1.
kanser, insan vücudunda bir organ veya dokusunda beliren anormal hücrelerin kontrolsüz ve düzensiz bir şekilde çoğalması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. çoğalan bu kanser hücreleri bir araya gelir ve tümör olarak isimlendirilen bir kitle oluştururlar. genetik, stres, beslenme, radyasyon, hormonal bozukluklar gibi birçok faktör kanser hücrelerinin oluşumuna neden olabilir.
devamını gör...
2.
breaking bad'te zorluğunu daha cok anladığım hastalıktır. allah kanserlere şifa versin çok zor hastalık.
devamını gör...
3.
buradaki bütün yazarlardan ve ailelerinden uzak dursun. öyle bir illet ki bu, dağ gibi adamlar eridi gitti bu savaşta..
edit: 03/04/2021
dün itibariyle babama bağırsak kanseri teşhisi konuldu. buradaki yazar arkadaşlardan babam için dua bekliyorum. allah kimseye bu durumu yaşatmasın.
edit: 03/04/2021
dün itibariyle babama bağırsak kanseri teşhisi konuldu. buradaki yazar arkadaşlardan babam için dua bekliyorum. allah kimseye bu durumu yaşatmasın.
devamını gör...
4.
ağız bölgesi kanserleri,
kalın bağırsak kanseri,
karaciğer kanseri,
rahim (endometrium) kanseri, akciğer kanseri,
kemik tümörleri,
mide kanseri,
rahim ağzı (serviks) kanseri,
mesane kanseri,
beyin tümörleri,
kolon ve rektum kanseri,
pankreas kanseri,
tiroid kanseri,
deri kanserleri (melanom),
lenf kanseri (lenfoma),
çocukluk çağı kanserleri,
yumurtalık (over) kanseri,
gırtlak (larenks) kanseri,
meme kanseri ,
prostat kanseri gibi , türleri olan hastalık.
kanserler genel olarak 4 evrede değerlendirilir.
bunlardan evre 1 ve 2 için, erken dönem kanser denilirken,
evre 3 ve 4 için ileri düzeyde kanser tanımı kullanılır.
halk arasında ' son evre ' ve yapacak birşey kalmadı şeklinde anlatılmaya çalışılan kanser, 4. evre kanser türüdür.
ancak, halk içinde bilinenin aksine, son dönemlerde çıkan yeni nesil akıllı ilaç denilen kemoterapi ajanlarıyla, kanser son evrede de olsa , epey yol alınmış, hastaların yaşam süreleri oldukça uzamıştır.
evre 1 : kanserin türüne göre, ilk başladığı organda tespit edildiğinde bulunduğu evreye denir.
yani kolon kanserini örnek alırsak, kanser kolondayken tespit edildiğinde, buna evre 1 denir.
evre 2 : kanser ilk başladığı odaktan , lenf bezlerine dek yayılmış ise, bu evre 2 kanser olarak adlandırılır.
evre 3 : kanser ilk başladığı organdan çıkıp, en yakın komşu bir organa yayılmış ise evre 3 olarak ;
evre 4 ; kanser ilk organdan uzak bir organa yayılmış ise , son evre , yani evre 4 kanser olarak sınıflandırılır.
bunların organdaki tutulum derecesine göre, alt evreleme sınıflandırması da yapılır.
kalın bağırsak kanseri,
karaciğer kanseri,
rahim (endometrium) kanseri, akciğer kanseri,
kemik tümörleri,
mide kanseri,
rahim ağzı (serviks) kanseri,
mesane kanseri,
beyin tümörleri,
kolon ve rektum kanseri,
pankreas kanseri,
tiroid kanseri,
deri kanserleri (melanom),
lenf kanseri (lenfoma),
çocukluk çağı kanserleri,
yumurtalık (over) kanseri,
gırtlak (larenks) kanseri,
meme kanseri ,
prostat kanseri gibi , türleri olan hastalık.
kanserler genel olarak 4 evrede değerlendirilir.
bunlardan evre 1 ve 2 için, erken dönem kanser denilirken,
evre 3 ve 4 için ileri düzeyde kanser tanımı kullanılır.
halk arasında ' son evre ' ve yapacak birşey kalmadı şeklinde anlatılmaya çalışılan kanser, 4. evre kanser türüdür.
ancak, halk içinde bilinenin aksine, son dönemlerde çıkan yeni nesil akıllı ilaç denilen kemoterapi ajanlarıyla, kanser son evrede de olsa , epey yol alınmış, hastaların yaşam süreleri oldukça uzamıştır.
evre 1 : kanserin türüne göre, ilk başladığı organda tespit edildiğinde bulunduğu evreye denir.
yani kolon kanserini örnek alırsak, kanser kolondayken tespit edildiğinde, buna evre 1 denir.
evre 2 : kanser ilk başladığı odaktan , lenf bezlerine dek yayılmış ise, bu evre 2 kanser olarak adlandırılır.
evre 3 : kanser ilk başladığı organdan çıkıp, en yakın komşu bir organa yayılmış ise evre 3 olarak ;
evre 4 ; kanser ilk organdan uzak bir organa yayılmış ise , son evre , yani evre 4 kanser olarak sınıflandırılır.
bunların organdaki tutulum derecesine göre, alt evreleme sınıflandırması da yapılır.
devamını gör...
5.
özellikle yakınınız birinin yakalanması durumunda sizi duygusal olarak bitiren hastalıktır. çok sevdiğiniz insanın gözlerinizin önünde çöktüğünü, gün geçtikçe zayıfladığını görürsünüz. destek olmanız gerektiğini bilirsiniz fakat o durumda ağlamamak bile çok zordur. umarım yakalanan herkes bir şekilde atlatır, büyükbabam da dahil.
devamını gör...
6.
kaynanamgil de içti iyileşti, eltimgile çok iyi geldi valla eskisinden de iyi şimdi diye sağdan soldan duyduğunuz her otun bitkinin içilmemesi, yani doktorunuza danışılmadan asla takviye gıda ya da alternetif tedavi yöntemlerine başvurulmaması gereken hastalıktır.
kanser, kontrolsüz bir biçimde çoğalmaya başlayan, tek amacı vücutta yıkım yapmak olan ve en önemlisi de bağışıklık sisteminden saklanmayı başarabilen kötü huylu hücreler topluluğudur. yani dışarıdan vücudunuza giren bir bakteri veya virüs değil bizzat kendi hücrenizdir. ve bu nedenle doktorunuzun uyguladığı tedavi ve tavsiye ettiği ilaçlar dışında, kanserle mücadele etmesi adına sağdan soldan duyduğunuz ve bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için aldığınız her türlü yiyecek içecek kanser hücrelerinizi de güçlendirebilir.
kanser, kontrolsüz bir biçimde çoğalmaya başlayan, tek amacı vücutta yıkım yapmak olan ve en önemlisi de bağışıklık sisteminden saklanmayı başarabilen kötü huylu hücreler topluluğudur. yani dışarıdan vücudunuza giren bir bakteri veya virüs değil bizzat kendi hücrenizdir. ve bu nedenle doktorunuzun uyguladığı tedavi ve tavsiye ettiği ilaçlar dışında, kanserle mücadele etmesi adına sağdan soldan duyduğunuz ve bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için aldığınız her türlü yiyecek içecek kanser hücrelerinizi de güçlendirebilir.
devamını gör...
7.
ismi en dirençli insanı bile zedeleyen illet.bazen yakalandım mı diye düşünsem de farklı bir şey çıkıyor.yarın bugün başıma gelirse de pek şaşırmam.elbette herkesten uzak olsun temennim ama günümüz koşullarında ne mümkün.
devamını gör...
8.
son yapılan araştırmalara göre 2020 yılında en sık görülen 3 kanser çeşidi: meme, akciğer ve kolorektal olmuş. 2020 yılında en çok ölüm vakası ise akciğer, kolorektal ve karaciğer kanseri olmuş.
devamını gör...
9.
kanser, hem genetik hem epigenetik bir hastalıktır. yani, kanserleşmede görülen genom değişiklikleri, dna'daki mutasyonlarla sınırlı değildir; epigenetik değişiklikler de bu süreçte rol oynamaktadır.
kanserde basitçe, 3 tane ana gen tipinden bahsedebiliriz :
1-onkogenler (kanserleşmeye neden olan genler),
2-proto-onkogenler (normalde sorunsuz yaratmayan fakat çeşitli mutasyonlar sonucu onkogenlere dönüşebilen genler)
3-tümör baskılayıcı genler (kontrolsüz büyümeyi baskılayan genler)
genetik olarak, dna'da mutasyon birikmesi sonucunda kanserleşme oluşur. bu mutasyonlar genetik olarak aileden gelebilir ya da dış etmenlerle (sigara, uv, vs) sonradan edinilebilir. örneğin, bir tümör baskılayıcı gende oluşan mutasyon, bu genin işlevini (yani kontrolsüz büyümeyi) bozabilir ve kanserleşmenin yolunu açabilir. bunun sonucu olarak hücrenin kontrolsüz büyümesi, değişmesi, ve sonrasında yayılması görülür. dolayısıyla, kanserlerde sıklıkla hücre döngüsünü, bunun regülasyonunu ve dna tamir mekanizmalarını etkileyen genlerde mutasyonların saptanması şaşırtıcı değildir. fakat genetik, tek başına, kanserleşme mekanizmalarının aydınlatılmasında yetersiz kalmaktadır. burada devreye epigenetik girer.
epigenetik, gen ifadesini düzenleyen ancak (genetikten farklı olarak) dna dizisini etkilemeyen olaylar (metilasyon, histon modifikasyonları, vs) ile ilgilenir. bu epigenetik değişimler, dna dizisindeki nükleotitlerin dizisini değiştirmez, fakat genlerin ifade miktarlarını belirler. örneğin, epigenetik değişimlerle onkogenlerin aktivasyonu (aşırı üretimi) ve tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonunu yitirmesi ya da işlevinin azalması sonucunda da, dna dizisi değişmeden, kanserleşmenin yolu açılabilmektedir.
kanserde basitçe, 3 tane ana gen tipinden bahsedebiliriz :
1-onkogenler (kanserleşmeye neden olan genler),
2-proto-onkogenler (normalde sorunsuz yaratmayan fakat çeşitli mutasyonlar sonucu onkogenlere dönüşebilen genler)
3-tümör baskılayıcı genler (kontrolsüz büyümeyi baskılayan genler)
genetik olarak, dna'da mutasyon birikmesi sonucunda kanserleşme oluşur. bu mutasyonlar genetik olarak aileden gelebilir ya da dış etmenlerle (sigara, uv, vs) sonradan edinilebilir. örneğin, bir tümör baskılayıcı gende oluşan mutasyon, bu genin işlevini (yani kontrolsüz büyümeyi) bozabilir ve kanserleşmenin yolunu açabilir. bunun sonucu olarak hücrenin kontrolsüz büyümesi, değişmesi, ve sonrasında yayılması görülür. dolayısıyla, kanserlerde sıklıkla hücre döngüsünü, bunun regülasyonunu ve dna tamir mekanizmalarını etkileyen genlerde mutasyonların saptanması şaşırtıcı değildir. fakat genetik, tek başına, kanserleşme mekanizmalarının aydınlatılmasında yetersiz kalmaktadır. burada devreye epigenetik girer.
epigenetik, gen ifadesini düzenleyen ancak (genetikten farklı olarak) dna dizisini etkilemeyen olaylar (metilasyon, histon modifikasyonları, vs) ile ilgilenir. bu epigenetik değişimler, dna dizisindeki nükleotitlerin dizisini değiştirmez, fakat genlerin ifade miktarlarını belirler. örneğin, epigenetik değişimlerle onkogenlerin aktivasyonu (aşırı üretimi) ve tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonunu yitirmesi ya da işlevinin azalması sonucunda da, dna dizisi değişmeden, kanserleşmenin yolu açılabilmektedir.
devamını gör...
10.
milenyuma girdiğimizde yakalandığım ve sonunda yendiğim hastalıktır.
devamını gör...
11.
yakın zamanda çok sevdiğim arkadaşlarımdan birini kaybettiğim hastalık. herkesten ırak olsun.
devamını gör...
12.
hakkında konuşmakta en güçlük çektiğim konudur. ne söylesem yanlış anlaşılır gibi hissediyorum nedense. kanser hastası olan bir insana acımak ona yapılabilecek en büyük kötülük ancak eğer karşınızdaki kişi sevdiğiniz biriyse içiniz cayır cayır yanarken gülmek de çok zor oluyor. allah kimseye yaşatmasın. ama çok sevdiğiniz birinin gözler önünde erimesi emin olun kanser olmak kadar zor. siz de onunla beraber eriyorsunuz. ölürse, onun arkasından pek de yaşayamıyorsunuz.
devamını gör...
13.
zor bir hastalık elbette. fakat yaşamı boyunca iki ayrı kansere yakalanıp da hala inatla ve güzel yaşayan çok insan tanıyorum. sebeplerinin de kapitalist medya tarafından aşırı manüpile edildiği kanısındayım. yalnız elinizden geldiğince şekerden uzak durun.
devamını gör...
14.
kanserler (habis tümörler, malign tümörler), genellikle sürekli ve hızlı büyüyen tümörlerdir. kapsülleri yoktur, büyürken sınır tanımazlar, çevresindeki dokuların ve damarların içine girerler (invazyon, infiltratif büyüme). sıklıkla metastaz yaparlar. tedavi edilmeyen ya da tedavisi gecikmiş kanserler öldürücüdür.
devamını gör...
15.
insanı hayattan nefret ettiren hastalık
devamını gör...
16.
annesi kanseri yenen bir insan olarak söyleyebileceğim tek şey insanı sadece nefes alan bir canlı haline getirmesi.günlerin haftaların hep bir ağrı boşluk içinde geçmesi. telefonda annemin "patoloji sonuçları pozitif" diyen sesini duyduğum zaman nefes alamadığımı duyduklarımı anlamlandırmaya çalıştığımı hatırlıyorum. benim grip bile olmayan annem kanser olmuş öyle mi?
öyle lanet bir an ki sanki bütün vücut fonksiyonların duruyor da tüm dünya duyulan cümle etrafında dönüyor. annem kanser! sonrası bence saniye bile sürmeyen bir süreçte art arda zihne dolan cümleler.:
saçları dökülecek , zayıflayacak ,ölecek, annem ölecek !allah'ım ne olur canı çok acımasın. .. yaşamayan bilmez derler ya kimse bilmesin,bilinmesin.
öyle lanet bir an ki sanki bütün vücut fonksiyonların duruyor da tüm dünya duyulan cümle etrafında dönüyor. annem kanser! sonrası bence saniye bile sürmeyen bir süreçte art arda zihne dolan cümleler.:
saçları dökülecek , zayıflayacak ,ölecek, annem ölecek !allah'ım ne olur canı çok acımasın. .. yaşamayan bilmez derler ya kimse bilmesin,bilinmesin.
devamını gör...
17.
birçok çeşidi bulunan hastalık türü. amansız olduğu zamanlar vardır. tedavi süreci bile sıkıntı içerir.
devamını gör...
18.
tüm hastalıkların şahı.
devamını gör...
19.
kanser gerçekten insanı korkutan, çaresiz bırakan bir hastalık. ben babaannemi akciğer kanserinden kaybettim. öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu işin gerçekten ehli olmuş olan doktorlar hastalığın her türlü seyrini biliyor ve aileye anlayıp kaldırabileceği kadar bilgi veriyor.. bunun için hasta yakınlarının gerçekten soğukkanlı olması gerek... hem yakını için hemde doktordan açık bilgi alabilmesi için... tabi her kanser türü kötü ya da ölümcül değil.. kanser kelimesini duyunca hemen akla ölümü getirmemek gerek..
benim asıl değinmek istediğim konu ülkemizde kanser teşhisi konulmuş kişilere ve onların yakınlarına bu zorlu süreçte psikolojik destek verilmemesi bu durumla başbaşa bırakılması... dernekler var demeyin hiçbirinden destek alamıyorsunuz... temennim bu hastalara ve yakınlarına yol gösterecek gönüllü kuruluşların kurulması varsada gerçekten varlıklarını göstermeleri.. yakını kanser olan herkesin allah yardımcısı olsun...
benim asıl değinmek istediğim konu ülkemizde kanser teşhisi konulmuş kişilere ve onların yakınlarına bu zorlu süreçte psikolojik destek verilmemesi bu durumla başbaşa bırakılması... dernekler var demeyin hiçbirinden destek alamıyorsunuz... temennim bu hastalara ve yakınlarına yol gösterecek gönüllü kuruluşların kurulması varsada gerçekten varlıklarını göstermeleri.. yakını kanser olan herkesin allah yardımcısı olsun...
devamını gör...
20.
'neoplastik' bir hastalıktır.
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
meşhur 'hallmarks of cancer' makalesi, "they acquire a succession of hallmark capabilities" olarak tanımlar kanser hücresini. hallmark, karakteristik özellik. her kanser türünde olan özellikler. testisinden khdak'ına (akciğer), glioblastomasından (beyin) lenfoblastik lösemisine (kan) kadar (attım hepsini. böyle değildir muhtemelen).
2000 makalesine göre 6 olan hallmark özellikler 2011 makalesiyle 10'a çıktı. ilk 6 özellik şu şekilde
1. proliferatif sinyalizasyonun sürdürülmesi: hücre bölünmesi, sağlıklı dokuda çok katı bir şekilde kontrol edilir. dış uyarana (ligand) bağlı olmakla birlikte iç mekanizmalar da bu konuda büyük rol oynar (dna hasar tamiri gibi). kanser hücresinde dış uyarana ihtiyaç yoktur. normalde uyaran varlığında hücre yüzeyindeki reseptörler bu uyarana bağlanır, reseptörler hücre içine sinyal verir (off durumundan on duruma geçer), sistem bu şekilde işler. kanser hücresinde reseptor off durumda olmaz. uyaranın yokluğunda bile içeri sürekli büyüme ve bölünme sinyali verir. bu yüzden growth factorlere karşı gereksinim duymaz.
2. growth suppresorlerden kaçış mekanizması: vücut baktı ki anormal bir büyüme var, ama ortada büyüme sinyali yok. hemen "büyüme artık, yeter, dur" moleküllerini yollar ortama. normal bir hücre bu sinyalleri alsa duracaktır, ama kanser hücresinde ya bu sinyali alacak reseptör yoktur, ya da mutanttır, hücre içine bu sinyali iletmez.
3. invazyon ve metastaz: tümör dokusu çok hızlı büyür, bulunduğu ortama baskı yapar. çinlilerin tren vagonlarına tıkıştırılmalarını izlemişsinizdir elbet. hah, tümör dokusu o videolardaki milleti vagona tıkıştıran görevliler gibidir. sağındaki solundaki hücreyi itikler, rahatsız eder, bölünüp bölünüp yer kapladıkça normal dokuyu sıkıştırır. ortaya çıktığı bölgeden sağa sola kol atmaya başlar, yakınlardaki başka bölgelere doğru uzar. çilek bitkisi gibi düşünün. buna invazyon denir. metastaz ise bulunduğu ekstraselüler matriksi parçalayan tümör (matrix metalloprotease enzimleri çok etkilidir bu konuda) hücrelerinin kan dolaşımına katılması (intravasation), dolaşıp dolaşıp başka bir dokuya/organa kolonize olması extravasation olayıdır. misal, akciğerinizde bir tümör var diyelim. bulunduğu ortamı parçalayıp kendi tümör hücrelerinin ortamla bağını kopartan tümör, bu hücrelerin bir kısmının kan dolaşımına katılmasını ve karaciğere sıçramasını sağlayabilir. her tümör, her organa sıçrama yapamaz. her tümör de metastaz yapmaz.
4. replikatif sınırsızlık: telomer-telomeraz isimlerini duymuşsunuzdur. duymayanlar için şöyle anlatayım, ayakkabı bağcığını düşünün. ucundaki plastik kaplı kısım telomer, bu telomeri yapan enzim de telomerazdır. normal sağlıklı bir hücrede telomeraz (enzim) aktivitesi belli bir yaştan sonra durur. hücreler, dna'larındaki telomer bölgelerini her bölünmede biraz kaybeder. yaklaşık 40-60 bölünme sonrasında da telomer diye birşey kalmaz. bebekken (ya da embryo dönemindeykendi sanırım. tam hatırlamıyorum) telomeraz aktiftir. kısalan telomer bölgesini yeniden yazar, bittikçe uzatır, bittikçe yenisini yapar. insan büyüdükçe bu enzim çalışmaz. hücrelerin de belirli bir bölünme ömrü olur telomer uzunluğuna göre. senesens (ing. senescence, yaşlılık) dedikleri şey tam olarak bu. hücre eğer daha fazla bölünürse bu sefer genlerden yemeye başlayacak, her bölünmeyle biraz daha kırpacak genlerden. buna izin vermemek için hücre, telomeri bittiğinde bölünmez.
kanser hücresi ise telomeri dert etmez çünkü elinde telomeraz gibi mükemmel bir silah var. bittikçe yenisini yapar, bölündükçe bölünür, yarın yokmuşçasına bölünür.
5. anjiyogenez: normal hücrelerimiz, eğer ağır yorgunluk geçirmiyorsanız oksijenli solunum yaparlar. bu ne demek? hepimiz nefes alıyoruz değil mi, evet. havadaki oksijeni alıyoruz vücudumuza. bunu birşeyler yapıyoruz elbet, boşu boşuna alıp vermiyoruz bu nefesleri. bu oksijen, çok mükemmel bir elektron alıcısı efendim. vücut hücreleri, normal halinde (resting phase) aldığı besini enerji üretmek için oksijenle "yakar". çok janjanlı da bir ismi vardır, 'oksidatif fosforilasyon' diye. bu "oksijenli solunum" 2 aşamada olur. ilk adım 'glikoliz', basit anlatımıyla 6 karbonlu bir şeker olan 'glukoz'u ortadan ikiye bölmektir [3 karbonlu 'piruvat'a çevirme işlemi]. detaylarına girmiyorum, ama basitçe böyle. sonra bu her bir piruvat, mitokondri denen organele gidip bir dizi reaksiyon geçirir, hidrojen verir, karbondioksit verir, onları garip garip moleküller yakalar bağlanır, falan filan. buralar karışık olaylar, merak eden 'krebs siklusu' şeklinde araştırsın. bahsettiğim çıkan karbondioksitlerle işimiz yok, protonlar (hidrojen çekirdekleri) bizim derdimiz. bunlar 'elektron transport sistemi' denilen bir dizi moleküle götürülür. ondan ona, ondan ona derken elektron en sonunda oksijene verilir, e negatif yüklü olan oksijen yanına bu hidrojenlerden (proton) de alıp su oluşturur. bu yolculuk sonunda 1 glukoz tanesi 6 karbondioksit + 6 su tanesine çevrilir, 38 tane de atp oluşur (enerji).
sistemin özeti bu şekilde. peki oksijen yokken vücudumuz ne yapar, glukozu ikiye böler bırakır (oksidatif fosforılasyonun aksine bu yöntem 2 enerji üretir sadece. çok verimsizdir). kaslar özellikle böyle davranır. peki ortamda biriken bu ikiye bölünmüş glukoz molekülleri (piruvat) boş boş beklemez ya, ne yapar, laktik aside dönüşür (laktat). deli dana gibi koşturup oksijensiz kaldığınızda vücudunuzda oluşan biyokimyasal reaksiyon bu işte. sonra o laktat beyindeki yorgunluk merkezine gidiyor da, yorgun olduğunuzu anlıyorsunuz da bilmemne. değişik işler.
kanserde nedir peki bu durum. oksijen var olsun olmasın, kanser hücresi glukozu ortadan ikiye böler bırakır. buna da hatta 'warburg effect' denir. oksijen varlığında laktat fermantasyonu yapmak daha türkçe tabiriyle. peki iyi hoş, yapsın, ama niye kanser hücresi glukozu sonuna kadar parçalayıp 38 atp (enerji) üretmek yerine 2 atp üretir? bu kadar az enerjiyle nasıl hücre bölünmesi gibi devasa enerji gerektiren bir işlemi yapar? el cevap: ikiye bölüp bıraktığı piruvatlar laktata, onlar da kendisi için gerekli biyokimyasal moleküllere dönüşür (aminoasitler, nükleik asitler vs). enerji ihtiyacını da 'anjiyogenez' ile çözer. anjiyogenez, yeni damar oluşumu demektir esasen. tümör dokusu, kendisi için yeni kan damarı oluşturur, bu damardan güzeeeelce bütün besinleri çeker, parçalar parçalar bırakır. şımarık bir çocuğun bütün çikolatalardan birer ısırık alıp bırakması gibi. sonra oluşturduğu bu damara atlayıp başka organlara da sıçrar.
6. hücre ölümüne direnç: vücudumuzun bir güzel özelliği var, işi biten hücrelere sinyal yollayıp öldürür. buna programlı hücre ölümü veya 'apoptoz' [ing. 'apoptosis'] denir. kanser hücresi buna da dirençlidir. hücre içindeki anti-apoptotik proteinleri pro-apoptotik (hücreyi apoptoza uğratacak olan) olanlara oranla daha fazladır.
yeni makaleyle birlikte ortaya çıkan 4 yeni özellik ise şöyle
7. immun sistemden kaçış: vücuttaki bütün hücreler yüzeylerinde mhc class 1 proteinlerini taşır. içeride olup biten neredeyse bütün proteinleri bu mhc-1 üzerinde dışarıda da yayınlar. immun hücreler (lenfositler, natural killer hücreler vs) diğer hücreler gibi adherent (yapışkan) hücreler değildir. yani, büyümeleri için bir yüzeye ihtiyaçları yoktur. akciğerdeki hücreler, kendi matrixlerini salgılayıp onun üzerine oturur, öyle büyür. matrix'e tutunur yani. böbrekteki hücreler kendi böbrek matrixini, beyindeki beyin matrixini, dalaktaki dalak matrixini salgılar. kandaki hücreler ne yapar peki, kan matrixini mi salgılar? 'hayır'. kan gördük hepimiz. kan içinde hücre olduğunu da biliyoruz, hani eritrositler lökositler falan. ya da daha türkçesiyle alyuvar akyuvar. bunlar bir yere tutunuyor mu sizce. cevap: tutunmuyorlar. şu videoyu izlerseniz çok daha iyi anlarsınız
lökositlerin yaptığı bu yüzeye tutunup yuvarlanma hareketine 'crawling' deniyor. eritrositler gibi fiyuuuvv diye uçup gitmiyor, diğer hücrelere tutuna tutuna gidiyorlar. işte bu noktada mhc-1 üzerinde sunulan proteinleri de kontrol edip geçiyor. eğer bir yanlışlık varsa (örneğin mutasyona uğramış bir protein) o hücreyi yok ediyor vücut.
tümör hücresinin bundan kaçmak için yaptığı hareket nedir peki, mhc-1 proteinini hiç üretmemek. adam diyor ki "ya ben içerdeki mutant proteinleri yüzeyde göstersem bunlar beni yok eder. en iyisi ben hiç göstermeyeyim, gösterge aparatı olan proteini bile göstermeyeyim". çok güzel bir düşünce, ama bu sefer devreye natural killer (nk) hücreler giriyor. yüzeyinde mhc-1 olmayan hücreyi de bunlar öldürüyor. tabi sayıca az oldukları için bütün vücuda yetişemiyor nk hücreler. "dinsizin hakkından imansız gelir" politikası vücutta böyle işliyor işte.
8. tümör destekleyici inflamasyon: tümör hücreleri, dış ortamdan gelen bölünme sinyalleri olmadan da bölünebilir demiştik ilk maddede. ama bölünme sinyali ortamda varsa bu onlar için daha iyi. şey gibi düşünün, kuru ekmekle de karnınız doyar ama kuru ekmek mi, kuru-pilav yanına turşu, bi de bol köpüklü susurluk ayranı, üzerine de güzel bi fırında sütlaç mı diye sorsak herkes ikinci menüyü seçer. kanser de sütlacı seçer işte. neden, çünkü içinde glukoz var heheh. glukoz-warburg effect-anjiyogenez-metastaz falan.
9. genom instabilitesi ve mutasyon: bu olmazsa olmaz. bir kanser hücresi, durduk yerde kanser olmuyor. bu aslında ilk madde olmalı, ama daha sonraki makalede bulunduğu için böyle düşük sıralarda kaldı.
her şeyin başı mutasyon gençler. mutant bir büyüme faktörü reseptörünüz vardır, sürekli içeri "bölün, bölün, bölün, bölün" diye sinyal yollar, sürekli bölünmeye çalışırsınız, kanser olursunuz. mutant bir p53 proteininiz vardır, dna hasarı olsa bile "tamamdır, turp gibi maşşallah" damgasını çakar, hücre bu hasarlı dna'yı eşlemeye başlar, kanser olursunuz. mutant bir anti-apoptotik proteininiz vardır (mesela bcl-2), "öl, geber, apoptoza git" sinyali almasına rağmen "ölmüyorum ulan!" diye direnir, kanser olursunuz. mutasyon önemli yani. her şeyin başı mutasyon diye boşuna demedim.
10. hücresel enerji kullanımının deregülasyonu: glukoz hikayesi buraya gelecek aslında. anjiyogenezde anlatmışız onu zaten, geri dönüp okursunuz.
özetle böyle işte kanserin altında yatan sebepler, moleküler hedeler, biyokimyasal vıdılar falan filan. merak eden şu makaleyi okusun www.cell.com/abstract/s0092...
kindred ile mbg101 dersine katılan herkese teşekkürler. sertifika programımız en kısa zamanda hizmetinize girecektir *
devamını gör...
"kanser" ile benzer başlıklar
kanser olmak
13