatlıkla kendi kendine fermante olur. ülkemiz bir üzüm cenneti olmasına ve şaraplık üzüm için harika koşullara sahip olmasına rağmen maalesef üretim pek azdır, kaliteli şarap bulmak zordur ve pahalıdır. dünyanın en büyük üreticileri olan fransa, italya, ispanya, abd, arjantin gibi ülkelerde çok uygun fiyatlara iyi şarap bulmak mümkündür. ülkemizde cabernet-sauvignon, chardonnay gibi üzümlerin varyantları olduğu gibi öküzgözü, boğazkere, kalecik karası gibi yerli cinsler de mevcuttur.

spirit tarzı alkollü içeceklere göre damıtılmadığından fenolik yani aromatik bileşenler daha önemlidir. şarapta üç adet tat bileşeni vardır: alkol, tanen ve asidite. bunların yanında ikincil bileşen olarak, üzümün yetiştiği toprağa ve iklime göre değişen fenolik bileşenler ve yıllandırmaya bağlı üçüncül aromalar da vardır. bunların birbiriyle uyum içinde olması beklenir. üretiminden tüketimine büyük bir kültür üretir. son olarak şarapseverlere güzel bir film önereyim.
devamını gör...

hz. muhammed'in cenazesi ile ilgili söylentiler

zehirlenmiş olma ihtimali var. olay şu; kendisine itiraz etmesine rağmen zorla bir ilaç içiriliyor. kendine geldiğinde "siz bana nasıl zorla ilaç içirirsiniz? hepiniz aynı ilaçtan içeceksiniz!" diye öfkeleniyor. suikaste uğrayabileceği düşüncesi demek ki kendinde de mevcut. öfkesi temelsiz olmasa gerek. bu arada tirmizi'de geçer bu*, sahihtir yani.

cenazenin kaç gün beklediği biraz daha tartışmalı. fakat bazı hadislerde açıkça 3 gün sonra defnedildiği yazıyor. buna gerekçe olarak da peygamber ölür ölmez güç sahiplerinin iktidar kavgasına başlaması öne sürülüyor. cenazenin niye bekletildiğine dair ben bir açıklama getiremiyorum ama ortada bir iktidar kavgasının ve hatta meşhur ridde savaşlarının olduğu da bir gerçek.

cenazede ebu bekir ve ömer'in bulunmadığı camius sagir'de geçer. bu, kütüb-i sitte arasında olmasa da islam dünyasında itibarlı bir kitaptır. ayrıca taberi tarihi'nde peygamberin cenazesinin yıkama, kefenleme ve defin işlemleriyle sadece 5 kişinin ilgilendiği açıkça yazar. yine başka tarih kitaplarında sahabenin cenazeyi aileyle baş başa bıraktığından da bahsedilir.

bazı eserlerde cenaze namazı kılınmadığı, namazın melekler tarafından kılındığı da yazılıdır. yorum sizin.
devamını gör...

evrendeki düzen tesadüfen oluşabilir mi sorunsalı

"böyle bir düzen kendiliğinden tesadüf eseri var olmuş olabilir mi?" klasik bir dinci girişidir. "düzen, ahenk, senfoni, her şey tıkır tıkır saat gibi çalışıyor" ifadeleri klasik bir dinci algı çalışmasından ibarettir. evrende düzen yoktur. mikro düzeyde basit bir örnek vereyim. kimyasal denge denen şey bir düzen ifadesi değildir. kimyasal dengede bileşik aynı hızla bozunur ve tekrar oluşur. hız sabit olduğu için bunu gözümüzle algılayamayız ve maddenin kararlı olduğu sonucunu çıkartırız. aynı şey daha da mikro ölçekte çekirdek kimyası için de geçerlidir. daha büyük ölçekte yıldızlar, gezegenler hatta galaksiler bile sürekli olarak oluşur, yok olur ya da türlü badireler atlatır. dünyamızın oluşum aşamalarına bakarsanız yine aynı şey göreceksiniz. bunu bazıları order through chaos yani kaos içinde düzen olarak da adlandırıyor.

canlılığın oluşumunda da aynı kaos söz konusu. "ya rabbi, sen ne mükemmel bir düzen yaratmışsın" falan gibi epey basit ve bilimsellikten uzak ifadelerle tongaya düşürülmeden önce sizlere şunu hatırlatayım ki canlılar da cansız bileşiklerden oluşur ve size bir sürpriz daha. bu söz konusu karbon temelli bileşikler kimyasal tepkimeler sonucu oluşur ve bunları oluşturacak koşullar gayet de mümkündür. öyle atla deve değil. kaldı ki dünyamızda bu ideal koşulların fazlasıyla oluştuğu biliniyor.

merak edenler için şuraya güzel bir belgesel bırakayım:


bir başka belgsel daha:

devamını gör...

bütün bilimlerin aslı müslümanlar tarafından bulundu

koskoca bir cehalet ve büyük bir ikiyüzlülük var yine yeniden. hocaya da biraz tarih dersi vereyim.

öncelikle bütün bilimlerin aslının müslümanlar tarafından bulunduğu iddiası yanlış! bir "asıl" varsa o antik yunan'dır. müslüman bilim adamlarının bütün kaynağı da o antik yunan'dır. bütün bilimleri oradan aldılar, neredeyse her şeyi arapçaya çevirdiler. o dönemin kütüphanelerinin asıl amacı çeviriydi zaten. muazzam bir çeviri faaliyeti vardı. tabii ki müslümanlar da üzerine kattılar fakat hiçbir şeyi sıfırdan üretmiş değiller. antik yunan biliminin üzerinde yükseldi o sütun.

ikiyüzlülüğe gelirsek. sünniler günümüzde gazzali'yi öve öve bitiremiyor ve aynı zamanda islam bilimle çelişmez deyip ibni sina'yı, farabi'yi falan örnek veriyor. neyin kafasını yaşıyorsunuz siz ya? bugün sünni islam'ın ideologluğunu yapan bu kurum*, kaynağını gazzali'den ve nizamiye medreselerinden alıyor. gazzali felsefesine göre islam'da bilim yapmak gereksiz ve tehlikelidir. ben demiyorum kendisi diyor bunu. ona göre ortada doğa yasası falan yoktur, sadece ve sadece allah vardır. bu akımın sünnilik ve onun tarikatlari aracılığıyla bütün islam alemine hakim olduğunu unutmayın. islam dünyası durup dururken geri kalmadı.

detaylı bilgi için bkz #1056862

bizzat gazzali ibni sina ve farabi'yi tekfir ediyor yani kafir ilan ediyor ki bunu yapan tek kişi kendisi de değil bu arada. yüzyıllar sonra yaşamış pek çok tarikat ehli de bu isimleri defaatle tekfir etmiştir. biruni'yi tekfir etmemiş fakat eminim ki onu da tekfir eden bir zat vardır tarihte.

sen kalk islam dünyasında bilimi bitiren bu herifin felsefesiyle okullar kur, milleti zehirle, bilimi bitir, karanlığa gömül, bilim üretenleri kafir ilan et, ondan sonra "bakın islam dünyasında da bilim adamları vardı" diye tekfir ettiğin adamları örnek göster...

klasik bir siyasal islamcı çarpıtması yine. bu felsefe devam ettiği sürece islam dünyasının herhangi bir konuda bilim üretmesi imkansız. son 4 asırdır bilginin kırıntısını dahi üretememeleri de bundan.
devamını gör...

islam’da kadının yeri

peygamberin hiçbir hanımını incitmediği doğru değil. eşlerinden hz. hafsa*, peygamberi kendi yatağında bir cariyeyle* basınca hafsa hakarete uğradığını düşünmüştür. peygamber bir daha yapmayacağına dair hafsa'ya yemin edip bu olayı kimseye anlatmamasını söyler fakat hafsa gidip hz. ayşe'ye anlatır. peygamber evi terkeder. boşanma dedikoduları çıkar.bunun üzerine talak suresinin ilk 5 ayeti iner.

yine başka bir hadisede hz. ayşe bir gece evden çıkan peygamber'i takip eder. peygamber takip edildiğini anlar ve ayşe'yi yakalayınca göğsüne sertçe vurur ve ayşe'nin de canı yanmıştır. ayrıca ifk hadisesinde hz. ayşe hakkında dedikodular çıkınca hz. ali peygamber'e "boşa gitsin, sana kadın mı yok" demiştir. bu fiziki bir şiddet olmasa da psikolojik şiddettir. hz. ayşe bu olayı hiçbir zaman unutmamış ve hayatının geri kalanında hz. ali'ye düşman olmuştu. cemel vakası ve takip eden iç savaşların sebeplerinden biri de budur.

kadınların mal gibi alınıp satılması islam'dan sonra sona ermediği gibi cariyelik kurumu olarak yasal bir boyuta kavuştu. hz. muhammet'in sayısından emin olamadığımız kadar cariyesi vardı. bunların bir kısmı parayla alındı. cariyelik dışında 4 kadına kadar evlilik mümkündür islam'da.

kız çocuklarının diri diri gömülmesi cahiliye döneminin karikatürize edilmesinden başka bir şey değil. böyle bir şeyin gelenek olabilmesi için yaygın biçimde uygulanıyor olması lazım. böyle bir şey yok. kaldı ki kadınları gelenek diye öldürmek en ilkel toplumlarda bile gözlenmez çünkü kadınlarını öldüren bir toplum, iki nesil sonra yok olur.

zina ve fuhuş için alınan önlem yukarıdaki paragrafta bahsettiğim gibi cariyelik kurumunun yasallaştırılmasıdır. hür kadınların canları ve malları önceden de güvence altındaydı. yeni dinin ölçülerine göre kadın ile erkek arasında bir ayırım yoktur ifadesi yanlış. hukuken iki cinsin eşit olmadığı, erkeğin kadına üstün olduğu açıktır. nisa 34 erkeklerin derece olarak kadınlardan üstünlüğünü tasdik etmektedir. şeriatla da pekiştirilmiştir. yine aynı ayette kadınların gerekirse dövülebileceği açıkça yazmaktadır. fıkıhta zaten tartışma dövme hakkının olup olmaması değil, dövmenin derecesidir. genel kabul, kadının ağzını yüzünü dağıtmadan dövmektir!

hz. hatice'den örnek verenler anakronizm yaptıklarını unutmasın çünkü kendisi islam öncesi dönemde ticaret yapan varlıklı biriydi. bahsedildiği gibi cahiliye dönemi arabistanında kadının hiçbir hakkı olmasaydı şüphesiz kendisi böyle güçlü ve varlıklı olamazdı.
devamını gör...

bütün bilimlerin aslı müslümanlar tarafından bulundu

#1688679

tenkit bana yapılmış anlaşılan ben de karşı tenkit yapayım...

thales mısırlılardan bir şey değil çok şey öğrendi. ne var ki bu mısır'da bilim olduğu anlamına gelmiyor. çünkü mısır'da geometri ve matematik tamamen pratik amaçlarla yapılan bir nevi zanaat idi. ortada tenkit yok, teorem yok. adamlar ustalarından ne öğrendiyse onu uyguluyor doğru mu yanlış mı diye sorgulayan yok. yani kadastrocu tarlayı ölçerken benzer üçgeni kullanıyor ama niye kullandığını bilmediği gibi doğruluğuna dair tek güvencesi ustasından öğrenmiş olması. dahası yazıya geçirilen bir bilim faaliyeti de yok. mısır'da yalnızca dini ve ticari işlerin kaydı tutulurdu. zaten bu yüzden doğu toplumlarında pratik amaca yönelik bir şey icat edildiğinde yüzyıllar boyu aynı teknik kullanılır çünkü tenkit yoktur. tenkit yoksa bilim de olmaz. işte bu yüzden bilimin antik yunan'da başladığı kabul edilir.

batlamyus'un tenkit edilmesine gelince... hah işte bak kendin söylemişsin "batlamyus'u düzelttiler" diye. işte bu bilimdir. evet, müslümanlar bilim yapıyordu* ama antik mısırlıların yaptığına bilim diyemeyiz. üstelik ben müslümanlar bilim yapmadı demedim, bilimin antik yunan'da ortaya çıktığını, müslümanların bunun üzerine koyduğunu söyledim. zaten konumuz da bu.

gazzali'nin mesajı açık. hem de apaçık. bilimle uğraşmak yersiz ve tehlikelidir diyor. çünkü gazzali doğa yasaları olduğuna inanmıyor. bunu da o örnek verdiğin eserde pamuk örneği ile açıklıyor ki hepsi ek bilgi olarak verdiğim entrimde yazıyor. bilime inanmayan, doğa yasaları olduğunu reddeden biri nasıl bilimin önünü tıkamamış oluyor? yine aynı entrimde neden kendisine karşı reddiye yazılamadığından bahsettim. çünkü dini bağnazlıktan dolayı dine dokundurmadan karşı reddiye yazamıyorsun. ibn-i rüşd de bunun farkında olduğundan lafı dolandırıyor. gerçi bu bile kendisinin gırnata'dan kovalanmasına yetmişti. kitaplarını dahi yaktılar. bu bile gazzali'nin bilime verdiği zararı açıklamaya yeter. öte yandan gazzali kendi reddiyesinde ilim ve medeniyetin üstünü çizme pahasına doğa yasalarını reddediyor. yetmiyor tekfir ilan ediyor. kirli oynuyor kısacası. tekfir ettiği isimler de ibn-i sina ve farabi. yani ali erbaş'ın örnek gösterdiği kişiler. olayımız da bu ikiyüzlülük zaten.

ilgili enrty için bkz: #1056862

evet gazzali'den sonra da bilim adamları yetişti, bir anda bıçak gibi kesilecek hali yok. fakat ortada net bir gerçek var: 12. asırdan sonra islam'da bilimin temposu feci şekilde düşüyor. 16. yy'a kadar devam ediyor bu düşüş 16. asırdan sonra ise hiçbir şey yok. fuat sezgin -ki kendisi islam bilim tarihçiliğinin kralıdır- o dahi bir şey yazamıyor. yok çünkü. 16. asra kadar olan dönemde hem ürün hem de birinci sınıf bilim adamı açısından düşüş çok net görülüyor.

burada islam'a karşı bir şey dediğimiz yok. ortada cehalet ve ikiyüzlülük içeren bir söz vardı, onu eleştirdim. eleştirilerimin de arkasındayım.

islam bilimi sıfırdan yükseldi gibi bir iddia vardı o sözde. öyle olmadığını gösterdim. sizin eleştirinizde de zaten aksi yönde bir şey yok.

gazzali felsefesi üzerine inşaa edilen sünni islam'ın temsilcisinin farabi ve ibn-i sina ile övünmesinin de ikiyüzlülük olduğunu belirttim. buna karşı da bir argüman getirmemişsiniz.
devamını gör...

kuran allah'ın kitabı mıdır sorusu

değildir. iki temel sebebi var:

1- kitap formuyla kuran, editoryal bir çalışmanın ürünüdür. baya bildiğin iznik konsili misali bir heyet tarafından belli ayetler seçilmiş, bazıları atılmış, bazıları revize edilmiş ve bir sıraya konmuştur. mesela şeytan ayetleri denen kabe'deki putları öven ayetler eklenmemiştir. recm cezasıyla ilgili ayet çıkartılmıştır. meşhur keçinin yediği sayfalar yüzünden bazı ayetler kayıptır. edisyon işi bitince de zamanın halifelerinin emriyle bölük pörçük durumdaki bütün yazılı kaynaklar yok edilmiştir. yine kuran'da hareke denen noktalama işaretleri de bu edisyon aşamasında girmiştir. harekeler olmaksızın kelimeler birden fazla şekilde okunabildiğinden böyle bir yola gidilmiş, fakat hangi kelimenin nasıl okunacağına kim karar vermiş, belli değil. yakın zamanda ortaya çıkan arkeolojik kanıtlar, ingiltere mushafı, hafs ve warsh kuranları zaten kuran'ın hiç değiştirilmediği iddiasını çökerten kanıtlar. ortada değiştirilen bir şey varsa zaten o ne kadar tanrı kelamı olur, yorum sizin.

2- içerik olarak bakarsak kuran kendi içinde epey çelişkili bir kitap. incil'e kıyasla derli toplu olduğu muhakkak fakat çelişkiler ve hatalar da ortada. kuran'da kimin konuştuğu belli değil. bazı yerlerde hz. muhammed konuşuyor örneğin ya da bazı yerlerde biz diyor. siz kimsiniz? birbiriyle açıkça çelişen ayetler var, matematiğe aykırı ayetler var, zirilyon tane gramer hatası var. kısacası verdiği mesajdan bağımsız olarak teknik anlamda baya sorunlu bir kitap. omnipotent bir yaratıcı mantık gereği kusurlu bir kitap indirmemeliydi. ayrıca kuran'da gerçekten tuhaf ayetler var. mesela "peygamber'in evine zırt pırt gidip de çok oturmayın" diyen ayet gibi. bunları şurada detaylı anlattım: #898484

bu açık ve gözle görülür problemlere mutezileciler şöyle bir yaklaşım getirmişti: vahiyler peygamber'in kalbine mana olarak inmiş, peygamber de bunu insanların anlayacağı lafza dönüştürmüş. dolayısıyla kuran doğrudan allah kelamı değildir, zaten allah'ın direkt lafla konuşması da saçmadır. bu yüzden kuran'ı değişmez kabul edemeyiz, allahın verdiği akılla yorumlamalıyız. tabii geleneksel kanat olan ehl-i sünnet bunu büyük bir küfür saydı ve bu mutezile akımını epey kanlı bir şekilde tarihten sildi. günümüzdeki tek tük de olsa tarihselci, modernist ilahiyatçılar da kabaca aynı şeyleri söylüyor ama ana akım bunları reddetmeye hatta öldürmeye devam ediyor.
devamını gör...

septem artes liberales

ortaçağda temel alınmış olan eğitim modeli. doğu'da da batı'da da aynı model temel alındığı için ortaçağ dünyasını her ne kadar birbirinden kopuk olsalar da batı-doğu ya da hristiyan-islam şeklinde ayırmak doğru olmaz. klasik dönemden farkı özgürlükle alakasının kalmamasıdır zira kilisenin benimsediği bu eğitim modelinin temel amacı yine tanrı'nın buyruğunu kanıtlamaktı. gramer: doğru konuşmak, mantık: akıl yürütmek, retorik: argüman üretmek şeklinde din adamlarının dini tartışmalarda tüm ihtiyaçlarına cevap veren bir eğitim tarzı idi.

her ne kadar skolastik olsa da daha sonra ortaya çıkacak rönesansın önemli bir hazırlayıcısı, adeta bir kuluçka dönemi olmuştur. doğu-batı arasındaki kırılma 12. asırda yaşandı. aquinalı thomas, pozitif bilimleri de tanrı'nın varlığını kanıtlamak üzere müfredata eklerken islam dünyasında gazali bilim ve felsefenin dinden çıkmayla sonuçlanacağını salık verip doğu dünyasının tabutuna çivi çakmakla meşguldü.

neticede, belli bir kuluçka periyodunun ardından teknik ilerlemelerin de katkısıyla avrupa bir anda zincirlerinden koparak saf bilimin, felsefenin ve sanatın peşinden koşmayı öğrendi. o tarihe kadar düşünce dünyasında kardeş olan batı ve doğu'nun yolları da tamamen ayrıldı...
devamını gör...

domuz eti

yenmemesine kılıf olarak pis olması gösterilen hayvan. halbuki gayet pis olan pek çok hayvanı yiyoruz. mesela tavuklar domuzdan bile pis, onlar da dışkı yiyor ama afiyetle götürüyoruz. yiyince eşini kıskanmıyormuşsun olayı da tamamen palavradan ibaret. domuz etinin ilahi dinlerde yasak olmasını açıklayabilecek maddi hiçbir sebep yok.

peki neden yasak? cevap basit: ortadoğu din geleneği. hem de ta sümerlerden beri yasak. sümer tanrılarından attis bir domuz saldırısında öldüğü için yasak. hatta sünnet geleneği de attis'in kendi penisini kesmesinden ileri geliyor. yani attis denen arkadaş ortadoğunun kültürel gelişimine baya katkıda bulunmuş.

peki hristiyanlıkta da yasak olmasına rağmen niye tüketiliyor bu meret derseniz onun cevabı da ekonomik. avrupa domuz açısından çok zengin ve bin yıllardır halkın temel protein kaynağını yasaklayamamış adamlar. yani soğuk iklim avrupa ekonomisi levant çıkışlı bir dinle uyuşamamış ve ekonomik gerekçeler daha üstün gelmiş. ortadoğu ise domuz açısından zaten fakir olduğundan bu yasak pratikte ortadoğu halklarını çok zorlamamıştır.

etin kendisine gelirsek, bu et son derece düşük kalite bir ettir. boldur ve haliyle çok ucuzdur.
devamını gör...

hadislerin bilimsel değeri

ortada bir kavram karmaşası var gördüğüm kadarıyla. hadislerin bilimsel değeri olmaz çünkü bunlar bilimsel konularda yazılmış fikirler değildir. mesela aristo'nun güneş sistemiyle alakalı fikirlerinin bilimsel değerini tartışabilirsiniz ama hadislerin bilimsel değeri anlamsız bir ifade olur. burada temel sorun türkçeye olan hakimiyetsizlikten kaynaklanıyor diye tahmin ediyorum. söylenmek istenen hadislerin bilimsel değeri değil de hadislerin bilimselliği ya da daha doğru ifade etmek gerekirse hadislerin otantikliği* olabilir.

hadislerin otantikliği ile ilgilenmek amacıyla hadis bilimi ortaya çıkmıştır. çünkü peygamberin ölümünden sonra çok kısa bir sürede çoğunluğu uydurma bir milyona yakın hadis türediği rivayet edilir. bu durum islam dünyasında bir rahatsızlık yaratmış ve hadislerin otantikliğini incelemek üzere hadis bilimi kurulmuş.

bu bilimde kullanılan temel yöntem zincir/isnat yöntemidir. yani bir hadisin arada kopukluk olmadan zincirleme olarak nakledilmiş olması gerekir. zincir kopuksa elenir. genelde manaya bakılmaz. kaldı ki birbiriyle çelişen ya da akılla izah edilemeyecek bir sürü hadis vardır. fakat dediğim gibi hadis bilimi manayla değil otantiklikle ilgilenir, yani bir nevi historiografyadır, haliyle gayet bilimsel bir yaklaşımdır. dönemin islam bilim dünyasını düşününce hiç şaşırtıcı değil zira bu adamlar metodolojiye önem veren antik yunan felsefesiyle yetişmiş adamlar. hadislerin 200 yıl sonra kaydedilmiş olması bilimselliğe bir parça darbe vuruyor gibi görünse de elemede kullanılan yöntem son derece bilimsel ve kullanışlı. arapların sözlü iletim geleneğinin ne kadar kuvvetli olduğu düşünülürse ağızdan ağıza nesilden nesile iletilen konuların en azından mana olarak pek değişmediği de ortada.

akıl ve mantıkla açıklanamayan hadisler islam tarihi boyunca hep bir rahatsızlık yaratmış, akla ve mantığa uymayan hadislerin de elenmesi gerektiğini hatta hadislerin tümden reddedilmesi gerektiğini düşünenler dahi olmuştur fakat hadislerin otoritesi büyük ölçüde kabul edilmiştir diyebiliriz. sonuç olarak hadisler (en azından sahih olarak kabul edilen kütübü sitte) manalarından bağımsız olarak gerçektir.

zaten sorun hadislerin otantikliği değil, bol miktarda bulunan çelişkili ve akıl dışı hadisler ile müslümanların işlerine gelen hadisleri öne sürüp işlerine gelmeyeni -sahih dahi olsa- reddetme eğilimidir.
devamını gör...

fransızca

bu dile dair bildiğim tek şey "voulez vous coucher avec moi?"

şili'nin sörfüyle meşhur kıyı kasabalarının birindeki bir hostelde gay sanılmışlığım var bu cümle yüzünden. fransız çocukla spanglish konuşurken konu fransızcaya geldi. ben de benim adım hıdır fransızca bilgim budur diyerek malum cümleyi söyledim. çocuk şaşırdı. "ooo, bana mı teklif ediyorsun?" dedi. heee aynen. kız arkadaşım yanımdayken sana halleniyorum. neyin kafasını yaşıyorsun birader diyemedim tabii. medeni bir şekilde neden yürütemeyiz onu anlattım soğuk terler eşliğinde.

kız arkadaşım tüm bu olanlar sırasında pis pis gülüyordu. hala arada sırada hatırlatır kızdırmak için. kıssadan hisse, siz siz olun olur olmadık her fransıza ağzınızı yaya yaya vule vu kuşeğ avek muaaa demeyin. *

batının ahlaksızlığını değil güzel şeylerini alın *
devamını gör...

büyük atılım

mao dönemi komünist çin'de milyonlarca insanın kıtlıktan ölmesine yol açan yanlış kalkınma politikasının adı. ingilizce literatürde great leap forward olarak geçer. politika özetle şöyledir:

1- tarımsal hasılanın artırılması
2- fazla tarımsal hasılanın ihraç edilmesi
3- elde edilen dövizle makine ve teçhizat ithal ederek sanayileşmek

çin'de küçük bireysel çiftçilik kaldırılarak sovyetlerdeki kolhoza benzer ortak çiftlikler kurulur. her köye ya da çiftliğe belirli bir üretim kotası verilir. yukarıdan aşağıya inen emir komuta zinciri içerisinde üretimin artırılması tembihlenir. mao zedong yoldaş der ki her birim kendi ihtiyacı kadarını alacak, geri kalanını merkez yollayacak. bu arada başka bir konuya daha değinmeliyim. o da mao'nun çelik üretme sevdası. sanayileşmek için çelik gerekir. mao da bütün köylülerin, evlerinin bahçesinde kuracakları bir fırında çelik üretmelerini şart koşar. köylüler çatal, bıçak, saban, pulluk, paslı demir, ne bulursa derme çatma kurdukları bu ocaklarda sözde çelik üretmeye çalışır. üretilen çelik tam anlamıyla çöptür! çünkü kullanılan materyaller dandik olduğu gibi yeterli ısıyı üretemeyen ocaklar da dandiktir. hiçbir know-how barındırmayan bu derme çatma girişim felaketle sonuçlanır. işin daha kötüsü tarımsal üretimden çekilen işgücü ve tarım aletlerinin dahi çelik üretmek için harcanmış olmasından dolayı tarımsal hasıla düşer.

bir başka faktör de memurların korkularından üretim raporlarını şişirmesi. örneğin bir köyün ihtiyacı 100 ton pirinç, üretim kotası da 150 ton olsun. bu köyün memuru korkusundan merkeze 200 tonluk üretim rapor eder. mao da "oh oh maşallah. aferin hepinize. size normalde 100 ton yetiyordu, 50 ton da benden büyük emekleriniz için hediye olsun. geri kalan 50 tonu yollayın merkeze" der. fakat gerçekte 60 ton üretilmiştir. 50 tonunu mecburen merkeze yolladıktan sonra geri kalan 10 ton ile köy açlıktan kırılır.

mao yoldaşım serçelere de kafayı takmıştır. onların üretimi azalttığını düşünür ve köylülere "serçeleri gördüğünüz yerde öldürün, tarlalara kesinlikle indirmeyin" der. zavallı köylüler sabahtan akşama kadar oradan oraya koşturarak serçelere aman vermez. serçe popülasyonu hakikaten açlıktan bitme noktasına gelir. serçeler olmayınca çekirge ve bilimum böcek tarlaları mahveder. tarımsal üretim daha da düşer.

sonuç olarak çin'de çok kısa bir dönemde tarihin en büyük kıtlığı sonucu 50 milyona yakın kişi ölmüş, ekolojik denge alt üst olmuştur. bugün çinlilerin ne bulursa yiyen midesizler olmasının en büyük sebebi yaşadıkları o talihsiz dönemdir.
devamını gör...

bugün özlenen kişiye birkaç satır bırak

te extraño siempre de dia y de noche
nunca se va el olor de tu cabello
ni el aroma de tu piel
espero que venga el nieve que nunca has visto
en todas partes estas tú
a cada rincon te veo
te amo muchisimo
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim