ben kadınım ya da ben erkeğim demesidir.
devamını gör...

an itibariyle yaşanan durum. ekstra karma puanı duyunca herkes erken boşaldı.yarım günde entellektüel bilgi birikimim tavan yaptı.
not: kötülükten vazgeçip kendini atom mühendisliği ve fiziğe veren kedi şerafettin.
devamını gör...

bu şekilde başlık açmak serbest bırakılacaksa yönetimin yazarların bunu engelleyebileceği bir seçenek sunması gerekli. kim ne yazıyorsa yazsın ancak takdir edersiniz ki ben de okuyamadığım bir alfabeyi sürekli akış kısmında görmek istemiyorum.

edit: anlatım bozukluğu
devamını gör...

telefonla konuşurken; evde çok ses varsa veya istemediğim dialoglar dönüyorsa gözlerimi belertiyorum, öfkeyle döndürüyorum ya da değişik kaş göz işaretleri yapıyorum. sonra bi gülme alıyor beni, iyice b.k ediyorum.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

emevi ve abbasilerin, devlet politikası haline getirdiği arap milliyetçiliği, kuranın hükümlerini, dinin temel prensiplerini ve hatta kuranda anlatılan tanrı profilini dahi arap milliyetçiliği üzerinden yorumlayan bir fıkıh anlayışı ortaya çıkarmıştır.
bu anlayış;
"allah'ın dili arapçadır."
"islamın dili arapçadır."
"cennette arapça konuşulacak." gibi dayanağı olmayan iddiaları
"kurulacak çok uluslu bir islam medeniyetinin dili de arapça olmalıdır." sonucuna bağlayarak bu arapça dayatmasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. bu iddialara islamın en öncül kaynağı olan kur'an-ı kerim üzerinden cevap vermek gerekir.

birinci iddia hz. muhammet'in arapça konuşuyor olması. ku'ran-ı kerim bize bir çok yerde peygamberin bir millete değil alemlere gönderildiğini ifade eder.
"seni alemlere şefkat(rahmet) olarak gönderdik."(enbiya 107)
yüce yaratan'ın insanlarla iletişim kurmasına vesile olacak olan elçinin onu dinleyecek toplulukla farklı bir dili konuşması düşünülemezdi. insanlar kendilerinin muhatap oldukları emir ve yasakları, uyarıları anlamadan bu noktada bir hesaplaşmaya tabi tutulamazdı.
-ki bugünün müslümanlarının kendilerini bir çok emir ve yasaklara muhatap olarak görmemeleri de bu şekilde açıklanabilir-

yani peygamberin arapça konuşması arapçanın kutsallığına değil yaratıcının insanlarla anladıkları dilde iletişim kurduğu sonucuna bağlanmalıdır.
"onlar ki, dünya hayatını severek ahirete tercih ederler, insanları allah yolundan çevirirler ve o ona bir eğrilik bulmak isterler. işte onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler.
"halbuki her peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki allah'ın emirlerini onlara açıklasın!" (ibrahim 4)
işte bu sebeple bütün peygamberler arapça konuşmuyordu.
hz. musa ibranice, hz.isa aramice konuşuyordu.diğer peygamberler de kendi kavimlerinin lisanlarıyla konuşuyorlardı. bunu televizyonlarda insanlara islamın hikayelerini(!) anlatarak para kazanan ve hz. adem'i anlatırken onu bile arapça konuşturanlara da hatırlatmak gerekir. galiba bu ayet peygamberlerin lisanlarının sebebini ve kuran'ın anlaşılmasını istemeyenlerin gerekçelerini açıkça dile getiriyor.

 ikinci bir iddia türkçe'nin arapçadaki kelimeleri karşılamadığı yönünde.
bu iddia çok geniş bir konu yelpazesinde kendine yer bulmaktadır. ibadetlerden, kuranın okunmasına kadar hemen her konuda bu iddia dile getirilmektedir. işin en üzücü tarafı ise bu iddia bir çok kişi tarafından
"arapça en zengin en güzel dildir. allah bu yüzden arapçayı tercih etmiştir" gibi bir sonuca bağlanmaktadır.
deniyor ki arapça'da bir kelime bazen onlarca anlama gelebildiği için çok zenginmiş. halbuki bu bir dilin zenginliğini değil fakirliğini gösterir. bir millet bir alandaki 10 nesneyi tek bir kelime ile ifade ediyorsa bu o milletin o alanda yeterince bilgi sahibi olmadığını gösterir. ki bu o milletin sosyal yapısıyla da ilgilidir. örneğin hayvancılıkla uğraşan bir milletin sadece at renklerini ifade eden 300'den fazla kelimesi mevcut olabilirken hayvancılıkla uğraşmayan bir millet bu renkleri 4 kelime ile ifade edebiliyor. şimdi bu hangi milletin dilinin zenginliğinin göstergesidir? eğer arapçadaki bir kelimenin türkçe karşılığı yok ise o kelime türkçe çeviride birden fazla kelime ile ifade edilebilir.
sonuç olarak bazı kelimeler türkçe'de tek kelime ile ifade edilemiyor diye kuran'ın tamamından feragat edip onu anlamadığımız dilde okumak kesinlikle mantık dışıdır. bu bizzat kuran'ın hükümlerine de terstir. çünkü kuran'da "biz onu arapça indirdik" ifadesinin geçtiği bütün ayetlerde bu anlaşılır olmaya bağlanmıştır.

"anlayasınız diye biz onu arapça bir kuran olarak indirdik." (yusuf 2)

peki türkçe ibadet mümkün müdür?
konunun başından beri de ifade ettiğimiz gibi tanrı, insanlığa sayfalar ve harfler değil mana indirmiştir. arap milliyetçiliği üzerinden islamı yorumlayan gelenek namazın bütün dünyada arapça kılınmasının onu evrenselleştirdiğini iddia etse de bu tanrı ile iletişim kurma noktasında arap olmayanlar için sadece bir prangadır.
islam ve ona ait ritüelleri evrenselleştirmenin tek yolu bütün insanların hz. muhammet'in anlattığı tek tanrıya anladıkları dil ile seslenmeleridir. ülkemizde, ulu önder mustafa kemal atatürk'ün dinde aydınlanma hareketi olarak niteleyebileceğimiz kuran'ın,hadislerin ve ezanın türkçeleştirilmesi devrimlerinin sadece 20 yıl kadar hayatta kalmasıyla milletimiz tanrı ile arasına tekrar arapçayı dolayısıyla hurafeleri, sahte şeyhleri koymuştur.
ülkemizdeki müslümanların neredeyse tamamının hanefi mezhebine mensup olduğunu göz önünde bulundurursak bu konuya da imam ebu hanife üzerinden delil getirmek en mantıklısı olacaktır.

imam ebu hanife'ye göre kuran lafız olarak, yani arapça olarak değil, mana olarak kuran idi. bu nedenle de arapça okunduğu gibi farsça da -dolayısıyla türkçe de- okunabilirdi. bir insan arapça'yı bilse de kendi dilinde ibadet edebilirdi. imam ebu hanife bu fikrini ise bizzat peygamber dönemine dayandırıyordu. iranlılar, hz. muhammet'in arkadaşlarından selman-ı farisi'ye bir mektup yazmışlar ve arapçayı bilmediklerini, namazda okumak üzere kendilerine fatiha suresini farsçaya tercüme etmesini istemişlerdi. bunun üzerine selman-ı farisi de fatiha'yı farsçaya çevirerek gönderdi. iranlılar bunu namazlarında okudular. bu bilgi, hanefi ekolünün en güvenilir kaynaklarında sıklıkla ifade edilir.

islamı arap dini olarak gören çevreler, imam ebu hanife'nin bu görüşlerinden rahatsız oldukları için onun ölümünün hemen ardından onun ağzıyla bu fikri yok etmeye çalışmışlardır. nuh ibni meryem, ebu hanife öldükten sonra "onun bu görüşünden vazgeçtiğini" onun ağzıyla rivayet etmiştir. müslümanlar bu rivayete dört elle sarılmış ve çeviri ile namaz kılınamayacağını büyük bir şiddetle savunmaya başlamışlardır. halbuki nuh ibni meryem, ebu hanife'den önce hadis bilginleri tarafından bizzat hz. muhammet'in ağzıyla hadis uydurduğu için "kazip" yani yalancı olarak belirlenmiştir. ebu hanife bu görüşünden hiçbir zaman ayrılmamıştır. onun iki önemli talebesi olan ebu yusuf ve ebu muhammet'in görüşleri de : "namazı arapça bilen arapça kılar, arapça bilmeyen ise kendi dilinde kılabilirdi." şeklindedir.
burada şunu ifade etmek gerekir ki, arapçayı bilmekten kasıt o lisanı bilmektir. yoksa o dilin anlamını idrak etmeden okunuşunu bilmek, arapça bilmek manasına gelmez.
  diğer bazı islam kaynaklarında da bu konu ile ilgili bir çok deliller vardır. tahavi şerhi'nin 217. sayfasında ve hazin tefsirinin 725. sayfasında kısaca anadilde ibadet mümkündür denmektedir.

konuyu saptırmadan ilginç bir bilgiyi de dipnot olarak paylaşalım. hanefilerin en güvenilir kaynaklarından olan mebsut'ta daha da enteresan bir görüş zikredilmiştir. buna göre; "eğer allah'ın sözü olduğundan şüphe edilmez ise, bozulmadığına dair delil var ise tevrat ve incil'in bölümlerinin bile namazda okunmasında sakınca yoktur."

sonuç olarak ;büyük türk mütefekkiri, türkiye cumhuriyeti'nin kurucu zihniyetinin öncülerinden ziya gökalp'in , din kitaplarının ve hutbelerle vaazların türkçe okunması düşüncesi kesinlikle siyasi bir duruş olarak görülememelidir.
ziya gökalp'in bu duruşu kimseyi rahatsız edemez ve etmemelidir. türk milletine ve diğer milletlere bu hak bizzat ulu tanrı ya da diğer deyişle cenab-ı allah tarafından verilmiştir. hal böyleyken bir milleti bilmediği bir dile hapsetmek en hafif tabir ile ırkçılıktır. üstelik dinde türkçeye karşı çıkan çevrelerin peygamber, abdest,namaz gibi farsça kelimelere de arapça gibi kutsaliyet atfetmeleri bu tepkilerin ne kadar sığ olduğunun göstegesidir.
öztürkçe tanrı kelimesini türk milletinin dilinden sökmeye çalışırken yine farsça huda kelimesini sakıncalı görmemek tam olarak siyasi bir duruştur. dinin anadilde yaşanmasına karşı çıkmak, ülkemizde son yıllarda sıkça başvurulan din istismarına da kapı açar. bazı çevrelerin kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasını "sen okuma,okusan da anlamazsın,sapıtırsın" gibi söylemlerle tehlikeli göstermelerinin sebebi, zümer suresi 3. ayeti olsa gerek. çünkü bu ayette yüce yaratan bizlere çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır.
"dikkat edin! gerçek din, sadece allah'a mahsusdur. ondan başkasını kendilerine dostlar edinenler ise: biz onlara sadece bizi allah'a daha fazla yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz derler."
bu size bir şeyleri yada birilerini hatırlatmış olabilir...
bizler bugün malesef konuştuğu cümlelere ingilizce  kelimeler serpiştirerek modern görünmeye çalışanlarla, konuştuğu cümlelere arapça kelimeler serpiştirerek dindar görünmeye çalışanlar arasında türkçe konuşma savaşı vermekteyiz.
milletimiz anladığı dilde tanrı ile iletişim kurduğunda, anladığı dilde namaza çağırıldığında, tanrı sözlerini anlamadıkları bir dilde sevap kazanmak için değil, anladıkları dilde "anlamak" için okuduğunda önce kendini sonra geleceğini kurtaracaktır prangalardan.

"göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da allah'ın delillerindendir. şüphesiz bunda bilenler için elbette alınacak dersler vardır." (rum,22)
 
tanrı esenliği üstünüze olsun...

edit: pek dindar bir adam sayılmam. sadece konuya ilgiliyim.
milliyetçi olduğumu da düşünebilirsiniz.
fakat unutmayın milliyetçilik iç güdüsel bir olaydır.
burada milliyetçilik yaptıysam bile bu ofansif değil defansif bir milliyetçiliktir.
yani din üzerinden yapılan arap ırkçılığına karşı kendimi savundum sadece.
devamını gör...

aniden gelmiyor genelde her zaman içimde bulunan bir his. çaresi olmayan bir hastalık gibi. tuhaf...
devamını gör...

geçen yil 70 lira olan her bir oturum giriş ücreti 90 lira olmuş.
3 oturumda yapılan sınav ücreti de
210 liradan 270 liraya çıkmış oluyor.
buradan

edit : ankara bb başkanı mansur yavaş, konunun insanlar için önemini anında fark etmiş olmalı ki, ankara'da bu ücretleri belediyenin ödeyeceği müjdesini verdi.
bu adam da bu ülke insanı, bu zamları yapanlar da .
(bkz: mansur yavaş'ın yks ücretlerini karşılayacağını açıklaması)
devamını gör...

'bu dünyanın direği yok
merhameti yüreği yok
kılavuzun gereği yok
yolun sonu görünüyor.'
devamını gör...

sanıyorum ki giritliler üzerine oluşan bu ön yargısal değerlendirmelerin kaynağı yine bir giritli olan knossoslu epimenides.
niye? huzurlarınızda epimenides paradoksu a.k.a girit paradoksu: "tüm giritliler yalancıdır ve ben bir giritliyim."
giritlilere ilk yaftayı yine memleketlileri vurmuş. yazıklar olsun.

t: tüm giritlilerin bir yerde toplanıp non-ot yiyecekleri de tüketebildiklerini gösterdikleri takdirde ortadan kalkacak olan muamele.
böylelikle, tekrar yukarıdaki gibi yaftacı bir giritli ortaya çıkana kadar bu muameleden kurtulunabilir.
devamını gör...

leyla the band şarkısı.

devamını gör...

böyle bir video ile tanımıştım 1-2 sene evvel önce. bence gayet güzel isimli bir köy.

devamını gör...

türlü pisliği yapıp ahlak bekçiliğine soyunan insanlardan tiksiniyorum.
devamını gör...

gülebildiğimiz kadar gülerek.
gülecek sebep bulamayanlara cem yılmaz'dan komik video.
twitter.com/ElmasNermin/sta...
devamını gör...

çevirmeli telefonumuz bile vardı. ben de tarihi eser olmuşum.
devamını gör...

1) negatif düşünceler:

en önemli maddedir. evrende çekim kanunu vardır. ne düşünürsen onu yaşarsın yani.

2) sigara, alkol ve türevleri:

yaşamı kalitesizleştirmekten başka bir işe yaramayan bu şeylerden uzak durmak hem cebe hem de vücuda yararlı olur.

3) kendini küçük görmek:

'evet sen insan okyanusunda bir damlasın ama unutma ki o bir damla içinde kocaman okyanusu taşır' der mevlana. elinden geleni ardına koymamalı ve disiplinli bir şekilde hedefine ulaşmak için çalışmalı, çaba sarfetmelisin. ünlü psikolog abraham maslow der ki: 'olabileceğinizden daha azı olmayı planlıyorsanız, muhtemelen hayatınızın geri kalan günlerini mutsuz geçireceksiniz.'.

4) ertelemek:

ertelemek, yaşamı kaçırmaktır.size verilmiş en güzel hediye olan hayatı elinizde olan imkanlar dahilinde dolu dolu yaşamaya ve yaşam ile ölüm arasındaki kısa süreyi pişman olmayacak şekilde ve en güzel şekilde doldurun. . bu yüzden ne yapmak istiyorsanız şimdi başlayın, elinizde olan imkanlarla başlayın ve pes etmeyin. eğer başlamak için uygun koşulları bekliyorsanız boşuna bekliyorsunuzdur. zira şartlar hiçbir zaman gerektiği gibi olmaz, bütün şartlar yerine gelinceye kadar erteleyen, hiçbir iş yapamaz der ünlü yazar william feather.


5) zamanı boş yere harcamak:

üstte de dediğim gibi hayat size verilmiş en güzel hediyedir. fakat uzunluğunu biz bilemediğimiz için, her an sonlanabileceği için zamanı doğru kullanmak gerekir. her an, sona en yakın an olabilir. zamanımızı öyle bir kullanmalıyız ki hem eğlenmeli, hem öğrenmeli hem de verimli işler yapalım. atatürk'ü düşünelim. sadece 57 yıl yaşadı. bu kısacık zaman diliminde resmi olarak 3997 kitap okudu. bu kısacık zamana 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap sığdırdı. koca bir ülke sığdırdı...


not: alıntı değildir, bana ait bir yazıdır. saygı ve sevgilerimle.
devamını gör...

insan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı. *
devamını gör...

başkalarını kırmamak adına kendini değersizleştiren insandır. kişi sürekli "evet" dedikçe kırmak istemediği diğerleri tarafından saygı görmez. kişinin neleri sevip sevmediği, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı bilinmez ve de umursanmaz kırmak istemedikleri kişiler tarafından. çünkü kişi onlar için vardır ve daima onları onaylamak zorundadır. bunun dışında bir kimliği yoktur kişinin.
oysa "hayır" diyebilmek; ben de varım, ben bunu istemiyorum, bundan hoşlanmıyorum diyebilmek özgürlüktür.
değer verilen insanlar tarafından bir onay makamı olarak değil "ben" olarak kabullenilmek herkes için çok daha sağlıklıdır.
devamını gör...

herhangi bir meyvenin çekirdiğini yanlışlıkla yuttuğumda içimde büyüyüp filizlenecek sanırdım. kulağımdan, ağzımdan, burnumdan fışkıracak olan dallarla hayatın çok zor olacağını düşünüp korkardım. *
devamını gör...

doğumdan ölüme kadar içinde olduğumuz süreç.
hep sonraya bakınca kaygıya sebep olan, hep geçmişte kalınca mutsuzluğa sebep olan,
anca sürecin içinde keyfi sürülebilen bereketlenen, nefes alınan her an.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim