converse ayakkabı giyilen korkunç dönem
keşke gördüğümüz tüm korkunçluklar bu kadar zararsız ve sıradan olsaydı dedirtir.
devamını gör...
#ülkemdemülteciistemiyorum
twitter'da hızlı bir şekilde gündem olan tag. bu işin sonunun pek iyi yere gittiğini düşünmüyorum. türk insanının yapısı, çığırdan çıkan göç sorunu, mültecilerin son zamanlardaki agresif tavırları ve son olarak da afgan göçü. olayların sonu 6-7 eylül olayları gibi bir yere çıkacak gibi. devlet bu göç dalgasına bir son vermeli ve ülkenin bozulmaya başlayan demografik yapısını düzeltmek adına bir şeyler yapmaya başlamalı.
devamını gör...
taze evli bir çifte neden çocuk yapmıyorsunuz diye sormak
gerdek gecesinin sabahında kanlı çarşaf isteyen bir kültürün olduğu bu coğrafyada böyle bir soru sorulmasa zaten şaşardım. sınır çizmeyi bilmeyen biriyseniz, evlilikte çok zorluk yaşarsınız. önce haddinizi bilmeyi, sonra had bildirmeyi öğrenip öyle evlenmek lazım yoksa bu ülkede hiç istemediğiniz şeyleri mecburen yaşayan birine dönüşmek hiç zor değil...
devamını gör...
köy okulu ihtiyaçları
bir köy okulundayım ve maalesef bu öğrencilerimizin çok desteğe ihtiyacı oluyor küçük hediyeler onları mutlu ediyor ama okullarda da bi o kadar eksik oluyor.bildirsek de gelmeyebiliyor.okulumuzun bilişim sınıfı işlevsel değil çünkü bilgisayarımız yok mesela.keske daha da yararlı olabilsem diyorum ama tek başına bir yere kadar uzanabiliyoruz.
*yukarıdaki başlığı açtıktan uzun bir süre sonra teknolojik aletleri en sonunda sadece bir adet bile olsa temin ettik sponsor aracılığıyla okulumuz için
ama yapacak çok şeyimiz var,yardım kısmından bu başlığa bakmanızı rica ediyorum (bkz: okuma köşesi)
*yukarıdaki başlığı açtıktan uzun bir süre sonra teknolojik aletleri en sonunda sadece bir adet bile olsa temin ettik sponsor aracılığıyla okulumuz için
ama yapacak çok şeyimiz var,yardım kısmından bu başlığa bakmanızı rica ediyorum (bkz: okuma köşesi)
devamını gör...
dilipak'ın goethe kant dostoyevski müslümandı yorumu
(bkz: millet ne cigaralar içiyor)
devamını gör...
sevilmediğini fark edip görmezden gelmek
yapmayın. kendinizi bile bile mutsuz etmeyin.
devamını gör...
kur'an-ı kerim
kusura bakmayın ama buraya gelip yok uydurma yok arap şeysi vs. yazanların amaçları sadece show yapmak.tamam herkesin kendi fikri ve fikirleri söylemekte özgür ama bunun da bir amacı olmalı.
tamam madem inanmıyorsun ne işin var kardeşim burda yani amacın ne? bırak inanan ve saygı gösterenler konuşsunlar sana ne oluyor. hayır gelirsin inanmadığını, kafana yapmadığını ve yatmayanları düzgün bir şekilde anlatırsın saygı duyarım dinlerim ama burda amacınız ne yani farklı olmak, prim yapmak vs mi? bırakın boş işleri anca kulaklarınız çınlar başka da bişey olmaz benden söylemesi. gidin bu tarz işlerinizi milletin kutsalı olmayan ögeler üzerinde yapın.
tamam madem inanmıyorsun ne işin var kardeşim burda yani amacın ne? bırak inanan ve saygı gösterenler konuşsunlar sana ne oluyor. hayır gelirsin inanmadığını, kafana yapmadığını ve yatmayanları düzgün bir şekilde anlatırsın saygı duyarım dinlerim ama burda amacınız ne yani farklı olmak, prim yapmak vs mi? bırakın boş işleri anca kulaklarınız çınlar başka da bişey olmaz benden söylemesi. gidin bu tarz işlerinizi milletin kutsalı olmayan ögeler üzerinde yapın.
devamını gör...
ensest ilişki yaşama özgürlüğü
çüşşş, kusura bakan da baksın, git anana bacina hallen, hayvanlaş bilader bize ne? gelip burda yazmayın böyle şeyler, kimse sizin hayvanlasmanizi görmek zorunda değil.
devamını gör...
bahaullah
gerçek adı mirza hüseyin ali olan bahailik dininin kurucusu ve peygamberi. iran'ın tahran kentinde doğmuştur. babası mirza abbas nuri vezirken, bahaullah saray hayatını terk edip peygamberliğini ilân etti. tüm uluslar, ırklar ve dinler arasında evrensel barış ve birliği savunuyordu. olay şöyle gerçekleşir, ilk önce 1844 yılında beklenen mehdi olduğunu iddia eden bab lakaplı seyyid ali muhammed'e ilk inananlardan biri olur. bunun sebebi, bab'dan bir mektup almış olmasıydı.
bab, tanrının yakında hz. musa, hz. isa ve hz. muhammed benzeri bir peygamber göndereceğini vaaz eden iranlı bir tüccardı. o ve binlerce takipçisi, inançları nedeniyle iranlı yetkililer tarafından idam edilmiştir. 1863 yılında ise, bahaullah sürgün edildi ve bağdat'ta bab'ın önceden bildirmiş olduğu peygamber olduğunu ilan etti. böylece, yeni din olan bahailik kurulmuş oldu.
bahaullah, osmanlı yetkilileri tarafından, önce edirne daha sonra akka'da hapis cezasına çarptırıldı. bahaullah pek çok kitap yazmış olup bunların yaklaşık yüzde 11'i ingilizceye çevrilmiştir. hatta, bahaullah'ın tespit edilen, yazmış olduğu 15.000 metin vardır. tabii bunların hepsi kitap değil, çeşitli mektuplar falan. eserlerinin toplam hacmi, kur'an'ın 70 katı ve eski ahit ile yeni ahit'in toplamının 15 katı büyüklüğündedir.
1890 yılında, cambridge profesörü ve oryantalist edward granville browne, bahaullah ile bir röportaj yapmıştır. bahaullah hakkında şöyle yazmıştır:
....bu yolculuğumun doruk noktasına ulaşan olay hakkında en azından birkaç söz söylemek isterim. bahji'ye yerleşmemden sonraki günün sabahı, behá'nın küçük oğullarından biri oturduğum odaya girdi ve onu takip etmem için bana işaret etti. bunu yaptım ve hatırladığım kadarıyla (aklım başka düşüncelerle doluydu) bir mermer mozaikle kaplı geniş bir salona bakmaya neredeyse hiç zaman bırakmayan geçitlerden ve odalardan geçtim. bu büyük bekleme odasının duvarına asılı bir perde önünde, ben ayakkabılarımı çıkarırken çocuk bir an durakladı. sonra hızla geri çekildi ve ben geçerken perdeyi düzeltti, daha sonra kendimi büyük bir yerde buldum. üst tarafı alçak bir sedirle çevriliydi, kapının karşısındaki tarafa ise iki veya üç sandalye yerleştirilmişti. nereye gittiğimden ve kimi göreceğimden belli belirsiz şüphe duysam da (çünkü bana açık bir şey söylenmemişti), bu şüpheye rağmen, bu odanın önemsiz olmadığının kesinlikle bilincindeydim. divanın duvarla buluştuğu köşede, tepesinde keçe bir başörtü bulunan ve dervişler tarafından táj adı verilen (ancak alışılmadık kadar yüksek) olan keçeli bir baş elbisesi ile taçlanmış muhteşem ve saygıdeğer bir kişi oturuyordu. baktığım kişinin yüzünü tarif edemememe rağmen asla unutmam. o delici gözler sanki kişinin ruhunu okuyordu; güç ve otorite sanki geniş kaşları üzerine oturmuştu; alnındaki ve yüzündeki derin çizgiler, neredeyse beline kadar ayırt edilemez biçimde akan siyah saç ve sakal, yalan gibi görünen bir yaşı ima ediyor gibiydi.... kralların gıptayla bakabileceği ve imparatorların iç çektiği bir adanmışlığın ve sevginin varlığı olan birinin önünde eğilirken, kimin huzurunda durduğumu sormaya gerek yok!
bahaullah'ın günümüze ulaşan fotoğrafları varsa bile, bahailer bu fotoğrafların kullanılmasına pek hoş bakmazlar.


bab, tanrının yakında hz. musa, hz. isa ve hz. muhammed benzeri bir peygamber göndereceğini vaaz eden iranlı bir tüccardı. o ve binlerce takipçisi, inançları nedeniyle iranlı yetkililer tarafından idam edilmiştir. 1863 yılında ise, bahaullah sürgün edildi ve bağdat'ta bab'ın önceden bildirmiş olduğu peygamber olduğunu ilan etti. böylece, yeni din olan bahailik kurulmuş oldu.
bahaullah, osmanlı yetkilileri tarafından, önce edirne daha sonra akka'da hapis cezasına çarptırıldı. bahaullah pek çok kitap yazmış olup bunların yaklaşık yüzde 11'i ingilizceye çevrilmiştir. hatta, bahaullah'ın tespit edilen, yazmış olduğu 15.000 metin vardır. tabii bunların hepsi kitap değil, çeşitli mektuplar falan. eserlerinin toplam hacmi, kur'an'ın 70 katı ve eski ahit ile yeni ahit'in toplamının 15 katı büyüklüğündedir.
1890 yılında, cambridge profesörü ve oryantalist edward granville browne, bahaullah ile bir röportaj yapmıştır. bahaullah hakkında şöyle yazmıştır:
....bu yolculuğumun doruk noktasına ulaşan olay hakkında en azından birkaç söz söylemek isterim. bahji'ye yerleşmemden sonraki günün sabahı, behá'nın küçük oğullarından biri oturduğum odaya girdi ve onu takip etmem için bana işaret etti. bunu yaptım ve hatırladığım kadarıyla (aklım başka düşüncelerle doluydu) bir mermer mozaikle kaplı geniş bir salona bakmaya neredeyse hiç zaman bırakmayan geçitlerden ve odalardan geçtim. bu büyük bekleme odasının duvarına asılı bir perde önünde, ben ayakkabılarımı çıkarırken çocuk bir an durakladı. sonra hızla geri çekildi ve ben geçerken perdeyi düzeltti, daha sonra kendimi büyük bir yerde buldum. üst tarafı alçak bir sedirle çevriliydi, kapının karşısındaki tarafa ise iki veya üç sandalye yerleştirilmişti. nereye gittiğimden ve kimi göreceğimden belli belirsiz şüphe duysam da (çünkü bana açık bir şey söylenmemişti), bu şüpheye rağmen, bu odanın önemsiz olmadığının kesinlikle bilincindeydim. divanın duvarla buluştuğu köşede, tepesinde keçe bir başörtü bulunan ve dervişler tarafından táj adı verilen (ancak alışılmadık kadar yüksek) olan keçeli bir baş elbisesi ile taçlanmış muhteşem ve saygıdeğer bir kişi oturuyordu. baktığım kişinin yüzünü tarif edemememe rağmen asla unutmam. o delici gözler sanki kişinin ruhunu okuyordu; güç ve otorite sanki geniş kaşları üzerine oturmuştu; alnındaki ve yüzündeki derin çizgiler, neredeyse beline kadar ayırt edilemez biçimde akan siyah saç ve sakal, yalan gibi görünen bir yaşı ima ediyor gibiydi.... kralların gıptayla bakabileceği ve imparatorların iç çektiği bir adanmışlığın ve sevginin varlığı olan birinin önünde eğilirken, kimin huzurunda durduğumu sormaya gerek yok!
bahaullah'ın günümüze ulaşan fotoğrafları varsa bile, bahailer bu fotoğrafların kullanılmasına pek hoş bakmazlar.



devamını gör...
rna dünyası hipotezi
birkaç saat önce okuduğum bir yazıda denk geldiğim ve ilgimi çekmesi sonucu hakkında küçük bir araştırma yaptığım hipotezdir. bu hipoteze göre, ilk dünya ortamında dna'dan bile önce rna bulunuyordu. özetle, rna'nın temellendirdiği hayat, dna'nın temellendirdiği hayattan önce vardı. buna "rna dünyası hipotezi" deniyor. biyologlar, 80'lere kadar rna basit bir şey sanıyordu. fakat bu tarihten sonraki araştırmalarla rna'nın çok daha fazlası olduğu gösterildi. rna'nın kimyasal reaksiyonlara sebep olabildiği ama bunun yanı sıra bilgi de taşıyabildiği keşfedildiğinde, biyologlar rna tarihini daha fazla sorgulamaya başladılar. ve yaşamın ortaya çıkışı döneminde, rna'nın aktif bir rol, bir görev üstlenmiş olduğunu düşündüler. hatta o dönemde rna'nın kendini kopyalayabildiğini, hücredeki birçok işi yaptığını söylediler. ve buna da rna dünyası hipotezi adını verdiler. yani bir zamanlar hayat, rna temelliydi. birçok şey rna kontrolündeydi. adeta bir "rna dünyası" vardı. ama günümüzdeki birçok görev artık rna tarafından yapılmıyor. işte bu yüzden artık çoktan "rna dünyası" devrinin kapandığına ve rna dünyası döneminde tüm her şeyi rna'nın üstlendiğine inanıyorlar. ama tabii bu hipotezin de bazı eksik yanları bulunuyor. bu arada günümüzde artık rna kendisini tek başına çoğaltamaz. **
(bkz: rna) (bkz: dna)
(bkz: rna) (bkz: dna)
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının birbirlerini övmesi
son günlerde gündeme çok sık gelen konu.
daha önce nickaltı kilitleme hakkı başlığında o talebe itiraz etmiştim. gerekçem de, başka sözlüklerde gördüğüm bir durumdu. yani nickaltı kilitli olan yazarlara yönelik şekilde bu kez de "bilmem ne nickli yazar" diye başlık açılarak sol frame'in ırzına geçilmesiydi ve nickaltı kilitlemenin çözüm olmayacağıydı. son günlerde bu düşüncemden vazgeçtim çünkü bu kez sol frame'in ırzına, nickaltına yazılan olumlu yazıların eleştirilmesi nedeniyle açılan çok sayıda başlık geçmeye başladı.
başka bir başlıkta da övgülerin iyi niyetli olduğunu düşündüğümü yazmıştım ama insanlar bu konuya kafayı çok takıp, açılan yeni başlıklara yorum yazmak, görüş bildirmek, var olan, emek verilmiş güzel başlıkları canlandırmak yerine, yazarlara yapılan övgüleri eleştirmek amacıyla sürekli başlık açacaksa bence de nickaltı kilitleme hakkı getirilmeli artık. gerçi hâlâ emin değilim bunun çözüm olacağı konusunda ama deneyebiliriz diye düşünüyorum.
açıkçası 2 saat uğraşıp yazdığım bir başlığa konuyla ilgili 2 satır yazı girmek, beyin fırtınası yapmak yerine, nickaltıma (olumlu ya da olumsuz) yazılması hoşuma gitmiyor. olumlu yazıların tamamı değilse de büyük kısmı -her ne kadar, bunları yazanlara nezaketen teşekkür etsek de ve iyi niyetle yazıldıklarını düşünsek de- sizin de dediğiniz gibi zamanla samimiyetini kaybediyor. olumsuz olanlar ise yazdıklarımızdan çıkıp kişiliğe yönelik hale geldiğinde cevap hakkı doğuruyor ve nickaltı kavgalarına neden oluyor ki bu da sözlüğü amacından saptırıyor. üstelik hiç hoş görünmüyor dışarıdan bakınca.
aklı başında bir insanın buraya geliş nedeninin, kendisi hakkında konuşulması değil, yazdıklarının okunmasını istemesi ve başkalarının yazdıklarını okumak isteği olduğunu tahmin edebiliyoruz. arada sırada takdir edilmeyi her insan ister ama bu başka şeylerin önüne geçmemeli. kimsenin burada çılgınca övülmeye ya da yerilmeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.
kendi adıma konuşmam gerekirse, bundan sonra nickaltıma yazılanları okumak ya da cevaplamak niyetinde değilim. güzel düşünceleri olanlara buradan peşin peşin teşekkür ediyorum. kötü düşünenleri de kendi kötülüğüyle baş başa bırakıyorum. iyi ya da kötü fark etmeksizin görüş bildirmek isteyen nickaltıma yazmak yerine bana doğrudan mesaj atabilir.
umarım insanlar birbirleriyle uğraşmayı bırakıp, sadece açılan başlık ve girilen tanımlarla ilgilenmeyi öğrenirler.
daha önce nickaltı kilitleme hakkı başlığında o talebe itiraz etmiştim. gerekçem de, başka sözlüklerde gördüğüm bir durumdu. yani nickaltı kilitli olan yazarlara yönelik şekilde bu kez de "bilmem ne nickli yazar" diye başlık açılarak sol frame'in ırzına geçilmesiydi ve nickaltı kilitlemenin çözüm olmayacağıydı. son günlerde bu düşüncemden vazgeçtim çünkü bu kez sol frame'in ırzına, nickaltına yazılan olumlu yazıların eleştirilmesi nedeniyle açılan çok sayıda başlık geçmeye başladı.
başka bir başlıkta da övgülerin iyi niyetli olduğunu düşündüğümü yazmıştım ama insanlar bu konuya kafayı çok takıp, açılan yeni başlıklara yorum yazmak, görüş bildirmek, var olan, emek verilmiş güzel başlıkları canlandırmak yerine, yazarlara yapılan övgüleri eleştirmek amacıyla sürekli başlık açacaksa bence de nickaltı kilitleme hakkı getirilmeli artık. gerçi hâlâ emin değilim bunun çözüm olacağı konusunda ama deneyebiliriz diye düşünüyorum.
açıkçası 2 saat uğraşıp yazdığım bir başlığa konuyla ilgili 2 satır yazı girmek, beyin fırtınası yapmak yerine, nickaltıma (olumlu ya da olumsuz) yazılması hoşuma gitmiyor. olumlu yazıların tamamı değilse de büyük kısmı -her ne kadar, bunları yazanlara nezaketen teşekkür etsek de ve iyi niyetle yazıldıklarını düşünsek de- sizin de dediğiniz gibi zamanla samimiyetini kaybediyor. olumsuz olanlar ise yazdıklarımızdan çıkıp kişiliğe yönelik hale geldiğinde cevap hakkı doğuruyor ve nickaltı kavgalarına neden oluyor ki bu da sözlüğü amacından saptırıyor. üstelik hiç hoş görünmüyor dışarıdan bakınca.
aklı başında bir insanın buraya geliş nedeninin, kendisi hakkında konuşulması değil, yazdıklarının okunmasını istemesi ve başkalarının yazdıklarını okumak isteği olduğunu tahmin edebiliyoruz. arada sırada takdir edilmeyi her insan ister ama bu başka şeylerin önüne geçmemeli. kimsenin burada çılgınca övülmeye ya da yerilmeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.
kendi adıma konuşmam gerekirse, bundan sonra nickaltıma yazılanları okumak ya da cevaplamak niyetinde değilim. güzel düşünceleri olanlara buradan peşin peşin teşekkür ediyorum. kötü düşünenleri de kendi kötülüğüyle baş başa bırakıyorum. iyi ya da kötü fark etmeksizin görüş bildirmek isteyen nickaltıma yazmak yerine bana doğrudan mesaj atabilir.
umarım insanlar birbirleriyle uğraşmayı bırakıp, sadece açılan başlık ve girilen tanımlarla ilgilenmeyi öğrenirler.
devamını gör...
seni gram özlemedim
aslında seni deli gibi özledimin inat ve kinaye içeren halidir. “seni özledim ama kızgınım.”, “seni özledim ama biraz süründürmek istiyorum.”, “ seni özledim ama affedemiyorum.”, “seni özledim ama beni ikna et.”, ” seni özledim ama biraz peşimde koş.” demenin bir değişik versiyonudur. biri size; “seni gram özlemedim.” diyorsa bilakis çok özlemiştir. özlemeyen insan zaten cümle kurmaya bile tenezzül etmez. “gitsin gebersin şurada” der, geçer.(swh)
devamını gör...
grigori rasputin
rus imparatorluğu'nun sarayındaki son önemli papaz. aslında bir papaz mı, bir sahtekar mı, bir illüzyonist mi ya da bir büyücü mü sürekli tartışılıyor. ancak hanedanı derinden etkilediği, yaptığı bazı akıl oyunlarıyla yanılttığı çok biliniyor. en sonunda kendisinden kurtulmak için öldürmeyi deniyorlar ama bir türlü de ölmeyen biri. en sonunda köprüden atılarak ve boğulmak suretiyle ölüyor.
devamını gör...
128milyardolar.net
harca haraca bitiremiyorum. koluna bilezik isteyenlerin bir portakal kadar uzaklarındayım.
devamını gör...
23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı
bu yıl ne kadar evde olsak da hepimizin 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı kutlu olsun dostlar....
devamını gör...
sevgilinin 27 gündür telefonlara cevap vermemesi
bir kişinin 27 gündür sevgili sanılması başlığı ile aynı konu olabilir
devamını gör...
hakkari'de bir mevsim
romanda istanbul'dan hakkari'nin bir köy okuluna atanan öğretmenin bir dönem boyunca yaşadıkları, hissettikleri, başından geçenler anlatılmış.
olaylar pirkanis köyünde geçmekte.
eserin kahramanı olan asker-öğretmen kendi deyimiyle bir çeşit sürgündedir.
romanda oraya yolunu kaybederek bir tekne ile geldiğini belirtiyor.
köye gelince okulun çok eski olduğunu, çocukların hiç kitabı ve defterinin olmadığını görüyor.
onlara kitap defter almak için şehre inip resmi kurumlardan yardım istese de kimse onu ciddiye almaz. orada bir süryani kitapçı ile tanışır çocuklara kitap alır.
bir gün köyde çocukları etkileyen bir salgın başlar. dilekçe yazıp bakanlığa haber verse de yollar kardan kapalı olduğundan kimse gelmez.
köyde ölümler artar ama kimse gelemez, doğunun acı gerçekleriyle tanışmış olur.
bir gün köye bir müfettiş gelir ve öğretmeni tebrik eder bu zamana kadar burada nasıl kaldın diye.
sonra okul kapanır ve oradan ayrılıp kendisini bekleyen teknesine(!) doğru gider.
eser sadece olay akışı şeklinde klasik bir roman değildir.
iç konuşma, bilinç akışı gibi teknikler kullanılır.
romanın bazı bölümleri birkaç cümleden oluşur ve kısa bir hikaye tarzındadır. bu bölümleri edgü'nün bir hikayesi gibi düşünebiliriz. karanlık bir hava hakimdir.
gizemli olaylar vardır bizi sürekli içine çeker.
edgü'nün hikayeleri zaten minimalist tarzdadir. romandaki
ferit edgü gerçek yaşamında paris ve istanbul'da yaşamış biri olarak hakkari'de gördüklerinden çok etkilenmiştir.
bu doğu izlenimleri onun eserlerine çokça yansımıştır. yazdığı 3 romanın ikisi doğuda geçmektedir. birçok öyküsü de doğu ile ilgilidir.
kimse adlı romanı da hakkari'de bir mevsim adlı romanın iç diyalog tekniğiyle yazılmış halidir aslında. daha sanatsal ve teknik açıdan ağır bir romandir.
son olarak söylemek istediğim şey edgü'nün diğer yazarlardan ayrılan en önemli özelliği dilidir.
onun eserlerinde fazla tek bir sözcük bulanamaz.
özellikle türkçe sözcükler kullanmakta da çok hassastır.
olaylar pirkanis köyünde geçmekte.
eserin kahramanı olan asker-öğretmen kendi deyimiyle bir çeşit sürgündedir.
romanda oraya yolunu kaybederek bir tekne ile geldiğini belirtiyor.
köye gelince okulun çok eski olduğunu, çocukların hiç kitabı ve defterinin olmadığını görüyor.
onlara kitap defter almak için şehre inip resmi kurumlardan yardım istese de kimse onu ciddiye almaz. orada bir süryani kitapçı ile tanışır çocuklara kitap alır.
bir gün köyde çocukları etkileyen bir salgın başlar. dilekçe yazıp bakanlığa haber verse de yollar kardan kapalı olduğundan kimse gelmez.
köyde ölümler artar ama kimse gelemez, doğunun acı gerçekleriyle tanışmış olur.
bir gün köye bir müfettiş gelir ve öğretmeni tebrik eder bu zamana kadar burada nasıl kaldın diye.
sonra okul kapanır ve oradan ayrılıp kendisini bekleyen teknesine(!) doğru gider.
eser sadece olay akışı şeklinde klasik bir roman değildir.
iç konuşma, bilinç akışı gibi teknikler kullanılır.
romanın bazı bölümleri birkaç cümleden oluşur ve kısa bir hikaye tarzındadır. bu bölümleri edgü'nün bir hikayesi gibi düşünebiliriz. karanlık bir hava hakimdir.
gizemli olaylar vardır bizi sürekli içine çeker.
edgü'nün hikayeleri zaten minimalist tarzdadir. romandaki
ferit edgü gerçek yaşamında paris ve istanbul'da yaşamış biri olarak hakkari'de gördüklerinden çok etkilenmiştir.
bu doğu izlenimleri onun eserlerine çokça yansımıştır. yazdığı 3 romanın ikisi doğuda geçmektedir. birçok öyküsü de doğu ile ilgilidir.
kimse adlı romanı da hakkari'de bir mevsim adlı romanın iç diyalog tekniğiyle yazılmış halidir aslında. daha sanatsal ve teknik açıdan ağır bir romandir.
son olarak söylemek istediğim şey edgü'nün diğer yazarlardan ayrılan en önemli özelliği dilidir.
onun eserlerinde fazla tek bir sözcük bulanamaz.
özellikle türkçe sözcükler kullanmakta da çok hassastır.
devamını gör...
ankara'nın en güzel yanı
anitkabir en guzel yanidir tabii ki...
devamını gör...