normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
1901.
bir can yücel şiiri gibi ne istediğini bilen ama bilmediğini ifade eden biriyim. kendi dünyamın sınırlarını kendim belirlemek istiyorum. belirsiz görünse de belli olan kaderimin değişmesini bekliyorum belki de. ucuz sıradan hayatımın değer kazanması gibi bir derdim var sanırım. anlatsam roman olur. anlatıyorum. roman da oluyor. oluyor da neye yarıyor bilmiyorum. değirmenlere karşı akıntıya karşı hayata ve dünyaya karşı her şeye karşı belki de! içimde bir şeyler birikiyor. tanımlayamıyorum. tarifsiz yaşayamayanlardanım. bilmek istiyorum ama çok da kurcalamıyorum. kurcalasam her şey karmaşık hale gelecekmiş gibi geliyor. korkutucu bir karmaşayı kabullenebileceğimden emin değilim. herkes her şeyi yaparmış gibi geliyor. insanlardan doğadan hayvanlardan uzak olmak istiyorum. beynimin içinde kaybolsam rahatlayacak gibiyim. ölmek değil. istediğim bitkisel hayat. ölmeden ölümü görmeden paris’i anlatmak gibi bir şey.
gerçek olan nedir?
hiç bilmeden gitmek istemiyorum.
hayatta olan her şey bir zorlama sonucu ortaya çıkıyor. zorlamadan yapabildiğim şeyler istiyorum. içimden geldiği gibi yaşamak! hiçbir kanun maddesi ya da ahlaki kural olmaksızın!
birey olmak ve toplumun dışında kalmak istiyorum.
toplumun değer yargılarından uzak kalınca kendi değerlerimi bulacakmışım gibi geliyor.
bütün bildiklerimi unutsam rahatlarım. öğretilen her şey bir amaca hizmet ediyor. oysa yaşamak dışında hiç amacı olmayan ben bunları kabul etmekte zorlanıyorum. hani ittire kaktıra derler ya tam olarak yaşamımın özeti!
bazen bir ağaç olduğumu hayal ediyorum. biri dikmiş uzamışım dallanıp budaklanıyorum. kimi gelip gölgemde oturuyor dinleniyor, kimi adını kazıyor gövdeme, kimi lazım olan kısmımı kesip alıyor…
bilmediğim şeyler beni korkutmuyor. tam aksine cesaretimi bilmediklerimden alıyorum. yeteri kadar korkunç olan bilgi kirliliği içinde aklıma hükmetmeye çalışmak her geçen gün zorlaşıyor.
iyi tarafından bakalım demiyorum. iyilik düzenin bir parçasıdır. düzene uyum sağlayan her şey iyi sağlamayan her şey kötüdür. düzenin iyiliği ya da kötülüğü tartışılmıyor. milyarlarca insan her sabah acı çekerek uyanıyor ama düzenin içinden kopmamak için günaydın deyip gülümsüyor birbirine. tam bir trajedi!
çoğu zaman insanların yüzüne bakmak istemiyorum. onların sahte yaşantılarına tanık olmak beni delirtiyor. ayrıca hafızamda boşuna yer kaplıyorlar. boş şeylerle kafamı doldurmak bana fayda sağlayacakmış, tecrübe beni ayakta tutacakmış! her durum her olay kendine özgüdür. sana olan bana olmaz. bana olan sana olmaz. buna inanmak istemeyen bir sürü düşünür insanları bir arada tutabilmek için belki yüzlerce kitap yazmışlar. zaman kaybı!
geçmişi sil butonu kaçıncı yaşta eklenecek bilmiyorum. b ence bizi yaşadıklarımız yok ediyor. yaşayacaklarımıza fırsat vermek konusunda çok acımasız olduğumuzu düşünüyorum.
bilgi birikimi denen şey ortaya çıkmamalıydı. insanlar buna direniyor aslında ama yeterli değil.
düzen kurulu uyacaksın!
iyi mi geceler?
gerçek olan nedir?
hiç bilmeden gitmek istemiyorum.
hayatta olan her şey bir zorlama sonucu ortaya çıkıyor. zorlamadan yapabildiğim şeyler istiyorum. içimden geldiği gibi yaşamak! hiçbir kanun maddesi ya da ahlaki kural olmaksızın!
birey olmak ve toplumun dışında kalmak istiyorum.
toplumun değer yargılarından uzak kalınca kendi değerlerimi bulacakmışım gibi geliyor.
bütün bildiklerimi unutsam rahatlarım. öğretilen her şey bir amaca hizmet ediyor. oysa yaşamak dışında hiç amacı olmayan ben bunları kabul etmekte zorlanıyorum. hani ittire kaktıra derler ya tam olarak yaşamımın özeti!
bazen bir ağaç olduğumu hayal ediyorum. biri dikmiş uzamışım dallanıp budaklanıyorum. kimi gelip gölgemde oturuyor dinleniyor, kimi adını kazıyor gövdeme, kimi lazım olan kısmımı kesip alıyor…
bilmediğim şeyler beni korkutmuyor. tam aksine cesaretimi bilmediklerimden alıyorum. yeteri kadar korkunç olan bilgi kirliliği içinde aklıma hükmetmeye çalışmak her geçen gün zorlaşıyor.
iyi tarafından bakalım demiyorum. iyilik düzenin bir parçasıdır. düzene uyum sağlayan her şey iyi sağlamayan her şey kötüdür. düzenin iyiliği ya da kötülüğü tartışılmıyor. milyarlarca insan her sabah acı çekerek uyanıyor ama düzenin içinden kopmamak için günaydın deyip gülümsüyor birbirine. tam bir trajedi!
çoğu zaman insanların yüzüne bakmak istemiyorum. onların sahte yaşantılarına tanık olmak beni delirtiyor. ayrıca hafızamda boşuna yer kaplıyorlar. boş şeylerle kafamı doldurmak bana fayda sağlayacakmış, tecrübe beni ayakta tutacakmış! her durum her olay kendine özgüdür. sana olan bana olmaz. bana olan sana olmaz. buna inanmak istemeyen bir sürü düşünür insanları bir arada tutabilmek için belki yüzlerce kitap yazmışlar. zaman kaybı!
geçmişi sil butonu kaçıncı yaşta eklenecek bilmiyorum. b ence bizi yaşadıklarımız yok ediyor. yaşayacaklarımıza fırsat vermek konusunda çok acımasız olduğumuzu düşünüyorum.
bilgi birikimi denen şey ortaya çıkmamalıydı. insanlar buna direniyor aslında ama yeterli değil.
düzen kurulu uyacaksın!
iyi mi geceler?
devamını gör...
1902.
birbirlerine baktılar. ikisinin de kafasında aynı şey, bakışlarından belli. birbirlerini bakışlarından anlayacak kadar uzun zamandır sürüyor dostlukları.
“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”
başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”
sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”
sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…
telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.
bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”
kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.
“devam edecek, etmeli…”
“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”
başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”
sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”
sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…
telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.
bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”
kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.
“devam edecek, etmeli…”
devamını gör...
1903.
sarhoş gibiyim bağıramam
ama kelimeler geçer aklımdan
yüreğimi ele veren
bir yazıp bir sildiğim
bu soğuk havada küçük harflerle konuşabilirim değil mi
hatta konuşmak yerine fısıldayabilirim
bağırmak ya da konuşmak değil de
fısıldamak
yavaş yavaş ısınmak
bir rüyaya dalar gibi
sessiz ve sakin bir rüya
sanki kollarında gibi
kırmızı bir ölümün
en güzel sözcükler fısıldanıyor o sırada
en güzel dudaklardan
gözlerim yavaşça kapanıyor...
ama kelimeler geçer aklımdan
yüreğimi ele veren
bir yazıp bir sildiğim
bu soğuk havada küçük harflerle konuşabilirim değil mi
hatta konuşmak yerine fısıldayabilirim
bağırmak ya da konuşmak değil de
fısıldamak
yavaş yavaş ısınmak
bir rüyaya dalar gibi
sessiz ve sakin bir rüya
sanki kollarında gibi
kırmızı bir ölümün
en güzel sözcükler fısıldanıyor o sırada
en güzel dudaklardan
gözlerim yavaşça kapanıyor...
devamını gör...
1904.
eşim hariç beni tanıyan herkes insanları neden sevmiyorsun diye soruyoru?
zorunda mıyım lan sizi sevmeye? ne olursa olsun insan insandır yada yaşam kutsaldır lafına da gıcığım;
afganistandaki taliban denen habeş maymunları insan mı lan? bulsa seni beni çatır çutur keserler birileri geberttikçe bu ve türevlerini dünyaya iyilik yapıyor nesini seveyim lan ben bunların gebersinler kurtulalım.
hele hele yaşam kutsaldır?! hadi lan oradan? onu sen mezarındaki ölüye anlatsana lan? nesi kutsal yaşamın? 8 milyar insan var! ha bir fazla ha bir eksik nesi kutsal lan?
zorunda mıyım lan sizi sevmeye? ne olursa olsun insan insandır yada yaşam kutsaldır lafına da gıcığım;
afganistandaki taliban denen habeş maymunları insan mı lan? bulsa seni beni çatır çutur keserler birileri geberttikçe bu ve türevlerini dünyaya iyilik yapıyor nesini seveyim lan ben bunların gebersinler kurtulalım.
hele hele yaşam kutsaldır?! hadi lan oradan? onu sen mezarındaki ölüye anlatsana lan? nesi kutsal yaşamın? 8 milyar insan var! ha bir fazla ha bir eksik nesi kutsal lan?
devamını gör...
1905.
gündüz gördüğüm ya da geceleri görmek istediğim rüyalara adadığım şahsım adına konuşuyorum, benden iz olmaz. olmaz çünkü yazgının hiç olmayan tarafını yaşarım.
- gerçeklere dön.
- düşünmeden konuşma.
düşünmeden konuşanlara kızarız ya hep; aslında üzerinde durulması gereken konuşmadan düşünmenin olmazı. dil, zincirimse eğer; kırarsam anlatamam ki. heidegger’in eviyken bu çember, nietzsche’den gadamer’e kadar birçok düşünür de unutulmuşluğuna dikkat çeker.
çok unutulmuş bir söz olsun. dikkatimi çek içine. asıl.
unutulmuşluk, ölüm korkusunun başlıca nedeni. eski paradigmayı yıkmayı başaran einstein’ın fiziğindeki kaos aslında bu. bilimin dışladığı mitleri de kucaklaması gayet doğal. tıpkı modern mitlerdeki kaos tanrısının yok ettikleri gibi asıl kâbus, gitmek değil; unutulmak. mezarlar evlerimizden ne kadar uzaksa, ölüm o kadar hatırlanmayacak. bu yüzden herkes birbirinin tarihine geçmek ister. tanrı öldürürse hayat ile ayrılırsın. ama kaos öldürürse daha önce hiç var olmamış gibi hafızalardan yok olursun. kaos öldürürse kimseden iz olmaz. neyse ki birlikte dua eden çiftler ayrılmazmış.
hava da çok erken.
hazır bir kış daha geçerken suretimden, dilimi unuttum. rüzgardan sayfa kapanmasa benim de daha yazacaklarım vardı elbet. bugün rüzgara rağmen düşen her damlanın tadını çıkardım. çok tehlikeli bir şey yaptım. aslında ben de herkes gibi dengemi sağlamaya çalışıyorum. fena halde zamansız. kapıyı açtığım anda içeri hücum eden bir anıydı çünkü. o zaman kitabına on ayraç gerekir. yine yeniden kurulmaktan sıkılmış bir tuzak kadar av aslında. yeniden sıkılmaktan tetik.
kar sustursun şehri, gece olsun.
- gerçeklere dön.
- düşünmeden konuşma.
düşünmeden konuşanlara kızarız ya hep; aslında üzerinde durulması gereken konuşmadan düşünmenin olmazı. dil, zincirimse eğer; kırarsam anlatamam ki. heidegger’in eviyken bu çember, nietzsche’den gadamer’e kadar birçok düşünür de unutulmuşluğuna dikkat çeker.
çok unutulmuş bir söz olsun. dikkatimi çek içine. asıl.
unutulmuşluk, ölüm korkusunun başlıca nedeni. eski paradigmayı yıkmayı başaran einstein’ın fiziğindeki kaos aslında bu. bilimin dışladığı mitleri de kucaklaması gayet doğal. tıpkı modern mitlerdeki kaos tanrısının yok ettikleri gibi asıl kâbus, gitmek değil; unutulmak. mezarlar evlerimizden ne kadar uzaksa, ölüm o kadar hatırlanmayacak. bu yüzden herkes birbirinin tarihine geçmek ister. tanrı öldürürse hayat ile ayrılırsın. ama kaos öldürürse daha önce hiç var olmamış gibi hafızalardan yok olursun. kaos öldürürse kimseden iz olmaz. neyse ki birlikte dua eden çiftler ayrılmazmış.
hava da çok erken.
hazır bir kış daha geçerken suretimden, dilimi unuttum. rüzgardan sayfa kapanmasa benim de daha yazacaklarım vardı elbet. bugün rüzgara rağmen düşen her damlanın tadını çıkardım. çok tehlikeli bir şey yaptım. aslında ben de herkes gibi dengemi sağlamaya çalışıyorum. fena halde zamansız. kapıyı açtığım anda içeri hücum eden bir anıydı çünkü. o zaman kitabına on ayraç gerekir. yine yeniden kurulmaktan sıkılmış bir tuzak kadar av aslında. yeniden sıkılmaktan tetik.
kar sustursun şehri, gece olsun.
devamını gör...
1906.
anlamını bilmediğim bir yerdin sen.
varmaya korktuğum varınca kaybolduğum.
sevmek, akıl kârı değil bilirsin ama
aklımı bir köşeye bırakarak koştum ben sana.
içimde yaşattım önce seni haberin olmadan.
sabretmeyi öğrendim. bekledim, bekledim.
yalanlarına indim, dokundum haberin olmadan.
kendinden bile sakladığın duygularına yaklaşım.
senin hiç keşfetmediğin hallerini,
hiç bilmediğin şekillerde sevdim ben.
her şeyin sonu aynı olmamalıydı artık!
belki filmlerde mümkündü belki şarkılarda.
iyiliğin var olma ihtimali yoktu yaşamımda.
ama sen, alt üst ettin tüm umutsuzlukları.
bu yüzden aklıma sızan her karanlıkta
hiçbir şeyi değil seni seçtim ben.
varmaya korktuğum varınca kaybolduğum.
sevmek, akıl kârı değil bilirsin ama
aklımı bir köşeye bırakarak koştum ben sana.
içimde yaşattım önce seni haberin olmadan.
sabretmeyi öğrendim. bekledim, bekledim.
yalanlarına indim, dokundum haberin olmadan.
kendinden bile sakladığın duygularına yaklaşım.
senin hiç keşfetmediğin hallerini,
hiç bilmediğin şekillerde sevdim ben.
her şeyin sonu aynı olmamalıydı artık!
belki filmlerde mümkündü belki şarkılarda.
iyiliğin var olma ihtimali yoktu yaşamımda.
ama sen, alt üst ettin tüm umutsuzlukları.
bu yüzden aklıma sızan her karanlıkta
hiçbir şeyi değil seni seçtim ben.
devamını gör...
1907.
yine yeni gece vakti daha ve ben sana susamış bir insan, özlemim uzaklarda. duymam gereken sesin, görmem gereken gökyüzünün yüzüne yansıyan maviliği bana bakan masum kişiliğin. sevdiğim göremiyorum. arıyorum kitaplarda ama yok sana benzeyen biri. olsa da okusam her seferinde aynı kitabı deli gibi, sırf sana benzediği için … hayallerimde yaşıyorum seninle yaşamak istediklerimi. o kadar şanslıyım ki senin gibi bir adama sahip olduğum için. kendimi mutsuz hissettiğim her anımda güzel deniz gözlerine baktığımı hayal ediyorum ve senden tahmin edemeyeceğin kadar güç buluyorum. düşündümde aslında beni ayakta tutan sen ve hayallerim, senli hayallerim. sen yeter ki benimle ol. çünkü bu hayattaki amacım artık seni mutlu etmek olucak. hayatımı sana adadım. şunu aklından hiç çıkarma kalbi güzel gözlerine yansıyan benim adamım seni her zaman ve sonsuza kadar tutkuyla seveceğim. senin herşeyin olmak istiyorum. soluduğun nefesin, suyun, ekmeğin olmak istiyorum. beni bir an bile yalnız bırakma olur mu ? çünkü herşeyden vazgeçebilirim ama sensizliği hayal etmek bile ihanet gibi geliyor bana. şunu çok iyi biliyorum ki sen olmazsan dünya başıma yıkılır. ben yalnızca sana aitim. her hücremle , saçımın her teli ile, gülüşümle, bakışımla, tüm düşüncelerim ve kalbim sadece sana ait. gülümsemen kalbimin huzur kaynağı, sevgi dolu bakışların yüreğimin güneşi seni çok ama çok seviyorum. kalbimin sahibi iyi ki varsın ve iyi ki bana bu duyguları yaşatıyorsun. teşekkür ederim seni çok özlediğimi dile getirmeden duramayacağım nefes almam çok zorlaştı. uzakta olman kalbimi sıkıştırıyor. ama bekliyorum elbet bitecek ve kavuşacağız. yüzünün her zerresinden yıldızlar kadar öpüyorum
çok zaman geçti, ihanet girdi araya, oysa güzel seviyormuşum seni. hiç pişman değilim yaptıklarım için. belki hata yaptık, belki her şey bir yalandı. ya da neyse ne gerek var. koca hikaye yaşandı ve bitti. bu kadar.
devamını gör...
1908.
buradan da kalkıp yürüyeceğim. muhtemelen birkaç bira içeceğim, biraz kitap okuyacağım, biraz film izleyeceğim, birkaç arkadaşımı arayacağım. kalkıp yürüyeceğim. bunu yapabileceğimi bilmek güzel. en dipten kalkmışlığım var, bu ne ki? ama şöyle de bir sıkıntı var. ben buradan kalksam da yine düşeceğim. onu da biliyorum. manyakça bir döngünün içindeyim, içindeyiz. bu kalkışın bir daha düşmeme opsiyonlusu yok mu? birkaç bira farkla onu seçemez miyim?
devamını gör...
1909.
aynada bir ben vardı
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
bu ben gözlerini açıp açıp bana bakıyor
aynadaki ben ben değilim ama
o başka bir ben
ben gidiyorum sonra ben kalıyorum aynada
ben gidişimi izliyorum
arkamdan el hareketi çekiyor ben
sonra bu ben saçlarını yoluyor
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
gözleri sarıyor ve göz altları kararıyor
bu ben orda hapsolduğu için mi öfkeli
yoksa ben içimde hapsolduğum için mi
camda bir ben vardı
ellerim ceplerimde gördüm onu elleri de ceplerindeydi
bu benin elleri benim mi ceplerimdeydi
ben gittim o kaldı
bakamadım ama arkamdan el hareketi çekti
bildim
kahkaha attı bir de bana
orda bekledi beni ben
ben dönmedim arkama ama döneceksin biliyorum dedi
duydum
bu ben ben bana dönmediğim için mi öfkeli
ben beni görmek istemediğim için mi
bilemedim
yansımada bir ben vardı
o ben ben be yaparsam yapayım ordaydı
bildim
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
bu ben gözlerini açıp açıp bana bakıyor
aynadaki ben ben değilim ama
o başka bir ben
ben gidiyorum sonra ben kalıyorum aynada
ben gidişimi izliyorum
arkamdan el hareketi çekiyor ben
sonra bu ben saçlarını yoluyor
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
gözleri sarıyor ve göz altları kararıyor
bu ben orda hapsolduğu için mi öfkeli
yoksa ben içimde hapsolduğum için mi
camda bir ben vardı
ellerim ceplerimde gördüm onu elleri de ceplerindeydi
bu benin elleri benim mi ceplerimdeydi
ben gittim o kaldı
bakamadım ama arkamdan el hareketi çekti
bildim
kahkaha attı bir de bana
orda bekledi beni ben
ben dönmedim arkama ama döneceksin biliyorum dedi
duydum
bu ben ben bana dönmediğim için mi öfkeli
ben beni görmek istemediğim için mi
bilemedim
yansımada bir ben vardı
o ben ben be yaparsam yapayım ordaydı
bildim
devamını gör...
1910.
çok şey geçiyor içimden
ama yazmak hiç kolay değil
gizlemek
tavrımı mesela
kelimelerin soğukluğuna saklamak
çünkü biliyorum anlamazsınız
hem sizinle de uğraşamam
aslında uğraşırım da değmezsiniz
yazmak çok zor da
sabretmek kolay mı?
*
sait faik'in başından geçenlerin
bir farkı yok
yağan karın şiddetiyle
ellerimi hem kesen hem yakan
hem de üşüten soğukla
vardır bi' izahı
olmaz mı?
ama olmaz olsun
bütün bilimsel gerekçeler
benim izahım dururken
sait faik de hoş adammış
o kadar tanımıyorum ama
güzel bakmış
*
bu mevsim en güzel bakış senin
en sevdiğin mevsimin en güzel bakışı
eritene kadar yağan karları
bahar gelince o güzel bakışlar
sonraki kışa kadar
yine benim olacaklar
hem ben sevmiyorum kışları
yoksa bırakır mıyım sana
peki derler mi arkamdan
kıyak adammış
güzel bakmış diye...
ama yazmak hiç kolay değil
gizlemek
tavrımı mesela
kelimelerin soğukluğuna saklamak
çünkü biliyorum anlamazsınız
hem sizinle de uğraşamam
aslında uğraşırım da değmezsiniz
yazmak çok zor da
sabretmek kolay mı?
*
sait faik'in başından geçenlerin
bir farkı yok
yağan karın şiddetiyle
ellerimi hem kesen hem yakan
hem de üşüten soğukla
vardır bi' izahı
olmaz mı?
ama olmaz olsun
bütün bilimsel gerekçeler
benim izahım dururken
sait faik de hoş adammış
o kadar tanımıyorum ama
güzel bakmış
*
bu mevsim en güzel bakış senin
en sevdiğin mevsimin en güzel bakışı
eritene kadar yağan karları
bahar gelince o güzel bakışlar
sonraki kışa kadar
yine benim olacaklar
hem ben sevmiyorum kışları
yoksa bırakır mıyım sana
peki derler mi arkamdan
kıyak adammış
güzel bakmış diye...
devamını gör...
1911.
alışkanlıklar , alıştıklarımız ve de hüsranlarımız. peki ya zaman dediğimiz elimizde bile tutamadığımız şey , kıymetli değil mi ? peki ya kıymet verip , kıymet göremeyişlerimiz.... anlaşılmak isteyip anlaşılamamak. bazı vedalar vardır yapılması elzem olan , yapılmazsa kişiye yük olan. kahrolası duygularımız var değil mi ? sevgiye nail olmak ne güzel bir duygu olmalı ki bu hayatta sadece payına gül dikeni düşünlerin bilmediği ya da bildiğini sandığı. bilemezsin ki neşenin arkasında saklanan kederi ... bilemezsin ki senin için çırpan o kocaman kalbi .... hissedemezsin çünkü. doğduğunda ağlayarak başlarız hayata . gözyaşı tadını bilir misin ? tuzludur , acıdır. kalp kırıkları ile kocaman dünya.. sevmemek lazım belki de , ben bunu anladım. şimdi önümde kocaman bir dünya var. zor olsa da bazen uzaklaşmak lazım . in case i don't see ya good afternoon good evening and good night !
devamını gör...
1912.
içimde bir siyasi suçlunun neden ve niçin kaçtığını bilmeden kaçmasının garip hüznü var.
sokaklarda sadece benim gördüğüm ölüler. ve her köşe başında tutulmuş leş kargaları, ölümü hatırlatan...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, arkadaşlarını idam sehpasında bırakmış..
yaşaması gerekiyormuş... iyi ama ne için?
onca ölüm ne için?
ne için yalanlamalar?
ne için bunca kaçış?..
yaşaması lazımmış bir ülküyü gerçeğe dönüştürmek için.
bir ülküyü doğruya evirmek için.
iyi ama ne için?
o ülküyü yaşayacak geriye kim kalmış?
kim kalmış geriye tüm sevdalılar pencelerde beklerken,
ölürken, ne için öldüğünü bilmeden.
ne için öldüğünü bilmeden.
düşüncelere kelepçe vurulurken ve ne için öldüğünü bilmeden ölüler...
kargalar tutulmuş her köşe başında...
kargalar kör, kargalar dilsiz.
...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, bi akşam üstü çaresiz.
içimde bir hüzün var diyorum. neden kaçtığını bilemeyen bir siyasi suçlunun garip hüznü var diyorum.
içim içimden kaçıyor adeta..
şehrazat diyorum, gitme bu yağmurda.. gitme kimsesiz.
oysa şemsiyesi bile gri... ve her köşe başında tutulmuş kör kargalar.
kimse okumayacak artık o küçük öyküleri diyorum.
.. ve kimse doğurmayacak beni yeniden. yeniden hamile kalmayacak bir kadın örneğin bir akşam üstü onca yıl sonra...
içimde bir siyasi suçlunun garip hüznü var, bir akşam üstü ansızın.
tüm köşe başları tutulmuş ölü kargalar tarafından diyorum. ve yağmur bu, bu soğuk bacaklarımda çekiliyor.
kayboluyorsun
kayboluyor bu hüzün. bir akşam üstü ansızın tutulmuş her köşe başında kargalar...
*
sokaklarda sadece benim gördüğüm ölüler. ve her köşe başında tutulmuş leş kargaları, ölümü hatırlatan...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, arkadaşlarını idam sehpasında bırakmış..
yaşaması gerekiyormuş... iyi ama ne için?
onca ölüm ne için?
ne için yalanlamalar?
ne için bunca kaçış?..
yaşaması lazımmış bir ülküyü gerçeğe dönüştürmek için.
bir ülküyü doğruya evirmek için.
iyi ama ne için?
o ülküyü yaşayacak geriye kim kalmış?
kim kalmış geriye tüm sevdalılar pencelerde beklerken,
ölürken, ne için öldüğünü bilmeden.
ne için öldüğünü bilmeden.
düşüncelere kelepçe vurulurken ve ne için öldüğünü bilmeden ölüler...
kargalar tutulmuş her köşe başında...
kargalar kör, kargalar dilsiz.
...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, bi akşam üstü çaresiz.
içimde bir hüzün var diyorum. neden kaçtığını bilemeyen bir siyasi suçlunun garip hüznü var diyorum.
içim içimden kaçıyor adeta..
şehrazat diyorum, gitme bu yağmurda.. gitme kimsesiz.
oysa şemsiyesi bile gri... ve her köşe başında tutulmuş kör kargalar.
kimse okumayacak artık o küçük öyküleri diyorum.
.. ve kimse doğurmayacak beni yeniden. yeniden hamile kalmayacak bir kadın örneğin bir akşam üstü onca yıl sonra...
içimde bir siyasi suçlunun garip hüznü var, bir akşam üstü ansızın.
tüm köşe başları tutulmuş ölü kargalar tarafından diyorum. ve yağmur bu, bu soğuk bacaklarımda çekiliyor.
kayboluyorsun
kayboluyor bu hüzün. bir akşam üstü ansızın tutulmuş her köşe başında kargalar...
*
devamını gör...
1913.
dönüyorum. hiçbir zaman mutluluğu yakaladığımı düşünmeyen biri olarak bir anlam veremediğim hayatıma devam etmekte çok zorlanıyorum. uyum sağlamak çok yorucu. mutlu olduğumda mutsuz olduğumu hissediyorum. lütfen sadece ben böyle hissediyor olmayayım... nereye dönsem, hangi sokağa girsem hep bir duvar. etrafım değil biliyorum kafam çevrili bu duvarlarla. biliyorum ben hiçbir yerde, herhangi bir zamanda mutlu olacak biri değilim. evet, elbette ben de gülüyorum, seviliyorum ama ben en çok güldüğüm, sevildiğim andan bile ne kadar içten olduğumu merak ediyorum. kendimle derdim yok. böyle olduğumu biliyorum. kendimi tanıma sürecim çoktan bitti. kabulleniyorum kendimi ama canımı yakmak istemiyorum. değişemiyorum.
devamını gör...
1914.
kafam karışık ve bazı şeyler bana çok olmaya başladı. ya annemde bir sıkıntı var ya bende. bundan bir altı ay önce bu düşündüklerim büyük ihtimalle bana aşırı ergence gelirdi. bazen ergen olmak ve saçmalamak gerekmiyor mu?
devamını gör...
1915.
"...
"yok böyle bir kırmızı" diye bağırdı, aniden ayağa kalktı, bir an sendeledi. elindeki rakı kadehine baktı, gördüğüne inanmıyormuş gibi bir daha baktı. kadehin dibindeki son yudumu da içti, kadehi masaya hırsla vurdu. o eski sosyetik mekanın o eski son müşterilerindendi, onu tanıyan yaşlı bir garson yanına geldi, eliyle iyiyim işareti yaptı, cebinden para çıkarıp garsona uzattı. tuvalete gitsem mi acaba diye düşündü, vazgeçti, adımlarını yavaş yavaş atarak çıkışa doğru yürüdü, dış kapıyı açtığında yüzüne çarpan buz gibi havayı farketmedi ama bir saniye gözleri kapandı acıdan, neyin acısı olduğunu anlamayacak kadar sarhoştu.
ardından kapanan kapı az önce orada olan varlığını içeri giren son soğuk esinti ile beraber yok etti.
yaşlı garson kasaya yürüdü, elindeki parayı umursamazca ve alışkanlıkla kasada oturan adama uzattı, adam aldı, gözlüklerinin üstünden "neyin kırmızısıymış o?" diye sordu, garson "tam bilmiyorum hikayesini" dedi, tam arkasını dönüp gidecekken bir an durdu, adamın yüzüne baktı. gördüğü kendi yüzüydü aslında, aynı sigara sarısı bıyıklar, aynı karanlık göz çukurları, aynı yarı ölü gözler.
"bir sabah, evinden çıktığı o son sabah, evinden son kez çıktığı o sabah sevdiği kadın için çay yapmış, o da hoşuna gittiği için yok böyle kırmızı demiş, o günden beri ara ara söylermiş bu lafı." dedi.
kasadaki adam cevabı almıştı ama anlamamıştı, yine de önemsemedi, anlaşılmayanları anlamak için çok yaşlı ve bıkkındı.
" hiç olmazsa o bi kırmızı yaşamış görmüş hayatında "dedi, iki aynı adam aynı anda kafa sallayıp onayladılar durumu, sonra kasadaki adam bir sigara uzattı garsona, garson ikisinin de sigarasını yaktı. sustular.
sigaralarının kırmızısına diktiler gözlerini, sustular."
"yok böyle bir kırmızı" diye bağırdı, aniden ayağa kalktı, bir an sendeledi. elindeki rakı kadehine baktı, gördüğüne inanmıyormuş gibi bir daha baktı. kadehin dibindeki son yudumu da içti, kadehi masaya hırsla vurdu. o eski sosyetik mekanın o eski son müşterilerindendi, onu tanıyan yaşlı bir garson yanına geldi, eliyle iyiyim işareti yaptı, cebinden para çıkarıp garsona uzattı. tuvalete gitsem mi acaba diye düşündü, vazgeçti, adımlarını yavaş yavaş atarak çıkışa doğru yürüdü, dış kapıyı açtığında yüzüne çarpan buz gibi havayı farketmedi ama bir saniye gözleri kapandı acıdan, neyin acısı olduğunu anlamayacak kadar sarhoştu.
ardından kapanan kapı az önce orada olan varlığını içeri giren son soğuk esinti ile beraber yok etti.
yaşlı garson kasaya yürüdü, elindeki parayı umursamazca ve alışkanlıkla kasada oturan adama uzattı, adam aldı, gözlüklerinin üstünden "neyin kırmızısıymış o?" diye sordu, garson "tam bilmiyorum hikayesini" dedi, tam arkasını dönüp gidecekken bir an durdu, adamın yüzüne baktı. gördüğü kendi yüzüydü aslında, aynı sigara sarısı bıyıklar, aynı karanlık göz çukurları, aynı yarı ölü gözler.
"bir sabah, evinden çıktığı o son sabah, evinden son kez çıktığı o sabah sevdiği kadın için çay yapmış, o da hoşuna gittiği için yok böyle kırmızı demiş, o günden beri ara ara söylermiş bu lafı." dedi.
kasadaki adam cevabı almıştı ama anlamamıştı, yine de önemsemedi, anlaşılmayanları anlamak için çok yaşlı ve bıkkındı.
" hiç olmazsa o bi kırmızı yaşamış görmüş hayatında "dedi, iki aynı adam aynı anda kafa sallayıp onayladılar durumu, sonra kasadaki adam bir sigara uzattı garsona, garson ikisinin de sigarasını yaktı. sustular.
sigaralarının kırmızısına diktiler gözlerini, sustular."
devamını gör...
1916.
azer 10 yaşında bir çatışma içinden sağ kurtulduğundan bu güne hiç gülmemişti. tam üç sene. şimdi ise bir polenin dansını izlerken gökyüzünde çığlık çığlığa gülüyordu. gülmek de kanatabiliyor bazı yaraları.. insan çocukken gülmüyorsa ne zaman güler? yaşam sadece oksijen bağından ibaret olsa dedirtiyordu bu tablo. azer gülerken boğazına kaçan eşek arısının küçük dilini sokması ile birlikte yere yığıldı. onu düşerken kimse görmedi. bulunduğunda gözleri yaşlıydı. herkes çok acı çektiğini düşündü oysa gülmekten yaşarmıştı gözleri ve gökyüzünde uçuşan o polen saçına takılmıştı.
devamını gör...
1917.
1918.
galiba güzel anları bitiriyoruz yavaş yavaş, hiç yaşanmasını istemiyorum ama sanırım istemediğim o cümleleri duyacağım onun ağzından. her şey iyi, güzel, biz iyiyiz ama belirsizlikler... bir kez daha beni hayal kırıklığına uğratacak gibi, bir arkadaşım çok kafanda kuruyorsun diyor, bu sefer onun haklı çıkması için neler yapmam ki... ama son damlasındayım her şeyin, bu sefer hazırım daha az kırılmaya ve bu sefer asla dönüşü olmaz, ben çıkar giderim hayatından komple ve sadece kendi hayatıma bakarım, muhtemelen benden tek bir haber bile alamaz. bu kadar güzel şeyler hissederken böyle şeyler yaşamak çok zoruma gidiyor ve benim artık uğraşacak enerjim kalmadı. zaten bu kadar uğraştıran, yoran bir ilişkide de ne işim olacak ki...
devamını gör...
1919.
yılın bu vakitleri, bazı spesifik günler, ağlamak için yer arıyorum. dolup taşmışlık hissi sınırda geziyor ve içime çekiliyorum. kibarlaşıyorum, çevremi daha çok tölere etmeye başlıyorum. sanki mutlu etmeliymişim gibi, güçlü durması gereken kişi benmişim gibi. bu misyonu nasıl kazandım bilmiyorum ama bana ağır bir yük. neyse, keşke anlaşılsaydım. dizinde ağlayabileceğim, ağlamama karşı duygusuz, buna izin veren biri olsaydı.
devamını gör...
1920.
insan bazen sevişmek istiyor.
ihtiyaç galiba.
ihtiyaç galiba.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2