normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
5221.
karalanmış karalar, silmek daha zor.
tebaa çıkar, saraydan çıkmak şaha zor.
çölde bile değilken görmek vaha, zor.
cevaptan korkarım, sormak allaha, zor.
tebaa çıkar, saraydan çıkmak şaha zor.
çölde bile değilken görmek vaha, zor.
cevaptan korkarım, sormak allaha, zor.
devamını gör...
5222.
birkaç gün önce kitapçıda tanışan çiftlerle ilgili bir şeyler okumuştum. ömrüm kitapçıda geçiyor başıma hiçbir şey gelmiyor derken yine bir şey gelmedi.
geçen perşembe ankara'ya giriş yaptım. derin bir nefes aldım. hayat çektim ciğerlerime. oh be dedim. burası benim evim.
cuma sabahı kızılay'da birkaç işim vardı. işleri sıraya koymaya çalıştım kafamda. önce bir simit çay yapılacak. sonra kuaföre gidilecek ve sonra kolej'de arkadaşla buluşulacak.
önce kuaföre gideyim çıksın aradan dedim. sonra simit yerim. e bu sefer de simit üstüne yemek için arkadaşla buluşmak saçma olacaktı. e iyi o zaman önce simit yiyeyim sonra kuaföre geçerim. hem geri de dönmemiş olurum. oradan kolej'e devam ederim. iyi fikir bu dedim. güzel fikir.
ve kendimi dost'ta buldum. haydaaaaa dedim kendi kendime. ne ara getirdi beni ayaklarım yine buraya? tamam. bir şey almayacağım. bir şey almayacağım diyerek hemen dergi rafına döndüm. sakindi dost. sabah erken. ehhh dedim gezerim uzun uzun. elime aldığım ilk dergide gözüme çarpan bi isme "her b*ku da bilmezsin." i yapıştırdım. ve döndüm. yeni çıkanlar/ çok satanlar sütununun önünde biri kafasını eğmiş eline aldığı kitabı inceliyordu. "o nasıl tişört?" diyerek devam ettim arka tarafa. oradaki yeni çıkan alanıma dair kitaplara bakıp sonra sola dönüp belli raflara bakacak ve çıkıp gidecektim simit yemeye.
olmadı.
hayat malum biz planlar yaparken başımıza gelenler.
ilk adımı gerçekleştirdim. yeni çıkan sütununu geçtim ve ilk kitaplara bakıyordum ki tuhaf tişörtlü adamın bana doğru yaklaştığını gördüm gözümün ucuyla. ister istemez baktım ve göz göze geldik. bi an ben ona baktım o da bana baktı. ben boş bakıyordum ama o sorgulayarak bakıyordu. benim boş bakmam biraz uzun sürmüş olacak ki on küsur yıl önce mezun olduğum okulun adını söyledi. bu sefer o okula dair herkesi aklımdan geçirerek bir de alıcı gözle baktım ve "ahmet!" dedim. hiç düşünmeden dedim. bi anda dedim. "ulan neydi bu çocuğun adı?" demeden dedim. sadece ağzımdan çıktı. "ahmet."
kendi adımı söyleyerek elimi uzattım ve ayaküstü muhabbet etmeye başladık. ahmet benden iki sene önce mezun olmuştu. demek ki birbirimizi 15 yıldır görmüyorduk. (ben arada 2-3 kez görmüştüm kendisini. biraz da stalk) nerelerdesin ne yapıyorsun? aa çok güzel. sen? işte ben de bıdıı dbdıdııd aaa çok güzel. eee biz baya baya muhabbet ediyorduk. e biz okurken muhabbet etmiyorduk ki. ne oldu şimdi? hem ben simit yiyecektim. offf ama ahmet de bırakılmaz ki şimdi 15 senenin üstüne. çocuk beni görmüş. tanımış. üstüne selam vermiş. 15 sene önce etmediğimiz muhabbeti ediyoruz. ben ahmet'i orada bırakacağım? mümkün değil. e ama çay simit. o da bırakılmaz. yapıştırdım teklifi:
"vaktin varsa benimle simit yemek ister misin?"
"olur." dedi ahmet. geldi ahmet benimle. şaka gibi. gelmez sandım. olmaz sandım. öylesine bi teklifti. ama geldi.
ben kitap bakacaktım. dost'u turlayacaktım. hepsi uçtu gitti aklımdan. ahmet'i kaptığım gibi çıktım.
"belli bi yer var mı gittiğin?" dedim. "hiç fark etmez. bilmem de zaten." dedi. dedim "ben bilirim." götürdüm benim simitçime. iki çay iki simit söyledik. sanki en son geçen hafta görüşmüşüz gibi muhabbet ettik. simit gecikti. kalktık istedik. birer çay daha istedik. konuştuk da konuştuk. konuşması güzel de ahmet gözlerimin içine bakıyor. ahmet öyle gülümsüyor ki içim gidiyor. ahmet şerefisizi madem böyle bakacaktın bana neden 15 sene sonra sabahın köründe bi dükkanda denk düşmemizi bekledin?
konuşuyor ahmet, anlatıyor. hafiften de yürüyor. tamam hoşuma da gidiyor ama stalk perilerim beni yanıltmıyorsa ahmet evli. boşanmıştır belki diyorum. ya da ben saçmalıyorum adam sadece eski bi arkadaşı ile karşılaştığı için mutlu diyorum. la bırak diyorum sonra. kim sana böyle baktı daha önce? tadını çıkar sektör et diyorum.
eeee ben kuaföre gidecektim. hof. neys. kalkayım da gideyim diyorum. "öğlen bi arkadaşımla buluşmam gerek." "öğlene daha çok var." diyor. bırakmıyor. inanamıyorum. "o zaman bi kahve ısmarlayayım sana. buradan kalkalım." diyorum. hesap kavgası yapıyoruz. (yerim.) tabii ki benim mekânımda ben ödüyorum. çıkıyoruz. "ilk defa geldim buraya. şimdi hep aklıma sen gelirsin." diyor. ağzı hâlâ laf yapıyor şerefsizin.
simitçiden çıkınca "dişimde bir şey kaldı mı?" diye dişlerim gösteriyorum. "samimiyetin harika" diyor. kırk yaşımda bir de yanında kasılamayacağım cağnım. özenirken de sallamadın. şimdi de özenmiyorum hadi bakalım. barbar yanımla tanış.
sakarya'ya geçiyoruz. tam bi kafeye geçeceğiz. aklıma başka bir yer geliyor. "seni benim için çok özel bi yere götüreyim mi?" diyorum. "mutlu olurum." diyor. babacan çay ocağına geçiyoruz. birer çay da orada yuvarlıyoruz. eski günlerden konuşuyoruz. üniversiteden. bölümden. tiyatro kulübünden. "komiktin." diyorum. "hâlâ güldürebiliyorum ama seni." diyor. aradaki 15 seneyi konuşuyoruz. evlenmiş. iki de çocuk. bir kız bir oğlan. hayaller. hayatlar. gerçekleşenler. içimizde kalanlar.
"sen neden karşılaşınca adını söyledin? tanımıyor muyum seni sanki?" diyor. "beni bildiğini bilmiyordum." diyorum. "biliyorum tabii ki neden bilmeyeyim?" diyor. "o zamanlar götünde gezdik. onu da bildin mi?" diyemiyorum.
babacan'dan kalkıp kahve içmeye gidiyoruz. bırakmıyor. asla bırakmıyor. o ısmarlayacakmış. öğlen oldu. kuaför kaldı. bari arkadaşa geçeyim. bırak beni. daha fazla anıya gerek yok gerçekten.
sakarya'daki zincir kahvecilerden birindeyiz. mekânın o kısmında yalnızca ikimiz. muhabbet dertleşmeye döndü. eski günler. ortak arkadaşlar. başarılamayanlar. arada zarf atmalar. (yemezler.)
"ben" dedim "artık gideyim."
"bırakayım." dedi.
dedim "etme."
ısrar etti. benimle kolej'e kadar yürüdü. o zehri attı bi kere. benimle yürüdü. konuşa konuşa, güle güle, saya söve yürüdük kolej'e kadar. arkadaşımın çalıştığı okulun kapısına geldiğimizde "numaramı istersin artık heralde." dedim. aldı. sonra sarıldım. on beş senelik sarıldım. o ara arkadaşım geldi. bir de onunla tanıştı. ayrıldık.
bir süre sonra mesaj yazmış. konuşabilir miyiz diye. aradım. konuştuk.
"başka türlü olsaydı nasıl olurdu diye düşündüm." dedi.
"o zamanlar senden bir ses bekledim." dedi.
"ben seni çok özgüvenli gördüm." dedi.
"bu sabah bana çok iyi geldi." dedi.
"ne fark eder ahmet?" dedim.
"haklısın." dedi.
"muhabbet ederiz ama ben mutlu oldum seni gördüğüme." dedim.
"öyle özgür biri değilim." dedi.
kapattık.
3-5 gün ses çıkmadı.
hani belki yine benden bekliyorsa diye az önce üniversitede oynadığı oyunun bi videosunu bulup gönderdim yutuptan.
"hocam bunu nereden buldun? nereden çıktı? duygulandırdın beni. selamlar."
geçen perşembe ankara'ya giriş yaptım. derin bir nefes aldım. hayat çektim ciğerlerime. oh be dedim. burası benim evim.
cuma sabahı kızılay'da birkaç işim vardı. işleri sıraya koymaya çalıştım kafamda. önce bir simit çay yapılacak. sonra kuaföre gidilecek ve sonra kolej'de arkadaşla buluşulacak.
önce kuaföre gideyim çıksın aradan dedim. sonra simit yerim. e bu sefer de simit üstüne yemek için arkadaşla buluşmak saçma olacaktı. e iyi o zaman önce simit yiyeyim sonra kuaföre geçerim. hem geri de dönmemiş olurum. oradan kolej'e devam ederim. iyi fikir bu dedim. güzel fikir.
ve kendimi dost'ta buldum. haydaaaaa dedim kendi kendime. ne ara getirdi beni ayaklarım yine buraya? tamam. bir şey almayacağım. bir şey almayacağım diyerek hemen dergi rafına döndüm. sakindi dost. sabah erken. ehhh dedim gezerim uzun uzun. elime aldığım ilk dergide gözüme çarpan bi isme "her b*ku da bilmezsin." i yapıştırdım. ve döndüm. yeni çıkanlar/ çok satanlar sütununun önünde biri kafasını eğmiş eline aldığı kitabı inceliyordu. "o nasıl tişört?" diyerek devam ettim arka tarafa. oradaki yeni çıkan alanıma dair kitaplara bakıp sonra sola dönüp belli raflara bakacak ve çıkıp gidecektim simit yemeye.
olmadı.
hayat malum biz planlar yaparken başımıza gelenler.
ilk adımı gerçekleştirdim. yeni çıkan sütununu geçtim ve ilk kitaplara bakıyordum ki tuhaf tişörtlü adamın bana doğru yaklaştığını gördüm gözümün ucuyla. ister istemez baktım ve göz göze geldik. bi an ben ona baktım o da bana baktı. ben boş bakıyordum ama o sorgulayarak bakıyordu. benim boş bakmam biraz uzun sürmüş olacak ki on küsur yıl önce mezun olduğum okulun adını söyledi. bu sefer o okula dair herkesi aklımdan geçirerek bir de alıcı gözle baktım ve "ahmet!" dedim. hiç düşünmeden dedim. bi anda dedim. "ulan neydi bu çocuğun adı?" demeden dedim. sadece ağzımdan çıktı. "ahmet."
kendi adımı söyleyerek elimi uzattım ve ayaküstü muhabbet etmeye başladık. ahmet benden iki sene önce mezun olmuştu. demek ki birbirimizi 15 yıldır görmüyorduk. (ben arada 2-3 kez görmüştüm kendisini. biraz da stalk) nerelerdesin ne yapıyorsun? aa çok güzel. sen? işte ben de bıdıı dbdıdııd aaa çok güzel. eee biz baya baya muhabbet ediyorduk. e biz okurken muhabbet etmiyorduk ki. ne oldu şimdi? hem ben simit yiyecektim. offf ama ahmet de bırakılmaz ki şimdi 15 senenin üstüne. çocuk beni görmüş. tanımış. üstüne selam vermiş. 15 sene önce etmediğimiz muhabbeti ediyoruz. ben ahmet'i orada bırakacağım? mümkün değil. e ama çay simit. o da bırakılmaz. yapıştırdım teklifi:
"vaktin varsa benimle simit yemek ister misin?"
"olur." dedi ahmet. geldi ahmet benimle. şaka gibi. gelmez sandım. olmaz sandım. öylesine bi teklifti. ama geldi.
ben kitap bakacaktım. dost'u turlayacaktım. hepsi uçtu gitti aklımdan. ahmet'i kaptığım gibi çıktım.
"belli bi yer var mı gittiğin?" dedim. "hiç fark etmez. bilmem de zaten." dedi. dedim "ben bilirim." götürdüm benim simitçime. iki çay iki simit söyledik. sanki en son geçen hafta görüşmüşüz gibi muhabbet ettik. simit gecikti. kalktık istedik. birer çay daha istedik. konuştuk da konuştuk. konuşması güzel de ahmet gözlerimin içine bakıyor. ahmet öyle gülümsüyor ki içim gidiyor. ahmet şerefisizi madem böyle bakacaktın bana neden 15 sene sonra sabahın köründe bi dükkanda denk düşmemizi bekledin?
konuşuyor ahmet, anlatıyor. hafiften de yürüyor. tamam hoşuma da gidiyor ama stalk perilerim beni yanıltmıyorsa ahmet evli. boşanmıştır belki diyorum. ya da ben saçmalıyorum adam sadece eski bi arkadaşı ile karşılaştığı için mutlu diyorum. la bırak diyorum sonra. kim sana böyle baktı daha önce? tadını çıkar sektör et diyorum.
eeee ben kuaföre gidecektim. hof. neys. kalkayım da gideyim diyorum. "öğlen bi arkadaşımla buluşmam gerek." "öğlene daha çok var." diyor. bırakmıyor. inanamıyorum. "o zaman bi kahve ısmarlayayım sana. buradan kalkalım." diyorum. hesap kavgası yapıyoruz. (yerim.) tabii ki benim mekânımda ben ödüyorum. çıkıyoruz. "ilk defa geldim buraya. şimdi hep aklıma sen gelirsin." diyor. ağzı hâlâ laf yapıyor şerefsizin.
simitçiden çıkınca "dişimde bir şey kaldı mı?" diye dişlerim gösteriyorum. "samimiyetin harika" diyor. kırk yaşımda bir de yanında kasılamayacağım cağnım. özenirken de sallamadın. şimdi de özenmiyorum hadi bakalım. barbar yanımla tanış.
sakarya'ya geçiyoruz. tam bi kafeye geçeceğiz. aklıma başka bir yer geliyor. "seni benim için çok özel bi yere götüreyim mi?" diyorum. "mutlu olurum." diyor. babacan çay ocağına geçiyoruz. birer çay da orada yuvarlıyoruz. eski günlerden konuşuyoruz. üniversiteden. bölümden. tiyatro kulübünden. "komiktin." diyorum. "hâlâ güldürebiliyorum ama seni." diyor. aradaki 15 seneyi konuşuyoruz. evlenmiş. iki de çocuk. bir kız bir oğlan. hayaller. hayatlar. gerçekleşenler. içimizde kalanlar.
"sen neden karşılaşınca adını söyledin? tanımıyor muyum seni sanki?" diyor. "beni bildiğini bilmiyordum." diyorum. "biliyorum tabii ki neden bilmeyeyim?" diyor. "o zamanlar götünde gezdik. onu da bildin mi?" diyemiyorum.
babacan'dan kalkıp kahve içmeye gidiyoruz. bırakmıyor. asla bırakmıyor. o ısmarlayacakmış. öğlen oldu. kuaför kaldı. bari arkadaşa geçeyim. bırak beni. daha fazla anıya gerek yok gerçekten.
sakarya'daki zincir kahvecilerden birindeyiz. mekânın o kısmında yalnızca ikimiz. muhabbet dertleşmeye döndü. eski günler. ortak arkadaşlar. başarılamayanlar. arada zarf atmalar. (yemezler.)
"ben" dedim "artık gideyim."
"bırakayım." dedi.
dedim "etme."
ısrar etti. benimle kolej'e kadar yürüdü. o zehri attı bi kere. benimle yürüdü. konuşa konuşa, güle güle, saya söve yürüdük kolej'e kadar. arkadaşımın çalıştığı okulun kapısına geldiğimizde "numaramı istersin artık heralde." dedim. aldı. sonra sarıldım. on beş senelik sarıldım. o ara arkadaşım geldi. bir de onunla tanıştı. ayrıldık.
bir süre sonra mesaj yazmış. konuşabilir miyiz diye. aradım. konuştuk.
"başka türlü olsaydı nasıl olurdu diye düşündüm." dedi.
"o zamanlar senden bir ses bekledim." dedi.
"ben seni çok özgüvenli gördüm." dedi.
"bu sabah bana çok iyi geldi." dedi.
"ne fark eder ahmet?" dedim.
"haklısın." dedi.
"muhabbet ederiz ama ben mutlu oldum seni gördüğüme." dedim.
"öyle özgür biri değilim." dedi.
kapattık.
3-5 gün ses çıkmadı.
hani belki yine benden bekliyorsa diye az önce üniversitede oynadığı oyunun bi videosunu bulup gönderdim yutuptan.
"hocam bunu nereden buldun? nereden çıktı? duygulandırdın beni. selamlar."
devamını gör...
5223.
işbu 5150. tanım: biri silinmezse ya da biri, silmezse. ben yazana kadar araya ek de olabilir. *
başlarken çalan şarkı;
şehre giriş yapıyorum. aslında şehre bu yeni gelişim değil, sadece şehrin güney kanadından yeni girişim. diğer türlü aynı his olmuyor zira... şehir beni havai fişekler ve bir kutlama havasında karşılıyor. karşılanan ben değilim ve kutlanan, kutsanan... şehre geliyorum, ülkeye... senin şehrine, senin ülkene. güney kanadından bakarken ışıklar içindeki parlak ve gecenin o saatinde yaşayan şehre, şehir hâlâ ayakta sen hâlâ ayaktasın. yaşıyor şehir bu kez hissediyorum. yaşıyorsun sen. nefesini ensemde hissediyorum. ürperiyorum ve zamanımı harcayıp gitmek üzerine planlar yapıyor, uygulamaya koyuyorum.
şarkı değişiyor;
zamanım bitiyor. azalıyor... sonrası maviler, yeşiller, sarılar... dürtüler. sınırlar, şeffaf duyarlılıklar, duyarsızlıklar, serbestlikler, acılar, biraz ermenice, biraz rusça, çokça boşça... ve şehri sana bırakıyorum. nefesini de şehre....
bittiğinde çalan şarkı;
olur öyle şeyler. şehir uyur, ülke uyur, kıyamet kopar ben giderim. gitmek benim nazarım.... sonunu getirece'ği'm.
başlarken çalan şarkı;
şehre giriş yapıyorum. aslında şehre bu yeni gelişim değil, sadece şehrin güney kanadından yeni girişim. diğer türlü aynı his olmuyor zira... şehir beni havai fişekler ve bir kutlama havasında karşılıyor. karşılanan ben değilim ve kutlanan, kutsanan... şehre geliyorum, ülkeye... senin şehrine, senin ülkene. güney kanadından bakarken ışıklar içindeki parlak ve gecenin o saatinde yaşayan şehre, şehir hâlâ ayakta sen hâlâ ayaktasın. yaşıyor şehir bu kez hissediyorum. yaşıyorsun sen. nefesini ensemde hissediyorum. ürperiyorum ve zamanımı harcayıp gitmek üzerine planlar yapıyor, uygulamaya koyuyorum.
şarkı değişiyor;
zamanım bitiyor. azalıyor... sonrası maviler, yeşiller, sarılar... dürtüler. sınırlar, şeffaf duyarlılıklar, duyarsızlıklar, serbestlikler, acılar, biraz ermenice, biraz rusça, çokça boşça... ve şehri sana bırakıyorum. nefesini de şehre....
bittiğinde çalan şarkı;
olur öyle şeyler. şehir uyur, ülke uyur, kıyamet kopar ben giderim. gitmek benim nazarım.... sonunu getirece'ği'm.
devamını gör...
5224.
hava güzeldi. üsküdar bu havalarda pek bir güzeldi.
dile kolay, on yıl yaşamışım bu semtte.
on güzel yıl. salacak sahilinde atılan on binlerce adım. dinlenen düzinelerce şarkı. yazılan üç beş şiir, toy zamanlar tabi. heybede biriken anılar. zorluklar, mutluluklar, iyi-kötü tüm insanlar. bakkal nihat, selim abi, köşedeki manav. valide cami'nin kedileri. mihrimahın denize nazır avlusu. hüdai'nin huzuru. salonda dolmabahçe'nin ışıkları.
unutulur mu?
dile kolay, on yıl yaşamışım bu semtte.
on güzel yıl. salacak sahilinde atılan on binlerce adım. dinlenen düzinelerce şarkı. yazılan üç beş şiir, toy zamanlar tabi. heybede biriken anılar. zorluklar, mutluluklar, iyi-kötü tüm insanlar. bakkal nihat, selim abi, köşedeki manav. valide cami'nin kedileri. mihrimahın denize nazır avlusu. hüdai'nin huzuru. salonda dolmabahçe'nin ışıkları.
unutulur mu?
devamını gör...
5225.
bazıları daha dünyaya gelmeden o kara yazının sillesini yer.
kimsenin umurunda olmayan bir hayat, kimsenin göremediği gözyaşları, kimsenin duymadığı feryatlar.
kimseye layık olmayan bir yürek, boşa geçmiş bir ömür adeta bir paspas gibi yerlerde gezer durur.
hiç bir güzel olana hakkın yoktur, hayal etmek bile yasaklanmıştır. rüyalar bile bir uğrar gider, bir daha asla göremezsin.
paramparça olmuş yüreğin her parçası o fırtınalarla beraber savrulup gitmiştir.
asla bir daha bulamazsın. bulsan bile artık senin değildir o parça, kırıktır, tanınmazdır.
hep istersin, o olsun, o görsün, sevsin.
ama olmaz işte. ona da izin yoktur, o da ufkun ardından kaybolan güneş misali seni karanlığa esir edip gitmiştir.
bu dünyadan geçmişsindir artık. bu dünyadan bir fayda kalmamıştır, o da istemiyordur seni...
kimsenin umurunda olmayan bir hayat, kimsenin göremediği gözyaşları, kimsenin duymadığı feryatlar.
kimseye layık olmayan bir yürek, boşa geçmiş bir ömür adeta bir paspas gibi yerlerde gezer durur.
hiç bir güzel olana hakkın yoktur, hayal etmek bile yasaklanmıştır. rüyalar bile bir uğrar gider, bir daha asla göremezsin.
paramparça olmuş yüreğin her parçası o fırtınalarla beraber savrulup gitmiştir.
asla bir daha bulamazsın. bulsan bile artık senin değildir o parça, kırıktır, tanınmazdır.
hep istersin, o olsun, o görsün, sevsin.
ama olmaz işte. ona da izin yoktur, o da ufkun ardından kaybolan güneş misali seni karanlığa esir edip gitmiştir.
bu dünyadan geçmişsindir artık. bu dünyadan bir fayda kalmamıştır, o da istemiyordur seni...
devamını gör...
5226.
buraya gelldim geleli başıma acayip işler geliyor. hem sıkıcı hem tuhaf burası.
dün akşam merkeze geçtim. anne dostu bir teyze de olsa sonunda bir tanıdığım burada ve beni yemeğe ve çaya davet etti. koşa koşa gittim tabii. kocasına dayanamıyorum ama ya sabır diye diye yedim yemeğimi. sıra çaya gelince adam gitti allahtan.
birkaç çay sonra ben gideyim dedim artık. hem duraktan çok emin değilim hem de artık yeter yani. hastayım. yorgunum. hafiften yollanayım. bi saatlik yolum var.
çıktım.
bi durak buldum. saat ona on var. aracın kalkıp oraya gelmesi on çeyrek on yirmi. hava soğuk. üşüyorum. o durağın doğru durak olduğundan da pek emin değilim açıkçası. saat bi şekilde on oldu. gözüm yolda. dolmuşu kaçırırsam mıçtım. allahım diyorum bi tanıdık dursa. alsa beni. uçsak gitsek. dolmuşla varmam 11i bulacak çünkü. kimi tanıyorum peki buralarda? hiç kimseyi.
öyle boş boş yola bakarken yanımdan bi otobüs geçti. koreliler var içinde heralde dedim. bu kadar.
bi an sonra bi baktım otobüs geri geri geliyor. aha dedim bu beni alacak. ama doğrudan da bakmayayım belli olmaz. geri geri geldi gel geldi ve kapıyı açıp seslendi kaptan.
"yanlış anlamazsanız ben bıdbıdıya gidiyorum. gelirseni götüreyim." aha. tam da benim gideceğim ilçe. "valla mı?" dedim. atladım.
bi baktım otobüste kimse yok. aha dedim beni keserse efsane olurum. salak karı. gerizekalı karı diye sağa sola bakıyorum. bi yandan da "allah razı olsun." diyerek vicadana oynuyorum. üşüyordum. donuyodum. çok teşekkürler derken sola bi bayrak gördüm.
trabzonspor bayrağı.
körün istediği bi göz allah verdi iki göz. yürü yürüyebildiğin kadar şimdi dedim kendime. ooooooo hemşerim. neresinden? vay arkadaş komşu çıktık ahahshshahaha.
ben ona hemşeri ayağı. o bana "dikkaimi çektiniz." açıkçası. ben duymazdan gelip "ya insana hemşerisi denk gelecek. buranın insanı insan değil." o bana "yalnız mı yaşıyorsun?" shahahahaha
o yarım saat nasıl geçti bilmiyorum. hemşerilik. allah gönderdi. hızır gibi yetiştin. allah senden razı olsun. insanım başka beeee diye ne var ne yok yürüdüm. birkaç sigara yaktı. biraz yürüdü. azıcık sorular sordu. az biraz kendinden bahsetti. ben sadece yola bakıyor ve bir şeyler saçmalıyorum. bi ara bbana çikolata verdi. paketliydi. yemedim. aldım eve geldim. xd
ilçeye geldik. bırakmıyor. illa eve bırakacak. abi sal beni. neys. mahalleye kadar getirdi. baktım bakkal. ay dedim bakkala gitmem gerekiyor.
yine hızır gibi yetiştin, allah senden razı olsun diyerek elini sıkıp atladım otobüsten. o bozkırda, karanlığın ortasında, koca otobüste, torpidodaki silahla beni vurup yola atsa, kendi ayaklarımla bindiğim otobüs. kimsenin haberi bile olmaz. ruhu bile duymazdı.
allah ve hemşerilik beni korudu.
şimdi çikolatayı yiyeyim. ülker bir de piiiii.
dün akşam merkeze geçtim. anne dostu bir teyze de olsa sonunda bir tanıdığım burada ve beni yemeğe ve çaya davet etti. koşa koşa gittim tabii. kocasına dayanamıyorum ama ya sabır diye diye yedim yemeğimi. sıra çaya gelince adam gitti allahtan.
birkaç çay sonra ben gideyim dedim artık. hem duraktan çok emin değilim hem de artık yeter yani. hastayım. yorgunum. hafiften yollanayım. bi saatlik yolum var.
çıktım.
bi durak buldum. saat ona on var. aracın kalkıp oraya gelmesi on çeyrek on yirmi. hava soğuk. üşüyorum. o durağın doğru durak olduğundan da pek emin değilim açıkçası. saat bi şekilde on oldu. gözüm yolda. dolmuşu kaçırırsam mıçtım. allahım diyorum bi tanıdık dursa. alsa beni. uçsak gitsek. dolmuşla varmam 11i bulacak çünkü. kimi tanıyorum peki buralarda? hiç kimseyi.
öyle boş boş yola bakarken yanımdan bi otobüs geçti. koreliler var içinde heralde dedim. bu kadar.
bi an sonra bi baktım otobüs geri geri geliyor. aha dedim bu beni alacak. ama doğrudan da bakmayayım belli olmaz. geri geri geldi gel geldi ve kapıyı açıp seslendi kaptan.
"yanlış anlamazsanız ben bıdbıdıya gidiyorum. gelirseni götüreyim." aha. tam da benim gideceğim ilçe. "valla mı?" dedim. atladım.
bi baktım otobüste kimse yok. aha dedim beni keserse efsane olurum. salak karı. gerizekalı karı diye sağa sola bakıyorum. bi yandan da "allah razı olsun." diyerek vicadana oynuyorum. üşüyordum. donuyodum. çok teşekkürler derken sola bi bayrak gördüm.
trabzonspor bayrağı.
körün istediği bi göz allah verdi iki göz. yürü yürüyebildiğin kadar şimdi dedim kendime. ooooooo hemşerim. neresinden? vay arkadaş komşu çıktık ahahshshahaha.
ben ona hemşeri ayağı. o bana "dikkaimi çektiniz." açıkçası. ben duymazdan gelip "ya insana hemşerisi denk gelecek. buranın insanı insan değil." o bana "yalnız mı yaşıyorsun?" shahahahaha
o yarım saat nasıl geçti bilmiyorum. hemşerilik. allah gönderdi. hızır gibi yetiştin. allah senden razı olsun. insanım başka beeee diye ne var ne yok yürüdüm. birkaç sigara yaktı. biraz yürüdü. azıcık sorular sordu. az biraz kendinden bahsetti. ben sadece yola bakıyor ve bir şeyler saçmalıyorum. bi ara bbana çikolata verdi. paketliydi. yemedim. aldım eve geldim. xd
ilçeye geldik. bırakmıyor. illa eve bırakacak. abi sal beni. neys. mahalleye kadar getirdi. baktım bakkal. ay dedim bakkala gitmem gerekiyor.
yine hızır gibi yetiştin, allah senden razı olsun diyerek elini sıkıp atladım otobüsten. o bozkırda, karanlığın ortasında, koca otobüste, torpidodaki silahla beni vurup yola atsa, kendi ayaklarımla bindiğim otobüs. kimsenin haberi bile olmaz. ruhu bile duymazdı.
allah ve hemşerilik beni korudu.
şimdi çikolatayı yiyeyim. ülker bir de piiiii.
devamını gör...
5227.
içinde bir yerde ölüyorsun, gören yok. yüzünde saçma bir gülümseme, sanki kalbini bir mengenede sıkıştırmıyorlarmış gibi devam etmek zorundasın.
devamını gör...
5228.
manasız bakan bir çift göze nasıl anlam yükleyebilirsin?
zannetme ki güzellik gözde. bakışların içinde gizli manaya erişenin gözün rengine, şekline dikkat etmesi mümkün mü?
baktıkça bakmak gelir içinden, hele ki sevgi dolu bakıyorsa o gözler. masumiyeti, temizliği, duruluğu bulursun. tertemiz suyuyla sana ayna olan bir göle bakar gibi, saatlerce kendini seyretmek istersin.
zannetme ki güzellik gözde. bakışların içinde gizli manaya erişenin gözün rengine, şekline dikkat etmesi mümkün mü?
baktıkça bakmak gelir içinden, hele ki sevgi dolu bakıyorsa o gözler. masumiyeti, temizliği, duruluğu bulursun. tertemiz suyuyla sana ayna olan bir göle bakar gibi, saatlerce kendini seyretmek istersin.
devamını gör...
5229.
herkesten ve her şeyden çok sıkıldım.
doğmadan önce bana “bak hayatın bu olacak” deselerdi kesin “yok ben böyle iyiyim” derdim.
varoluşsal sancılarımla varsın ağlak bir profil çizeyim. kimsenin hakkımda düşündüğü zerre ilgilendirmiyor beni.
savaşım hep kendimleydi. artık pes ediyorum…
doğmadan önce bana “bak hayatın bu olacak” deselerdi kesin “yok ben böyle iyiyim” derdim.
varoluşsal sancılarımla varsın ağlak bir profil çizeyim. kimsenin hakkımda düşündüğü zerre ilgilendirmiyor beni.
savaşım hep kendimleydi. artık pes ediyorum…
devamını gör...
5230.
çok değiştim...
geçen zaman ne getirdi, neleri götürdü hiç bilmiyorum.
konuşamıyorum ama susamıyorum da.
anlatamıyorum belki ama çok iyi anlıyorum.
ya da öyle sanıyorum.
bir zamanlar kelimeler kendiliğinden dökülürdü kalemimden. öyküler, şiirler, şarkılar... düşünmezdim nasıl yazacağımı. gözlerim gibi kurudu sözlerim. ne bir damla yaş düşüyor artık yanaklarıma ne de kıymeti olan bir kelam gönül sayfama.
geçmişim, geleceğim, ânım, zamanım.
ne yaşandı, kadar kaldı bilmiyorum. vakit geçiyor, durduramıyorum. gönlümün içinde bir yerlerde asla geçmeyen o duyguyu tarif edemiyorum. dile gelmiyor, avaz avaz susuyorum...
geçen zaman ne getirdi, neleri götürdü hiç bilmiyorum.
konuşamıyorum ama susamıyorum da.
anlatamıyorum belki ama çok iyi anlıyorum.
ya da öyle sanıyorum.
bir zamanlar kelimeler kendiliğinden dökülürdü kalemimden. öyküler, şiirler, şarkılar... düşünmezdim nasıl yazacağımı. gözlerim gibi kurudu sözlerim. ne bir damla yaş düşüyor artık yanaklarıma ne de kıymeti olan bir kelam gönül sayfama.
geçmişim, geleceğim, ânım, zamanım.
ne yaşandı, kadar kaldı bilmiyorum. vakit geçiyor, durduramıyorum. gönlümün içinde bir yerlerde asla geçmeyen o duyguyu tarif edemiyorum. dile gelmiyor, avaz avaz susuyorum...
devamını gör...
5231.
duştan çıktım. saçımdan damlayan sular birer kan damlası gibi iz bıraktı bornozumda. kapının yanındaki portmantoda asılı duran ceketime çarptı gözüm, her an gitmeye hazırdı sanki. masaya oturdum, boş rakı bardaklarının arasından bulduğum sigaramı yaktım. yıllar öncesinden kalma antika zipponun çınnn sesi yankılandı kulaklarımda. uzun saatler ardından içilen sigaranın o ilk nefesi... illegal bir zevk sanki. ciğerlerimden çaldığım temizliğin bir dumanlık hazzı...
yine ne saçmalayacaksın acaba der gibi masanın üzerinde duran daktiloyla bakıştık bir süre. bakışlarını ilk kaçıran ben oldum. yatakta uyuyan adama takıldı gözlerim. odanın karanlığı örtmüştü üstünü. yüzü bana dönüktü. ensesindeki saçlar terden yapışmış, kaşları hafif çatık, kalın dudakları büzülmüş, rahatsız bir huzurla uyuyordu. insan alışık olmadığında huzurdan bile rahatsız olabiliyor demek ki. bugüne kadar hiçbir şeye sahip olmadım, sırf kaybetmekten korktuğum için. yıllar önce kaybolmuş, herkesin baktığı ama kimsenin görmediği bir sanat eserini inceler gibi izledim suretini. tüm korkularımdan soyundum o an. çırılçıplak kalmış ruhumu görmedi neyse ki.
aklımın trafiğinde sıkışıp kaldığım anların birinde buldu beni. karadeliğe benzer ihtişamıyla bana baktığında olay ufkuna geldiğimi çoktan anlamıştım. bilinmez bir sınırın, bilinmez bir çekimin, adı bilinmez kurbanıydım artık. kelimelerin anlamlarını yitirdiği, sözlüklerin yazılmadığı bir çağda yarattık beden dilini. tenine ilk dokunduğumda parmaklarımın ucunda var oldu ateş. dudaklarımız buluştuğunda yağmur sağanak yağdı. gözlerim, gözlerine baktığı anlarda öptü güneşi. tenime taşıdı nefesini rüzgar. zaman büküldü, varlık hiç olmadı. tüm hislerin biçimsiz kaldığı anlarda birbirimize kattık bizi. sesini duyduğumda inanılmaz bir kaos vardı. kozmos, utancından kafasını tarihe gömdü.
titreyen ellerimden düşen izmaritin bacağımı yakmasıyla koptu kıyamet. beynimin içindeki sesler ağzımdan çıkan acı inlemeyle suspus oldu. uyandırmış olma endişesiyle baktım ona. sırtını dönmüş ama uyumaya devam ediyordu. kalktım, kenarda duran bavulu alıp kaç "ah"ım, korkum, acım, pişmanlığım varsa teptim içine. bornozu yatağın boş kısmına bıraktım. usulca yaklaştım yanına. parmak uçlarımla çizdim yüzünün krokisini. dudaklarına yaklaştım. bir, iki, üç saniye çaldım nefesinden. ben böyle olacağını en başından biliyordum dercesine beni hazır bekleyen ceketimi giydim. yılışık anlamsızlığa süzülürken dönüp bakmadım yüzüne. kapıyı arkamdan kapattığımda ıslak bornoz ve bir ben kalmıştı geride.
yine ne saçmalayacaksın acaba der gibi masanın üzerinde duran daktiloyla bakıştık bir süre. bakışlarını ilk kaçıran ben oldum. yatakta uyuyan adama takıldı gözlerim. odanın karanlığı örtmüştü üstünü. yüzü bana dönüktü. ensesindeki saçlar terden yapışmış, kaşları hafif çatık, kalın dudakları büzülmüş, rahatsız bir huzurla uyuyordu. insan alışık olmadığında huzurdan bile rahatsız olabiliyor demek ki. bugüne kadar hiçbir şeye sahip olmadım, sırf kaybetmekten korktuğum için. yıllar önce kaybolmuş, herkesin baktığı ama kimsenin görmediği bir sanat eserini inceler gibi izledim suretini. tüm korkularımdan soyundum o an. çırılçıplak kalmış ruhumu görmedi neyse ki.
aklımın trafiğinde sıkışıp kaldığım anların birinde buldu beni. karadeliğe benzer ihtişamıyla bana baktığında olay ufkuna geldiğimi çoktan anlamıştım. bilinmez bir sınırın, bilinmez bir çekimin, adı bilinmez kurbanıydım artık. kelimelerin anlamlarını yitirdiği, sözlüklerin yazılmadığı bir çağda yarattık beden dilini. tenine ilk dokunduğumda parmaklarımın ucunda var oldu ateş. dudaklarımız buluştuğunda yağmur sağanak yağdı. gözlerim, gözlerine baktığı anlarda öptü güneşi. tenime taşıdı nefesini rüzgar. zaman büküldü, varlık hiç olmadı. tüm hislerin biçimsiz kaldığı anlarda birbirimize kattık bizi. sesini duyduğumda inanılmaz bir kaos vardı. kozmos, utancından kafasını tarihe gömdü.
titreyen ellerimden düşen izmaritin bacağımı yakmasıyla koptu kıyamet. beynimin içindeki sesler ağzımdan çıkan acı inlemeyle suspus oldu. uyandırmış olma endişesiyle baktım ona. sırtını dönmüş ama uyumaya devam ediyordu. kalktım, kenarda duran bavulu alıp kaç "ah"ım, korkum, acım, pişmanlığım varsa teptim içine. bornozu yatağın boş kısmına bıraktım. usulca yaklaştım yanına. parmak uçlarımla çizdim yüzünün krokisini. dudaklarına yaklaştım. bir, iki, üç saniye çaldım nefesinden. ben böyle olacağını en başından biliyordum dercesine beni hazır bekleyen ceketimi giydim. yılışık anlamsızlığa süzülürken dönüp bakmadım yüzüne. kapıyı arkamdan kapattığımda ıslak bornoz ve bir ben kalmıştı geride.
devamını gör...
5232.
geçen gün mahallede yürüyorum. poşet almamak için ne var ne yoksa ya sırt çantama ya bez çantama sokmuşum. elimde bi cips kalmış. yarısı hava cips paketi ile "yine girdik günaha. bağzı yağlar yüklenecek." diye düşüne düşüne yol alıyorum eve doğru.
iğde ağacının altından yol alırken çocuk sayısı arttı. hepsi tatilde nenelerine gelmiş çocuklar. bulmuşlar dümdüz, boşboş mahalleyi bisiklet, sukutır, paten ne varsa dört dönüyorlar ortalıkta. şanslı pijler. yiyorsa karadenizde yapın şovunuzu.
bir kapının önünde de götünde bez, ayakta zor duran bi bebe. bir yaşında ya var ya yok. küçücük. sarsuk sarsuk yürüdü bana doğru. önce anlamadım. sonra ellerini öne doğru uzatınca cipsime doğru geldiğini fark ettim.
çok komikti. dengede duramayan, götünden büyük bezle eller önde zombi gibi ilerliyor bana doğru.
"cipsimi mi istiyorsun?" dedim ve paketi bıraktım. aldı ailesine doğru döndü. annesiydi sanırım kaptı elinden paketi verdi bana. azıcık yüz bulsam kapının önüne çöker, açar paketi yedirirdim. ama buranın insanı o kadar bok ki ne tepki verirler bilemediğim için aldım gittim mecburen.
kapıdaki iki kişi azıcık gülümsedi en azından.
bebiş ağlamaklıydı.
devam ettim yoluma.
iğde ağacının altından yol alırken çocuk sayısı arttı. hepsi tatilde nenelerine gelmiş çocuklar. bulmuşlar dümdüz, boşboş mahalleyi bisiklet, sukutır, paten ne varsa dört dönüyorlar ortalıkta. şanslı pijler. yiyorsa karadenizde yapın şovunuzu.
bir kapının önünde de götünde bez, ayakta zor duran bi bebe. bir yaşında ya var ya yok. küçücük. sarsuk sarsuk yürüdü bana doğru. önce anlamadım. sonra ellerini öne doğru uzatınca cipsime doğru geldiğini fark ettim.
çok komikti. dengede duramayan, götünden büyük bezle eller önde zombi gibi ilerliyor bana doğru.
"cipsimi mi istiyorsun?" dedim ve paketi bıraktım. aldı ailesine doğru döndü. annesiydi sanırım kaptı elinden paketi verdi bana. azıcık yüz bulsam kapının önüne çöker, açar paketi yedirirdim. ama buranın insanı o kadar bok ki ne tepki verirler bilemediğim için aldım gittim mecburen.
kapıdaki iki kişi azıcık gülümsedi en azından.
bebiş ağlamaklıydı.
devam ettim yoluma.
devamını gör...
5233.
saat onu on geçiyor. cuma akşamı.
eli kolu tutan, ortalama bir bireyin. cebimde param var.
ışıkları kapamış, her şeyi kapamış, aspiratör ışığında uzanıyorum kanepede.
kimsesizlikten.
öyle dağın başında, sosyal hayatı olmayan bi yerde değilim. hava güzel. ekstra bi durum yok.
yalnızca ben kimsesizim.
insanlar o kadar sıkıcı ki benim şu an yürüyüşe çıkacak bir komşum bile yok.
patlayacağım sıkıntıdan. dağı taşı silkeceğim sinirden.
evde ne varsa yedim.
evet film izleyebilirim ki izledim. evet kitap okuyabilirim. evet birilerini arayabilirim.
ama ben bi daha tekrarı gelmeyecek bu zamanımı hakkıyla yaşamak istiyorum.
yaşayamıyorum.
eli kolu tutan, ortalama bir bireyin. cebimde param var.
ışıkları kapamış, her şeyi kapamış, aspiratör ışığında uzanıyorum kanepede.
kimsesizlikten.
öyle dağın başında, sosyal hayatı olmayan bi yerde değilim. hava güzel. ekstra bi durum yok.
yalnızca ben kimsesizim.
insanlar o kadar sıkıcı ki benim şu an yürüyüşe çıkacak bir komşum bile yok.
patlayacağım sıkıntıdan. dağı taşı silkeceğim sinirden.
evde ne varsa yedim.
evet film izleyebilirim ki izledim. evet kitap okuyabilirim. evet birilerini arayabilirim.
ama ben bi daha tekrarı gelmeyecek bu zamanımı hakkıyla yaşamak istiyorum.
yaşayamıyorum.
devamını gör...
5234.
#3693198 tam bugün şunu yazdım ve fotoğraftaki minnak şu an son saatlerini yaşıyor . bu kadar zorlamasan mı be artık? bari kedimizi bıraksaydın lan.

devamını gör...
5235.
kendimi yorgun, yaşlı bir ağacın son baharında, yalnız ve koca gövdesine sarılmış halde buluyorum. “yeşer, yine yeşer. dökülmesin yaprakların, düşenleri toplayıp tekrar yapıştırayım dallarına” diyesim geliyor.
eğreti bir olmamışlık var üstümde. kimseye olamayan, kimsenin üstünde iyi durmayan rüküş bir kumaş parçası gibiyim. beceriksizce dikilmiş, ne o bedene uyan, ne bu bedene…
cesaretimi de sorguluyorum bazen. içinde bu kadar gitmeler olan birinin, kimsede kalamamasını buna veriyorum. ürkek bir kaçma hissinin ablukasında, kendi yalnızlığımın tadına varıyorum. acı, ekşi ve de kekremsi…
susmak da geliyor içimden çok. kendi sükunetime bazen şaşırıyorum. utanmış ve çokça yara almış bir ruhun, kendini kendine reva görüp susması gibi.
başrollerini kendimle paylaştığım dram filminin sonundaki jenerik müziği çalıyor, ismim akıyor kara ekranda. yazan, yöneten, oynayan, ışıkçı, prodüktör ve sesçi… hepsinde aynı isim. başarısızlık vaat eden bu sinematografi için izleyen herkesten özür diliyorum.
kapansın perde artık.
eğreti bir olmamışlık var üstümde. kimseye olamayan, kimsenin üstünde iyi durmayan rüküş bir kumaş parçası gibiyim. beceriksizce dikilmiş, ne o bedene uyan, ne bu bedene…
cesaretimi de sorguluyorum bazen. içinde bu kadar gitmeler olan birinin, kimsede kalamamasını buna veriyorum. ürkek bir kaçma hissinin ablukasında, kendi yalnızlığımın tadına varıyorum. acı, ekşi ve de kekremsi…
susmak da geliyor içimden çok. kendi sükunetime bazen şaşırıyorum. utanmış ve çokça yara almış bir ruhun, kendini kendine reva görüp susması gibi.
başrollerini kendimle paylaştığım dram filminin sonundaki jenerik müziği çalıyor, ismim akıyor kara ekranda. yazan, yöneten, oynayan, ışıkçı, prodüktör ve sesçi… hepsinde aynı isim. başarısızlık vaat eden bu sinematografi için izleyen herkesten özür diliyorum.
kapansın perde artık.
devamını gör...
5236.
yine günlüğüme yazmaya üşendiğim için buraya saçmalayacağım.
sevgisiz günlüğüm, bu dünyanın hiçbir detayına şahit olmamak isterdim.
güzelliklerin de, tüm güzelliklerin içine eden her şeyin de varlığından haberimin olmaması daha katlanabilir olabilirdi.
sorulmadı tabii, öyle mancınık gibi rastgele fırlatıldım gibi bir şey oldu. ben de kabullendim bir zaman sonra.
tamam, yeteri kadar boktan bir yer. en az benim kadar.
alışırız falan dedim ama hâlâ alışabilmiş değilim.
katlanabileceğim bir yer değil ve şu ana kadar da gerçeklik algılarımın arada bir kaybolması sayesinde katlanabildiğimi düşünüyorum.
artık gerçeklik algılarım kaybolmuyor, gerçeğin ta içerisindeyim. gerçek olan benim, gerçek olan ve gerçekliği yeterince kusturucu olan bu dünyada hayal kurmakta bile zorlanıyorum bu şekilde.
hayallerime bile sınır koymam gerektiği gerçeğinin farkındayım çünkü.
gel yaşa yaşayabilirsen. yiyorsa kafayı yeme yaşamaya çalışırken.
sevgisiz günlüğüm, bu dünyanın hiçbir detayına şahit olmamak isterdim.
güzelliklerin de, tüm güzelliklerin içine eden her şeyin de varlığından haberimin olmaması daha katlanabilir olabilirdi.
sorulmadı tabii, öyle mancınık gibi rastgele fırlatıldım gibi bir şey oldu. ben de kabullendim bir zaman sonra.
tamam, yeteri kadar boktan bir yer. en az benim kadar.
alışırız falan dedim ama hâlâ alışabilmiş değilim.
katlanabileceğim bir yer değil ve şu ana kadar da gerçeklik algılarımın arada bir kaybolması sayesinde katlanabildiğimi düşünüyorum.
artık gerçeklik algılarım kaybolmuyor, gerçeğin ta içerisindeyim. gerçek olan benim, gerçek olan ve gerçekliği yeterince kusturucu olan bu dünyada hayal kurmakta bile zorlanıyorum bu şekilde.
hayallerime bile sınır koymam gerektiği gerçeğinin farkındayım çünkü.
gel yaşa yaşayabilirsen. yiyorsa kafayı yeme yaşamaya çalışırken.
devamını gör...
5237.
yüzüme dokunup ağlayarak özür dilediğini görüyorum. hayır bu sadece refüjdeki beyin parçalarımın son bir oyunu.
devamını gör...
5238.
çok yoruldum koşmaktan,sanki dursam herkes o an beni görüp 'koşmaya devam' diyecekmiş gibi hissediyorum ve şu an koşuyorum ve şu an kimse yok...öldüğümde de maraton bitmeyecekmiş gibi geliyor ve ölüyüm ve maraton!
koşmaktan yoruldum.ama bu öyle fiziksel bir yorgunluk değil bedenin pes edişi değil. bu içimde bir yerlerin sessizce çökmesi kendini ağır ağır bırakması gibi bir şey.sanki içimde bir şehir vardı, ışıkları olan, umutla dolu. şimdi orada sadece enkaz var.uzun zamandır bir şeylerin peşindeydim belki anlamın belki aitliğin.belki de sadece görülmenin.ama ne kadar çabalarsam çabalayayım, ne kadar seslenirsem sesleneyim kimse duymuyor kimse bakmıyor, kimse fark etmiyor.hayatın ortasında görünmezim. yanlarından sessizce geçiyorum insanların bir bakış bile ilişmiyor üzerime.sanki ben yokum.sanki ben hiç olmamışım gibi.ve bu yokluk duygusu zamanla beni de içten içe silmeye başladı.bir zamanlar neye güldüğümühatırlıyordum lakin şimdi... hatırlayamıyorum neden heyecanlandığımı, sabahları neden uyandığımı şimdi günler sadece geçiyor.ben de geçiyorum içlerinden fark edilmeden iz bırakmadan.eskiden hayallerim vardı.büyüktüler belki ama imkansız değillerdi.bir şey olmak istiyordum bu hayatta.bir ses, bir iz, bir renk…ama artık hiçbir şey istemiyorum.çünkü istemek de yorucu.çünkü bir şeyi istemek, onun olmayışını her gün biraz daha acı verici hale getiriyor.şimdi hiçbir gayem yok ne başarmak istiyorum ne de kazanmak.artık ne kaybetmekten korkuyorum,ne de bir şeyleri elde etmek için savaşacak gücüm kaldı. insanlar hep sabret diyor.geçecekmiş, zamanla düzelecekmiş…ama ya geçmiyorsa?ya bu his, bu ağırlık, bugörünmezlik kalıcıysa?bunu kimse düşünmüyor kimse duymak istemiyor karanlıkları.ben artık anlatmıyorum sustum çünkü anlatmak da bir umut içeriyor.anlatmak, karşıdakinin anlayacağına dair bir inançla yapılır.ama o inancı da kaybettim.kelimelerim içimde boğuluyor şimdi.çığlıklarım sessizleşti, gözyaşlarım görünmez oldu.bazen bir bankta oturup insanları izliyorum.onların dertlerine, neşelerine, koşuşturmacalarına uzaktan bakıyorum.ve düşünüyorum ben bu dünyanın neresindeyim?gerçekten buraya ait miyim?yalnız değilim belki ama yapayalnızım.çünkü etrafım insan dolu ama ruhuma dokunan kimse yok.ve insan sadece yanında biri olduğu için değil anlaşılamadığı zaman da yalnız kalır.beni gören yok,beni duyan yok.sadece varmışım gibi yapıyorum.ama artık bu da çok yorcu.kendimden bile kayboluyorum bazen.aynaya baktığımda, orada tanımadığım biri duruyor.gözleri boş bakışları sönmüş.gülümsese bile, gülüşü bir şey anlatmıyor artık.belki bir gün her şey değişir.belki bir sabah bambaşka bir güne uyanırım ama o 'bir gün' çok uzak.ve ben artık o günü bekleyecek kadar güçlü değilim.şimdilik sadece var olmaya çalışıyorum.ve bazen...sadece görünmek istiyorum.gerçekten, bir kez olsun, tüm benliğimle fark edilmek.sadece bir kişinin bile, içimdeki sessiz çığlığı duymasını istiyorum.ama belki de en büyük sessizlik,kimsenin seni fark etmediği o anda başlıyor. öyle işte sevgili hehe gözyaşlarım pıt hadi gel sil...
bu da benden son,gerçekten bir son...
koşmaktan yoruldum.ama bu öyle fiziksel bir yorgunluk değil bedenin pes edişi değil. bu içimde bir yerlerin sessizce çökmesi kendini ağır ağır bırakması gibi bir şey.sanki içimde bir şehir vardı, ışıkları olan, umutla dolu. şimdi orada sadece enkaz var.uzun zamandır bir şeylerin peşindeydim belki anlamın belki aitliğin.belki de sadece görülmenin.ama ne kadar çabalarsam çabalayayım, ne kadar seslenirsem sesleneyim kimse duymuyor kimse bakmıyor, kimse fark etmiyor.hayatın ortasında görünmezim. yanlarından sessizce geçiyorum insanların bir bakış bile ilişmiyor üzerime.sanki ben yokum.sanki ben hiç olmamışım gibi.ve bu yokluk duygusu zamanla beni de içten içe silmeye başladı.bir zamanlar neye güldüğümühatırlıyordum lakin şimdi... hatırlayamıyorum neden heyecanlandığımı, sabahları neden uyandığımı şimdi günler sadece geçiyor.ben de geçiyorum içlerinden fark edilmeden iz bırakmadan.eskiden hayallerim vardı.büyüktüler belki ama imkansız değillerdi.bir şey olmak istiyordum bu hayatta.bir ses, bir iz, bir renk…ama artık hiçbir şey istemiyorum.çünkü istemek de yorucu.çünkü bir şeyi istemek, onun olmayışını her gün biraz daha acı verici hale getiriyor.şimdi hiçbir gayem yok ne başarmak istiyorum ne de kazanmak.artık ne kaybetmekten korkuyorum,ne de bir şeyleri elde etmek için savaşacak gücüm kaldı. insanlar hep sabret diyor.geçecekmiş, zamanla düzelecekmiş…ama ya geçmiyorsa?ya bu his, bu ağırlık, bugörünmezlik kalıcıysa?bunu kimse düşünmüyor kimse duymak istemiyor karanlıkları.ben artık anlatmıyorum sustum çünkü anlatmak da bir umut içeriyor.anlatmak, karşıdakinin anlayacağına dair bir inançla yapılır.ama o inancı da kaybettim.kelimelerim içimde boğuluyor şimdi.çığlıklarım sessizleşti, gözyaşlarım görünmez oldu.bazen bir bankta oturup insanları izliyorum.onların dertlerine, neşelerine, koşuşturmacalarına uzaktan bakıyorum.ve düşünüyorum ben bu dünyanın neresindeyim?gerçekten buraya ait miyim?yalnız değilim belki ama yapayalnızım.çünkü etrafım insan dolu ama ruhuma dokunan kimse yok.ve insan sadece yanında biri olduğu için değil anlaşılamadığı zaman da yalnız kalır.beni gören yok,beni duyan yok.sadece varmışım gibi yapıyorum.ama artık bu da çok yorcu.kendimden bile kayboluyorum bazen.aynaya baktığımda, orada tanımadığım biri duruyor.gözleri boş bakışları sönmüş.gülümsese bile, gülüşü bir şey anlatmıyor artık.belki bir gün her şey değişir.belki bir sabah bambaşka bir güne uyanırım ama o 'bir gün' çok uzak.ve ben artık o günü bekleyecek kadar güçlü değilim.şimdilik sadece var olmaya çalışıyorum.ve bazen...sadece görünmek istiyorum.gerçekten, bir kez olsun, tüm benliğimle fark edilmek.sadece bir kişinin bile, içimdeki sessiz çığlığı duymasını istiyorum.ama belki de en büyük sessizlik,kimsenin seni fark etmediği o anda başlıyor. öyle işte sevgili hehe gözyaşlarım pıt hadi gel sil...
bu da benden son,gerçekten bir son...
devamını gör...
5239.
%100000 penaltı hayırlı olsun
devamını gör...
5240.
talisca kaçır da yarın dötüne teneke bağlayıp göndermemize bahane olsun
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2