varoluş sancısı çektiği halde insanın bu dünyadan gitmek istememesinin sebebi
başlık "son singapur vapuru" tarafından 28.01.2021 18:45 tarihinde açılmıştır.
141.
lan similasyondasın diyoz, adam var oluş diyo.
ben ne diyom davulum ne çalıyo? yok öyle sancı,
böbrek taşı falan dır olsa olsa ya da safra kesesine bi şi oluyodur, filan.
az ye, düz sıç, bok iç. bi şi olmaz ozman.
ben ne diyom davulum ne çalıyo? yok öyle sancı,
böbrek taşı falan dır olsa olsa ya da safra kesesine bi şi oluyodur, filan.
az ye, düz sıç, bok iç. bi şi olmaz ozman.
devamını gör...
142.
“insanın en büyük talihsizliği, yaşamaya devam etme yeteneğidir.”
ama bir bakima da en büyük mucizesi budur. büyük çogunluğumuzun, üzerine iki beden bol gelen ilk travmada intihar etmemiş olması gibi.
en ilkel haliyle canlılar, öncelikle "yaşama" dürtüsü ile hareket eder. bu, evrimsel açıdan, milyarlarca yıl öncesinden genlerimize kazıdığı bir dürtüdür. yani bir bakıma yaşamak, doğanın bize en katı komutudur; nefes almak ve acıkmak gibi.
yaşamına devam etmek için bir hayvan avından ve avcısından hızlı olmaya, bitkiler güneşe uzamaya meyleder. ancak insan sadece biyolojik bir canlı değil; düşünen, sorgulayan, anlam arayan bir zihne sahiptir. bu yüzden de yaşama içgüdüsü ile bilinç arasındaki çatışma insana mahsustur.
bu durumda, varoluş sancısı çeken biri hâlâ yaşamaya devam ediyor ise, bir noktada bu ilkel yaşama dürtüsü galip geliyor olabilir. zihnin zifiri karanlık, sisli katları arasına sızan bir damla ışık, bedenine yaşaması gerektiğini fısıldıyor olabilir. belki de bu anlamsız cendereyi kabullenmiş, işten eve dönerken bir kedinin sırnaşması, bir çocuk ile göz göze gelmesi, bir yağmur damlasının yüzüne dokunması "hâlâ devam edebilirim"e inanmasina sebep olabilir. bağ kurmaya meyilli yapımız, bu etkenlerin arasında sayılabilir. sonuç olarak, evrimsel kodlarımız, zihinsel boşlukta bile bedenin yaşamaya devam etmesini sağlar. bu ilkel dürtü, yalnızca bir içgüdü değil; aynı zamanda belki de insanlığın en büyük trajedisi ve en büyük umududur.
yani evet, anlam bulamayan zihin yenilebilir; ama bedende kayıtlı yaşam arzusu, tuhaf bir şekilde her sabah bizi yeniden yüzeye çıkarabilir. bu bazen bir galibiyet gibi görünür, bazen de kaderin bir cilvesi. ama her iki durumda da, bu çatışma insan varlığının en dramatik sahnelerinden biridir.
ama bir bakima da en büyük mucizesi budur. büyük çogunluğumuzun, üzerine iki beden bol gelen ilk travmada intihar etmemiş olması gibi.
en ilkel haliyle canlılar, öncelikle "yaşama" dürtüsü ile hareket eder. bu, evrimsel açıdan, milyarlarca yıl öncesinden genlerimize kazıdığı bir dürtüdür. yani bir bakıma yaşamak, doğanın bize en katı komutudur; nefes almak ve acıkmak gibi.
yaşamına devam etmek için bir hayvan avından ve avcısından hızlı olmaya, bitkiler güneşe uzamaya meyleder. ancak insan sadece biyolojik bir canlı değil; düşünen, sorgulayan, anlam arayan bir zihne sahiptir. bu yüzden de yaşama içgüdüsü ile bilinç arasındaki çatışma insana mahsustur.
bu durumda, varoluş sancısı çeken biri hâlâ yaşamaya devam ediyor ise, bir noktada bu ilkel yaşama dürtüsü galip geliyor olabilir. zihnin zifiri karanlık, sisli katları arasına sızan bir damla ışık, bedenine yaşaması gerektiğini fısıldıyor olabilir. belki de bu anlamsız cendereyi kabullenmiş, işten eve dönerken bir kedinin sırnaşması, bir çocuk ile göz göze gelmesi, bir yağmur damlasının yüzüne dokunması "hâlâ devam edebilirim"e inanmasina sebep olabilir. bağ kurmaya meyilli yapımız, bu etkenlerin arasında sayılabilir. sonuç olarak, evrimsel kodlarımız, zihinsel boşlukta bile bedenin yaşamaya devam etmesini sağlar. bu ilkel dürtü, yalnızca bir içgüdü değil; aynı zamanda belki de insanlığın en büyük trajedisi ve en büyük umududur.
yani evet, anlam bulamayan zihin yenilebilir; ama bedende kayıtlı yaşam arzusu, tuhaf bir şekilde her sabah bizi yeniden yüzeye çıkarabilir. bu bazen bir galibiyet gibi görünür, bazen de kaderin bir cilvesi. ama her iki durumda da, bu çatışma insan varlığının en dramatik sahnelerinden biridir.
devamını gör...
143.
bütün gün uyudum şimdi daha iyiyim.
devamını gör...