*

"...
bazen de bir yerde kuşlar vardır
ne uçmak, ne görünmek için
bir karanfil pencereyi deler
bir kapı kendiliğinden kapanır
istesek sevişirdik, ama olmadı
biz değil yaşayan acılardır..."


*
devamını gör...

"dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karşılaşmayın
ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla
ya da düşünmeyin hiç, ben bakin öyle yapıyorum
neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun bulutlarına
pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım
beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
o ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla
ustelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır
gunaydin!
sabahlariniz gibidir beni sevmek, horuzun renkleri gibidir
beni sevdiniz mi yangindir artık parmaklarınız
sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum
bunu her zaman yapıyorum, akılla oynamak yani
öyle trenler var ki insani şımartıyor
çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel
gidip duruyorum böylece, adımı bileceksiniz çok ülkeli adam
üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin.
sokağa dökülüyorsam dikkat! bu da doğrudur oldukça
bir kanunu vardır belki, ya su içmişimdir ya da yıkamışımdır yüzümü

olmayacak şey mi niye bakmayayım denizlere
en akilli tarafımdır balıkla deniz tutmak.

bir cümle tuhafsa dikkat! pek tuhaftır insanin tırnak çıkardığı
sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği
korkum yok ben güpegündüz rakılar boğazlıyorum
gözlerimi batırıyorum ıstakozlara
oh ne güzle şişenin de bir anlamı oluyor böylece
kim konuşuyor ben konuşmuyorum.
bir gün çok yürürseniz dikkat! sinekler şehirde kalıyor
butun taşıtlar paslanıyor ayrıca
pencereli yıldız, misafirli oda, bol bol öttürüyorsunuz onları
çünkü kırlara çıkıyorsunuz, şemsiyenizi bırakın ayıp

bana parmağınızdaki çiçekleri gösterin.

bir yere kapanıyorsanız dikkat! yanınızda olsun elleriniz
kim ne der bakindi iste durmadan ellerinize
dünyayı dolasan damarlar içinde
en kemikli taraflarıyla zencileri döversiniz
en kirli yerleriyle çat kapı fakir mahalleleri
ayıptır yani insan elini temiz tutmalı biraz.

bir gün ölümü beğenmeyecekseniz dikkat! ölmeyin kolayla

kadınlara sarkıntılık edin, hoşa giden bardaklar satın alin
ya da bir aptalın yalnızlığını secin, çiçek sulamakla olsun bu
tıkır da tıkır isleyen apartmanlar vardır ya, sakin ha
ya da her sabah
göğe bir yüz metre kollarınızla."


edip cansever-yangın
devamını gör...
ne kadar da çok benziyoruz türkiye'ye ahmet abi
devamını gör...
sinsi miydi vefalı mıydı fakat güzel severdi rahmetli. en azından dostlarına ihanet etmedi diye düşünüyorum.
devamını gör...
sol la si o

"önünüzdeki boşluğu - şu gördüğünüz -
biraz iter misiniz
bir parça daha, lütfen
iyi. şimdi geçiniz, hemen geçiniz
ah bilemezsiniz nasıl
sanki bir olayın çok derin
kıyısında bir tatil geçireceksiniz.
demek istediğim iyi ettiniz de geldiniz
piyanolar çalmazken, akasyalar açmazken
yaylı sazlar bir bir ölüp giderken
sanki nedir bir sonbahar yağmurunun anlamı
bir kadın bir pencerede yalnızken
geçiniz, geçiniz
sülün avından dönen avcılar gibi
bilemezsiniz ne güzel
rengarenksiniz
öylesiniz, öylesiniz
ama ne olur siz de
kuşların, sülünlerin
ve yaban ördeklerinin
kanları gibi damlaya damlaya geçiniz.
geçtiniz mi, evet geçtiniz
burası yemek salonu. bu da
yokluğuyla görünen bir metrdotelin
sürekli yer değiştiren gölgesi
lütfen şu boşluğu biraz daha itiniz
ne diyordum, evet, bir gölge
gördünüz ya da göreceksiniz
tavanda, duvarda, bahçede
camlarda, saksılarda, halıların üstünde
masa örtülerinin üstünde, içki şişelerinin
pikabın üstünde, pikap iğnesinin üstünde
ne varsa onun üstünde
ne yoksa onun üstünde
işte işte işte
her yerde o, her yerde
örneğin
ne zaman açık kalsa bir piyano
sol la si do
sol la si o
sol la si do
sol la si o
sanırım işittiniz
değil mi işittiniz. şimdi
lütfen şu boşluğu biraz çekiniz
çekiniz ki şu görkemli bahçeye
bir kez daha geçelim - bilmem ki ne dersiniz -
çünkü bu çirkin iskemle görüntüleri - takır takır -
kırık bardaklar korosu - çınn -
yayını rüzgarın çektiği ölü kontrbas - tıss -
demek istediğim
- evet, demek istediğiniz
hiiiç! değil mi ki geldiniz
elinizdeki boşluğu iyi tutunuz
sakın ha koyvermeyiniz.
iyi günler size, iyi geceler
iyi geceler, iyi günler
iyi günler, iyi geceler, iyi günler."
devamını gör...
güzel seven, güzel hisseden, güzel hissettiren adam. şunu yazabilen biri kötü olabilir mi?

içinden doğru sevdim seni
bakışlarından doğru sevdim de
ağzındaki ıslaklığın buğusundan
sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
beni sevdiğin gibi sevdim seni

mekanı cennet olsun.
devamını gör...
umutsuzlar parkı

" ı

biliyorsunuz parkların
sizi çağıran tarafları
insanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
orada saklanıyor onlar
çünkü her türlü saklanıyorlar orada
bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
dağınık mavisiyle gözlerinin
sevgi vermez kadın uçlarıyla
korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
yalvaran bakışlarıyla - nasıl da sevimsiz -
en kötüsü, belki de en kötüsü
bir duygu açlığıyla soluyarak
parklara yerleşiyorlar, parkların
onları çağıran köşelerine
bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
bacak aralarından
çömelmiş, öyle sakin
selamlıyorlar
"günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
acılar alıp veriyor dünyadan
dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını
bir sıkıntı şiiri gibi
sıkıntı
işte
tam orada duruyorlar.

ıı

bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
her cümlede iki tek göz, bu kimin
ya da kim korkuttu bu kadar sizi
bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
ya da tam tersine
boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
sulardan ürpermek gibi dokununca,
ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
iş edinmişim öyle kimsesizliği
kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
unutmak, belki de unutmak olsun diye mi?
onu da tatmak gibi
oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
ama gitmenin saati geldi
kirli bir gömleği çıkarıp asmak
yıkayıp kurutmak ister ellerimi
su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? -
sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
bilirim ama çok bilirim kapadığımı
öyle iş olsun diye mi, hayır
bilirim içerde kendimi bulacağımı
dışarda görüldüysem inattan başka değil
evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
ve açıyorum bütün muslukları
diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
ne geldiği, ne de gittiği yer belli
olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
alıştım istemiyorum.

ııı

binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
insan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
değişmek
biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
bana kızıyorlar sonra, anısızın bana
kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
ve geçilmiyor ki benim
duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
o yapayalnız olmaktaki kendimi
böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
sanki ben upuzun bir hikâye
en okunmadık yerlerimle
yok artık sıkılıyorum.

ıv

biliyorsunuz, size geldim sadece
kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden
peki bu sevinmek niye?
girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz
ve işte giyiniyordunuz yıllarca
bir mısır, bir roma, belki de bir yunan elleriyle
eski bir insandınız merdivenler gıcırdıyordu
her eski daha bir eskiyi uyarıyordu
otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde
sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık
bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte
düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu
olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz
biliyorsunuz olmazdı
ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız
yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu
bir kumru bir kumruyu tamamlasın
bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu
sadece bu.

bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
yeniden yeniden yeniden
yeniden hazırlanıyoruz
sanki bir güzelliği ödüyoruz
belki bir güzelliği ödüyoruz.

v

biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle
nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle
biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe
yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size
çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur
güneşler girer çıkar ellerinize
biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin
kim bilir, belki de buluşursunuz
söz verip sizi bekletenlerle
sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte
otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız
biraz da susmalıyız. insan bir şeyler aramalı kendinde.

dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size
durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi
bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok
belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.

nereye gidiyorsunuz ama nereye
sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz
ya da çok kuşkuluyuz - böyle.



yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum
belki de kim diye sorsalar beni
güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
belki de alıp başımı gideceğim
biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
nereye, ama nereye olursa gitmenin
hüzünle karışık bir ağrısı.

işte bir denizdeyim, dalgalar ortasında
kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana
adımı bilmeden der, adımı bilmeden
şafaklar kadar güzel adımı
o zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım
ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının
sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi
nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar
insanı, o kayalar gibi sert insanı
bekledikleri kadar.

bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi
varınca kıyıya birden
değilsin artık gemici.

vıı

bana bir şeyler söylediniz, anlamadım
bir cümle, bir iyi söz, gene anlamadım
doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?
ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra
öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?
bitmedi, diyorum bitmedi şaşkınlığımız.

o gün bugündür işte - ben mesela
çok usta bir avcının gözleri karşısında
bir çocuk olarak taptaze oyuncakların
ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının
ki birdenbire açılan kucaklarında
bitmedi, ama bitmedi şaşkınlığımız.

bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün - o beyaz
bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış
tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı
odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı
kapımı çaldıklarında - bunu size söylüyorum anladınız
kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların
kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız
bitmedi, daha bitmedi şaşkınlığımız.

üstelik bitecek gibi değil
biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden
sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi
elinde bir bıçakla
ve öldürmek isterken - kimiyse kimi
gülünç, sebepsiz, bilinçaltı
ama tutalım, koyvermeyelim
tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı
yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız
bitmedi, diyorum bitmedi şaşkınlığımız.

paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden
içtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle
biri mi öldüydü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık
ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi hiç bitmeyecek bir masal
kimbilir n'olduydu gene
işte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine
apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra
saatin kaç olduğu - üstelik sorulmaz ki
sabaha kadar sabaha
uyuyup uyandığımız
bitmedi, diyorum bitmedi şaşkınlığımız.

evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız
ve konuşmalarımız, öylebüyüdüler ki peşi sıra
hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız
kahveden, meydandan, sokak içlerinden
bulup da çıkardığımız
konuşmalar:

- biri geliyor sözü değiştirelim
- yürüsek açılırdık
- bu ne uzun bakmak kendinize
- ağzım mı kokuyor ne, yaa! ... çok kötü bir günümdeyim
- akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?
- annem mi, çok sevinecek..
, belki de sinemaya gideriz..
- bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım!
- siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek
- bana kalırsa..
- evet size kalırsa
- bana kalırsa şimdiden eğlenelim
- sus!
- biri geliyor
- biri geliyormuş sözü değiştirelim..

yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek
masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz
kalmadı adım atacak yer bu yüzden
oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin
lale de saçlarını kestirmeli
sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım
örneğin şu hasır koltuk neye ya "
..........
..........

edip cansever
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"edip cansever" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim