yazarların duydukları enfes cümleler
"kimsenin hikayesini kınamayın, henüz sizinki bitmedi."
devamını gör...
türkiye’de obezitenin giderek artması
kilo almayan bir ben varım sanardım, ben de almışım. önceki gece iki gün süren stres ve üzüntüye müteakip mide ağrısının meyvesi olarak; gece birden uykumdan nefes alamaz halde boğazım yanarken uyandım. güç bela kardeşlerim ve babamın yardımı ile nefes boruma kaçan kusmuktan kurtulup kendimi acile atınca acilde kaç kilo olduğumu merak etti işgüzarın biri; neyse çıktım ki ben diyeyim 2 sız deyin 4 kilo almışım.* ne ara aldım dersem cevabı da basit. pandemi dolayısı ile kardeşlerimden biri olmazsa ikisi 7/24 sürekli evde, annem olacak örümcek beyinli 'kardeşlerin varken koşma koşu bandında ayıp koca kızsın' diye tutturunca hareketsizlikle beraber almışım haliyle...
endokrinim* ve dahiliyeci el ele bir liste verdiler. akşam bir leğen semizotunu otladım. gözümde büyüyor bu 4 kilo, ilk defa bu kadar aldım. tuhaf olan iştahım da öyle açık ki, bugün boğazım tahriş olduğu halde* bir kilo salatalığı yemişimdir. *
neyse ki balık-tavuk- yeşillik şeklinde beslenince kolay kilo veriyorum da o balık fiyatları ne allahsızlar?
neyse; bu kilolar daha çooook ot kaldırır.
endokrinim* ve dahiliyeci el ele bir liste verdiler. akşam bir leğen semizotunu otladım. gözümde büyüyor bu 4 kilo, ilk defa bu kadar aldım. tuhaf olan iştahım da öyle açık ki, bugün boğazım tahriş olduğu halde* bir kilo salatalığı yemişimdir. *
neyse ki balık-tavuk- yeşillik şeklinde beslenince kolay kilo veriyorum da o balık fiyatları ne allahsızlar?
neyse; bu kilolar daha çooook ot kaldırır.
devamını gör...
esrar
yakıp tüttürülen, psikoaktif özellikte bitkiye verilen addır efenim.
gittim gecenin bu saati niye geldim buraya yazıyorum diye soracak olursanız, görmemişin esrarı olan bir anım geldi aklıma, onu anlatacağım. çünkü neden anlatmayayım?
sene üniversite üçü okuduğum sene, ya da son muydu? sondu herhalde ya neyse; bir gün, bir aydınlanma yaşadım. "ula gelmişim koskoca üniversiteye, şuradan da bir ot hikayesi edinmeden mezun olup gidersem gözüm arkada kalır" dedim ve esrar denemeye karar verdim. yazımın üniversite gençliğini özendirici olmaması için şuraya bir uyarı ibaresi koyayım: bakın bu maddeler öyle ciciş şeyler değil, adı üzerinde bir çeşit uyuşturucu işte. yabmayın evladım, insanın başına ya meraktan..
neyse, birileri ihbar ederse "ama bakın oraya ne yazmışım" diye gösterebileceğim uyarıları da ekledikten sonra devam ediyorum:
arkadaş çevrem kuzu, arkadaş çevrem inek, arkadaş çevrem balkon çocuğu kaynıyor o sıra, e kimden nereden nasıl bulacağım bu meredi? belli ki kötü arkadaşlar edinmenin vakti gelmişti. yollarda sokaklarda tinercileri kestim bir süre ama olacak gibi değil, bu madde nereden bulunur, düşün taşın, insanları gözlemle derken, dedim bunu ben gsfde bir yerde bulurum. sanatçı adamlar, illa vardır böyle bi ayakları ahshs yoksa nereden çıkacak o fikirler? sanatını edebiyle yapan insanları tenzih ederim.
işte kendime bir deniz seki arıyorum gsf kantininde, gel zaman git zaman samimi arkadaşlıklar geliştirdim, zaten kendimi övmek gibi olmasın da ben gibi bir insanla arkadaş olmayan da çok şey kaybeder yani, şahane bir arkadaş profiliyim, her şeye gelirim, bursa çocuğuyum her ye... ahsh abartmayayım.
neyse bu arkadaşlardan gözlerinin altı "ben çekiyorum" diye bağıran oğlana -bi denemelik şey bulabilir misin?- diyerekten açtım mevzuyu. "morticia, emin misin? sen süt bebesisin, fazla gelmesin?" filan diyecek oldu hemen yükseldim "bulamayacaksan başkasına soracağım?!" dedim vurdum masaya yumruğu. neyse işte arkadaş ikna oldu, ödeme yapıldı, buldu getirdi, gösterdi etti. aldım eve gittim denemeye.
neyse arkadaşlar denedim. mal mı iyiydi yoksa ben dünden hazır mıydım bilmiyorum anam dünyam tersine döndü. sabaha doğru kendimi koltuk süngerine barbekü sos sıkmış yerken buldum. lanet olsun bu nasıl bir iştah?! rabbım doymuyorum. neyse işte, biraz da sanırım mutfak masasıyla muhabbet etmişim. ama muhabbeti şahane bir masaydı ahshs
sonrasında tövbe ettim. ay insan kendini bu hale getirir mi bile göre yav? sağ böbreğimi alsalar haberim olmazdı o nasıl bir uyuşukluk.
işte bu da böyle bir anımdır arkadaşlar.
narkotik beylere hörmetler ederim efenim, sizi çok öpüyorum. ben uslu bir kızım.
gittim gecenin bu saati niye geldim buraya yazıyorum diye soracak olursanız, görmemişin esrarı olan bir anım geldi aklıma, onu anlatacağım. çünkü neden anlatmayayım?
sene üniversite üçü okuduğum sene, ya da son muydu? sondu herhalde ya neyse; bir gün, bir aydınlanma yaşadım. "ula gelmişim koskoca üniversiteye, şuradan da bir ot hikayesi edinmeden mezun olup gidersem gözüm arkada kalır" dedim ve esrar denemeye karar verdim. yazımın üniversite gençliğini özendirici olmaması için şuraya bir uyarı ibaresi koyayım: bakın bu maddeler öyle ciciş şeyler değil, adı üzerinde bir çeşit uyuşturucu işte. yabmayın evladım, insanın başına ya meraktan..
neyse, birileri ihbar ederse "ama bakın oraya ne yazmışım" diye gösterebileceğim uyarıları da ekledikten sonra devam ediyorum:
arkadaş çevrem kuzu, arkadaş çevrem inek, arkadaş çevrem balkon çocuğu kaynıyor o sıra, e kimden nereden nasıl bulacağım bu meredi? belli ki kötü arkadaşlar edinmenin vakti gelmişti. yollarda sokaklarda tinercileri kestim bir süre ama olacak gibi değil, bu madde nereden bulunur, düşün taşın, insanları gözlemle derken, dedim bunu ben gsfde bir yerde bulurum. sanatçı adamlar, illa vardır böyle bi ayakları ahshs yoksa nereden çıkacak o fikirler? sanatını edebiyle yapan insanları tenzih ederim.
işte kendime bir deniz seki arıyorum gsf kantininde, gel zaman git zaman samimi arkadaşlıklar geliştirdim, zaten kendimi övmek gibi olmasın da ben gibi bir insanla arkadaş olmayan da çok şey kaybeder yani, şahane bir arkadaş profiliyim, her şeye gelirim, bursa çocuğuyum her ye... ahsh abartmayayım.
neyse bu arkadaşlardan gözlerinin altı "ben çekiyorum" diye bağıran oğlana -bi denemelik şey bulabilir misin?- diyerekten açtım mevzuyu. "morticia, emin misin? sen süt bebesisin, fazla gelmesin?" filan diyecek oldu hemen yükseldim "bulamayacaksan başkasına soracağım?!" dedim vurdum masaya yumruğu. neyse işte arkadaş ikna oldu, ödeme yapıldı, buldu getirdi, gösterdi etti. aldım eve gittim denemeye.
neyse arkadaşlar denedim. mal mı iyiydi yoksa ben dünden hazır mıydım bilmiyorum anam dünyam tersine döndü. sabaha doğru kendimi koltuk süngerine barbekü sos sıkmış yerken buldum. lanet olsun bu nasıl bir iştah?! rabbım doymuyorum. neyse işte, biraz da sanırım mutfak masasıyla muhabbet etmişim. ama muhabbeti şahane bir masaydı ahshs
sonrasında tövbe ettim. ay insan kendini bu hale getirir mi bile göre yav? sağ böbreğimi alsalar haberim olmazdı o nasıl bir uyuşukluk.
işte bu da böyle bir anımdır arkadaşlar.
narkotik beylere hörmetler ederim efenim, sizi çok öpüyorum. ben uslu bir kızım.
devamını gör...
sizi niye damat olarak alalım diye soran kayınpeder
ardından kendinizi 5 sene sonra nerede görüyorsunuz diye soracak olan kayınpederdir.
devamını gör...
zeytin
siyah ve güzel gözlü kedilerin default ismi.
devamını gör...
yazarların sevdiği müslüm baba sözleri
her şeyi al bana beni geri ver bir şansım olsun, başka yer başka zaman sensiz ömrüm olsun.
devamını gör...
yazmak isteyip yazamamak
şuan karşıma çıkmasının tesadüf olamayacağını düşündüğüm başlık.
son birkaç haftadır yazıp da sildiğim, sonunu getiremeyip taslağa attığım yazıların haddi hesabı yok. tartışmaya giresim zaten yok ama fikir belirtesim de gelmiyor. hiçbir şey kimsenin zerre umurunda değil. dünya yanarken insanlar saçlarını tarıyor amünyüm, ben napayım daha?
son birkaç haftadır yazıp da sildiğim, sonunu getiremeyip taslağa attığım yazıların haddi hesabı yok. tartışmaya giresim zaten yok ama fikir belirtesim de gelmiyor. hiçbir şey kimsenin zerre umurunda değil. dünya yanarken insanlar saçlarını tarıyor amünyüm, ben napayım daha?
devamını gör...
gidelim buralardan
nazan öncel'in göç adlı albümündeki şarkıdır, müzik tarihindeki en hisli şarkılardan biridir,kelebekler filminin bir sahnesine de cuk oturmuştur.
4 buçuk dakikalık kulak ziyafeti
4 buçuk dakikalık kulak ziyafeti
devamını gör...
normal sözlük moderasyonu
küfür, hakaret ve aşağılama yoksa yazarların birbirleri hakkındaki düşüncelerini içeren entrylere dokunmamalari gereken oluşum. eleştiri çekemeyen siyasete atılıp sarayda tek adamcilik oynasın. :)
devamını gör...
lübnan
osmanlının ilk gerçek burjuva sınıfının yaşadığı topraklardır. endüstri devriminin etkilediği ilk osmanlı toprağıdır. verimli hilalin en güzel toprağıydı. özellikle pamuk üretimi ve ticareti ile imparatorluğun 19.yy'da ekonomik gelirinin büyük kısmını oluşturmuştur. osmanlı'da ilk kadın işçi sınıfı burada doğmuştur. charles issawi'nin ortadoğu ekonomisi üzerine mükemmel kitapları bulunmaktadır. bugünün aksine aslında yerlileri hristiyan toplumudur. içersinde yahudi nüfusuda bulundurmaktaydı, yahudilerin büyük göçleri 1914' yılında başlıyor. müslümanlar 1940'lara kadar azınlıktadır. fakat siyasal islam sebebiyle din değiştirenlerden tutun da zorla göç ettirilen durziler, maruniler, hristiyanlar, yahudilerin azalması ile klasik arap ülkesi olmaya yüz tutmuştur. topraklarında dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan ''beyrut amerikan üniversitesi''ni barındırmaktadır. nadine labaki gibi muazzam bir yönetmenin ülkesidir. beyrut'u anlamak için ''where we go now'' filmini şiddetle tavsiye ederim. beyrutun bütün kültürel zenginliğinin sebebi içerisinde barındırdığı çeşitlilik ve yaşanmışlıklardır. gece hayatı mükemmeldir, insanları keyifçi ve hayatı sevmektedir.(dış mihraklar izin vermiyor tabi kiiii). kadınları çok güzeldir, düğünleri şölen gibidir, yemek kültürü ve müziği harikadır. kayak yapmak için ideal bir ülkedir, aynı zamanda akdenizin en güzel sahiline sahiptir. en büyük handikabı ise ne yazık ki bütün illegal terör örgütlerinin rahatça konuşlanabildiği bir ülkedir. ne yazık ki birlik ve düzenden yoksundur. ah ulan ah beni o ülkenin başına koyacaksınız varyaaa. son yaşanan patlama kalbimi parçalamıştır. bi huzur verin şu ülkeye! cennet gibi ülkeleri cehenneme çeviren her yapının, ülkenin ve insanın yok olması dileğiyle....
devamını gör...
squid game
hwang dong-hyuk'un yazıp yönettiği 2021 çıkışlı dumanı üstünde fırından yeni fırlamış bir güney kore dizisi.
aksiyon, gerilim, drama türlerinde kendileri. giriş için eh diyelim işte devamı biraz daha hatta bazı yerler çok çok daha hareketli. kan, dağılmış beyin, kan, kan, her yer kan sevenlere pek uygun. ay benim midem kalktı zaman zaman ekranı kapadım. kan, dehşet, kaos sevmiyorum ben yahu.
oyun oynamayı seven, hayattan umudu kalmamış, borç batağına batmış oyuncuları, azgın, zevk düşkünü, sapıtmış para babalarını eğlendirmek toplayıp ıssız bir adada onlara çocuk oyunu oynatıyorlar. ölüm kalım oyunları bu oyunlar. ya kazanacaksın ya öleceksin. başka şansın yok.
başrollerde, lee jung-jae , park hae-soo ve wi ha-joon'un bulunuyor. şimdilik 9 bölüm yayımlandı. 456 katılımcı bulunduran bu oyunun ödülü 45,6 milyar w. biri ölünce hopp paralar camdan bir hazneye akıyor ve oyuncuların gözünü iyice hırs bürüyor. oyun dışı birilerini öldürmek bu nedenle işlerine geliyor. hem ortalık kızışıyor hem izleyenler keyifleniyor. biri bizi gözetliyor misali 5, 10 arsız, uğursuz, zengin yoldan çıkmış herifte evlerinde onları izleyip üzerlerine bahis oynuyor. son bölüm bizzat mekana tefriş ediyor bu fırıldaklar. (ay çok sinirliyim o pislere kusuruma bakmayın.)
456 oyuna son katılan oyuncu. seong gi-hun (lee jung-jae), annesiyle yaşayan ve borç batağında bir adam. kızını geri almak ve annesini biraz daha rahat bir hayat yaşatmak için giriyor oraya. o cehenneme. vicdanlı, merhametli, arkadaşlarını kollamak için kendi canını hiçe sayabilecek bir adam. orada kendine bir takım kuruyor ve hepsi için ayrı ayrı riske giriyor. canım ya pek bizden biri.
seong'un çocukluk arkadaşı 218 yani cho sang (park hae-soo) yatırım uzmanı, yetenekli bir adam parlak bir geçmişi var fakat boğazına kadar borcu var ve dolandırıcılık suçundan her yerde aranıyor. biraz hırslı ve kötü kalbi olan biri kendileri. kader vurmamışta hani hırsı, haseti uğruna kendi yuvarlanmış tipler var ya heh işte tam olarak onlardan. 456'nın takımında kendisi zaten izleyen bakışlarında ki hainliği fark edecektir.
001 oh il-nam (oh yeong-su oh) esrarengiz bir dede kendisi. oyunun en yaşlı ve savunmasızı 456 tarafından sürekli korunup kollanan bir ihtiyar. beyninde timör olduğu ve zaten öleceği için son zamanlarını bu şekilde değerlendirmeye karar vermiş. 001 dede sen yok musun sen! ah beni hiç şaşırtmadın.
067 premses pek tatlış olmayan bir hanım efendi. kang sae (jung ho-yeon), bir sığınmacı hayatı zor yollardan öğrenmiş. babası belki ölü belki yaşıyor güney kore'ye girmeye çalışırken vurulmuş. anne geri gönderilmiş. kardeşi yetimhanede. onları tekrardan bir araya getirebilmek için çok fazla paraya ihtiyacı var ve o da bu yolu seçmiş. 456'nın takımından. adı konmasada aralarında bir şeyler olabileceğini hissetmiştim ben. ama senaristler sanırım bu kadar vahşetin içine aşkı kondurmak istememiş. benim hislerim hava da kaldı püfff. hep dram hep kaos nedir bu arkadaş?
199 ali (tripathi anupam) pakistanlı patron zulmü gören bir işçi. efendi, kendi halinde bir adam. 456'nın takımında ve 218'in kurbanı. izlerken beni pıt ettirdi kendileri. ne denebilir ki? hayat işte bu!
456'nın takımında olmayan ve fazlasıyla ön planda kötü karakterler de mevcut. 101 bunlardan biri. kendileri masfa bozuntusu. jang deok-su (heo sung-tae), kontrolsüz gücün güç olmadığını bize gösteren en 1. kişilerden. kötü mötü değişik bir adam. ve bizim bir türk aktöre benziyor adını hatırlayamadım şimdi.
ay bir cazgır var değinmeden edemeyeceğim 212. çığırtkan, yalancı, şirret bir kadın han mi (kim joo-ryoung) sürekli ortalığı ayağa kaldırma ve tatava yapma derdinde. var böyle bir iki tanıdığım kişi hahah. gerçekten izlerken insanın sinirlerini bozan bir karakter.
aslında bir miktar üstten çekilmiş bir dizi. ama güzel. daha detaya indirilip daha fazla merak uyandırılabilinirdi. benim tahminlerim doğru çıktı. son sahne özellikle bir sürpriz değildi. ama dediğim gibi güzel ben laf olsun aman eleştireyimde de entel görüneyim derdindeyim hahah. ya ben de tespit yapabilirim tabi neden olmasın bu ara zaten buralar hep tespit hahah.
neyse efem tavsiye ediyorum. ben bizzat kendim. izleyip izlememek size kalmış.
iyi seyirler...
aksiyon, gerilim, drama türlerinde kendileri. giriş için eh diyelim işte devamı biraz daha hatta bazı yerler çok çok daha hareketli. kan, dağılmış beyin, kan, kan, her yer kan sevenlere pek uygun. ay benim midem kalktı zaman zaman ekranı kapadım. kan, dehşet, kaos sevmiyorum ben yahu.
oyun oynamayı seven, hayattan umudu kalmamış, borç batağına batmış oyuncuları, azgın, zevk düşkünü, sapıtmış para babalarını eğlendirmek toplayıp ıssız bir adada onlara çocuk oyunu oynatıyorlar. ölüm kalım oyunları bu oyunlar. ya kazanacaksın ya öleceksin. başka şansın yok.
başrollerde, lee jung-jae , park hae-soo ve wi ha-joon'un bulunuyor. şimdilik 9 bölüm yayımlandı. 456 katılımcı bulunduran bu oyunun ödülü 45,6 milyar w. biri ölünce hopp paralar camdan bir hazneye akıyor ve oyuncuların gözünü iyice hırs bürüyor. oyun dışı birilerini öldürmek bu nedenle işlerine geliyor. hem ortalık kızışıyor hem izleyenler keyifleniyor. biri bizi gözetliyor misali 5, 10 arsız, uğursuz, zengin yoldan çıkmış herifte evlerinde onları izleyip üzerlerine bahis oynuyor. son bölüm bizzat mekana tefriş ediyor bu fırıldaklar. (ay çok sinirliyim o pislere kusuruma bakmayın.)
456 oyuna son katılan oyuncu. seong gi-hun (lee jung-jae), annesiyle yaşayan ve borç batağında bir adam. kızını geri almak ve annesini biraz daha rahat bir hayat yaşatmak için giriyor oraya. o cehenneme. vicdanlı, merhametli, arkadaşlarını kollamak için kendi canını hiçe sayabilecek bir adam. orada kendine bir takım kuruyor ve hepsi için ayrı ayrı riske giriyor. canım ya pek bizden biri.
seong'un çocukluk arkadaşı 218 yani cho sang (park hae-soo) yatırım uzmanı, yetenekli bir adam parlak bir geçmişi var fakat boğazına kadar borcu var ve dolandırıcılık suçundan her yerde aranıyor. biraz hırslı ve kötü kalbi olan biri kendileri. kader vurmamışta hani hırsı, haseti uğruna kendi yuvarlanmış tipler var ya heh işte tam olarak onlardan. 456'nın takımında kendisi zaten izleyen bakışlarında ki hainliği fark edecektir.
001 oh il-nam (oh yeong-su oh) esrarengiz bir dede kendisi. oyunun en yaşlı ve savunmasızı 456 tarafından sürekli korunup kollanan bir ihtiyar. beyninde timör olduğu ve zaten öleceği için son zamanlarını bu şekilde değerlendirmeye karar vermiş. 001 dede sen yok musun sen! ah beni hiç şaşırtmadın.
067 premses pek tatlış olmayan bir hanım efendi. kang sae (jung ho-yeon), bir sığınmacı hayatı zor yollardan öğrenmiş. babası belki ölü belki yaşıyor güney kore'ye girmeye çalışırken vurulmuş. anne geri gönderilmiş. kardeşi yetimhanede. onları tekrardan bir araya getirebilmek için çok fazla paraya ihtiyacı var ve o da bu yolu seçmiş. 456'nın takımından. adı konmasada aralarında bir şeyler olabileceğini hissetmiştim ben. ama senaristler sanırım bu kadar vahşetin içine aşkı kondurmak istememiş. benim hislerim hava da kaldı püfff. hep dram hep kaos nedir bu arkadaş?
199 ali (tripathi anupam) pakistanlı patron zulmü gören bir işçi. efendi, kendi halinde bir adam. 456'nın takımında ve 218'in kurbanı. izlerken beni pıt ettirdi kendileri. ne denebilir ki? hayat işte bu!
456'nın takımında olmayan ve fazlasıyla ön planda kötü karakterler de mevcut. 101 bunlardan biri. kendileri masfa bozuntusu. jang deok-su (heo sung-tae), kontrolsüz gücün güç olmadığını bize gösteren en 1. kişilerden. kötü mötü değişik bir adam. ve bizim bir türk aktöre benziyor adını hatırlayamadım şimdi.
ay bir cazgır var değinmeden edemeyeceğim 212. çığırtkan, yalancı, şirret bir kadın han mi (kim joo-ryoung) sürekli ortalığı ayağa kaldırma ve tatava yapma derdinde. var böyle bir iki tanıdığım kişi hahah. gerçekten izlerken insanın sinirlerini bozan bir karakter.
aslında bir miktar üstten çekilmiş bir dizi. ama güzel. daha detaya indirilip daha fazla merak uyandırılabilinirdi. benim tahminlerim doğru çıktı. son sahne özellikle bir sürpriz değildi. ama dediğim gibi güzel ben laf olsun aman eleştireyimde de entel görüneyim derdindeyim hahah. ya ben de tespit yapabilirim tabi neden olmasın bu ara zaten buralar hep tespit hahah.
neyse efem tavsiye ediyorum. ben bizzat kendim. izleyip izlememek size kalmış.
iyi seyirler...
devamını gör...
vulcan
merkür adlı gezegenin enberi noktasının presesyonu adını verdiğimiz hareketini açıklayabilmek için, güneş ile merkür arasında bir yörüngede dolandığı iddia edilen hayali gezegen. öyle bir gezegenin olmadığı ve merkür'ün bu hareketinin asıl nedeni, genel görelilik teorisi ile kanıtlandı.
devamını gör...
edebiyat
aradığım başlık edebiyatın ne işe yaradığıydı ama bulamadığım için yorumumu şimdilik bu başlığa yazıyorum, yazar olunca artık kendimiz açarız başlığı. neyse sadeden geleyim; demin denk geldiğim sabahattin ali'nin bir sözü edebiyatın ne işe yaradığı konusunda, bende ivedilikle bir şeyler yazma ihtiyacı uyandırdı, bu vesileyle edebiyat'ın ne işe yaradığını/en azından benim için ne anlam ifade ettiğini birkaç cümleyle ifade etmeye çalışacağım.
öncelikle belirttiğim söz; "unuttum diyemem ama üzerimde bir tesirin kalmamış artık."
bu sözü ilk okuduğumda evet edebiyat bu işte, edebiyat'ın işe yarar kısmı budur dedim. çünkü; bu söz, benim belki sürekli olarak içimde/aklımda bir duygu olarak varlık taşıyan, sürekli dolaşan; ama kelimelere asla dökülemeyen o sözdü. yüreğime su serpmiştir, beni bir duyguda tamamlamış, azad etmiştir. sözgelimi, bir benzetme yapacak olursam, dilimde sürekli dolaşan ama aklıma asla gelmeyen o şarkıya bir yerde rastlamam gibidir bu. anlık da olsa o şarkıyı artık bulmuş olmam beni rahatlatır, bana eşlik ettirir. edebiyat'ın işe yarar kısmı da budur işte, insanın tamamlayamadığı, anlam veremediği, eksik kaldığı o duygunun karşılığıdır.
ve dünya tarihi boyunca insanlar hep benzer hisleri yaşamışlardır, sabahattin ali gibi kıymetli insanlar da bunları sadece yaşamamış; söylemiş, yazmış, bunlara sözcüklerle dokunmuş ve bize kadar ulaştırmış. elbette bu tür duyguların ifade edilmis olması derdimize tamamen derman degil, hiçbir zaman da olmayacak belki ama en azindan bu hislerimizin bir tanımının olduğu, bu hislerin insanlık tarihi boyunca ortaklarının olduğu bilgisi bir nebze de olsa derdimizi hafifletiyor. bu anlamda ben edebiyat'a da sabahattin ali gibi isimlere de her zaman duacıyım. duacı kalacağım.
(bkz: sabahattin ali)
öncelikle belirttiğim söz; "unuttum diyemem ama üzerimde bir tesirin kalmamış artık."
bu sözü ilk okuduğumda evet edebiyat bu işte, edebiyat'ın işe yarar kısmı budur dedim. çünkü; bu söz, benim belki sürekli olarak içimde/aklımda bir duygu olarak varlık taşıyan, sürekli dolaşan; ama kelimelere asla dökülemeyen o sözdü. yüreğime su serpmiştir, beni bir duyguda tamamlamış, azad etmiştir. sözgelimi, bir benzetme yapacak olursam, dilimde sürekli dolaşan ama aklıma asla gelmeyen o şarkıya bir yerde rastlamam gibidir bu. anlık da olsa o şarkıyı artık bulmuş olmam beni rahatlatır, bana eşlik ettirir. edebiyat'ın işe yarar kısmı da budur işte, insanın tamamlayamadığı, anlam veremediği, eksik kaldığı o duygunun karşılığıdır.
ve dünya tarihi boyunca insanlar hep benzer hisleri yaşamışlardır, sabahattin ali gibi kıymetli insanlar da bunları sadece yaşamamış; söylemiş, yazmış, bunlara sözcüklerle dokunmuş ve bize kadar ulaştırmış. elbette bu tür duyguların ifade edilmis olması derdimize tamamen derman degil, hiçbir zaman da olmayacak belki ama en azindan bu hislerimizin bir tanımının olduğu, bu hislerin insanlık tarihi boyunca ortaklarının olduğu bilgisi bir nebze de olsa derdimizi hafifletiyor. bu anlamda ben edebiyat'a da sabahattin ali gibi isimlere de her zaman duacıyım. duacı kalacağım.
(bkz: sabahattin ali)
devamını gör...
8 binler kulübü
henüz 14 kişilik üyesi olan kulüp.
yazınız, oylayınız, oylanınız... sözlükte vakit geçiriniz. böylece karmanız arşa çıkacaktır.
edit: liste eklenmiştir. #454088
yazınız, oylayınız, oylanınız... sözlükte vakit geçiriniz. böylece karmanız arşa çıkacaktır.
edit: liste eklenmiştir. #454088
devamını gör...
eski sevgili
hayatımın en güzel günleri yaşatan fakat bir büyük yalanıyla geçmişte bıraktığımdır. iyi hatırlanmak varken neden insan kötü hatırlanmak için uğraşır acaba? dilerim herkesin karşısına güvenilir biri çıkar.
devamını gör...
sorceress
ressam georges merle'in 1883 tarihli tablosunun adı. eser 1883'te paris salon'unda sergilenmiş.
une sorcière au xve siècle (a fifteenth-century sorceress) (1883)
tablodaki kadının büyücü olduğunu gösteren pek çok detay var: arkaplandaki beş köşeli yıldız, tablonun sağındaki iskelet ve ters haç gibi. en belirgin detay ise önündeki voodoo bebeği, iğne kalbinin üzerinde. ilginç.*
bu detayları görmesek bile kadının gözlerinden anlayabiliriz. bu nasıl bakış, biraz korkutmuyor değil. karanlık bazı işlerin döndüğü belli.
sevdiğim bir detayı da paylaşarak tanımımı bitireyim. eserlerde ilginç mücevher detaylarına bayılıyorum.

kaynak

tablodaki kadının büyücü olduğunu gösteren pek çok detay var: arkaplandaki beş köşeli yıldız, tablonun sağındaki iskelet ve ters haç gibi. en belirgin detay ise önündeki voodoo bebeği, iğne kalbinin üzerinde. ilginç.*
bu detayları görmesek bile kadının gözlerinden anlayabiliriz. bu nasıl bakış, biraz korkutmuyor değil. karanlık bazı işlerin döndüğü belli.
sevdiğim bir detayı da paylaşarak tanımımı bitireyim. eserlerde ilginç mücevher detaylarına bayılıyorum.

kaynak
devamını gör...
sadettin kaynak
1895 istanbul doğumlu hafız, müezzin ve besteci.
ilk türkçe ezanı fatih cami'nde kendisi okumuştur.
yaptığı besteler ile türk sanat müziği'ne ciddi anlamda katkıda bulunmuştur.
öyle ki tsm'nin halk arasında bu kadar sevilmesinin sebebi de kendisidir.(benim için ve hatta çoğu insan için de öyledir diye düşünüyorum.)
türk sanat müziği eskiden daha çok aristokrat kesim tarafından dinlenirken, tsm ile türkü tarzını harmanlayarak yaptığı besteler sayesinde halk da türk sanat müziği'ne sıcak bakmaya başlamıştır.
çile bülbülüm çile,
muhabbet bağına girdim bu gece,
yad eller aldı beni,
batan gün kana benziyor,
niçin baktın bana öyle,
kara bulutları kaldır aradan,
eserlerini ve daha yazamadığım yüzlerce eseri besteleyen sadettin kaynak 1961'de vefat etmiştir.
ilk türkçe ezanı fatih cami'nde kendisi okumuştur.
yaptığı besteler ile türk sanat müziği'ne ciddi anlamda katkıda bulunmuştur.
öyle ki tsm'nin halk arasında bu kadar sevilmesinin sebebi de kendisidir.(benim için ve hatta çoğu insan için de öyledir diye düşünüyorum.)
türk sanat müziği eskiden daha çok aristokrat kesim tarafından dinlenirken, tsm ile türkü tarzını harmanlayarak yaptığı besteler sayesinde halk da türk sanat müziği'ne sıcak bakmaya başlamıştır.
çile bülbülüm çile,
muhabbet bağına girdim bu gece,
yad eller aldı beni,
batan gün kana benziyor,
niçin baktın bana öyle,
kara bulutları kaldır aradan,
eserlerini ve daha yazamadığım yüzlerce eseri besteleyen sadettin kaynak 1961'de vefat etmiştir.
devamını gör...
sagopa kajmer
sözlerinden zeka ve tespit fışkıran, pek tarzım olmadığı halde bana rap müziği sevdiren sanatçı. arada beğenin de beğeni geldikçe girip dinleyeyim.(bkz: lol)
devamını gör...
m.ö. 26 ocak 1213 firavun 2. ramses'i mumyalayan işçilerin yevmiyelerinin verilmemesi rezaleti
rezalet puanım 10 üzerinden 10. nasıl bu hale geldik artık aklım almıyor. işçi sendikaları uyusun daha. (bkz: mısırdan gitmek için sebepler)
devamını gör...