2861.
iş kaybediyorum, para kaybediyorum, insan kaybediyorum, zaman kaybediyorum, neşemi kaybediyorum, cesaretimi, azmimi, konfor alanımı kaybediyorum. kayıp, kayıp, kayıp... aklımı çok önceden de kaybetmiş olabirim, emin değilim.
kendimi bildim bileli, hep tarafında oldum kaybedenlerin ve salt temaşa etmeden anlamaya da çalıştım. bu yüzden aşinayım az çok. yani bazen, bu seri dibe vurmalar için çok da geçerli bir neden gerekmiyor. ama ekseriyetle her kaba kolayca sığıp şekil alamayan, koşullara göre kendini revize etmekten imtina eden, kendine her daim hesap verebilir yaşam tarzını önceleyen doğanızın bu gibi durumlarda, bir parmağı oluyor. ama kızamıyorsunuz da işte içinizdeki bu benliğe. belki yanlış tercih, ipe sapa gelmez bir aymazlık belki... velhasıl nereden tutsanız, elinizde kalacak bir berbatlığın içindeyim. fakat mevzunun, çok da takılıp kalınmayacak bir matematiği var. bugünden yarına geçeceğiniz bir ayrıma geldiğinizde çoğunlukla, yanınızda götürebileceğiniz sınırlı şeyler oluyor. ben de bugüne zenginlik, başarı, varlık, itibar değil, bir tek kendimi getirebilmişim. bir de al sepetten bir hıyar, tuzla tuzla ye avuntusu... kendimi orada bıraksaydım, çok daha mutsuz olurdum.
devamını gör...
2862.
25 yaşında biri olarak insanların çocuklar kadar düşüncesizce ve bilinçsizce yaptığı davranışlar, bulunduğu söylemler beni boğdu boğdu duvara attı gerçekten. zorbalığınızı dobralık adı altında yapmanızı, iğneleyici tavırlarınızı eleştiri sanan akıllarınızı alıp gidin, nereye isterseniz.
devamını gör...
2863.
chester bennington* katıldığı bir radyo programında kulaklarımın arasındaki kafatası kötü bir mahalle, orada yalnız kalmamalıyım demişti. radyocu gülmüştü ama bu muhtemelen bir yardım çığlığıydı. kendisi de bir süre sonra intihar etti zaten.

kendimce mutluluk tanımımı böyle buldum. kafamın içindeki o mahalle kötü bir mahalle mi? orada yalnız kalmaktan mutsuz muyum?

bir arkadaş olarak değil, kardeş olarak değil, evlat olarak değil, iş arkadaşı olarak değil, sevgili olarak değil tamamen kendimle kalınca mutlu muyum? kendi dışımızdayken, başkaları ile iletişim-etkileşim halindeyken mutlu olmak, iyi hissetmek daha kolay geliyor. gece telefonu kenara atıp kafamı yastığa koyunca iyi hissediyor muyum? kendimle baş başa kalınca rahat ediyor muyum?

gerçekten mutluluğu kendim mi tanımlıyorum? yoksa mutlu olmak için bulduğum sebepler toplumun sunduğu şeyler mi? başarılı olmak, iyi bir insan olmak, bir şeylere sahip olmak, bir şeylere ait olmak gerçekten mutluluk öğeleri mi? yoksa sadece kendimi mi avutuyorum?

seçtiğim şeylerle, seçmediğim şeylerle, tüm hayatımla, tüm anılarımla, tüm yaşanmışlıklarla, hiç sorgulamadan, kavga etmeden, değiştirmeye çalışmadan kucaklaşabilseydim eğer o mahalle sanıyorum güzel bir mahalle olurdu. ben de sandalyemi ortasına atıp otururdum.

yalnız kalmak bir ilaç mıdır yoksa hastalığın ta kendisi mi?*
devamını gör...
2864.
rastgele açıp izlediğim bir filmin, seni hiç hatırlatmayan bir sahnesinde aklıma geliyorsun. sebepsiz yere gözlerim doluyor. konuşmak, hissetmek istemiyorum. fakat yine de her şey bana seni hatırlatıyor.
devamını gör...
2865.
bazen hiçbir amacının olmaması çok zor geliyor. sözde amaçların anlamı yok. hayat somut gerçeklerden daha ileride bi yerde yaşanıyor bence. koyduğum somut hedef benim için anlam ifade etmiyor. ne için yaşıyorum sorusu tam hedefini bulmuyor. dolayısıyla amacımı da bulamıyorum.

sanki okyanusun ortasında küçük bir teknede gibiyim. nerdeyim, ne yapabilirim, ne olacak, neden burdayım hiçbir fikrim yok. dalga nereye sürüklerse oraya gidiyorum. arada aklıma suya atlamak geliyor ama her seferinde kendime şans tanıyorum. belki cesaretim yok belki de amacımı bulup ona ulaşabileceğimi umuyorum. buna inanmıyorum ama ummak için inanmaya da gerek yoktur zaten. olmayacağını bile bile umut etmiyor muyuz her şeyi?

sonuçta bilmiyorum işte. uyuyamıyorum ama sıcaktan değil, hasta olduğumdan değil, keyif yaptığımdan da değil. düşünüyorum ama sonucu bulamıyorum, hatta yaklaşamıyorum. başlarda nereden geldiğimin farkındaydım en azından ama artık labirentte tamamen kayboldum. öyle ki nerde olduğumu anlamaya çalışacak halim de kalmadı.

yazacak çok şey var ama düşündükçe, klavyede harflere bastıkça çoğalıyor aklımdakiler. bazen de aklımdakini kelimelere, cümlelere dökemiyorum. o kadar saçma bir şey.
devamını gör...
2866.
şu sineği bir elime geçirirsem... olm erkeksen ışıkta çık karşıma, karanlıkta mı etime gücün yetiyor?

edit: dişiymiş.
devamını gör...
2867.
bi gün uyandığında her şey güzel ve renkli, çiçekler canlı, yaşamda umut edilecek şeyler bulurken; bir başka gün sanki her şey çok kötüymüş, renkler yokmuş ve umut etmek yetmiyormuş gibi gelir. ve ruhun söyler:

“bu anlamsız fanus keşke bir rahim olsaydı ve beni tekrar doğursaydı.”
devamını gör...
2868.
yoğun nikotin, anti-depresan ve kafein kullanımından titreyen elleriyle son sigarasını sardı, hemen başucunda duran zippo’suyla ateşe verdi ingiliz tütününü. son kez odasına, kitaplığına, pencereden dışarıya ve tavana baktı. tavanda asılı duran ip onun son gördüğü şey olacaktı muhtemelen. sigarasından alacağı son nefesiyle tavanda asılı ipi boynuna geçirdiğinde vereceği son nefes benzerlik gösterecekti. tıpkı sigara gibi yanmış, kül olmuş ve yitip gitmiş olacaktı. istemeden doğan, istemeden yaşayan, istemeden var olan, istemeden yalnız kalan birisiydi. bu yaşamı hiç istememiş, ailesine nefret kusuyordu. gecenin ilerleyen saatlerine aldırmadan son ses dinlediği don’t cry onun son duyduğu ses olacaktı. hoş uzun zamandır pek bir ses duyduğu da söylenemezdi. bir yerde okumuştu insan can çekişirken gözünün önünden tüm yaşanmışlıkları geçermiş. henüz ipi boynuna geçirmeden tüm yaşanmışlıkları geldi gözünün önüne. yavaştan sigarası bitiyordu, belki de hiç bitmesin istiyordu sigarası. belki ölümü o kadar istemiyordu lakin kendini buna mecbur hissediyordu. mecbur bırakılmıştı sanki.

devamı haftaya…
devamını gör...
2869.
uzun süre sonra ilk defa bu kadar sıkıldım buradan. insanların koyun gibi sadece onlara fiziki olarak gösterilenin peşinden gidip ardındakileri görmeden ya da sorgulamadan doğruyu kabul etmeleri ve bunu kabul ettikten sonra da bu benim fikrim diye insanlara empoze etmeleri çok komik. 1.5 seneden fazladır yazarım burada, bir süre yönetimde farklı pozisyonlarda görev de aldım bazı nedenlerden dolayı* ayrılmak zorunda kaldım ama ayrılmadan önce de ayrıldıktan sonra da iyi kötü algısı sadece insanların göstermelerine göreydi. objektif olamam diye dokunmadığım yazarlardan linç yemişliğim de çoktur format kuralına uymadığı için hem mesajda sövüp hem üstlerime çıkanlar da, hatta açık açık tehdit edilmişliğim de var ama her seferinde belki değişir insanlar diye bekledim, yanılmışım.

size gösterilen her zaman en doğrusu değil sevgili yazarlar, özellikle böyle bir sıfatın altında gizlenmek zorunda olanlar için. yaşadığım için biliyorum, kaç kere tuttum çenemi ki beni tanıyanlar bilir ki ben çenemi tutmam, kaç kere zorunlu olarak sevmediğim karakterde insana katlandım. ama tam tersine sahte karakterler ile size ben samimiyim algısı yaratanların peşinde koştuğunuzu görmek affedersiniz ama sadece acımama ve bana tecrübe katmaya yarıyor*.

bu benim ilk tanımım değil, son tanımım da olmayacak muhtemelen ama uzun süredir yazdığım en samimi tanımım, koyun olmayın azıcık gözünüzü açın yahu.
devamını gör...
2870.
cebinin derinliklerinden anahtarlarını çıkarmak için elini cebine attığında bir süre anahtarlarını bulmak için uğraştı. bu uğraş ona kalbinin ve düşüncelerinin derinliklerinden bulup çıkarmak istediği bazı kötü anılarını hatırlatmıştı. keşke her şey o anahtarı bulup çıkardığı gibi kolay olsaydı. öyle çok isterdi ki kalbinden ve düşüncelerinden de bir çırpıda bazı şeyleri öyle çıkarıp atabilmeyi. anahtarlarını çıkardığında dudaklarının arasındaki sigarasından son bir nefes alıp sigarasını söndürdü.

apartman kapısını açtıktan sonra geriye dönüp bakmadan kapıyı hafifçe ittirip kapadı. bu hareketi ona geriye dönüp bakmadan kapattığı onu rahatsız eden bazı kapıları hatırlatmıştı. tebessüm ederek yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. merdivenleri çıkarken de bu yavaş adımlarını hayatındaki gidişata benzetmişti. son zamanlarda yaptığı her hareketi bazı metaforlarla ilintilendiriyordu.

apartmanının kapısına geldiğinde kapıyı açmak için anahtarları denemeye başladı. bir türlü tek seferde kapıyı açan asıl anahtarı bulamıyordu. gerekli gereksiz bir sürü anahtarı anahtarlığında tutmasının sonucuydu bu. hayatı da bu metafora benzetiyordu işte. gerekli gereksiz bir sürü kişiyi hayatında barındırıyor ama ona kapıları açacak olan asıl anahtarları bulmakta hep zorlanıyordu. bu düşünceler arasında usulca evine girdi. günün getirmiş olduğu yorgunluk sanki eve adımını atar atmaz vücuduna tesir etmişti.

odasına girdiğinde derin bir ürperti ile birlikte korku yaşadı. karşısında kanlı canlı bir şekilde oturan kendisiyle karşılaşmıştı. rüya mı görüyordu yoksa deliriyor muydu? karşısında oturanlar yine kendisiydi ama birinin yüzü yorgun, gözaltları şiş ve sanki bir kavgadan çıkmışçasına soluktu. diğeri ise onun aksine bembeyaz ve tertemiz yüzüyle gözlerinin içi parıldar bir haldeydi. yorgun gözüken hemen konuşmaya başladı. ‘’ benden kaçmak istesen de asla kaçamayacaksın. ben senin dününde var olduğum gibi şimdi de şuanındayım ve yarınında da olacağım. beni yok saymaya çalıştıkça ben senin hep bir adım arkandan gelmeye devam edeceğim. ansızın karşına çıkan bir fotoğraf karesinde, yolculuk yaptığın esnada dinlediğin müzikte, izlerken gördüğün bir film karesinde hep ben sana kendimi hatırlatacağım. çünkü ben senin geçmişinim. ‘’ diyordu.

bunu tebessümle dinleyen yanındaki ışıltılı gözleriyle konuşmaya başladı. ‘’ hayır, sen onu sadece beni inşa etmek için kullanacaksın. o, sadece dersler çıkardığın bir öğretici. onu sürekli yanımızda taşımak zorunda değiliz. gülmek istiyorsan onu bir kenara bırakıp öğrettiklerine teşekkür edip yolumuza birlikte devam edeceğiz. çünkü ben senin geleceğinim. ‘’ diyordu. yorgun ve solgun yüzüne inat konuşmaktan geri kalmamaya inat edercesine geçmişi yine söz aldı. ‘’ sadece gülüyorum, onu yani geleceğini inşa etmek için bile bana yani geçmişine ihtiyacın varken beni yok sayarak yoluna nasıl devam edebilirsin ki? ‘’ dedi. aynı zihnindeki gibi burada da geçmişi sürekli konuşuyor geleceğe söz hakkı vermiyordu.

gelecek ise umut dolu bakan gözleriyle ‘’ geçmiş sadece kırılmış bir ayna, sen onların parçalarını birleştirmeye çalıştıkça sadece kendine zarar verecek ve ellerini keseceksin. bir türlü doğru görüntüyü bulamadığın gibi kendini de bulamayacaksın ve bu seni mahvedecek. ama ben yani geleceğin seni özgürleştirecek ‘’ dedi ve her ikisi de birden ortadan kayboldu.

uyandığında, saat henüz asıl uyanması gereken saat değildi. yatağında oturup bu tuhaf rüyasını düşündü. bu bir kabus muydu, yoksa…? kötü rüyalara kabus adını veren insanlar iyi ve güzel
rüyalara neden sadece güzel demekle yetinmişlerdi? bu düşünceler arasında yatağından kalktığında ilk adımlarını geleceğe doğru atmaya karar vermişti. rüyasında da söylediği gibi; geleceği onu özgürleştirecekti…
devamını gör...
2871.
yine bir alegori.. yusuf has hacib göreve.......
devamını gör...
2872.
ilk girdiğim günden beri hayatım çok değişti. mimarı benim. tuğlalar sağlam yine de depremler olur ve sallanabilirim.
ama herhalde daha yıkılmam.
çok uzatmayayım.bir tane sigaram kalmış. ne yazarken yeter ne ikinci defa okurken.
ama bu demek değil ki artık uzun tanım girmem. girerim. beni yıldıramazsınız.
gidip sigara alayım.
devamını gör...
2873.
merhaba sözlük.

çok karışık gidiyor şuan nasıl anlatsam bilemiyorum.

herşeyin farkındayım ama kabul edemiyorum.
şaka gibi geliyor.

etrafımda bir sürü olay oluyor, yeni insanlar tanıyorum ve ben bir yerde huzursuz hissedersem mutlu olamıyorum.

zorunda olmak çok zor bilmem anlatabiliyor muyum?

sınav deneme girdim.
hedeflediğim yere çok uzağım şuan.
tamam yolun başı onu da biliyorum ama içimde sıkıntı var. her gece yatağa yattığımda yarım saat yuvarlanıyorum.
coğrafyacı sordu dedi ki sizce ilerki teknolojik çağında ne olacak sizce dedi.

diyemedim ki hocam ben daha önümü göremiyorum ne 50 yılından bahsediyorsunuz.

harbi o kadar bilinmez bir dönem ki benim için. çalışıyorum ama neye çalışıyorum? kime? ne olmak istiyorum? kim olmak istiyorum? hangi meslek? nerede?...

gözlerim doluyor, ne yapacağımı bilmiyorum.

ne yapıcam ben sözlük?
tamam öküz gibi çalışıcam.

önümü göremediğim bir gelecek için.
öküz gibi çalışcam.
devamını gör...
2874.
kalem ruha yoldaş olur vakit gece
hüzün sabrın hududunu geçince
kalp konuşur sessiz sessizce...
devamını gör...
2875.
iş yerinde, trafikte, evde hatta bugün pazarda domates seçmeme izin vermeyen abinin tezgahında her şey. neden bu kadar zor, anlamıyorum. kolay olması gereken her şeyi özenerek zorlaştıran insanlar tarafından çevrelenmiş olmaktan çok ama çok sıkıldım.
şu anasını sattığımın dünyasında siz benim karşıma aile dizilimi misali nasıl çıkabiliyorsunuz? zeytin ağacı izleyen gelip bana bi terapi yapsın, gülseren buğdayıcıoğlu izleyene de okayim.
karpuzlar seçmeceydi yalnızca hanny*.
aynı acılardan geçmemiş olsak bile aynı duygularda neden buluşamaz ki insan, anlamış değilim.
bütün sıkıntı aslında kendi penceremizden bakmaktan sıyrılmayı denememekten geçiyor. dünyanın merkezi çok kasıyor, turunu tamamlayan çıksın.
çok sorgulamayacaksın, sorgularsan kafayı kırarsın demişti cübbeli ahmet hoca efendi hazreti muhammedi. çok mantıklı oğlum, sizde sorgulamayın. sorgulamamayı, dümdüz gidebilmeyi öğrenebilmem vakit aldı. bak işte bütün sihir bozuldu, sorgu melekleri karşımda bana gülümsüyorlar.
derin olamamak, derinleşememek aslında sığ görünmeyi tercih etmekti hepsi. derine dalmayı sinüzit belasından kurtulmak için yapmayı planlıyorum. yüzeyde derinleşebilmeyi becerebilmekti aslolan. illa göze göze sokulacak. bak ben gemi enkazına kadar indim, havyar seversen çıkarayım diyecekler. enkaz belgesellerden bihaber takıla-dursunlar.
tuhaf bir yaz geçiyor. inkar ediyorum ama özledim, dağın en tepesinde denize karşı yumuşak içim buzsuzunu özledim. gün batımına yetişebilmek için akşam güneşinin bana vurduğunu kanıtlamaya erindiğim* yazları özledim. ölüm sessizliğini yaşadığım yazları özledim.
sabah sevişmesini dikip atacak manzara karşısında flu gibi'yi dinlemeyi özledim.
bütün keşmekeşliğe, kokuşmuşluğa ve zorluklara rağmen hayatı yaşamayı sevmeye çaba harcamayı öğrendiğinizde sizleri ağırlamaktan mutluluk duyacağım.
buradan
devamını gör...
2876.
öyle anlar oluyor ki konuşup içimi dökmek istiyorum. içimde büyüttüğüm, aşamadığım, beni derinden üzen şeyler hakkında konuşup rahatlamak istiyorum. ama kime ne zaman ihtiyaç duysam o an bulamıyorum. o anının üstesinden geldikten sonra herkes etrafımda ama en savunmasız hissettiğimde an herkes görünmezlik pelerini geçiyor sırtına.
devamını gör...
2877.
klişeler dünyası. saçma olguların havada uçuştuğu ucuz bir yapım. edebiyattan uzak basit cümlelerin acımasızlığı. sonra neden sorusunun yalnız kalışının faydasız beklentisi. birilerini sadece hatırlamak oluyor olmak için sonunda olamamak.
belki de bütün bunların sürecinin tadına varmak… kaldı ki başka çıkış noktası yok. sadece ve sadece bir masa bir bilgisayar ve parmakların hareketinden doğan iç çöküşün beyaz sayfa üzerinde dalgalanması gibi. bir telefonu beklemek. aşkı beklemek ama sürekli bir şeylerin olabileceği umuduyla sonrasında yıkılmanın sana ne kadar zarar verdiğini bilememek. hedefler koyup alaşağı etmek. sonra neden özgüvenim düşük demek. bir beyaz yakalının patronuna duyduğu sevgi gibi mi. yani neredeyse imkansız.
devamını gör...
2878.
önceleri (yani daha eski yıllarda) ilk defa özel bir yemeğe çıkacağınız kişiyle mekanın da daha özel, romantik falan olmasını bekliyorsunuz. her şey sadeleştikçe görüntünün de çok çok önemli olmadığını kavrıyorsunuz. hem ne gerek var aceleye vs. , ağırdan almak insanı da olgunlaştıran ve dinginleştiren bir his cidden.
her şeyin zamanı kendi içerisindeki eylem haliyle gelir zaten.
geçen haftasonu ilk özel yemek için kaliteli bir pizzacıya gittik, aşırı hoştu, abartı olan hiçbir şey yoktu ve akşamın sonunda karşılıklı rahatlık, özgürlük ve dinginlik hissediliyordu cidden.
kişi bazında özel olarak değil ama durumun bu halde şekillenmesinin hastası oldum!
şimdi sıra yine haftasonu beraber yapılacak bisiklet turunda! bu kadar kolay işte, saçma sapan sözde olgun ama ergen davranışlara yer vermek yok, saygı var ve artık umuyorum ki sevgi de yavaş yavaş şekillenecek. (olmaması için bir neden göremiyorum)
özgür ve rahat hissettiğim her yerde olurum ve olacağım, gerisine izin vermeyeceğim, kim ve ne olursa olsun karşımdaki.
herkes hak ettiğini yaşasın.
devamını gör...
2879.
sanki önümde bir eşik var ve onu geçince her şey yoluna girecek gibi. bu eşiğin de bulunduğum ortamı değiştirmek olduğunu biliyorum. çok yakında daha sevdiğim bir iş teklifini kabul edip heyecanla yeni bir ortama alışacak gibiyim. bu da tüm hayatıma yansıyacak ve diğer güzellikler de peşi sıra gelecek gibi.
devamını gör...
2880.
"bir uzun yoldan geldim ardım bomboş"

bazen karşıma çıkan cümleler öylece düşündürüyor beni. bakıyorum ardıma, kocaman bir yığın var ama içi bomboş. hiç mi bir şey katmadım kendime bu yol boyunca? etrafıma bakamadan öylece yürüyüp durdum mu? aslında hayır. iyisi ve kötüsüyle çok şey kattım heybeme, tek suçum heybemin altının delik olduğunu fark etmememdi.

"gidecek hiçbir yer yok, ama bir yere varmak lazım ."

bu uzun yolda bir şeylerin farkına varmaya başlayınca gidecek bir yeriniz olmadığını da fark ediyorsunuz. sonra "madem varacak yerim yoktu, ne diye yürüdüm bu kadar?" diye sorgulayıp, kendinizi suçlamaya başlıyorsunuz. aslında hiç gerek yok buna. hepimiz* bu dünyada yolcuyuz, ve devamlı bir yollarda yürüyüp duracağız. elbet yolun sonu bir yere varacak, ve biz sonu göreceğiz. her zaman dediğim gibi, biz şaşıran yolcularız umut yollar yanılmasın.


"sen hüzünlüsün diye dünya durup sana yol vermeyecek."

benim için en etkili olanı bu sanırım. hüzün sırtımdan hiç eksik olmaz, ardım sıra sürür dururum onu da. çok gülerim, buna rağmen en alakasız anlarda "ah be" deyip dalıp gitmeme engel olamam.* bir derdim mi var? yok. işin içinden çıkamadığım şeyler mi oluyor? evet ama umrumda değil. yani anlayacağınız hüznüm kronikleşmiş benim, o olmazsa eksik olurmuşum. bütün duygularımı besler hale gelmiş. bir süre önceye kadar bu beni hareketsiz kılardı, şimdi ise tam tersi. içimdeki hüzün ile yapıyorum çoğu şeyi, ve bu bir şeyleri güzelleştirmeye başladı. tek üzüntüm dünya durup yol versin diye fazlaca beklemiş olmam.*


her şey halledilir dedim ama çabasızlık halledilmiyor sanırım. çabalamaya değer olmamak, hep tek taraflı çabalamak çok acı. yine de bu karmaşadan kurtulmanın da bir yolu vardır muhakkak.

yazımın sonunu çok alakasız bir şekilde bitirmek istiyorum. aslında benim için anlamlı ama yazının içeriği için anlamsız. gerçi yazı komple anlamsız ama olsun.*

"gönül tandırında bir aş pişiyor, yanan ciğer midir, yürek mi bilmem."

devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim